๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 20:25:58



Konu Başlığı: Medinelilerin icmaının dayanağı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 20:25:58
Medinelilerin İcmaının Dayanağı


Âlimlerin Medinelilerin icmaına yaklaşımı naklî ve içtihadı olması durumuna göre farklılık arzetmektedir. Burada icma ile, Hz. Peygamber'den nakledilen veya Kur'an ve mütevatir sünnetten elde edilen bir hükme dayanan icma kastedilmektedir. Farklı görüş sahipleri arasındaki tartışma noktalarının daha iyi anlaşılması için bu konu hakkında bir mik­tar bilgi vermemiz yerinde olacaktır.

Kâdî İyaz Medinelilerin icmaını, naklî ve içtihadı icma olmak üzere iki kısma ayırmakta [1124], naklî icmaı ise ayrıca dört kısımda ele almaktadır:

a. Ezan, kamet ve namazda besmeleyi açıkça okumamak gibi Hz. Peygamber’in sözü olarak nakledilen icma.

b. Namazın şekli, rekât ve secdelerin sayısı gibi Hz. Peygamber'den fiilî olarak nakledilen icma.

c. Hz. Peygamber'den takrirî olarak nakledilen icma.

d. Bol miktarda bulunduğunu bilmesine rağmen, sebzelerden zekat almaması gibi, ellerinde bol miktarda bulunmasına rağmen sahabeyi so­rumlu tutmadığına dair Hz. Peygamber'den nakledilen hususlarla ilgili icma.

Kâdî İyâz devamla şöyle demektedir:

"Medinelilerin icmaının bu çeşidi (naklî icma) yukarıda zikredilen bütün yönleriyle bağlayıcı bir delildir. Bu icmaa aykırı olan haber ve kıyas terkedilir. Zira böyle bir na­kil, kesin olarak bilinmekte ve kat'î ilim ifade etmektedir. Bu sebeple de zann-ı galip ifade eden bilgiyle terk edilememektedir. Üstadlarımızın ço­ğundan nakledildiğine göre Mâlik'in görüşü de budur. Bunun şahinli­ğinde ve delil olmasında akıl sahipleri arasında herhangi bir ihtilaf da söz konusu değildir. Bu konularda sadece kendilerine bu nakiller ulaşmayan Medinelilerin dışındaki bazı kimseler muhalefet etmişlerdir [1125].

Medinelilerin icmaının ikincisi ise içtihada dayanan icmadır. Bu icmaın delil olması, hem Mâlikîlerin kendi aralarında, hem de Mâlikîlerle diğer âlimler arasında ihtilaf konusudur [1126].

İbn Kayyim, çoğunluğa göre makbul olan nakil yoluyla gelen Me­dine halkının icmaını üç kısma ayırmaktadır: Birincisi Kâdî İyâz'ın yukarı­da dört kısım olarak zikrettikleridir. İkincisi Hz. Peygamber döneminden itibaren nesilden nesile kesintisiz olarak nakledilen icma; üçüncüsü sa' ve müd gibi ölçüler, Hz. Peygamber'in namazdaki yerinin, minberinin, kabrinin, odasının yerini tayin gibi durumu değişmeyen dinî bakımdan önemli olan bazı yer ve ölçülerle ilgili nakledilen bilgilerdir [1127]. Bunlar hac ibadetinde Safa ve Merve gibi rükün yerlerini nakletme konumunda olup [1128], onlarla amel edilmesi hususunda görüş birliği vardır.

İbn Kayyim vakıflar, ziraatçılık, yüksek bir yerde ezan okuma, sa­bah namazı için fecirden önce ezan okuma, ezanın lafızlarını çifter, kamelinkini ise tek olarak okuma, Kur'an ve sünnetle hitabede bulunmayı naklî icmaa misal olarak verdikten sonra şöyle demektedir:

Bu çeşit nakil ve icma, uyulması gereken delil ve kabul ile karşılanan bir sünnettir. Bu­nu elde eden âlim memnun ve hoşnut olur [1129].

Ancak kamette lafızların tek okunması, hutbe ve şartlarında olduğu gibi bu nevi nakilde âlimler arasında ihtilaf vardır. Bu husus, üzerinde ittifak bir tarafa ihtilaf ve tartışma mevzudur.

İbn Kayyim'in zikrettiği ikinci nevi ise ictihadî icmadır. O, bu nevi icmaın tartışma mevzu olduğunu ifade etmektedir [1130].

Şu halde ihtilaf ve tartışma konusu olan, içtihada dayalı icmadır. Nitekim âlimlerin çoğu bu icmaın delil olarak kullanılması hususunda Mâlikîlere muhalefet ettiği gibi, bizzat Mâlikîler arasında da bu hususta görüş birliği mevcut değildir. Hatta İmam Mâlik'in "icma ifadesi" ile naklî icmaı mı yoksa bir başka icmaı mı kastettiği hususunda da ihtilaf bulunmaktadır.

Konuyla ilgili olarak Karafî ise şöyle demektedir:

"Mâlik'e göre tevkifi olarak sabit olan hususlarda Medine halkının icmaı, cumhurun gö­rüşünün aksine, kesin delildir" [1131]. Kadı Abdülvehhab ise şöyle demek­tedir:

"İmam Mâlik'in Leys b. Sa'd'a gönderdiği mektupta buna işaret edilmektedir. Mâlikîlerden bir topluluğun görüşü de budur" [1132].

Ayrıca Karafî, bazı âlimlerin, "Medinelilerin naklettiklerinde değil, uygulamalarındaki icmalarının delil olduğu görüşünü de nakleder [1133]. Bu, uygulama nakilden daha güçlüdür şeklindeki tarafgir düşüncenin bir ne­ticesidir. Aslında nakil bizzat kendisi hüccet değildir! Ancak herhangi bir kimse "Hz. Peygamber'den nakledilen hüccet değildir, hüccet sadece Medinelilerin amelidir" diyemez.

Mâlikîlerden bazıları da bu nevi icmaın (ictihadî icma) hüccet ol­madığını, asıl hüccetin Medinelilerin naklî icmaı olduğunu söylemiştir. Zi­ra bunda bir içtihadın diğerine tercihi söz konusu değildir. Bu, Ebu Bekir İbnü'l-Arabî, Ebu Ya'kub er-Râzî ve başkalarının da görüşüdür. Bunun İmam Mâlik'in veya Mâlikîlerden ileri gelen birinin görüşü olduğu red­dedilmiştir [1134].

Bu konuda üçüncü bir görüş de bazı Şâfiîlerin "bu icma hüccet olmasa da Medinelilerin içtihadı başkalarının içtihadına tercih edilir" şeklindeki görüşleridir [1135].

Bu açıklamalardan sonra şunları söylememiz mümkündür:

Medine­lilerin icmaından, kaynağı Hz. Peygamber'e dayananı hüccettir. Ancak, bunun sadece Medinelilere ait bir icma olduğunu söylemek doğru değil­dir. Aksine, bu ümmetin tamamının icmaıdır. Medineliler ise ümmetten olmakla birlikte ümmetin tamamı değildirler. Bu itibarla da onların icma ettikleri hususlarda, ümmet de icma etmiştir. Şu halde "ümmet icma et­miştir" denildiğinde üzerinde ihtilaf olmayan hususlar kastedilmektedir. Çünkü ümmetin icmaının bulunduğu hususlar, aslında Allah ve Resûlü'nün beyanlarına dayananlardır. Böyle bir durumda icmaın olduğunu söylemek ise daha sonra herhangi bir muhalifin çıkmasını önlemeye yö­nelik olmaktadır.

Sadece Medinelilerin icma ettiği söylenenler hususunda bizzat Medinelilerden hiçbir kimsenin muhalif olmadığını söyleyemeyiz. Böyle bir durumda da iddia ettikleri icmadan söz edilemez.

Dayanağı, içtihat olan icmaın delil olarak kullanılmasında bizzat Mâlikîler kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir. Mâlikîlerin ihtilaf ettiği böylesi bir durumda başkalarının onlara muhalefet etmesi ise tabiîdir. İh­tilafın bulunduğu ittifakla kabul ediliyor ise burada icmadan söz edile­mez.

Aşağıdaki misallerde Mâlikîlerin, Medinelilerin icmaı ve uygulama­larını esas almaları sebebiyle sahih hadise muhalefet ettiklerini göreceğiz. Bu, delil olarak kullanılan icmaın nassa dayanan (naklî) ve içtihada da­yanan (ictihadî) icmaa da şamil olduğunu teyit etmektedir. Hatta bunun ötesinde Mâlikîlere göre Medinelilerin icmaı nakilden daha güçlüdür. Biz burada konunun neticelerini önceden verecek değiliz, misalleri zikrettik­ten sonra bunlar açıkça ortaya çıkacaktır. Ancak burada bu ölçüyü uygu­lamaya geçmeden önce "Medinelilerin icmaı ve ameli" tabirinin farklı kullanımlarına da işaret etmeliyiz.

Medinelilerin icma ve ameli arasındaki fark ve İmam Mâlik'in bu tabirle kastettiği şey:

İmam Mâlik, Medinelilerin amelini veya icmaını ifade etmek üzere değişik ıstılahlar kullanmıştır. O, bu durumu ifade etmek üzere "el-Emrü'1-müctemau aleyhi indenâ = Bizde üzerinde icma olunan budur", "el-Emrü'1-lezî lâ ihtilâfe fîhi indenâ= Bizde ihtilaf olmayan durum budur", "el-Emrü indenâ= Bizde durum budur", "el-Emrü'1-lezî edrektü aleyhi ehle'I-ilmi bi-beledinâ= Beldemizdeki ilim ehlini bu şekilde amel eder­ken buldum", "el-Emrü'1-lezî edrektü alâ hâze'l-ameli ehle'1-ilmi bi-beledinâ= Beldemizdeki ilim ehlini bu şekilde amel ederken buldum", "Medati's-sünnetü'1-Ietî la'htilâfe fhihâ indenâ= Bize göre hakkında ih­tilaf olmayan sünnet budur", "Leyse li-hâzâ indenâ haddün ma'rûf velâ emrun ma'mûlün bihî fîhi= Bu hususta bizde belirli bir tarif ve amel yoktur", "Leyse'1-amel alâ hâzâ= Amel bu şekilde değildir" ve benzeri ıstılahlar kullanmıştır.

İmam Mâlik'in söz konusu tabirlerinin anlam ve yorumu hususun­da âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan biri Kâdî İyâz'ın naklettiği İmam Mâlik'in görüşüdür. İmam Mâlik'e el-Muvatta'da zik­rettiğin "el-Emrü'I-müctemau aleyhi indenâ ve bibeledinâ= Bizde ve memleketimizde üzerinde icma olunan budur", "edrektü ehle'l-ilmi= İlim ehlini bu şekilde buldum", "semi'tu ba'da ehli'I-ilmi= Bir kısım ilim ehlini bu görüşte buldum" tabirleri ile neyi kastettiği sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

"Bu kitapta benim görüşüm dediklerimin çoğu kendi görüşüm olmayıp; kendilerinden istifade ettiğim birçok ilim ve fazilet ehlinden işittiklerimdir. Bunlar çoğunlukta olduğu için kendi gö­rüşüm şeklinde ifade ettim. Aslında bu onların sahabeden aldıkları benim de kendilerinden aldığım görüşlerdir... Bunlardan "el-Müctemau aleyh= üzerinde icma edilen budur" tabiri ile ilim ve fıkıh ehlinin ihtilaf etme­yip, icma ettiklerini; "el-Emrü indenâ= Bizde uygulama bu şekildedir" terimi ile bize cahil-âlinı herkesin bildiği tatbikatlarını, "... beldemizde' ve "bir kısım ehli ilim" ile de âlimlerin benimsediklerini kastetmekte­yim..." [1136]

Söz konusu tabirlerle ilgili Kâdî İyâz başka yorumlar da nakletmiştir. Bunlardan biri de Ahmed b- Abdullah el-Kûfî'nin Tarih'inde ifa­de ettiği "İmam Mâlik Muvatta'ında el-Emrü'1-müctemau aleyhi indenâ tabiri ile Süleyman b. Bilal’in hükümlerini kastetmiştir" görüşüdür. An­cak Kâdî İyâz naklettikten sonra bunun doğru olmadığını da ilave etmiş­tir [1137]. Doğrusu da budur.   

Kâdî İyâz'ın ed-Derâverdî'den naklettiğine göre ise İmam Mâlik, "ve aleyhi edrektü ehle'i-ilmi bi-beledinâ= Beldemizdeki ilim ehlini bu tatbikat üzere buldum", "el-Müctema' aleyhi indenâ= Beldemizde üze­rinde icma edilen budur" ile Rabia b. Ebu Abdurrahman'ı kastetmiştir.

Tespitlerimize göre "el-Emrü'1-muctemau aleyh- üzerinde icma olunan husus" ile İmam Mâlik Medine âlimlerinin icmaını kastetmek­tedir. Bu icmaın başkalarının görüşlerine muhalefet edip etmemesi önemli değildir. Ancak söz konusu tabir "el-Emrü iridena= Bizde uygulama bu şekildedir" ve icmadan bahsedilmeyen benzeri ıstılahlardan farklıdır. Aşağıda verilecek örneklerden de anlaşılacağı üzere, İmam Mâlik'in "el-Emrü'l-müctemau aleyh" diye tavsif ettiği konulara herhangi bir hadisin muhalefeti söz konusu değildir. Kitabının değişik yerlerinde geçen diğer tabirler ise bazı hadislere muhalefet etmektedir. Ancak o, aşağıda görü­leceği üzere hadislerin bir kısmını Medinelilerin ameli ile tahsis etmek­tedir.

Dr. Ahmed Muhammed Nûr Seyf, el-Muvatta' ve el-Müdevvene isimli eserlerden İmam Mâlik'in kullandığı bu ıstılahları tespit ederek, on­ları anlam yakınlıklarına göre gruplandırmıştır [1138].

Onun tespitine göre İmam Mâlik 65 yerde "el-Emrü'I-müctemau aleyh" ve benzerlerini; 120 yerde "el-Emrü indenâ" ve benzerlerini; 27 yerde "mâ edrektü aleyhi'n-nâs ve bi-hâzâ medâ emrü'n-nâs" ve benzerlerini; 37 yerde "es-Sünnetü evi'1-emrü'l-lezî la'htilâfe fîhi indehum" ve benzerlerini; 21 yerde "es-Sünnetü indenâ ve medati's-sünnetü" ve benzerlerini; 37 yerde ise "Leyse li-hâzâ indenâ haddün ma'rûfun, alâ hâze'1-amel indenâ" ve benzerlerini kullanmıştır [1139].

İmam Mâlik'in "el-Amelü indenâ" ve benzerlerini, "el-Emrü'l-müetemau aleyh" tabiriyle aynı anlamda kullandığı; Medinelilerin ameli, onların icmalarıyla aynı anlama geldiği görüşünde oldukları için İmam Şafiî'nin de [1140] içinde bulunduğu bazı âlimler, Mâlik'in Medinelilerin ameline aykırı olması veya onunla amel etmemeleri sebebiyle onun mu­halefet ettiği haberleri bu ölçüye göre reddedilen haberlere dahil etmiş­lerdir. Aslında bunu ayrı bir ölçü veya İmam Mâlik'in Medinelilerin ameli ile kasdı sahabe amelinden daha umumî olsa da, sünnetin sahabe ameline arzı ölçüsü içinde mütalaa etmek de mümkündür.

Bu açıklamalardan sonra İmam Mâlik ve Mâlikîlerin Hz. Peygamber'den gelen bazı hadislere muhalefet ettikleri bazı konuları zikrede­biliriz.

Hayvanı ödünç almak: İmam Mâlik'in Muvatta'mûa Hz. Peygamber'in azadlısı Ebu Rafi'den naklettiğine göre o şöyle anlatmıştır:

Resûlullah (s.a.) genç bir deve ödünç almıştı. Daha sonra Hz. Peygamber'e zekat malından bir miktar deve geldi. Resûlullah bana, o adama genç de­vesini vermemi emretti. Ben:

"Develer arasında yedi yaşında iyi, genç bir deveden başka bulamadım" dedim.

Bunun üzerine Resûlullah "Onu o adama ver, çünkü insanların en hayırlısı verirken daha iyisini verendir" buyurdu [1141].

Hadisi naklettikten sonra İmam Mâlik şöyle demektedir:

"Bizde üzerinde icma olan husus; bir kimse belirli bir özelliği ve bilinen bir me­ziyeti olan bir hayvanı ödünç alırsa, benzerini iade etmesinde herhangi bir sakınca olmadığıdır. Ancak kölelerde helal olmayanı helal saymaya götüreceği endişesi sebebiyle bu caiz değildir. Kölelerde bunun caiz ol­maması şöyle açıklanabilir:

"Bir adam cariye ödünç alsa, güzelliğine da­yanamayarak cinsel ilişkide bulunduktan sonra sahibine geri iade etmek istese bu tutumu doğru ve helal olamaz. Nitekim ilim erbabı kimseler bu­nu yasaklamış ve onlardan buna ruhsat veren de olmamıştır" [1142].

Şu halde İmam Mâlik'e göre köleler hariç hayvan, mal ve benzer­lerinde ödünç genel olarak caizdir. Zira ona göre kölelerdeki ödünç al­ma, harama vesile olabilir. İmam Mâlik hadisteki umumiliği şeriatın sedd-i zerayi prensibini esas alarak tahsis etmiştir. Bu durumda İmam Mâlik'in hadise muhalefet ettiği söylenemez. Aksine, onun bu görüşünün isabetli olduğunu söylemek gerekir.

Meyve satışında istisna yapmak: İmam Mâlik'in Muvatta'ında naklettiğine göre Kasım b. Muhammed, bahçesindeki ağaçların meyvesini satar, belirli ağaçları ise satmaz, ayırırdı [1143]. Muhammed b. Amr b. Hazm da "el-Efrak" denilen bahçesinin meyvelerini dört bin dirheme satmış, sekiz yüz dirhem tutarındaki hurmayı ise istisna edip satış dışı bırakmış­tır [1144]. Amra bint. Abdurrahman ise meyvelerini satarken bir kısmım istis­na edip satış dışı bırakmıştır [1145].

Bu haberleri naklettikten sonra İmam Mâlik şu açıklamayı yapmak­tadır:

"Bahçesindeki meyvesini satan kimsenin meyvelerinin üçte birini istisna edebilmesi, bizde icma olunan bir husustur. Bundan fazlasını is­tisna edemez; azım ise, istisna etmesinde herhangi bir sakınca yoktur" [1146].

Bu örnekte İmam Mâlik'in, istisnayı sadece üçte bir ve daha azı ile tahsis ettiği görülmektedir. Ancak ileri sürdüğü bu şartın herhangi bir delili mevcut değildir. Aksine, Tirmizî'nin Cabir'den rivayet ettiği hadis­te sadece istisnanın bilinme şartı mevcuttur. Zira, Cabir'in rivayetine göre Resûlullah muhâkale [1147], müzâbene [1148] ve muhabere [1149] satışlarını yasak­lamış; istisna satışına ise belirli olması şartıyla müsaade etmiştir. Tirmizî bu hadisin hasen-sahih ve Yunus b. Ubeyd, Ata, Cabir tarikinden garib oldu­ğunu söylemektedir [1150].

Âlimlerin çoğu İmam Mâlik'in ileri sürdüğü şartta ona muhalefet etmiş; muayyen olduğu sürece istisnada üçte bir ile fazla veya eksik ara­sında herhangi bir fark görmemişlerdir.

Bu örnekte de İmam Mâlik'in hadise muhalefet ettiği söylenemez. Zira İmam Mâlik'in yaptığı sadece bir şart ilave etmekten ibarettir. Bazı âlimler Arap dilinde üçten fazlası istisna olmaz demişlerdir. Binaenaleyh bu âlimlerin görüşü doğru kabul edilecek olursa, İmam Mâlik'in ileri sürdüğü şartın ne kadar yerinde olduğu anlaşılmaktadır.

Ölen veya gücü yetmeyen kimse adına haccetmek: İmam Mâlik'­in, İbn Abbas'tan Muvatta'ında rivayet ettiğine göre o, şöyle anlatmıştır:

"Fadl b. Abbas Hz. Peygamber'in terkisindeydi. Has'am kabilesinden bir kadın gelerek Hz. Peygamber'den fetva sordu. Fadl ile kadın birbi­rine baktılar. Hz. Peygamber Fadl'ın yüzünü eliyle öbür tarafa çevirdi. Kadın Resûlullah'a şöyle sordu:

"Ya Resûlullah, babam hayvanına binemeyecek kadar yaşlı iken haccetmek ona farz oldu. Onun yerine ben hac edebilir miyim? Hz. Peygamber evet, onun yerine haccedebilirsin diye cevap verdi. Bu olay veda haccında meydana gelmişti [1151].

İmam Şafiî de bu hadisi el-Ümm adlı eserinde bir Mâlikî ile tartı­şırken nakletmekte, adam Şafiî'ye "amel bu hadise göre değildir" demekte; Şafiî ise şöyle cevap vermektedir:

"Hz. Peygamber'den rivayet ettiklerinize muhalefet etmektesiniz. Bunu Ali b. Ebu Talib de Hz. Peygamber'den rivayet etmiştir. Ayrıca Medineli İbnü'l-Müseyyeb, İbn Şihâb ve Rabiatü'r-re'y kişinin başkası adına hac edebileceği hususunda fetva vermişlerdir. Üstelik bu sizin tatbikatınıza da uygundur. Siz tabiînden hiç birinin görüşü olmadan bunlara muhalefet ediyorsunuz. Ayrıca Medinelilerin dışındaki Mekke, Meşrik ve Yemenli fakihlerin tamamı kişinin başkası adına haccedebileceği yolunda görüş beyan etmişlerdir [1152].

İmam Mâlik uygulamanın hadise uygun olmadığını Muvatta'ındâ ifade etmemesine rağmen, İmam Şâfıî Mâlikî olan kişiyle yaptığı tartış­mada onun ididalarını reddetmiştir. Ancak ben el-Müdevvene'de, uygula­manın hadise uygun olduğunun ifade edildiğini buldum. Söz konusu ki­tapta şöyle denilmektedir:

İmam Mâlik'e kendisi adına haccetmeyi vasiyet etmeden ölen kimse hakkında oğlu, babası veya eşi nafile haccedebilir mi diye soruldu. O, "bunun dışında nafile ibadet yapar veya onun adına tasaddukta bulunur ya da köle azad eder" diye cevap verdi. İbnü'1-Kasım'a ölümünden önce kendisi adına haccetmeyi vasiyet eden kimse hak­kında İmam Mâlik'in görüşü nedir? diye soruldu. O, Mâlik'in "böyle bir kimsenin bu vasiyeti yerine getirilir ve onun adına haccedilmesi bana göre daha doğrudur" şeklinde cevap verdiğini söyledi [1153].

İmam Mâlik aynı eserin bir başka yerinde kendisi adına, farz olan haccetmeyi ve köle azad etmeyi vasiyet eden kimse hakkında sordukla­rında, "köle azadı haccetmekten önce yapılır; zira bizde ölen kimse adına haccetme uygulaması bulunmamaktadır" [1154] demektedir.

Bu açıklama, İmam Mâlik'in hadisi Muvatta'da rivayet etmesine rağmen, uygulamanın ona göre olmadığını bildiren bir ifadesi olup; Medinelilerin amel etmemelerini hadisten daha kuvvetli bulduğunu göster­mektedir. Bu sebeple de o, hadise göre değil, uygulamaya göre fetva ver­miştir.

Burada İmam Mâlik'in, hadisin hilafına amel edildiğinden mücerred durumu bildirmek için bahsettiği söylenemez. Aksine o, bunun ötesi­ne geçerek ameli, herhangi bir meseleyle karşılaştığında kendisiyle fetva verme ve hükme geçirme noktasına taşımıştır. İmam Mâlik'in ve başkala­rının sahih tariklerle rivayet ettikleri hadis, amel etmek için ona muhalif olan uygulamadan daha uygundur.

Defnedildikten sonra kabir üzerine cenaze namazı kılmak: İmam Mâlik'in Muvatta'ında Ebu Ümâme b. Sehl b. Hanif’ten mürsel olarak rivayet ettiğine göre fakir bir kadın hastalandı. Bu durum Hz. Peygamber'e haber verildi. Resûlullah fakirleri ziyaret eder, onların hal ve hatır­larını sorardı. Bu kadını da ziyaret ettikten sonra Hz. Peygamber:

"Öldü­ğü zaman bana haber verin" buyurdu. Kadının cenazesi gece defnedildi. Hz. Peygamber'i uyandırmak istemediler. Sabah kadının durumu Hz. Peygamber'e haber verilince, "size onun ölümünü bana haber vermenizi emretmemiş miydim?" diye sordu. Ashap "gece seni uyandırıp rahatsız etmek istemedik" diye cevap verdiler. Bunun üzerine insanlarla birlikte kabri yanında saf tutup dört tekbir ile kadının cenaze namazını kıldırdı [1155]. Söz konusu hadis Ebu Hureyre'den Sahihayn'de aynı mâna ile muttasıl olarak yer almaktadır [1156].

Defnedildikten sonra cenaze üzerine namaz kılınması hususunda el-Müdevvene'de İmam Mâlik şöyle demektedir:

Cenaze namazı kılındıktan sonra gelenlerin tekrar namaz kılmaları gerekmez, bundan sonra hiçbir kimse cenaze üzerine namaz kılamaz. Ona Hz. Peygamber'in ölen kadı­nın kabrine karşı cenaze namazı kıldığı hatırlatılınca İmam Mâlik:

"Bu ha­dis rivayet edilmiştir, ancak Medinelilerin uygulaması bunun aksinedir" demiştir [1157].

Söz konusu açıklama, bu hususta hadis rivayet etmesine rağmen defnedildikten sonra cenaze üzerine namaz kılınamayacağına dair İmam Mâlik'in açık bir ifadesidir. Onun bu hadisle amel etmemesinin sebebi -mürsel hadisle amel ettiği bilinmesine rağmen- hadisteki irsal ve inkıta' olsaydı bunu anlamak kolay olurdu. Ancak ona göre Medinelilerin uy­gulaması âhâd yolla gelen hadise uymadığı için söz konusu hadisle amel etmemiştir.

İbn Hibban konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır:

"Bazı âlimler Hz. Peygamber'in, "ben onlar üzerine namaz kılmak suretiyle kabirlerini nurlandırırım" hadisini delil göstererek defnedildikten sonra kabir üzerine namaz kılmanın Resûlullah'ın hasaisinden (ona aid fiil­lerden) olduğunu söylemişlerdir. Ancak durum onların iddia ettiği gibi değildir. Zira Hz. Peygamber cenaze namazını tek başına kalmamış; diğer insanlar da arkasında saf tutup onunla birlikte namaz kılmışlardır. Şayet bu namaz Resûlullah'ın hasaisinden olsaydı, arkasında saf tutup kendi­siyle birlikte namaz kılmalarına mani olurdu [1158].

Gece namazını tek rek'at olarak kılmak: İmam Mâlik'in Muvatta'ında Abdullah b. Ömer'den naklettiğine göre bir adam Resûlullah'a gece namazından sordu. Resûlullah (s.a.) "Gece namazı ikişer ikişer kılı­nır; ancak sizden biri sabah namazını kaçırmaktan endişe eserse bir rek'ât olarak kılar, böylece kıldığı namaz tek rek'ât olmuş olur" [1159] buyurdu.

İmam Mâlik hadisle ilgili olarak "bizde uygulama böyle değildir, tek rek'âtlı namazın en azı üç rek'attır" [1160] demiştir.

Burada uygulamanın hadise muhalefetini, uygulama bulunduğunu söyleyen kimsenin söz konusu uygulamanın, kendi zamanı ile ilgili oldu­ğunu naklettiği şeklinde değerlendirmek ve onların bir rek'atla değil, üç rek'atla gece namazı kıldıkları tarzında yorumlamak mümkündür.

[1124] Ebu Zehra, Mâlik, s. 282 (el-Medârik, s. 41'den naklen).

[1125] Ebu Zehra, a.e, s. 282.

[1126] İbn Kayyim, I'lâmU'I-muvakkitti, II, 392; EbÛ Zehra, Malik, s. 282.

[1127] İbn Kayyim, a.e., II, 385-386.

[1128] İbn Kayyim, a.e., II, 391.

[1129] İbn Kayyim. a.e., II, 391.

[1130] İbn Kayyim, a.e., II, 385, 392.

[1131] Karafî, Şerhu tenkîhu'l-fusul, s. 334.

[1132] İbn Kayyim, İ'lâmü'l-muvakkiîn, II, 392

[1133] Karafî, Şerhu Tenkîhu'l-fusûl, s. 334.

[1134] İbn Kayyım, İ'lâmü'l-muvakkiîn, II, 392.

[1135] İbn Kayyım, a.e., II, 392.

[1136] Ahmed Nur Seyf, Amelü ehli'l-medine, s. 301 (Kâdî İyâz, el-Medârik, I, 194'ten naklen).

[1137] Ahmed Nûr Seyf, Amelü ehli'l-medine, s. 302.

[1138] Ahmed Nûr Seyf, a.e., s. 356-359.

[1139] Ahmed Nûr Seyf, a.e., s. 356-359.

[1140] Şafiî, er-Risale, s. 533.

[1141] Malik, Buyu, 89.

[1142] Malik, Buyu, 94.

[1143] Malik, Buyu, 17.

[1144] Malik, Buyu, 18.

[1145] Malik, Buyu, 19.

[1146] Malik, Buyu, 19.

[1147] Muhâkale, henüz başaktaki buğyadı, elde mevcut buğday mukabilinde satmak anlamındadır. M.

[1148] Müzâbene, göz kararıyla yapılan satış gibi, içinde aldatma bulunan alışveriştir.

[1149] Muhabere,  mahsulün üçte biri veya dörtte biri gibi belirli bir miktarı karşılığında yapılan ziraat ortaklığıdır. M.

[1150] Tirmizî, Buyu, 55.

[1151] Malik, Hac, 97.

[1152] Şafiî, el-Ümm (İhtilâftı Mâlik ve'ş-Şâfiî), V, 196.

[1153] Malik, el-Müdevvene, I. 491.

[1154] Matik, a.e., II, 42.

[1155] Malik, Cenâiz, 15.

[1156] Muhammed Fuad Abdülbakî, el-Lü'lüü ve'l-mercân, I, 194.

[1157] Malik, el-Müdevvene, I, 181482.

[1158] Zeylaî, Nasbu'r-râye, II, 265-266.

[1159] Malik, Salâtü'1-leyl, 13.

[1160] Malik, Salatü'1-leyl, 21.