Konu Başlığı: Hanefîlere göre sünnetin Kurana arzı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:21:41 1. Hanefîlere Göre Sünnetin Kur'an'a Arzı Ebu Hanife'nin, bazılarının onu yadırgamaları hatta hadisi red ve inkar etmekle suçlamalarına götürecek kadar bu ölçüyü fazla kullandığı anlaşılmaktadır. Nitekim o, el-Âlim ve'l-müteallim adlı eserinde bu hususta şöyle demektedir: "Ancak eğer kişi, ben Peygamber'in söylediği her şeye inanırım. Ama Peygamber zulüm emretmez ve Kur'an'a aykırı bir şey buyurmaz, diyecek olursa, bu sözü Peygamber ve Kur'an'ı tasdik etme ve onun Kur'an'a muhalefet etmeyeceğini kabul etme anlamına gelir. Zira eğer Peygamber, Kur'an'a muhalefet edecek ve Allah adına onun buyurmadığı bir söz söyleyecek olursa, Allah kendisine fırsat vermez, zina eden kadın ve erkek hakkında buyurduğu gibi, onu kudretiyle yakalar, kalp damarını koparır. Dolayısıyla, Peygamber'den Kur'an'a aykırı bir şey rivayet eden herkesi reddetmek, Peygamber'i red ve inkar etmek anlamına gelmez, onu rivayet eden kimseyi reddetmek anlamına gelir. Bu durumda töhmet altına Peygamber değil ravi girer. İşitelim veya işitmeyelim, Peygamber'in buyurduğu her şeyin başımızın üstünde yeri vardır; ona inanır, hak olduğuna tanıklık ederiz. Keza onun, Allah'ın yasakladığı hiçbir şeyi buyurmadığı, emrettiğini yasaklamadığı ve herhangi bir şeyi Allah'ın tavsifinden ayrı bir şekilde vasıflamadığına, herşeyde Allah'ın beyanına uygun açıklama yaptığına, kendiliğinden birşey ortaya koymadığına ve Allah'ın buyurmadığı hiçbir şeyi ona nisbet etmediğine, kendini ilgilendirmeyen şeylere karışanlardan olmadığına inanırız. Bundan dolayı da Cenab-ı Hak "Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur" [802] buyurmuştur. Ebu Hanife'nin konu ile ilgili bu sözleri onun bu ölçüye bakışının esasını teşkil etmektedir. Zira onun döneminde hadis uydurmacılığı çoğalmış bulunuyordu. Hadis ilmi henüz doğuş dönemini yaşıyordu. Müsned ve sahihler telif edilmemişti. Ravilerle ilgili yeterli bilgi mevcut değildi. Bir fakih olarak Ebu Hanife'nin görevi ise zordu. Çoğunun ilim erbabınca bilinmediği karmaşık birtakım hadislerden oluşan bu yıkıcı sel karşısında Ebu Hanife'nin takip ettiği metot, onları Kur'an ve ulema nezdinde bilinen veya halkın yaygın olarak bilip amel ettiği sünnete arzetmekten ibaretti. Bunun Ebu Hanife'nin döneminde makul, mantıklı, onun gibi yaşanmış veya yaşanabilecek olan olaylarla ilgili dinî hükümleri ortaya koymak için düşünce ve aklını kullanan, inkar olunamaz bir payesi bulunmakla birlikte sadece hadis ve rivayet ile meşgul olmayan parlak bir fıkıh âlimine yakışan bir ölçü olduğu ise açıktır. Haneliler, Ebu Hanife'den sonra kendilerine ait olarak meşhur olan bu ölçü ile ilgili birtakım aklî ve naklî delil ile istidlal etmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: a. Resülullah şöyle buyurmuştur: "Benden sonra birçok hadisle karşılaşacaksınız. Size benden bir hadis rivayet edildiğinde onu Allah'ın kitabına arz edin. Şayet ona uyuyorsa kabul edin ve bilin ki, o bendendir. Eğer ona muhalif düşerse kabul etmeyin ve bilin ki, o bana ait değildir" [803]. b. Cübeyr b. Mu'tim'den Resûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Benden size iyi olan bir şey rivayet edilirse, onu kabul edin, şayet doğru olmayan bir şey nakledilirse de onu reddedin. Çünkü ben doğru olmayan bir şey söylemem" [804]. c. Hz. Âişe Peygamber Efendimiz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bazı kimselere ne oluyor ki, Allah'ın kitabında bulunmayan şartlar ileri sürüyorlar? Kim Allah'ın kitabında bulunmayan bir şart ileri sürerse, isterse yüz şart koşmuş olsun, bu batıl olur. Allah'ın şartı en doğru ve en güvenilir olandır" [805]. d. Serahsî bu rivayetle ilgili olarak şöyle demektedir: Bundan maksat, Allah'ın kitabında bizzat bulunmayan değil, ona muhalif olan şarttır. Aksi takdirde bu hadisin kendisi de Kur'an'da bulunmamaktadır. Nitekim, Kur'an'da bulunmadığı halde haber-i vahid ve kıyas ile sabit olduğu icma ile kabul edilen birçok hüküm vardır. Binaenaleyh, bu hadiste zikredilen şarttan maksat, Allah'ın kitabına muhalif olandır. Bu da, Kur'an'a aykırı olan her hadisin merdut olduğunu açıkça ifade etmektedir [806]. e. Bid'at ve sapıklıkların aslı, haber-i vahidi kitap ve sahih sünnete arzetmemekten kaynaklanmıştır. Çünkü bazıları, Resûlullah'a kadar varmış olduğuna dair taşıdığı şüpheye ve kesin bilgi ifade etmemesine rağmen, haber-i vahidi bir asıl olarak telakki etmiş, kitap ve sahih sünneti haber-i vahide göre te'vil ederek tabii metbû yapmış; kesin olmayanı asıl haline getirmiş, bunun sonucunda da sapıklık ve bid'at içine düşmüşlerdir. Bu hususta doğru olan ise, bizim Hanefî âlimlerinin yoludur. Zira onlar kitap ve sahih sünneti asıl yapmış, sonra bir miktar şüphe içeren ve meşhur düzeyine ulaşmamış haber-i vahid yoluyla gelen rivayetleri onlara bina etmişlerdir. Neticede Kitap ve meşhur sünnete muvafık olanı ve onlarda hiç bulunmayan haber-i vahidi kabul etmiş ve onunla amel etmeyi gerekli görmüş; kitap ve sahih sünnete muhalif olanı ise kitap ve sünnet ile amel etmenin böyle garip bir haber ile amel etmekten daha doğru olacağı düşüncesiyle reddetmişlerdir [807]. Hanefî'lerin haber-i vahid konusundaki metotları bundan ibarettir. Serahsî'nin bu ifadelerinden, Hanefîlerin, başka bir nas olmadığı takdirde haber-i vahid ile amel etmeyi gerekli gördükleri, ancak kitap ve meşhur sünnete aykırı olması halinde onu garib ve şaz diye adlandırdıkları ve reddettikleri anlaşılmaktadır. Şimdi bu düşüncelerini bina ettikleri esasın ne derece sağlam olduğunu görmek için Hanefîlerin bu delillerini tartışalım: Hanefîlerin birinci delilleri: "Benden sonra birçok hadisle karşılaşacaksınız..." anlamındaki hadistir. Abdülaziz el-Buhârî bu hadis hakkında şöyle demektedir: "Bu hadisi Yezid b. Rebia'nın Ebü'l-Eş'as'tan onun da Sevban'dan rivayet ettiği söylenmiştir [808]. Abdülaziz el-Buhârî'nin söz ettiği bu rivayet hadisin bazı rivayetlerinden biridir. Yezid b. Rebia'ya gelince, o meçhul bir ravi olup Ebü'l-Eş'as'tan hadis dinlediği bilinmemektedir [809]. Hatta Sahîh müellifi Buhârî, el-Tarihü'l-kebir adlı eserinde bu zatın hadislerinin münker olduğunu söylemektedir [810]. Abdülaziz el-Buhârî, Buhârî'nin bu hadisi kitabında zikrettiğini nakletmekte; bu ilimde onun gibi son derece titiz, aşılmaz bir dağ ve imam olan birinin, bu hadisi eserine alması, onun sahih olduğunu isbat için yeterli bir delil teşkil edeceğini ve bu sebeple başkalarının ona yaptıkları tenkide iltifat edilmeyeceğini ileri sürmektedir. Ancak Abdülaziz el-Buhârî'nin bizzat bu nakli de tahkike muhtaçtır. Herşeyden önce Buhârî'nin bu hadise yer verdiği kitabın adı nedir? el-Câmiu's-sahih mi? Eğer müellif bu eseri kastediyorsa, hadis onun neresinde bulunmaktadır? Benim bildiğime göre, söz konusu hadis el-Câmiu's-sahih'it değildir. Ayrıca bugüne kadar hiçbir âlim Buhârî'nin bu hadisi rivayet ettiğini söylememiştir. Sonra Buhârî, hadisine münker dediği bir kimsenin rivayetini eserine nasıl alabilir? Bu, asla mümkün değildir. İkinci olarak, eğer Buhârî'nin bu hadisi Tarihinde zikrettiğini kastediyorsa, onun bu eserinde yer verdiği her hadis sahih değildir. Zira müellif bu kitabında hem sahih ve hem de zayıf hadisleri rivayet etmiştir. Çünkü o, tarihle ilgili rivayetlere müsamahalı davranmaktadır. Ben, Keşfü'l-esrâr müellifinin zikretmiş olduğu ne Sevban, ne Ebü'l-Eş'as, ne Ebu Esma er-Ruhabî ve ne de söz konusu ettiğimiz Yezid b. Rebia olmak üzere hiçbir ravinin biyografisinde bu hadisi bulamadım. Muhtemelen eğer doğru nakletmişse, bu hadis diğer biyografilerde veya el-Câmiu's-sahih ve et-Tarih dışındaki eserlerden birinde mevcut olmalıdır. Bu, hadis ilminde ve ravi tenkidinde ümmetin önde gelenlerinden biri olan Yahya b. Maîn'in "zındıkların uydurması olduğunu" [811] söylediği bir rivayettir. Şafiî ise er-Risâle adlı eserinde bu hadisle ilgili olarak şöyle demektedir: "Önemli veya önemsiz herhangi bir konuda sahih hadis rivayet etmiş olan hiçbir kimse bu hadisi rivayet etmemiştir. Ayrıca bu, meçhul bir kimseden yapılmış olan munkatı bir rivayettir. Biz böyle bir rivayeti hiçbir konuda kabul etmeyiz" [812]. Şafiî, söz konusu ettiği bu rivayetin isnadını zikretmemiştir. Fakat İbn Hazm, onun muhtelif lafız ve tariklerle çeşitli rivayetlerini vermiştir. Bunlardan biri de Hanefîlerin delil ola rak kullandıkları "benden size uygun bulduğunuz bir hadis rivayet olunursa..." tarzında veya benzer ifadelerle rivayet ettikleri hadistir. Şimdi İbn Hazm'ın sıraladığı bu rivayetlerin hükmünü ve onun bunların her biri hakkındaki görüşlerini ele alalım: Birinci tarik: Bu tarikte bulunan Hüseyin b. Abdullah'ı, İbn Hazm metruk ve zındıklıkla suçlanan biri olarak nitelerken [813], İbn Hacer Takrîb'inde "zayıf olduğunu söylemekte [814]; Zehebî ise, Mizânü'l-i'tidâl’de, Buhârî'nin "onun zındıklıkla itham edilen bîri" olduğunu söylediğini kaydetmektedir [815]. İkinci tarik: Bu tarik mürsel olup, Mizânü'l-i'tidâl’de kaydedildiğine göre, İbn Hazm ve Beyhakî'nin de ifade ettikleri gibi onda meçhul biri olan el-Asbağ yer almaktadır [816]. Üçüncü tarik: Bu tarik yukarıda verdiğimiz metinden farklı lafızlarla rivayet edilmiş olmakla birlikte, bu konuda delil olarak kullanılması mümkün olan bu rivayet şöyledir: "İnsanlar hiçbir şeyi bana izafe etmesinler. Çünkü ben, sadece Allah'ın kitabında helal kıldığını helal kılar, haram kıldığını da haram kılarım". İbn Hazm bu rivayetin senedi itibariyle mürsel, mânasının ise sahih olduğunu belirterek şöyle demektedir: Zira Peygamber Efendimiz, bu haberde, onun kendiliğinden, Allah'ın kendisine vahyi söz konusu olmaksızın hiçbir şey buyurmadığını açıklamaktadır. Bu ise "O, arzularına göre de konuşmaz. Onun konuştuğu kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir" [817] âyetine uymaktadır. Bu anlayışa göre bu âyet Resûlullah'ın buyurduğu her sözün Allah'ın vahyi olmasını gerektirmektedir [818]. Dördüncü tarik: Lafzı Hanefîlerin delil olarak kullandıkları metne yakın olan bu rivayet hakkında İbn Hazm şöyle demektedir: Bu hadis mürseldir. Onun ravileri arasında meçhul birinden başka zayıf biri olan Amr b. Ebu Amr da vardır [819]. Bu zatı bazı ulema zayıf, bazıları da güvenilir bulmuş, Buhârî ve Müslim onun rivayetlerini [820] birinci derecede sahih kabul edilen hadisler arasında kabul etmiş iseler de buradaki hadis mürsel olduğu gibi senedinde meçhul bir ravi de vardır. Dolayısıyla delil olarak kabul edilmeye elverişli değildir. Beşinci tarik: İbn Hazm, lafzı üçüncü tarikin lafzına yakın olan bu rivayetin mürsel ve zayıf olduğunu söylemiştir [821]. Altıncı tarik: İbn Hazm, metni "Benden size hakka uyan bir hadis naklolunursa, ister söylemiş olayım isterse olmayayım, onu alın" tarzında olan bu hadisin ravi'cri arasında bulunan Eş'as b. Berraz'ın, hadisi kabul edilemez bir yalancı olduğunu söylemiştir [822]. İbn Hazm'ın bahsettiği bu zat, zayıf biri olduğu hususunda ulemanın ittifakı bulunan el-Hecimî olmalıdır [823]. Yedinci tarik: Metni "benden size benim söylemediğin güzel bir söz naklolunacak olursa, ben onu söylemişimdir" [824] tarzında olan bu rivayetle ilgili olarak İbn Hazm şöyle demektedir: Bu hadisin ravileri arasında bulunan Haris ve Arzemî zayıf, Abdullah b. Saîd ise meşhur bir yalancıdır [825]. İbn Hazm'ın söylediği bu söz doğrudur. Zira söz konusu edilen Haris, Haris b. Nebhan olup Buhârî onun, hadisi münker biri olduğunu söylemektedir [826]. Arzemî ise Muhammed b. Abdullah değil, metruk ravilerden biri olan Muhammed b. Ubeydullah'tır [827]. Nitekim Ahmed b. Hanbel de "ulemanın onun hadisini terk ettiklerini" söylemektedir [828]. Abdullah b. Saîd'e gelince İbn Hacer'in dediği gibi o, metruk ravilerden [829] biri olan el-Makburî'dir. İbn Hazm bu hadis hakkında bir değerlendirme yaparak şöyle demektedir: Bu, Resûlullah'a yalan nispet etmektedir. Zira Hz. Peygamber burada "söylemediğimi söylemişimdir" dediği ifade edilmektedir. Hz. Peygamber nasıl olur da söylemediği bir sözü söylemiş olur? Böyle bir şeyi yalancı, zındık, kafir ve ahmak birinden başka kim mümkün görebilir? [830] Hanefi'lerin haber-i vahid konusunda delil olarak kullandıkları hadisin tarikleri bunlardan ibaret olup hiç biri sağlam değildir. Nitekim âlimler mevzu hadisler konusunda telif ettikleri kitaplarında bu hadisi uydurma rivayetler arasında zikretmişlerdir. Nitekim İbnü'l-Cevzî Mevzûât'ında. ravinin bu hadisin isnadının sahih olmadığını söylediğini ifade etmekte, Hattabî'nin ise onun batıl ve asılsız bir rivayet olduğunu söylediğini nakletmektedir [831]. İbn Hazm'ın bu hadisle ilgili sözlerini daha önce zikrettik [832]. Bunlardan daha önce ise Şafiî'nin onu tenkit ettiği bilinmektedir [833]. Ayrıca bu hadisi Sağanı Mevzuât’ında [834], Fettenî Tezkire'sinde [835], Şevkanî Fevmrf'inde [836] uydurma hadisler içerisinde zikretmişlerdir. Aclunî Keşfü'l-hafâ'da kaydettikten sonra onun son derece münker olduğunu söylemiş [837], İbn Hacer ise onu Lisânü'l-mîzan'da Eş'as b. Berraz'ın biyografisinde zikretmiştir [838]. Suyûtî ise, el-Leâliü'l-masnûa adlı eserinde İbnü'l-Cevziye karşı çıkarak bu hadisi mevzu değil de zayıf olarak kabul etmiş, zikrettiği şu hadise dayanarak Ebü'I-Eş'as'ın Sevban'dan hadis işitmiş olduğunu ileri sürmüştür: "Ebü'l-Eş'as es-San'anî'nin Sevban'dan işittiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Allah gelir, ayağını köprüye uzatır..." [839]. Suyütî'nin istidlal ettiği bu hadisin uydurma olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü bu, Allah ile yaratılmışlar arasında onun münezzeh olduğu bir benzeme (teşbih) bulunduğunu açıkça ifade etmektedir. İbn Arrak, Tenzthü'ş-şeriatı'l-merfua adlı eserinde bu konuda Suyûtî'nin yolundan gitmiştir [840]. Ancak söz konusu hadis, onların işine yaramayacaktır. Zira o, olsa olsa mevzu değil de zayıf olabilir. Zayıf hadis ise delil olarak kullanılmaya müsait değildir. Ulemanın bu hadisin lafız ve muhtelif rivayetleri hakkındaki görüşleri bunlardan ibarettir. Âlimler onun uydurma olup sahih olmadığına ve dolayısıyla kendisiyle istidlal edilemeyeceğine hükmetmişlerdir. Cübeyr b. Mut'im'in rivayet ettiği hadise gelince, söz konusu hadis mevzumuzla ilgili bir delil teşkil etmemektedir. "Allah'ın kitabında bulunmayan her şart..." hadisine gelince, Buhârî rivayet etmiş olsa bile, o da konumuzla ilgili olarak herhangi bir delil içermez. Zira o rivayet, Kur'an'a muvafık olmayan şartların kabul olunmaz bir batıl olduğunu bildirmekte, "Kur'an'a muvafık olmayan hadisler" dememektedir. Zira şartla hadis arasında fark vardır. Böyle bir fark olmadığını ileri sürseler bile, "Resûlullah alışverişten ve şarttan men'etti" anlamındaki hadisi ne yapacaklardır? Bu hadis, "Resûlullah, alışverişten ve hadisten men'etti" tarzında söylenebilir mi? Bunu hiçbir kimse söyleyemez. Hanefîlerin haber-i vahid ile ilgili ölçülerini açıklarken söyledikleri "Kitap ve meşhur sünnet asıldır" sözü ise doğrudur. Onda ihtilaf etmeyiz. Zira bu ikisi dinin asıllarındandırlar. Fakat dinin tümü değildirler. Çünkü dinî hükümlerin çoğu haber-i vahid ile sabit olmuştur. Onları reddetmemiz mümkün değildir. Nitekim daha önce haber-i vahidin delil olduğunu ve ona aykırı hareket etmenin caiz olmadığını açıklamış bulunuyoruz. Dolayısıyla burada haber-i vahidin delil olmasının tartışma konusu olduğu söylenemez. "Haber-i vahidin kesin bilgi ifade etmediği- tarzındaki sözleri de doğrudur. Ancak biz ve siz hepimiz ittifak etmekteyiz ki, haber-i vahid, terk ve muhalefeti caiz olmayan bir bilgi ifade eder. Nitekim Hanefîleri Kitap ve meşhur sünnetle bulunmayan bir konuda haber-i vahidin delil olacağı ve onunla istidlal edilebileceği tarzındaki görüşlerinden hareket ederek ilzam etmek de mümkündür. Çünkü o dinî hükümlerin tümünü Kur'an, meşhur sünnet ve haber-i vahid ile bize bizzat Resûlullah bildirmiştir. Resûlullah'tan ise, meşhur sünnet ile haber-i vahidi farklı mütalaa etmemizi ve onları birbirine arzetmemizi buyuran sahih bir delil nakledilmemektedir. Bu, Hanefîlerin mesnetsiz bir hükmü olup onlara muvafakat edemeyiz. Meşhur olsun, âhâd olsun ya hadislerin tümüyle amel ederler veya hepsini toptan terk ederler. Bu ise hiçbir müslümanın kabul etmeyeceği bir şeydir.[841] [802] en-Nisa: 4/80. [803] Abdülazizel-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, II". 10. [804] Ahmed b. Hanbel buna yakın bir metin ile zikretmiştir, bk. Müsned, V, 425. [805] Buharı, Büyu, 67. [806] Serahsî, Usul, I, 364-365. [807] Serahsî, a.e., I, 367-368. [808] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III, 10. [809] Abdülaziz el-Buhârî, a.e., III, 10. [810] Buhârî, et-Tarihu'l-kebir, VIII, 332. [811] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III. 10; ayrıca bk. İbnü'l-Cevzî, el-Mevzuât, I, 258. [812] Şafiî, er-Risâle, s. 224-225. [813] İbn Hazm, el-İhkâm, II, 197-198. [814] İbn Hacer, Takrîbü't-tehzîb, I. 176. [815] Zehebî. Mizânü'l-i'tidâl. I, 537. [816] İbn Hazm. el-İhkâm, U; 198; Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, I, 271. [817] en-Necm: 53/3-4. [818] İbn Hazm, el-İhkâm, II, 198. [819] İbn Hazm, a.e., II, 198. [820] Zehebî, Mizânü'l-i'tidâl, III, 281-282. [821] İbn Hazm, el-İhkâm, II, 198-199. [822] İbn Hazm, el-İhkâm, II, 199. [823] Zehebî, el-Muğnî, I, 91. [824] İbn Hazm, a.e., II, 199. [825] İbn Hazm, a.g.e., II, 199. [826] Zehebî. Mizânü'l-i'tidât, I, 444. [827] İbn Hacer, Taktihâ'l-tehzîb, H, 187. [828] Zehebî, el-Muğnî, II, 610. [829] İbn Hacer, a.g.e., I, 419. [830] İbn Hazm. a.g.e., Iî, 199. [831] İbnü'î-Cevzî, el-Mevzüât l, 258. [832] İbn Hazm, a.g.e., I, 198-199. [833] Şafiî, er-Risâle, s. 225. [834] Sağânî, Mevzüât, s. 64. [835] Fettenî, Tezkire, s. 28. [836] Şevkanî, el-Fevâid, s. 291. [837] Aclûnî, Kegfü'l-hafâ, I, 89. [838] İbn Hacer, Lisânu'l-mizân, I, 454-455. [839] Suyûtî, el-Leâliü'l-masnûa, I, 213-214. [840] İbn Arrak, Tenzihti şşerîa, I, 264. [841] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 245-253. |