Konu Başlığı: Nassa ziyade Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:03:36 d. Nassa Ziyade Daha önce Hanefîlerin, âmmı tahsis eden delilin tahsis edilen kuvvetinde, müstakil ve bitişik onunla birlikte olmasını şart koştuklarını, bitişik olmadığı zaman bunun bir tahsis değil, nesih olacağını kabul ettiklerini, keza mutlak bir lafzı takyid eden delilin de mutlak olan kuvvetinde olmasının şart olduğunu benimsemediklerini ifade etmiş bulunuyoruz. Burada konuyu daha fazla açıklığa kavuşturmak için müstakil olarak ele almayı ve bazı misaller vermeyi uygun buluyoruz. Zira ileride açıkça görüleceği üzere, bu konu âhâd hadisleri reddetmenin bir sonucu olarak -cumhur ile Hanelîler arasında- en çok tartışılan konulardan biridir. Nassa ziyade ya müstakil veya bir başkası ile ilgili olur. Eğer müstakil olursa, ya zekatın farz olduğunu namaza ziyade etme örneğinde olduğu gibi birinciden ayrı bir cinsten olur -ki bu durumda ihtilafsız nesih söz konusu olmaz- veya namazın beş vakit namaza ziyadesi gibi birincinin cinsinden olur. Bu durumda ise bazı Iraklılar nesih olacağını ileri sürmüş olmakla birlikte, cumhura göre nesih söz konusu değildir. Nassa ziyade şayet bir cüzü, şartı veya mefhum-i muhalefeti kaldıran bir şeyi ziyade etmek gibi bir başkası ile ilgili olursa, bu fukaha arasında aşağıda temas edeceğimiz ihtilafların meydana geldiği bir ziyade olur [973]. Mâlikî, Şafiî ve Hanbelîlere göre ziyade, kesinlikle nesih değildir. Çünkü onda neshin mânası bulunmamaktadır. Zira nesih bir hükmü değiştirme ve kaldırma anlamını taşırken; ziyade, meşru bir hükmü pekiştirme ve ona başka bir şey ilave etme mânasına gelir. Bu, bir nevi namaza emirden sonra oruca da emretmeye benzemektedir. Nitekim meselâ zina edene verilecek olan celde cezasına sürgünü ilave etmenin, celdeyi bir emir olmaktan çıkarmadığı, aksine ilaveden önce olduğu gibi, ondan sonra da farz; sürgünün ise bir hükme bir başka hüküm ilave etmek olduğu herkesçe bilinmektedir [974]. Hanefilere göre ise, nassa ziyade ister sebepte, isterse hükümde olsun şeklen beyan, manen nesihtir. Çünkü nesih, bir hükmün sona erdiğini beyan etmektir. Bu mâna ise nassa ziyadede de mevcuttur. O halde o da nesihtir[975]. Bu konuda burada tek tek saymamız uygun olmayan daha birçok görüş vardır. Arzu edenler, usul kitaplarına müracaat edebilirler [976]. Bu iki görüş arasındaki farklılığın sonucu, birinci lafız (delil) olan asıl, kat'î olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Şayet bu durumda ziyadenin bir nesih olduğuna hükmedilecek olursa kat'î ancak kendisi gibi kat'î bir delil ile neshedilebileceği için, Kur'an veya mütevatir sünnette bulunan bir nassa haber-i vahid ile ziyade yapmak caiz olmayacaktır. Yok eğer nassa ziyadenin nesih olmadığına hükmedilecek olursa, sünnette varid olan Kur'an âyetine ilave edileceği için, haber-i vahid ile Kur'an'a ziyade yapmamız mümkün olmaktadır. Âlimler, Hanefîlerin bu konudaki görüşlerini tenkit etmiş, kendisine dayanarak bazı hadisleri reddettikleri bu prensiplerini çürütmüşler; onların benzeri ve hatta daha aşağı durumdaki hadislerle amel edip Kur'an'a ziyade yaptıkları gibi, bu konudaki hadislerle amel etmelerinin de gerekli olduğunu söylemişlerdir. Nitekim İbn Kayyım bu konuda şöyle demektedir: Bize kabul ettiğiniz sahih sünnet ile reddettiğiniz sünnet arasındaki farkı söylemelisiniz. Kur'an'a ziyade dahi olsa, sahih sünnetin tümünü ya kabul etmeli veya reddetmelisiniz. Dilediğinizi kabul edip dilediğinizi reddetmek tarzındaki keyfî davranışınız Allah ve Resûlü'nün izin verdiği bir davranış değildir [977]. Hanefîlerin bu konudaki görüşlerini geniş bir şekilde tenkit edenlerden biri olan İbn Kayyim, İ'lâmü'l-muvakkiin adlı eserinde zikrettiği elliden fazla delille onların bu görüşlerini temelinden çürütmüş, sahihtik açısından daha aşağı durumda hatta aslı olmayan birtakım hadislerle amel ettikleri gibi terkettikleri hadislerle de amel etmeleri gerektiğini savunmuştur [978]. İbn Kayyim'in bu konuda ileri sürdüğü görüşlerden bazıları şunlardır: Hz. Peygamber'in beyanları birkaç kısımdır: Birincisi hafi (kapalı) olan Kur'an lafızlarını kendi lisanıyla açıklamak; ikincisi kendisine vahyedilenin mânasını ihtiyacı olanlara beyan ve tefsir etmektir. "... İmanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar..." [979] âyetinde zikredilen zulüm kelimesinin şirk koşmak olduğunu beyan etmesi gibi... Onuncusu Kur'an'ın bir şeyin farz, haram veya mubah olduğuna hükmetmesi ve bu hüküm için de birtakım şart, mani, kayıt, özel vakit, hâl ve evsafın bulunması ve Cenab-ı Allah'ın bunları açıklamayı Resûlüne bırakmış olması. "...Bunlardan başkası...size helâl kılındı..." [980] âyetinde olduğu gibi. Nitekim buradaki helâl olma nikâh şartına, manilerin bulunmaması, vakit ve ehliyetin söz konusu olmasına bağlıdır. Bu durumda sünnet bunları açıkladığı zaman, hiçbiri âyetin görünen mutlaklığını kaldırsa da, nassa 'ziyâde ve dolayısıyla nesih olmaz [981]. İbn Kayyım bu konudaki sözlerine şöyle devam etmektedir: Nassa ziyadeye nesih adını vermeniz, sizin kendi koyduğunuz bir terimdir. Burada neshi ziyade içinde mütalaa ederek yeni bir terim konulması ise nasların hükümlerini kaldıramaz. Allah ve Resulü nerede buna nesih demiştir? Resûlullah nerede: "Benim hadisim size Kur'an'ı ziyade tarzında gelecek olursa, onu reddedin, kabul etmeyin. Çünkü o, Allah'ın Kitabı'nı nesih olur" demiştir. Allah nerede: "Peygamberim size Kur'an’a zaid bir söz söylerse, onu kabul ve onunla amel etmeyin, reddedin" demiştir. Kur'an'dan herhangi bir delil olmadığı halde sizin ve atalarınızın koduğu prepsiplerle Resûlullah'ın sünnetini reddetmek nasıl caiz olur? Keza nesihte, nâsih ile mensûh birbirine zıt olup bir arada bulunmalarının imkansız olması gerekir. Nassa ziyadede ise, ziyade olan, olunana zıt olmadığı gibi, birlikte bulunmaları da imkânsız değildir [982]. Zira ziyade olan da olunan da ayrı ayrı deliller olup kendi hükümlerini müstakil olarak ifade etmektedirler. Ziyadedeki iki delil ile de amel etmek mümkündür. Bu sebeple birini kaldırıp öteki ile amel etmek, biriyle öbürü arasında çatışma çıkarmak caiz değildir. Zira Allah katından gelen her şey, tabii olup kendisiyle amel edilmesi farz olan, ortadan kaldırılıp iptal edilmesi caiz olmayan bir hakikattir. Meğer ki, Yüce Allah ve Resulü aralarını cem'etmek mümkün olmayan diğerini neshedici bir başka nas buyurmuş olsunlar. Bu konuda ise böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü her iki delil ile de amel etmek mümkün olup aralarında herhangi bir tearruz ve zıtlıktan bahsedilemez. Hal böyle olduğuna göre bizim Allah ve Resûlü'nün ortadan kaldırdıkları bir şeyi kabul etmemiz mümkün olmadığı gibi, buyurdukları bir şeyi orfadan kaldırmanız da mümkün değildir [983]. İbn Kayyım keza şöyle demektedir: Siz koymuş olduğunuz bu prensibe herkesten önce kendiniz aykırı davrandınız. Zira siz, hurma şırası ile abdest almaya dair hadisi kabul ediyorsunuz. Halbuki o haber, Allah'ın kitabına bir ziyade olup onun hükmünü değiştirmektedir. Zira Yüce Allah, su bulamayan kimsenin teyemmüm etmesini emretmiştir. Hadis ise, bu durumdaki kişinin şira ile abdest almasını öngörmektedir. Dolayısıyla, -aslı olmayan böyle bir hadis ile nassa yapılan bu ziyade, dinî bir hükmü kaldırdığı halde ona bitişik (onunla birlikte) ve ona denk bir güçte de değildir[984]. Keza siz haber-i vahide dayanarak bir kadınla halası ve teyzesini bir arada nikâhlı tutmanın haram olduğuna muvafakat ediyorsunuz. Halbuki bu nesih olmadığı halde kesinlikle Allah'ın kitabına bir ziyadedir. Aynı şeyi şahit ve yemin ile hükmetme ve sürgün ile ilgili hadiste de yapıp onu da nesih olarak kabul etmemeli değil miydiniz? Sizin birinci mesele için söyleyeceğiniz her şeyi, muhalifleriniz bu konuda harfi harfine size karşı bir delil olarak ileri süreceklerdir [985]. İbn Kayyim bu etkili üslûbu ile, Hanefîlerin dayandıkları bütün delilleri reddetmekte ve bunu en açık ve en güçlü bir ibare ile geniş bir şekilde izah etmektedir. Bu kapsama giren ve haber-i vahid ile nassa ziyade olarak kabul edilebilen meselelerin çoğunu derledik [986] ve bunların şu üç grupta toplandıklarını gördük: Birinci grup: Hanefîlerin sahih haber ile amel etmek suretiyle cumhura muvafakat ettikleri meseleler. Bu haberler, aslında nassa ziyade oldukları halde, Hanefîler, her iki nas ile de amel etmiş ve burada bir nesih olduğunu söylememişlerdir. İkinci grup: Hanefîlerin aslında kendi prensipleriyle reddettikleri hadislerden daha zayıf olan birtakım haberleri nassa ziyade olarak kabul ettikleri meseleler. Üçüncü grup: Hanefîlerin, kendisiyle amel ettiklerinden daha güçlü olmasına rağmen, Resûlullah'ın söylediği sabit olan birtakım sahih hadisleri reddettikleri meseleler. [973] Mustafa el-Hın, Eserü'l-ihtdaf fi'l-kavâid, s. 265. [974] Mustafa el-Hm, a.e., s. 265; Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrar, III, 193. [975] Serahsî, Usul, II, 82; ayrıca bk. Mustafa el-Hm, a.g.e., s. 265. [976] AbdülaziZ el-Buhârî, Keşfü'l-esrar, III, 193; Serahsî, Usul, II, 82. [977] İbn Kayyim, İ'lâmü'l-muvakkîn, II, 325. [978] İbn Kayyim, a.e., II, 305-328. [979] el-En'am: 6/82. [980] en-Nisa: 4/24. [981] İbn Kayyim, a.g.e., II, 314-315. [982] İbn Kayyim, a.e., II, 319. [983] İbn Kayyim, a.e., II, 321. [984] İbn Kayyim, a.e., II, 312. [985] İbn Kayyim, a.e.,III, 322. [986] Bu konuda bk. İbn Kayyim. İ'lâmü'l-muvakkîn, II, 279-330. |