๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 15:39:19



Konu Başlığı: Mâlikîler ve haberi vahidin kıyasa arzı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 15:39:19
4. Mâlikîler ve Haber-i Vahidin Kıyasa Arzı




Mâlikîler de kıyasın haber-i vahidin önüne geçirilmesini benimse­yenlerdendir [1317]. Ancak bu konuda İmam Mâlik'ten farklı görüşler nak­ledilmiştir. Karafî'ye göre İmam Mâlik kıyası haber-i vahidin önüne geçirmektedir [1318]. Yine Debûsî, İmam Mâlik'in sahih kıyası haber-i vahide tercih ettiğini kaydetmektedir [1319]. Serahsî de bu görüşü naklederek İmam Mâlik'in şöyle dediğini söylemektedir:

Kendisi ile amel etme bakımından kıyas haber-i vahide tercih edilir. Çünkü kıyas ashabın İcmaına göre dinî bir delildir. Kitap, sünnet ve icmaın delil oluşu haber-i vahidden daha kuvvetlidir. Bu durumda icma ile sabit olan da böyledir [1320].

Serahsî, İmam Mâlik'in bu görüşünü reddedip şu ifadesi ile çürüt­müştür:

Eğer İmam Mâlik fakih kişinin rivayet etmediği haber-i vahidi kıyasa muhalif olduğu zaman reddedenlerden ise, bu durumda fakih kişi­nin rivayetini kıyasın önüne geçirmiş olur. Bu takdirde İmam Mâlik'in de ifade ettiği gibi fakih olmayan ravinin rivayeti ile ancak içtihad kapısı­nın kapalı sayıldığı takdirde amel edilebilir [1321].

Haberi kıyasla reddetme görüşünü Şatıbî de "kat'î aslî delile aykırı ve hiçbir aslî delilin desteklemediği zannî delilin kesin olarak merdud ol­duğunu" açıklarken vurgulamıştır. Nitekim o bu görüşüne delil olabile­cek şu iki örneği vermektedir:

a. O, dinin temel esaslarına aykırıdır. Dinin temel esaslarına aykırı olan bir haber ise kabul edilemez. Çünkü bu türlü aykırılığı taşıyan şey dinden olamaz. Dinden olmayan bir şey ise nasıl ona mal edilebilir?

b. Onun sahih olduğunu ifade eden bir kanıt yoktur. Bu durumda olan bir şeye ise itibar edilemez. Ayrıca o şöyle demektedir:

İmam Mâlik haber-i vahidi önemli saydığı için birçok konuda ona dayanmıştır. Kö­peğin kaba ağzını sokmasından dolayı onun yedi defa yıkanacağına iliş­kin hadis konusundaki şu sözüne dikkat edilmelidir:

Bu hadis rivayet edilmiştir ama mahiyetinin ne olduğunu bilmiyorum. Ayrıca bu hadisin zayıf olduğunu belirterek şöyle demiştir:

Avladığı, yenilir de salyası nasıl pis kabul edilir. İmam Mâlik'in hıyar-ı meclis hadisi konusundaki görüşü de buna dahil edilebilir. O, bu hadisi zikrettikten sonra şöyle demektedir:

"Bunun bizce bilinen bir tanımı ve uygulanmış bir örneği bulunmamak­tadır..." [1322].

Sonra o, her birini kıyasın dışında delillere dayandırmak mümkün olan örnekler zikretmiştir. Biz bunları onra ele alacağız.

Şatıbî ve benzerleri, Mâlik'ten yaptıkları bu nakilde diğer ulemaya ters düşmüşlerdir. Nitekim el-Kavatı' isimli eserin müellifi bu görüşün İmam Mâlik'e nisbeti hakkında şöyle demektedir:

"Bu görüş açık bir ba­tıl, büyük bir hatadır. Ben İmam Mâlik'i böyle bir görüşten tenzih ede­rim. Onun böyle bir söz söylediği bilinmemektedir" [1323].

Muhammed Ebu Zehra, İmam Mâlik'in Şatıbî'nin zikrettiği mese­elerde kıyası haber-i vahidin önünde tutmasını göz önünde bulundurarak bu görüşün bütünüyle ona nisbet edilemeyeceği sonucuna varmıştır. Zira burada kıyas, kesin kurala dayanmaktadır ve haber-i vahid başka bir kai­de ile kesin olarak desteklenmiş değildir. Bu durumda İmam Mâlik kıyası tercih etmiştir. Çünkü haber-i vahid, bu kaidenin mesnedi olan ve İslâm hukukunun esaslarını oluşturan ALLAH'tan gelen dinî delillere aykırı düş­mektedir [1324].

Üstadımız Dr. Muhammed Baltacı'nın şu sözleri de buna yakındır:

İmam Mâlik, mutlak kıyas için sünnetten hiçbir şeyi terketmemiştir. Onun terkettiği haber-i vahidler şu sebeplerden birine dayanmaktadır:

Ya kendisinden bir kısım kıyasların da çıkarıldığı daha önce geçmiş olan serî değerlere muhalif olması veya ravilerin, rivayetin sahih olma şartlarının tamamını veya bir kısmını taşımamaları. Her ne kadar biz, İmam kıyası haber-i vahide tercih ettiğini ileri sürülen birçok örneği daha önceki "sün­netin icmaa arzı -ki bundan biri de Medine halkının icmaıdır- ölçüsünde açıklamış isek de bu hadislerin hepsinin gerçek durumunu ileride beyan edeceğiz. Bilindiği üzere İmam Mâlik Medine halkının amelini ve icmaını kabulde diğer âlimlerden ayrı bir yol izlemekte ve bazı zamanlar onu kendisine ulaşan bazı hadislere tercih etmektedir.

Köpeğin ağzını sokmasından dolayı kapların yedi defa yıkan­ması: Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle de­miştir:

“Köpek, sizden birinin kabına ağzını soktuğu zaman onu hemen döksün, sonra yedi defa yıkasın” [1325].

Bu hadis hakkında İmam Mâlik şöyle demektedir:

Bu hadis rivayet edilmiştir. Ancak onun ne anlama geldiğini bilmiyorum [1326]. İmam Mâlik ayrıca onun zayıf olduğunu belirterek şöyle demektedir:

"Köpeğin avla­dığı yenir de salyası nasıl kerih görülür? Herhangi bir kap yağ veya sütün bulunması halinde köpek o süt veya yağı yalasa bunlar dökülmez, yenilir. ALLAH'ın verdiği rızıklardan bir rızka telef etmeyi ve bir köpeğin dokun­ması dolayısıyla onu atmayı büyük bir hata olarak görüyorum [1327].

Ebu Bekir İbnü'l-Arabî'ye göre bu hadis iki önemli dinî kurala aykırıdır. Bunlardan birincisi:

"Onların size tuttuklarını yiyin" [1328] âyeti, ikincisi ise "diri olanın pis olmayacağı" kaidesidir. Bu iki vasıf da köpekte bulunmaktadır [1329].

İmam Mâlik'in bu ifadesi, hadiste köpeğin ağzını soktuğu şeyin dökülmesi ve sonra da bu kabın yedi defa yıkanması emderilirken, köpe­ğin ağzını soktuğu kabın içinde ister abdest alınacak su [1330], ister yenilecek birşey bulunsun, pis olmayacağına ve atılmayacağına delalet eder.

İmam Mâlik'in "avladığı yenir de salyası nasıl kerih olur?" sözün­den, onun söz konusu hadisi Kur'an'a aykırı gördüğü anlaşılmaktadır. Şüphesiz ALLAH köpeğin avladığını helal kılmıştır. Yakaladığı sırada köpeğin salyasının avına bulaşacağında ise şüphe yoktur. Bu da köpeğin salya­sının hadiste necis olduğu bildirilmesine rağmen, temiz olduğuna delalet etmektedir. Bana göre bu, Kur'an'ın sadece zahirini almak ve bu zahire aykırı düşen hadisi terkelmektir. Bu duruma göre de İmam Mâlik hadisi kıyasa aykırı olduğu için değil, Kur'an'ın zahirine aykırı olduğu için terketmiştir.

Bu ihtilaf gerçekte sahih bir hadisin reddini gerektirmez. Çünkü bu iki delilin arasını bularak her ikisi ile birden amel etmek mümkündür. Bunun sonucuda da avlama esnasında salyası ava karışmasına rağmen avı­nın helal ve ağzını soktuğu kabın da pis olduğuna hükmedilebilir. Zira bu durum "ruhsat" makamındadır. Çünkü köpeğin avladığı hayvanı yeme­nin helal oluşu, ölü hayvanın etinin haram ve boğazlamının ise zorunlu oluşundan istisna teşkil etmektedir. Zira boğazlamayan havyan murdar­dır. Dolayısıyla köpeğin avladığı avı yemeni'ı nelal olması ALLAH tarafından kullarına verilmiş bir ruhsattır. Bu durumda bizin, köpeğin avının helal kı­lınışını boğazlamanın gerekliliğinden bir istisna olarak kabul ettiğimiz gi­bi söz konusu hadisle amel etmemiz ve onu asıl kabul etmemiz gerekir. Bu ikisi ile birlikte amel mümkün olunca da onlardan birini redde sebep yoktur.

Haram kılan emzirme sayısı: Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır:

"... Sizi emziren anneleriniz ile süt kız kardeşleriniz" [1331]. İmam Mâlik el-Muvatta'dâ Hz. Âişe'nin daha önce geçen [1332] hadisini rivayet etmiştir. Söz konusu hadiste bilinen beş emmenin haramlık doğuracağına ilişkin hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demektedir:

Ancak uygulama buna gö­re olmamıştır. Emzirme, iki yıl içinde olduğu takdirde azı da çoğu da ha­ramlık doğurur. İki yıldan sonra olması durumunda ise az veya çokluğu hiçbir şeyi haram kılmaz. Çünkü o, artık herhangi bir yiyecek verme hükmündedir [1333].

Bu örnekte, İmam Mâlik'in hadisi kıyasa muhalefeti sebebiyle terkettiğini söylemek mümkün değildir. Aksine onu âyetin umumuna aykırı olması sebebiyle terketmiştir. Zira kendisinden önce gelen ashab ve tabi­înden birçok âlim bu durumda az veya çok olsun emzirmenin haramlık doğurduğunu söylemişlerdir.

Biz daha önce birinci ölçüde bundan söz etmiş ve onu İmam Mâlik'in Medine halkının uygulamasına aykırı olması dolayısıyla, haber-i vahidle ameli terkettiğine ilişkin örnek olarak vermiştik.

Taksimat öncesi, içinde ganimet etleri bulunan kapların boşaltıl­ması: Rafî b. Hadîc'ten rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah ile beraber bir seferde idik. Ayağına çabuk olanlar ilerlediler ve ganimet­lerden birşeyler alıp pişirmeye başladılar. Bu esnada Hz. Peygamber as­kerlerden geride kalanların yanındaydı. Hz. Peygamber bu kapların bu­lunduğu yere giderek dökülmelerini emretti, onları döktürdü. Sonra as­kerlerin arasında ganimeti taksim etti ve bir deveyi on koyuna denk tut­tu [1334]. Bu hadisin başka yollarla gelmiş rivayetleri de vardır. Bunlardan birinde:

"O, eti toprağa yaymaya başladı" [1335] denilmektedir.

İmam Mâlik:

Müslümanların, düşman topraklarına girdikleri zaman burada buldukları her türlü yiyeceklerden, taksimat öncesi yemelerinde bir sakınca olmadığı görüşündedir. Ona göre taksimat yapılıncaya kadar yenilmeyecek olursa, bu durum orduya zarar verir. Dolayısıyla bu du­rumda söz konusu şeylerden belli bir ölçüde yemelerinde bir sakınca yoktur.

İmam Mâlik'in bu hadise muhalefeti bir sıkıntıyı ortadan kaldırma cinsindendir. Çünkü onları bundan menetmek askere zarar verecektir. Nitekim o da Hz. Peygamber'in bunu, ravinin nakletmediği bir sebep dolayısı ile yapmış olabileceğini söylemiştir. Bu savaşın Hz. Peygamber'­in ehli eşeklerin etini yemeyi haram kıldığı ve kapların dökülmesini em­rettiği Hayber seteri olması muhtemeldir. Buna göre yere dökme taksi­matın yapılmamış olması sebebiyle değil, büyük ihtimalle -ilerde açıklaya­cağımız üzere- söz konusu etlerin yenilmesinin haram kılınmış olması se­bebiyledir. Ayrıca böyle bir uygulama her şartta uyulacak genel bir hü­küm olarak kabul edilemez. Kaldı ki bu, dinin yasakladığı ganimeti aşır­ma türünden de değildir. Çünkü yasaklanan, diğer askerlerin hakkından gizli olarak almaktır. Bu konuda İmam Mâlik, ganimetten aşırmanın ha­ram olduğuna ilişkin hadisleri naklettiği [1336] gibi:

"Bir kimsenin, ailesine götürmek üzere ganimetten bir miktarı ayırmasını caiz görmediğini" de beyan etmektedir[1337].

Burada İmam Mâlik'in taksimat öncesi ganimetlerden yemeyi caiz görüşünü zarar ve zorluğu giderme anlanında yorumladığımıza göre, bu her zaman geçerli bir şey değildir. Aksine zarar kalkınca yasak geri dö­ner. Bu durumda da onun hadise muhalefet etmediğini aksine bu tutu­mun zarurete binaen olduğunu söylememiz mümkündür. Zaruretler işe şüphesiz haramları mubah kılarlar. Ancak onların da zaruret miktarınca takdir edilmesi gerekir.

Ayrıca İmam Mâlik'in Rafi' hadisine el-Muvatıa'da yer vermedi­ğine dikkat çekmek istiyorum. Onun bu hadisi sahih görmemiş olması büyük bir ihtimaldir. Bu nedenle de hadise muhalif gözüken sözü söyle­miş olabilir.

Muhammed Ebu Zehra bu uygulamanın Hz. Peygamber tarafından yapılmış olmasını mümkün görmemektedir. Çünkü ona göre tencereleri boşaltıp etleri yerlere yaymak, maslahata aykırı yanlış bir davranıştır. Zira bir şeyin haram olduğunu söylemek için yaptıklarının yanlış ve günah olduğunu söylemek yeterlidir. Bunun için kestikleri veya bölüştükleri şeyleri dökmeye ve toprağa yaymaya gerek yoktur. Dolayısıyla itlaf ve ifsada başvurmadan uyarmak ve haram olduğunu açıklamak yeterli­dir [1338].

Musarrat hadisi: Musarrat hadisi daha önce geçmişti. Şatıbî, İmam Mâlik'in bu hadis konusundaki görüşünü naklederek onun bu hadisi el-Muvatta'ına almadığını ve sahih kabul etmediğini nakletmektedir [1339].

İmam Mâlik'ten sonra Mâlikîler onun bu hadisi reddedişini, temel kaidelere muhalif gördüğüne bağladılar. Zira o, "Nimet, külfet karşılığı­dır" esasına aykırıdır ve bir şey telef eden, başka bir yiyecek veya mal ile değil ancak onun misli veya kıymeti ile borçlandırılır [1340].

İmam Mâlik'ten nakledilen bu görüşü kabul ettiğimiz zaman, onun bu hadise kıyasa muhalif olduğu için karşı çıktığına dair bir delil gö­rememekteyiz. Aksine bu, onların red için bir gerekçesidir. Aksi halde onun bu hadisin sahih olmadığına ilişkin sözü gayet açıktır. Bu duruma göre kendince sahih olmayan bir hadise muhalefetinde bir problem yok­tur. Bir hadisin kendi prensiplerine uygun bir yolla ona ulaşmamış olma­sı; bir başkasına ise sahih olarak ulaşması ve onun da bu hadisle amel et­miş olması gayet tabiî bir durumdur. Böyle bir durumda da "o, hadisi kı­yasa dayanarak reddetti" diye yorum yapmaya gerek yoktur.

İmam Mâlik dışındaki Mâlikîler bu görüşü benimsemediklerine ve daha önce açıkladığımız delillerle istidlalde bulunduklarına göre onların sahih hadise karşı koyacak herhangi bir delilleri olmadığı anlaşılmaktadır. Bu iddialarının hepsine daha önce cevap verildiği için burada tekrara ge­rek görmüyoruz.

Şevval ayında altı gün oruç tutma: Hz. Peygamber:

Kim Rama­zan orucunu tuttuktan sonra Şevval ayından altı gün oruç tutarsa, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur [1341] buyurmaktadır. Bu hadisi Buhârî ve Nesâî dışındaki Kütüb-i sitle müellifleri rivayet etmiştir. Onu, Ahmed b. Hanbel ise Cabir kanalıyla eserine almıştır [1342].

Yahya, İmam Mâlik'in Ramazan bayramından sonra altı gün oruç tutma konusunda şöyle dediğini kaydetmiştir: Ben, ilim ve fıkıh ehlinden hiçbir kimsenin bu orucu tuttuğunu görmedim. Seleften hiçbirinden de bana bu ulaşmadı. Zira ilim sahipleri bunu mekruh kabul ediyor, bid'at olmasından ve Ramazan orucundan olmadığı halde cahiller ve zahitlerin onu Ramazan orucuna ilave etmelerinden endişe etmekte ve korkmak­taydılar. Eğer selef ilim sahiplerinin buna ruhsat verdiğini görseydi ve ilim sahipleri de seleften bunu görseydiler bu orucu tutarlardı [1343].

Bu duruma göre İmam Mâlik Şevval orucunu gerekli görmüyor­du. Çünkü bu konu kendisine seleften nakledilmediği gibi ilim ve fıkıh ehlinden hiçbir kimsenin de onu tutmadığı, aksine mekruh saydığı ve bid'at olmasından korktuğu kanaatindeydi. Bunlar, bu orucu tutmama görüşünü destekleyen bazı hususlardır. Fakat biz bu noktada en önemli ve birinci sebebin bu hadisin İmam Mâlik ve diğer ilim adamlarına göre sahih olmadığı hususu olduğunu ifade etmek istiyoruz. Bid'at ve mekruh olması gibi diğer durumlar ise bu sebepten doğan hususlardır. Madem ki bu oruç ona göre Hz. Peygamber'den rivayet olunmamıştır, öyleyse bu orucu tutan Hz. Peygmaber'in yapmadığı bir işi yapmış, dolayısıyla bid'ad işlemiş olur.

İmam Mâlik'in, Ramazan ayı otuz altı gün olarak telakki edilmesin diye hadisle ameli terkettiğine ilişkin görüşe gelince, bana göre bu onun adına bir uydurma ve onun sözünü kastının dışında yorumlamadır. Zira o: "Ramazana, ondan olmayan bir şeyi ilave etme..." sözünü hadisin ken­disine ulaşmadığını ve selefin de onunla amel etmediklerini vurguladıktan sonra söylemiştir. Onlardan birinin İmam Mâlik'in sözünden işine gelen bir bölümü alıp sonra da ona dayanarak:

"İmam Mâlik'in kıyasa muha­lif hadisi reddettiği" görüşünü ileri sürmesi, Ehl-i sünnetin imamına uy­gun düşmediği gibi ona da uygun düşmez.

Ancak biz söz konusu hadisin senedine göz attığımız zaman, İmam Mâlik'in sözünü bu şekilde yorumlamaya izin verecek daha başka delil­ler de ortaya koyabiliyoruz. Müslim bu hadisi Sahih'inde üç farklı tarik­ten rivayet etmiştir. Hepsinin ortak olduğu kişi Sa'd b. Saîd b. Kays el-Ensarî'dir. İbn Hacer bu kişinin doğru sözlü fakat hafızasının zayıf oldu­ğunu söylemektedir [1344]. Zehebî ise Mîzânü'l-i'lidâ’de ondan söz ederek Ahmed b. Hanbel'in onun zayıf olduğunu söylediğini; Nesâî'nin, hafıza­sının kuvvetli olmadığını; İbn Sa'd'ın, riayeti az sika biri olduğunu söyle­diklerini nakletmiş ve Müslim'in, Şevval'in altı günü oruç tutma hakkın­daki hadisi ondan rivayeti ile eserine aldığını ve söz konusu hadisin riva­yetinin onda odaklaştığını kaydetmiştir [1345].

Hadis bu kişide odaklanmakta -o da hafızası zayıf birisidir. Halbuki hafızası zayıf olan bir kişinin rivayeti ancak bu konuda yanılmadığından ve zaptının doğruluğundan emin olabilmemiz için hafızası güçlü olan an­cak bir başka kişinin rivayeti ile desteklenmesi halinde kabul edilebilir-ve bu hadiste ravinin hata yapmadığını bildirecek olan başka bir güvenilir rivayet de bulunmamaktadır.

Bu durumda söz konusu hadis, İmam Mâlik'in ölçülerine göre muteber sayılan sahihliğe ulaşmamıştır. Buna göre bu hadisin imam Mâlik ve Medine halkına ulaşmamış olması veya benzeri bir rivayet ulaşması­na rağmen onu delil saymamış olmaları muhtemeldir.

İmam Buhârî'nin bu hadisi Sahîh'ine almaması, İmam Mâlik'in durumunu güçlendirmekte ve ona destek olmakta ise de İmam Müslim, söz konusu hadisi Sahîh'ine aldığı için yadırganmamalıdır. Çünkü muhaddisler, amellerin fazileti konusunda raviler yalanla itham edilmedik­leri sürece onların bu nevi kusurlarını müsamaha ile karşılamışlardır.

Her halükârda İmam Mâlik bu rivayetle amel etmemiştir. Çünkü ona göre bu rivayet sahih değildir. Bunda da ister kıyasa muhalefetinden, isterse söyledikleri gibi seddü'z-zerîa prensibi dolayısıyla olsun onu kına­yacak bir durum söz konusu değildir. Zaten İmam Mâlik'ten de böyle bir şey beklenemez. Çünkü bir hadis bize sahih bir senedle ulaştığı za­man, onu kabul etmemiz ve ona aykırı davranmamız gerekir. Söz konusu sened sıhhat bakımından böyle değil ise de bana göre onu alıp gereği ile amel etmek için yeterlidir.

Ramazan'da unutarak orucunu yiyen kişinin durumu: Ebu Hureyre'den rivayete göre Ez. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Oruçlu ol­duğunu unutarak bir şey yiyen veya içen, orucunu tamamlasın. Zira onu ALLAH yedirip içirmiştir" [1346]. Bu hadisi Buharı ve Müslim birlikte rivayet etmişlerdir. İbn Hibban ve Dârekutnî'nin irvayetlerinde ise "Ona kaza gerekmez" ifadesi de bulunmaktadır [1347].

Bu konuda İmam Mâlik şöyle demektedir:

Kim Ramazan'da veya üzerine farz olan bir orucu tutarken unutarak bir şey yiyip içecek olursa ogünkü orucu kaza etmesi gerekir [1348].

Bazıları İmam Mâlik'in, bu görüşünü kıyasa dayandırdığını ifade et­mişlerdir. Çünkü burada orucun uyulması gereken bir rüknü bozulmuş­tur. Kurala göre ise unutma bir rüknün yerine getirilme emrini etkile­mez. Bunun anlamı şudur:

Unutarak yemek unutarak rükûu terketmek gibidir. Her iki durumda da bir farz terkedilmektedir. Bu şekilde nasıl namaz tamam olmuyorsa, oruç da tamam olmaz... [1349].

İmam Mâlik'in söz konusu görüşü ile kastettiği kıyas gerçekten bu, İbn Hibban ve Dârekutnî'nin rivayet ettikleri ziyadeli hadis de ona ulaş­mış ise onun bu kıyası makbul değildir. Çünkü bu, nassın karşıtı bir kıyas­tır. Halbuki bir konuda dinî bir delil bulunduğu zaman ona muhalif her­hangi bir kıyas kabul edilemez. Âlimlerden birçoğu söz konusu ziyade­nin sahih olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bunu Hâkim de Müstedrek'inde rivayet etmiş, San'anî ise:

Kazanın gerekmeyeceğine dair birbirini destekleyen birçok hadisin mevcut olduğunu, onlarla ihticacın yeterli ola­cağını; bu durumu namaza kıyasın ise nassa aykırı olduğu için geçersiz ol­duğunu söylemiştir [1350].

İmam Mâlik bu hadisi, kendisine ulaşmadığı veya Buhârî ve Müs­lim'in beraberce rivayet ettikleri miktarca ulaştığı ancak söz konusu ziya­de ulaşmadığı için kitabına almamıştır. Zira ziyade bulunmayan ilk hadis­te oruçlunun kazadan muaf olduğu açık değildir. Çünkü Hz. Peygamber'in "Orucunu tamamlasın" ifadesi bugünkü orucunun sahih olduğu ve onu tamamlaması şeklinde yorumlanacağı gibi, her ne kadar o günü kaza etmesi gerekli ise de onun o gün yemek yememesi ve günün geri kısmını da oruçlu geçirmesi şeklinde de anlaşılabilir. Ancak hadisin geri kalan kısmı bu iki ihtimalden birini desteklemektedir. Söz konusu ziya­deli kısım sahih senedle geldiğine göre onu kabul edip gereği ile amel et­mek ve ona aykırı olan kıyası reddetmek gerekir.

Debusî İmam Mâlik'e nisbet edilen ve kıyasa muhalif olduğu için haber-i vahidin reddini öngören başka örnekler de zikretmiştir. Onlardan bir kısmını burada, zikretmemiz yerinde olacaktır:

“Meninin pis oluşu ve elbisede kuruduğunda oğuşturulunca elbi­senin temizlenmiş olacağı hakkındaki hadise aykırı olarak sidiğe kıyasla ancak yıkanmak suretiyle temiz olacağını söylemiştir [1351].

“Hanefiler bir hadise dayanarak cariyenin hür kadın üzerine nikâh edilebileceğini söylemişlerdir. İmam Mâlik ise kıyasa dayanarak bunun caiz olmadığını beyan etmiştir [1352].

“Debusî bu ifadesinde dikkatli değildir. Çünkü İmam Mâlik el-Muvatta'dâ: hür bir erkeğin hür bir kadınla evlenmeye gücü yettiği halde bir cariye ile evlenmesini sadece hür kadınla evlenmeye gücünün yetmemesi ve zina korkusuna bağlamaktadır. Nitekim Yüce ALLAH Kur'an'da:

"Sizden kimin hür ve mümin kadınla evlenmeye gücü yetmezse, mümin cariyelerden alsın" [1353] buyurmakta ve gerekçe olarak zina yapma korkusunu göstermektedir. İmam Mâlik âyette geçen kelimesinin "zina" anlamına geldiğini söylemektedir [1354].

Burada İmam Mâlik'in, Debusî'nin iddia ettiği gibi kıyasa dayanmayıp, âyetle istidlalde bulunması söz konusudur.

“Hanefiler, hadise dayanarak kölenin ikiden fazla evlenmesinin ca­iz olmadığını söylemektedirler. İmam Mâlik ise kıyasa baş vurarak onun da hür erkekler gibi dört kadınla evlenebileceğini söylemiştir.

“Hanefi'ler hadise dayanarak sadaka gibi hibenin de ancak zimme­te geçirildiği zaman sahih olacağını söylemişlerdir. İmam Mâlik ise bunu alışverişe benzeterek geçerli bir akit olduğunu ve zimmetsiz de sahih olacağını söylemiştir.

“Hanefi'lere göre hayız halinin en azı üç gün üç gecedir. İmam Mâlik ise bunu abdesti bozan diğer hususlara kıyas etmek suretiyle bir an (hayız kanının aktığı zaman) olarak takdir etmiştir [1355].

Debusî'nin, İmanı Mâlik'in kıyasa dayanarak hadisi terkettiğine dair örnekleri işte bunlardır. Bu örneklerden hareketle her konuda Hanefîlerin delil olarak kullandıkları hadislerin çoğunun zayıf olduğunu, âlim­ler arasında onları alma noktasında ihtilaf bulunduğunu, âlimlerin bunlar­dan kendince sahih buldukları ile amel ettiklerini, zayıf saydıkların ise de­lil olarak kullanmadıklarını görmekteyiz.

Burada yaptığımız İmam Mâlik'i temize çıkarma gayreti değil, bir hakkı teslim ve ortaya koyma; onun ve selef-i salihinden diğerleri hak­kında hüsn-i zan beslemedir. Bir kişinin, kendisine ulaşan sahih bir hadisi reddetmesi, herhangi bir müslümanın kolayca kabul edebileceği bir du­rum değildir. Çünkü Resûlullah'a itaat herkes için gereklidir ve hiç kim­se onun hadisine muhalefet veya onunla ameli terketme noktasında ma­zur sayılamaz.[1356]



[1317] Âmidî, el-İhkâm, i, 295.

[1318] Karafî, Şerhu Terkihi'l-fusûl, s. 387.

[1319] Debûsî, Te'sîsü'n-nazar, s. 47.

[1320] Serahsî, Usûl I, 339.

[1321] Serahsî, a.e., I, 339.

[1322] Şatıbî, el-Muvafakât, III, 21.

[1323] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, II, 378.

[1324] Ebû Zehra, İmam Malik, s. 257.

[1325] Müslim, Taharet, 89.

[1326] Malik, el-Müdevvene, I, 5; Şatibî, el-Muvafakât, III, 24.

[1327] Malik, el-Müdevvene, I, 5.

[1328] eI-Maide: 5/4.

[1329] Şatıbî, el-Muvafakât, III, 24.

[1330] Malik, el-Müdevvene, I, 5.

[1331] en-Nisâ: 4/23.

[1332] Bu hadisin metni daha önce geçti. Ayrıca bk. Muvatta, Radâ, 17.

[1333] Muvatta, Radâ, 11.

[1334] Tirmizî, Siyer, 39.

[1335] Abdullah Dıraz, Haşiye ale'l-Muvafakât, III, 22.

[1336] Malik. Muvatta, Cihad, II, 452.

[1337] Malik, Muvatta, Cihad, II. 457-460.

[1338] Ebu Zehra. İmanı Mâlik, s. 254.

[1339] Şatıbî, el-Muvafakât, III, 25.

[1340] Şatıbî, a.e., III, 24-25.

[1341] Müslim, Savm 204.

[1342] Şevkanî, Neylü'l-evtâr, V, 318.

[1343] Muvatta, Siyam, 60.

[1344] İbn Hacer. Takrîbu't-tehzîb, I, 287.

[1345] Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, II, 120; ayrıca bk. Buhârî, et-Târîhu'l-kebîr, IV, 56; İbn Hacer, Tehzîbu't-tehzîb, III, 470. Sonuncu eserde: İbn Maîn'in onu bir rivayette zayıf saydığı, İbn Hibban'ın yanılmakla, Tirmizî'nin ise hafızası yönünden tenkid ettiği kadedilmektedir.

[1346] Müslim, Savm, 171.

[1347] Dârekutnî, Sünen, II, 178-179.

[1348] el-Muvatta, Savm, 48.

[1349] Emir es-San'anî, Sübülü's-selâm, II, 660; Mustafa el-Hm, Eserü'l-îhtilaffi'l-kavâid, s. 160.

[1350] Emir es-San'anî, Sübülü's-selâm, II, 660.

[1351] Debusî, Te'sîsü'n-nazar, s. 47.

[1352] Debusî, a.e., s. 47.

[1353] Nisa: 4/25.

[1354] el-Muvatta, Nikâh, 29.

[1355] Debûsî, Te'sîsü'n-nazar, s. 47-48.

[1356] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 380-390.