๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:17:07



Konu Başlığı: İdracın tespitindeki zorluklar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:17:07
İdracın Tespitindeki Zorluklar


a. Muhaddislerin, müdrec lafzı tespitte zorlanıp ihtilafa düşmeleri­nin sebeplerinden birincisi, ravinin şer'î bir hükmü açıklamayı arzu etme­si ve bu hükme delil olarak zikredeceği hadisi hükmün bir parçası gibi herhangi bir ayırım yapmaksızın (hadis olduğunu ifade etmeksizin) he­men onun arkasından zikretmesidir [338] Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği "Abdesti tam alın; ateşe girecek olan topukların vay ha­line!" anlamındaki hadisin tamamını bazı raviler böylece Ebu Hurey­re'nin sözü ile Hz. Peygamber'in hadisini birbirinden ayırmaksızın Resûlullah'a nisbet etmişlerdir. Diğer bir kısım raviler ise, Ebu Hureyre'­nin sözü ile Resûlullahın hadisini ayırdederek "Ebu Hureyre abdesti tam alın, zira Hz. Peygamber ateşe girecek olan topukların vay haline bu­yurdu" dedi şeklinde nakletmişlerdir [339].

Bu nevi idrac ancak hadisin bütün rivayetlerini bir araya getirip incelemek suretiyle anlaşılabilir ve bütün rivayetleri tetkik etmeksizin, özellikle Hz. Peygamber'in abdestin tam alınmasıyla ilgili benzeri bir ha­disi [340] bulunduğunu bildiğimiz zaman, böyle bir lafzın müdrec olduğuna hükmetmek son derece zordur. Zira böyle bir durumda bu lafzı Hz. Peygamber'in söylemiş olması uzak bir ihtimal değildir. Ancak muhaddisler böyle bir hadisin farklı" rivayetlerini tetkik etmek suretiyle o ibarenin Hz. Peygamber'e değil, ravilerden birine ait olduğunu tespit etmektedirler.

b. Müdrec lafzın tespitte ihtilafa düşülmesinin sebeplerinden ikin­cisi, ravinin hadisten dinî bir hüküm çıkarıp, bu hükümle hadis metnini ayırdetmeksizin birlikte nakletmesidir. Böylece hem hadisi, hem de on­dan çıkardığı hükmü Hz. Peygamber'e nisbet etmiş olur. Bu durumda ondan hadisi işiten kimse de duyduklarının hepsini Hz. Peygamber'e ait zanneder ve idrac edilen lafızlarla birlikte hocasından işittiği gibi rivayet eder. Problem de buradan kaynaklanır. Bu durum söz konusu lafızların müdrec olup olmaması hususunda muhaddisler arasında ihtilafa sebep olduğu gibi, fakihler arasında da o hadisten dinî hüküm çıkarma konu­sunda ihtilafa sebep olmaktadır.

Nitekim Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği istis'a (kendi malından da ödemek suretiyle kölenin kölelikten tamamen kurtulması) hadisi böyle­dir. Bu hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Kim bir köledeki bir hisseyi bağışlayıp azad eder ve kendine ait malı da bulunursa (diğer hisseleri kendi malından ödemek yoluyla), bu kölenin kölelikten tama­mıyla kurtulması bu kimse üzerine vaciptir. Şayet hissesini bağışlayan kimsenin malı yoksa, kölenin âdilâne bir şekilde kıymeti takdir edilir ve (diğer ortağın hissesini kazanması için) gücü yettiği işlerde çalıştırılır" [341]. Hâkim en-Nisaburî bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır:

"Itk hadisi sahih ve sabittir. Kendi kazancından ödemek suretiyle kölelikten tamamen kurtulacağını ifade eden kısım ise Katâde'nin sözüdür. Bu kısmı hadisin metnine idrac etmek suretiyle Hz. Peygamber'in sözü olarak rivayet eden yanılmıştır. Çünkü bu kısmın müdrec olduğuna "bir adam köledeki kendi hissesini azad etti, geri kalan kısmı için Hz. Peygamber onu borçlandırdı" anlamında Ebu Hureyre yoluyla bize gelen rivayet de­lalet etmektedir. Ayrıca Hemmam, "Katâde'nin "Şayet hisessini bağışlayan kimsenin malı yoksa diğer ortağın hissesini kazanmak için köle çalıştırılır" şeklinde görüşünü beyan ettiğini de söylemiştir. Hemmam'ın bu sözü,  müdrec olan kısmın tespiti açısından birinci rivayetten daha açıktır. Zira bunu son derece güvenilir olan Hemmam açıklamaktadır [342].

Buharı ve Müslim'i tenkit ettiği hadisler arasında bu hadise de yer veren Dârekutnî, hadisle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır:

"Bu hadisi, Katâde'den rivayette bulunanların en güvenilirleri olan Şu'be ve Hemmam rivayet etmişler, fakat her ikisi de hadiste geçen istis'a (diğer ortağın his­sesini kazanmak için kölenin çalıştırılması) kısmını zikretmemişlerdir. Hemmam istis'a kısmını hadisten ayırıp Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadis olarak değil de Katâde'nin sözü olarak zik­retmek suretiyle bunlara (Şu'be ve Hemmam rivayetlerine) muvafakat etmiştir. Doğru olan da budur [343].

İbn Mes'ud'un teşehhüdü tanımlayan hadisi de ravinin hadisten çı­kardığı hükmü birlikte zikretmesi sebebiyle meydana gelen idraca başka bir misaldir. Şöyle ki;

Hz. Peygamber İbn Mes'ud'un elinden tutmuş ve namazda okunan teşehhüdü et-Tahiyyetü li'1-lahi de, diyerek ona öğretmiş, sonra da "bunu okuduğun zaman namazını bitirmiş olursun; artık dilersen kalkar, dilersen oturursun" buyurmuştur. Bu hadisle ilgili Hakim en-Nisaburî şu açıklamayı yapmaktadır:

"Hadisi, Hasan b. Hür'den Züheyr ve bir başkası yoluyla çoğun­luk bu şekilde rivayet etmişlerdir. Bu rivayetteki "bunu okuduğun za­man" kısmı İbn Mes'ud'a ait bir söz olup hadise ilave edilmiştir. Zira Hz. Peygamber'e ait olan kısmı teşehhüdle bitmektedir [344]. Bize ulaşan şu rivayet bunun delilidir:

"... Alkame elimi tuttu, İbn Mes'ud da Alkame'nin elini tutmuş, Hz. Peygamber de İbn Mes'ud'un elini tutarak ona na­mazda okunacak teşehhüdü "et-Tahiyyatü ..." de, diyerek öğretmiş. Ayrıca, Alkame İbn Mes'ud'un "teşehhüdü bitirdikten sonra namazım bitirmiş olursun; artık ister oturur ister kalkarsın" dediğini söyledi. Hâkim en-Nisaburî devamla "Anlayış sahibi kimse için İbn Mes'ud'un sözü ile Hz. Peygamber'in hadisinin kolaylıkla birbirinden ayırdedilebileceği, zira ravinin bu hadisi ziyade ile rivayet ettiğinin açık olduğunu, güvenilir ravinin   ziyadesinin ise makbul olduğunu" demektedir [345].

Hanefîler, hadisin sonundaki kısmın İbn Mes'ud'un sözü değil, Hz. Peygamber'in kavli olduğunu kabul etmişler ve hadisi (namazın sonun­da) selamın vacip olmadığına dair delil olarak kullanmışlardır. Ancak bu, hadis otoritelerinin görüşlerine aykırıdır [346].

Ravinin hadisten dinî bir hüküm çıkarıp aralarını ayırmaksızın Hz. Peygamber'in hadisi ile birlikte zikretmesi sebebiyle meydana gelen idraca bir başka misal de Hişam b. Urve'nin babasından, onun da Büsre bint Safvan'dan rivayet ettiği hadistir. Büsre, Resûlullah'ı:

"Cinsel orga­nına veya hayalarına dokunan kimse abdest alsın" derken işittim de­miştir. Bu hadisle ilgili Dârekutnî şu açıklamayı yapmaktadır:

Bu hadisi ayrıca Abdulhamid b. Ca'fer Hişam'dan rivayet etmiştir. Ancak hadisteki hayalar kısmını zikretmek ve bunları Büsre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadise ilave etmek suretiyle hata etmiştir. Doğru olan ise bu kısmın merfu olmayıp Urve'ye ait ol­masıdır. Nitekim Eyyüb es-Sahtiyanî, Hammad b. Zeyd ve diğer güvenilir raviler, Hişam'dan bu kısmı Urve'nin sözü olarak rivayet etmişlerdir. Ayrıca, Hişam b. Urve'den babam:

"Cinsel organına ve hayalarına doku­nan abdest almadan namaz kılamaz" derdi şeklindeki Urve'nin konu ile ilgili görüşü de nakledilmiştir [347].

Hatîb el-Bağdâdî ise bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

"Urve, hadisin lafzından, abdesti bozan şeyin şehvetin uyanması olduğunu düşünmüş, cinsel organa yakın olan hayaları da bu çerçevede değerlendi­rerek onları hadise ilave etmiştir. Ravilerden bir kısmı Urve'nin bu ifade­sini hadisin bir parçası zannederek hadis gibi, müdrec olarak nakletmişlerdir. Bazı raviler ise bu durumu farketmişler ve hadisle Urve'nin açıkla­masını birbirinden ayırmışlardır [348].

Yukarıdaki açıklamalardan, bir hadisin farklı rivayetlerinin birbirine arzedilmesinin, tenkitdçinin hadisteki bazı lafızların Hz. Peygamber'e ait olmayıp aksine raviler tarafından ilave edildiğinin tespitine imkan sağla­dığı görülmektedir. Hatta böylece, bazan abdestin tam alınması hususundaki Ebu Hureyre hadisi ile, İbn Mes'ud ve Büsre hadislerinde olduğu gibi, hadisteki ilavenin kime ait olduğu bile tespit edilebilmek­tedir.

Muhaddislerin, hadisteki ilave lafzı ayırdedebilmek için rivayetleri birbirine arzetmek dışında başka bir metotları daha vardır. O da lafzın, Peygamber'in söylemesi imkansız olan bir lafız olmasıdır [349]. Biz bu meto­du ileride yeri geldiğinde zikredeceğimiz üzere müstakil bir ölçü olarak görüyoruz. Ancak hadisçiler, bu metodu hadisin bütününü değil de bazı lafızlarım değerlendirmek noktasında sınırlı bir kullanım cihetine gitmişler ve idrac başlığı altına girdiğini kabul ederek bu hususta bir veya iki misal vermekle yetinmişlerdir. Halbuki bunun özellikle mevzuat kitaplarında birçok misalini bulmak mümkündür.

Biz burada söz konusu metotla idracın tespitine dair iki misal ver­mekle yetineceğiz. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Köle için iki ecir vardır. Allah'a yemin olsun ki; Allah yolunda cihat etmek, hac yapmak ve anneme iyilik etmek olmasay­dı köle olarak ölmeyi islerdim". Bu rivayetin "köle için iki ecir vardır" kısmı hadistir [350]. Geri kalan kısmının Resûlullah'ın sözü olması ise müm­kün değildir. Zira Hz. Peygamber'in köle olmayı istemesi mümkün ol­madığı gibi, kendisi daha çocuk iken ölmesi sebebiyle annesine iyilik yapması da söz konusu olamaz. Dolayısıyla bu kısım Ebu Hureyre'ye ait olup onun tarafından hadise ilave edilmiştir [351].

Bu metotla idracın tespitine diğer bir misal de İbn Mes'ud hadisi­dir. İbn Mes'ud, Resûlullah'ın:

"Uğursuzluk inancı şirktir. Bizden, az da olsa bulunması sebebiyle ondan tamamıyla kurtulan olmamıştır. Ancak, Allah tevekkül sebebiyle bizden onun günahını giderir" buyurduğunu nakletti. Hadisi rivayet eden Tirmizî, onun hasen-sahih olduğunu ve ha­disin sadece Seleme tarikinden bilindiğini söylemektedir. Süleyman b. Harb, "bana göre 'bizden ondan tamamıyla kurtulan olmamıştır' kısmı İbn Mes'ud'un sözüdür" [352] demekte, San'anî de Hz. Peygamber'e az da olsa şirk izafe etmek olacağı için, bu kısmın Resûlullah'a nisbetinin müm­kün olmadığını söylemektedir [353].

Netice olarak şunu söyleyebiliriz; hadislerin rivayetlerini birbirine arzetme ölçüsü, hadislere ilave olunan lafızları tespit etmek için tenkitçi­nin kullandığı yollardan biridir. Böylece Hz. Peygamber'in hadislerini, onlara karışmış olan ravilerin sözlerinden temizlemek ve Resûlullah'a an­cak onun gerçekten söylediği sözleri nisbet etmek, ravilerin içtihat ve fetvalarını ayırmak mümkün olacaktır. Ayrıca böylece delil arayanın, dinî nas ile içtihat suretiyle elde edilen hükmü birbirinden ayırması da müm­kün olacaktır. [354]


[338] Sehavî, Fethu'l-mugîs, I. 227-228; San'anî, Tavdih, II, 55.

[339] Sehavî, Fethu'l-mugis, I, 228; San'anî, Tavdih, II, 55-56.

[340] Nitekim Müslim'in, Abdullah b. Amr'dan rivayet ettiği hadis de aynı anlamdadır, bk-Müslim, Taharet, 26.

[341] Buhârî, Itk, 5.

[342] Hakim, Ma'rife, s. 40-41; Suyutî, el-Medrec, vr. 2 (Kahire, Yazmalar Enstitüsü, nr. 417).

[343] Dârekutnî, el-İlzâmât, s. 183.

[344] Suyutî, el-Medrec, vr. 1.

[345] Hakim, Ma'rife, s. 39-40; Suyutî, el-Medrec, vr. 1.

[346] Beyhakî'nin müdrec olduğuna dair görüşünü daha önce Hakim en-Nisaburî ifade etmişti. Hatîb el-Bağdâdî de aynı kanaattedir. Nevevî ise, el-Hulasa isimli eserde "onun müdrec olduğunda hadis âlimleri ittifak etmişlerdir" demektedir. Bkz. Emir es-San'anî, Tavdîh, D, 54.

[347] Dârekutnî, Sünen, I, 148.

[348] Suyutî, el-Medrec, vr. 1; Tedrîb, I, 271.

[349] Sehavî, Fethu'î-ntugts, I, 228-229; Emir es-San'anî, Tavdîh (hâşiyetü'l-muhakkık), II, 53.

[350] Suyutî. el-Medrec. vr. 4.

[351] Suyûtî, Tedrîb, I, 269.

[352] Tirmizî. Siyer, 47.

[353] Emir es-San'anî, Tavdih, ll, 63.

[354] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 118-123.