๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:40:57



Konu Başlığı: Hadisin dinî esas ve kesin kaidelere aykırı olması
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:40:57
VI. Hadisin Dinî Esas Ve Kesin Kaidelere Aykırı Olması


Hadisin dinî esas ve kesin kaidelere veya kanun koyucunun gözet­tiği ve insanların zihinlerine yerleştirdiği telakkilere aykırı olması, onun sahih olmadığına ve dolayısıyla Resûlullah'a nispet edilemeyeceğine delil teşkil eder. Çünkü dinî kaide ve hükümlerin arasında bir ahengin bulun­masını senedi sahih olsa bile hiçbir haberin zedelemesi, nakzetmesi ve şai­be altında bırakması mümkün değildir.

Söz konusu ettiğimiz bu kesin kaidelerden biri de daha önce ifade ettiğimiz kişinin yalnızca kendi nefsinden sorumlu olacağı ve başkasının işlediği bir suçla sorumlu tutulup muahaze edilemeyeceği esasıdır. İşte bu ölçüye dayanarak hadisçiler aşağıdaki hadislerin uydurma olduğuna hükmetmişlerdir.

a- "Zina yolu ile doğan kişi, babası ve çocuğu cennete gire­mez." [541] Bu rivayet Kur'an ve sünnette mevcut olan birçok nasdan an­laşılmakta olan dinî esaslara aykırı düşmektedir. Nitekim bu rivayetin uy­durma olduğuna hükmedenlerden biri olan İbnü'l-Cevzî daha önce de geçtiği üzere şöyle demektedir:

Zina yoluyla doğan kişinin günahı nedir ki cennete girmesin? Bu gibi hadisler dinî esaslara aykırı düşmektedirler[542].

b- "Herhangi bir kimse zina eder de daha sonra onu terk etmeyip devamlı yaparsa mutlaka ailesinden biri o musibete uğrar" [543] rivayeti.

Bu hadis de dinî esaslara aykırıdır. Çünkü bir kimsenin ettiği zina­nın cezası olarak ailesinden birinin zina etmesi gerekmez. O takdirde cezanın, günahı işlememiş olan kadına yansıması söz konusu olacaktır. Nite­kim bu hususa dikkat etmiş olan Elbânî, hadisin uydurma olduğunu söy­leyerek şöyle demiştir:

Bu hadisin asılsız olduğunu gösteren bir husus da zina eden bir kimsenin eşinin başına böyle bir musibetin geleceğini bil­dirmesidir. Bu, Kur'an'da buyurulan "bir insanın ancak kendi fiilinin karşılığını bulacağı" [544] tarzındaki kesin esasa ters düştüğü için batıldır [545]. Bu örnek söz konusu ölçüye göre amel etmenin gerekliliğini tekit eden bir başka misaldir. Ve buna göre çeşitli âyet ve hadislerle sabit olan şer'î esaslara ters düşen her hadis reddolunur.

İslâm dininin temellendirdiği esaslardan biri de, getirmiş olduğu hükümlerde mutedil oluşudur. Bu hükümlerden bir başkası ise sevap ve azabın verilmesidir. Nitekim "sevabın, ameline göredir" [546] hadisi gere­ğince her iyi amele uygun bir mükafaat olduğu gibi, her günaha da denk bir azap olacaktır. İşte bu esasa dayanarak, az bir iyilik olmaktan öte ge­çemeyen bazı ameller için büyük mükafatlar içeren birçok hadisin uy­durma olduğuna hükmedilmiştir. Öte yandan büyük günah ve haram tü­ründen olmayan, aksine yerine getirmeyenin o denli bir azaba duçar ol­ması mümkün olmayan, olsa olsa sünneti terkten ibaret olan bir fiili işle­yen kimselere çetin bir azap ihtiva eden rivayetlerle ilgili olarak da aynı şey yapılmıştır. Aksi halde farzla sünneti terk etmek arasında bir fark kal­mazdı. Nitekim bu iki çeşit amelin karşılıklarının aynı olduğunu söyleyen herhangi bir İslâm âlimi de olmamıştır.

Bu dinî esasa aykırı düşen hadislerden bazıları şunlardır:

c- "Kim cuma günü her rekatında on Fatiha ve Felak suresi okuya­rak dört rekat kuşluk namazı kılarsa Allah ondan gece ve gündüzün bela­sını defeder. Beni hak din ile gönderen Allah'a andolsun ki, bu kimseye İbrahim, Musa, Yahya ve İsa'nın sevabı kadar sevap yazılır. Onun yolu kesilmez, malı çalınmaz" [547].

Ücretle iş arasındaki münasebeti düzenleyen denklik esasına aykırı olduğu için bu abartılan kabul etmek ve onaylamak mümkün değildir. Zira dört rekat namazın o peygamberlerin ve hatta sadece birinin sevabına veya namazına denk olmasını akıl asla kabul etmez. Nitekim bu esasa dayanan İbnü'l-Cevzî de "İki rekat namaz kılan bir kimsenin Musa ve İsa'nın sevabını kazanacağı nasıl düşünülebilir?" diyerek bu hadisin uydurma olduğuna hükmetmiştir [548]. İbnü'l-Cevzî müezzinlerin mükafa­tı ile ilgili olarak rivayet edilen benzeri bir hadis için de "Amellerin kar­şılığı ile ilgili ne kötü bir uydurmadır bu... Müezzine şehit ve hacı sevabı nasıl söz konusu olabilir?" [549] diyerek tenkitte bulunmuştur.

d- "Kim lâ ilahe illallah derse, Allah o ifadeden yetmiş bin dili bu­lunan, her dilinde yetmiş bin lügati olan ve onun için Allah'tan af dile­yen bir kuş yaratır..." [550] hadisi.

Mükafatta daha önceki hadis gibi mübalağa taşıyan bu hadis ve benzerleri için İbn Kayyım şöyle demektedir: "Bu gibi son derece aşırı mükafaatları içeren rivayetleri uyduran kimseler ya son derece ahmak ve cahildirler veya böylesi sözleri Resûlullah'a nisbet etmek suretiyle onu gözden düşürmek isteyen bir zındıktırlar" [551].

İbn Kayyim bu görüşünde haklıdır. Zira "Hz. Âişe'ye mükafaatın ameline göredir" diyen bir peygamber, kendisine böyle bir söz nisbet edilmekten uzak olmalıdır.

e- "Sarıkla kılınan namaz on bin sevap kazandırır" [552].

Daha önce zikrettiğimiz basit bir amele karşılık bir miktarının dahi hak edilmediği büyük bir mükafaat va'deden rivayetlerden biri olan bu haberin Suyûtî, İbn Arrak, İbn Hacer, Sehavî, Menufî ve Ali el-Karî mev­zu olduğuna hükmetmişlerdir. Elbânî ise şöyle demektedir:

Bana göre bu rivayetin uydurma olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü Cenab-ı Allah, amelleri doğru bir ölçek ile değerlendirecektir. Binaenaleyh, sarıkla kılınan bir namaz için cemaatle kılınan namazın mükafatının kat kat fazlasının verilmesi makul değildir. Kaldı ki sarıkla namaz kılmak ile cemaatle namaz kılmanın dinî hükümleri arasında büyük bir fark vardır. Zira namazda sarık sarmak olsa olsa müstehap olabilir hatta ibadet değil, bir âdet sünneti olması daha doğrudur [553].

Ayrıca bu rivayet şu lafız ile de naklolunmuştur:

"Sarıkla kılınan bir namaz sarıksız kılınan yirmi beş namaza denktir. Sarıklı kılınan bir cu­ma namazı da sarıksız kılınan yetmiş cumaya bedeldir. Melekler cumaya sarıklı olarak katılırlar ve güneş batıncaya kadar sarıklı kimseler için Al­lah'tan af dilerler' [554]. Suyûtî, Zeylü'l-ehâdîsü'l-mevzûa adlı eserinde bu rivayetin uydurma olduğuna hükmetmiştir. Ne var ki aynı Suyûtî uydur­ma hadise yer vermeyeceğini va'detmiş olmasına rağmen bir dikkatsizlik sonucu olarak bu hadisi el-Câmiu's-sagîr adlı eserine de almıştır. Nitekim İbn Hacer basit bir amel için aklı selimin kabul etmeyeceği tarzda müba­lağalı bir mükafat öngördüğü için bu rivayetin uydurma olduğuna hük­metmiş ve metinde bu durum söz konusu olmasaydı senedinde yalancı­lıkla itham edilen biri olmadığı için zayıf olduğunu söylemekle yetinece­ğini ifade etmiştir [555]. Elbânî de bu görüştedir

Senedinde yalancılıkla itham edilen biri olmamakla birlikte, Allah bilinen ölçülere aykırı düşecek şekilde mübalağalı olduğu için bir rivaye­tin uydurma olduğuna dair verilen bu hüküm söz konusu ölçünün değe­rini, hadisçilerin onu ne denli önemsediklerini ve senedinde önemli bir problem bulunmayan metinleri de içine alacak şekilde kullandıklarını or­taya koymaktadır. Binaenaleyh, bu ölçü senedi son derece zayıf olan ha­dislere münhasır değildir. Bu sebeple bir öncekinden daha önemli ve kıy­metli bir ölçüdür.

Buraya kadar basit bir amel karşılığında aşırı mükafat va'dedilmesine dair örnekler verdik. Şimdi de yine küçük bazı hatalara karşılık aşırı ceza öngören bazı örnekler zikredelim,

f- "Kim bu dünyada bıyığını uzatırsa Allah kıyamet gününde onun pişmanlığını uzun eder ve bıyığındaki her kıla karşılık ona yetmiş tane şey­tan musallat kılar. Eğer o kimse o hal üzere ölecek olursa duası kabul ol­maz ve üzerine rahmet inmez..." [556].

Bir bıyık uzatma bu derece bir azabı gerektirebilir mi? Şüphesiz bu denli bir mübalağa rivayetin sahih olmadığına yeterli bir delil teşkil eder. Nitekim bu durum İbnü'l-Cevzî'nin onunla ilgili olarak şu tenkidi yapmasına sebep olmuştur:

"Bu rivayet uydurma olduğu çok açık olan haberlerden biridir. Onu uyduran kimse eğer bir ahmak veya ilimden na­sipsiz bir kimse olmasaydı, bıyık uzatmanın olsa olsa sünnete muhalefet olacağını, bunun da o denli bir azapla tehdide uygun düşmeyeceğini bi­lirdi".

g- "Bir dirhem faiz yiyen kimse, otuz altı kez zina etmiş gibi olur..." [557]. Bu rivayet bir öncekinden daha beterdir. Zira zina, topluma verdiği zararlardan ötürü en büyük günahlardan biridir. Faiz ise büyük bir günah olmasına rağmen, ona bulaşana belli bir ceza tayin edilmemiş­tir. Bir dirhem faizle bir zina arasında bile bir denklik söz konusu olma­masına rağmen otuz altı zina ile bir dirhem faiz arasında nasıl bir denklik olabilir? Veya başka bir rivayette olduğu gibi, faiz yiyen kimse nasıl olur da annesi ile zina eden kişi gibi olabilir? [558] İbnü'l-Cevzî'nin Mevzuatında bu ve benzeri hadislerle ilgili olarak söylediği şu sözler gayet yerin­dedir:

Bilin ki bu rivayetler sahih değildirler. Zira günahların karşılığı ver­dikleri zararlarla ölçülür. Zina ise nesebi bozar ve mirası hakkı olmayana yöneltir. Zina bir yasağı çiğnemekten öteye geçmeyen bir haram lokma yemenin doğurmadığı kötü sonuçları doğurur. Dolayısıyla bu rivayetin sahih olmasına imkan yoktur [559].

İslâmiyetin teşvik ettiği şeylerden biri de hayırlı işleri istemek ve kötü fiillerden uzak durmaktır. Dolayısıyla kişi haklı olduğu sürede içinde hiçbir kimseye karşı bir korku hissi duymaz. Zira ölüm ve hayat Allah'ın elindedir. Şerefsizce ve zulüm içinde yaşamaktansa Allah yolunda şehit olmak daha evladır, Bir müslümanın dininden anlayıp inandığı işte bu doğrultudadır. Bu sebeple eğer kötü ve şerli olsa bile hayatı sevmeyi teşvik eden veya nefse ölümden uzak durma hırsından dolayı cihattan ge­ri kalmayı emreden bir rivayet ile karşılaşılacak olursa tereddütsüz onun uydurma olduğuna hükmedilir. Şu rivayetler bu tür haberlere örnek ola­rak zikredilebilirler:

h- "Kuyruk ol, baş olma" [560].

Zalim bir devlet başkanına karşı hakkı açıkça söylemeyi emreden Resûlullah böyle bir söz söylemiş olabilir mi? Bu rivayetin dinî esaslara ve toplumca bilinen İslâmî kavramlara aykırı olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Elbânî onunla ilgili olarak şöyle demektedir:

Bana göre bu riva­yetin aslı yoktur. O, dilimin tutulduğu, kalbimin sıhhatine meyletmediği bir rivayet, hatta dinden anladığımız, önemli işlere teşvik ve azimeti terci­he prensibine aykırıdır [561].

ı- "Ölümün değil, şer de olsa hayatın tercihini..." [562] rivayeti.

Bu rivayette şerli dahi olsa hayatı ölüme tercih etme söz konusu­dur. Oysa Hz. Peygamber Allah'tan kendisi için hayırlı ise hayatı, ölüm hayırlı ise ölümü istemiştir. Şerli olmasına rağmen hayatı istemek şüphe­siz ki, bu ümmetin Allah'ın kitabı ve Resûlullah'ın hadislerinden anladık­ları dine aykırı bir tutumdur. Nitekim İbn Hacer bu rivayetle ilgili olarak şöyle demiştir:

"Bu rivayet, mânası itibariyle doğru değildir. Zira hayrı, şerrinden fazla olan kimse için ölmek daha hayırlıdır. "Ömrü uzayıp ameli güzel olana ne mutlu. Ömrü uzadığı halde emeli kötü olana da ne yazık!..." mealindeki hadis ile "İnkar edenler sanmasınlar ki kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onların önceki günahlarını artırmaları için fırsat veriyoruz..." [563] âyetinden anlaşılan da budur [564].

Dinimizin sık sık üzerinde durduğu esaslardan biri de insanın Al­lah'a yaklaşması ve ondan uzaklaşmamasını sağlayan gerçek ölçünün ona iman ve salih amel olmasıdır. Dolayısıyla eğer kişi Allah'a inanmıyorsa ne ırk, ne renk, ne meslek ve ne de soyu onu Allah'a yakın veya uzak kıl­maz. Tıpkı "... ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki, Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız O'ndan en çok korkanmızdır" [565] âyetinde buyurulduğu gibi yukarıdaki öl­çüye göre renk, ırk vb. hususları esas alarak kişiyi Allah'a yakın veya uzak gösteren bir rivayetle karşılaştığımız zaman derhal onun uydurma ol­duğuna hükmeder, Resûlullah'a ait olmadığına karar veririz. Hadisçiler bu ölçü ve esasa dayanarak onlarca hadisin uydurma olduğuna hükmet­mişlerdir. Aşağıda bunlara birkaç örnek ile muhaddislerin onlara ilişkin yorumlarını zikredeceğiz.

i- "Bağışlanmış biriyle yemek yiyen kimse bağışlanır" [566] rivayeti.

İbn Hacer bu rivayetin yalan ve uydurma olduğunu söylerken Sehâvî'nin zikrettiğine göre bir başkası da; müslümanlarla beraber kafir ve münafıkların yemek yiyebileceğini ileri sürerek bu rivayetin mânasının mutlak olarak sahih olamayacağını söylemiştir. Ali el-Karî ise şöyle de­miştir:

Kafirlerin günahlarının bağışlanmamış olduğunda şüphe yok­tur [567]. Resûlullah ile birlikte münafık ve kafirler de yemek yemişler, bu sebeple onların bağışlanmış olduklarını iddia eden hiçbir âlim çıkmamıştır. Hz. Peygamber'in münafık ve kafirler için af dilemesinin bile onların ba­ğışlanmalarını sağlamadığına göre bu rivayetin uydurma olduğu ve Al­lah'ın bir kimseyi bağışlaması için öncelikle iman ve salih ameli şart ko­şan dinî esasa aykırılığı kesinleşmiş olur.

k- "Beni Sudanlılardan uzak tutun. Zira onlar ancak mideleri ve cinsellikleri için yaşarlar" [568] rivayeti.

İbn Kayyim Habeşlileri, Sudanlıları Türk ve Memlükler'i zemme­den bütün hadislerien uydurma olduğunu söylemiştir [569].

Herhangi bir toplumun bütün olarak zemmedildiği bu gibi rivayet­ler, ifade ettiğimiz dinî esasa aykırı olup Resûlullah'ın onu söylemiş ol­ması mümkün değildir. Elbânî bu rivayetle ilgili olarak şu değerlendir­meyi yapmaktadır:

Özet olarak bu isnad zayıf olup hüccet teşkil etmez. Metne gelince, onun uydurma olduğundan asla şüphe etmem. İbnü'l-Cevzî onu Mevzûât'ında zikretmekle son derece isabetli davranmıştır. Suyutî'nin yaptığı ise metne ve onun taşıdığı dine aykırı mânaya bakmaksı­zın, sened üzerinde çakılıp kalmaktan ibaret olmuştur. Zira dinin diğer milletlerde olduğu gibi, içlerinde pek çok namuslu ve dindar kimsenin bulunması mümkün olan Sudan toplumunu bir bütün olarak aşağılaması akla nasıl sığabilir? Irkdaşlarına karşı bu denli genel bir aşağılamanın ya­pıldığı kendisine ulaşan gayrı müslim bir Sudanlının İslâmiyet'e karşı tu­tumunun ne olacağı ortadadır [570].

l- "Arab'ın adaletine Türk'ün zulmü tercih edilir" [571] rivayeti.

Ali el-Kârî adaletli kimseler insanların en iyisi, zalimlerin asıllarının ise bozuk olmasına rağmen, bir milletin zulmünü öbürünün adaletinden üstün tutan bu sözün zahiri itibariyle küfür olduğunu söyler [572]. Bu değerlendirme doğrudur. Zira adaletli davranan kimse daima övülür; zalim ise tamamiyle bunun zıddıdır. Söz konusu rivayete gelince bu, Türkler'in zulmünü övmekte, onu Arab'ın adaletinden daha üstün görmektedir. Bu bir ırk üstünlüğüdür. İslâmiyet bunu kabul etmez. Nasıl etsin ki, bunda zulmün övülmesi söz konusudur. Bu rivayette iki husus bir arada bu­lunmaktadır. Bunların biri zulmü övme, diğeri ise bir ırkı öbüründen üs­tün tutmadır. Bu hususların her biri bu rivayetin uydurma olduğuna hük­metmek için yeterlidir.

Dinimizin esaslarından biri de sadece Allah'a ibadet etmek, onu yarattıklarından herhangi birine benzemekten tenzih etmektir. Bu tartış­masız bir husustur. Binaenaleyh bu esasa aykırı düşen herhangi bir riva­yet isnadı ne kadar sahih olursa olsun, reddedilir. Nitekim hadisçiler bu ölçüyü esas alarak tevhide aykırı düşen veya Allah'ı herhangi bir yaratıl­mışa benzetmeyi ifade eden içlerinde aşağıdakilerinde bulunduğu birçok rivayeti reddetmişlerdir:

m- "Cin, insan, şeytan ve melekler yaratıldıkları günden tek saf ola­rak tekrar dirilecekleri güne kadar asla Allah'ı kuşatamazlar." [573] riva­yeti.

İbnü'l-Cevzî, Resûlullah'ın Allah'ın zatının münezzeh olduğu teş­bih ve cisimlendirme suretiyle onu tazim etmeyi ifade eden bu rivayeti söylemiş olamayacağını kaydetmektedir [574].

n- "Allah her cuma gecesi altı yüz bin melekle beraber dünyaya inen nurdan bir kürsü üstüne oturur. Önünde, üzerinde Hz. Peygamber'in ümmetinden Allah'ı görmeyi, bunun keyfiyet ve suretini kabul eden­lerin isimlerinin bulunduğu kırmızı yakuttan bir levha vardır. Onlarla me­leklere karşı övünür..." [575] rivayeti.

İbnü'l-Cevzî bu rivayetle ilgili olarak şöyle demektedir:

"Bu riva­yet uydurmadır. Allah onu uydurana lanet etsin, asla rahmet etmesin. O, Müşebbihe'nin en alçağı, itikadı en bozuk olanıdır. Zannımca o, bu nevi görüşlerini hiçbir âlimle birlikte olmamış müşebbihe sapıklarından başka hiçbir kimseye açıklamış olmamalıdır" [576].

o- "Resûlullah Allah'ı rüyasında ayakları zarif, altın ayakkabılar içinde yüzünde altından bir ben bulunduğu halde, olgun, güzel bir genç suretinde gördü" [577] rivayeti.

Ebu Abdurrahman en-Nesâî:

"Hadis ravilerinden biri olan Mervan kim oluyor ki, Allah hakkında bu şekilde konuşuyor?" derken, Ahmed b. Hanbel bu rivayetin münker olduğunu söylemektedir [578].

ö- "Sizden biriniz bir taş hakkında hüsnü zanda bulunacak olsa, Allah ona karşılığını verir" [579] rivayeti.

İbn Teymiyye bu rivayetin uydurma olduğunu söylerken, İbn Kayyim bunun taşlardan menfaat uman putperestlerin sözü olduğunu ifade etmiştir [580].

Zikretmiş bulunduğumuz bu misallerle İslâm inancına muhalif olan rivayetleri tenkit etmede bu ölçüye baş vurmanın önemini ifade et­miş olduk. Yaratıcı'yı yaratılana benzetme veya Allah'a şirk koşma ve taşların bir yarar sağlayacağına inanmaya delalet eden bu rivayetler, İslâmiyet'in en önemli özelliği olan tevhid ve Allah'ı ona yakışmayan şeylerden tenzih etme esasıyla çatışmaktadır. Nitekim ulemanın onunla il­gili olarak vermiş oldukları hüküm bu ölçünün, senedin sıhhat veya zayıf­lığına bakılmaksızın metne tatbik edilmesinin önemini teyit etmektedir. Çünkü bazan metni incelemek suretiyle bir hadis hakkında hüküm ver­mek onun ravi ve senetlerini incelemekten çok daha önemli olmaktadır. Nitekim hadisçiler birçok yerde bu hususu vurgulamaktadırlar.

Dinî esaslara diğer metinlerden çıkan ve kendilerine itimat edilen şu hüküm ve kaideleri de ilave etmek; bu nevi hüküm ve kaidelere aykırı anlam taşıyan rivayetlerin ise sahih olmadığına hükmetmek gerekir. Şu rivayetler buna örnek olarak zikredilebilir:

p- "Kim hacceder de kabrimi ziyaret etmezse bana cefa etmiş olur.” [581]

Bu hadisin uydurma olduğunu ifade eden Elbânî şöyle demekte­dir:

Resûlullah'a eziyet etmek eğer küfür değilse, mutlaka büyük günah­lardandır. Buna göre onu ziyaret etmeyen kimse büyük günah işlemiş olur. Bu ise Hz. Peyganıber'i ziyaretin de hac gibi farz olmasını gerekti­rir. Oysa hiçbir müslüman bunu iddia etmemektedir. Zira onu ziyaret et­mek her ne kadar bir ibadet ise de, ulema nezdiride müstehaptan öte bir hüküm taşımaz. Hâl böyle olduğuna göre onun kabrini ziyaret etmeyen kimse nasıl olur da Resûlullah'a cefa etmiş, ondan yüz çevirmiş olabilir? İşle bu hususlar dikkate alındığında bu rivayetin uydurma olduğu ortaya çıkar [582].

r- "Kim Ramazan'ın son cumasında bir farz namazı kaza ederse, bu onun yetmiş seneye kadar kılmadığı bütün namazları karşılar." [583]

Ali el-Kârî, herhangi bir ibadetin yıllarca kılınmayan namazların yerini tutmayacağı hususundaki icmaa zıt olduğu gerekçesiyle bu rivaye­tin kesinlikle batıl bir söz olduğunu söylemiştir [584].

s- "Sû-i zan ederek insanlardan korununuz" [585].

Bu rivayet dinimizde birçok delille sabit olan insanlara sû-i zanda bulunulmaması gerektiği ve bazı zanların günah olduğu hükmüne aykırı­dır. Dolayısıyla onun uydurma olduğuna hükmetmek son derece tabiîdir. Nitekim Elbânî bu rivayetle ilgili olarak şöyle demektedir:

Bana göre bu rivayet münkerdir. Zira müslümanlara, kardeşlerine sû-i zanda bulunma­malarını emreden Hz. Peygamber'in birçok hadisine aykırı düşmektedir. Buharı ve başkalarının rivayet ettiği "Zandan sakınınız. Çünkü zan, sözle­rin en yalan olanıdır..." [586] Anlamındaki hadis de bunlardan biridir. Son­ra bu batıl esasa göre insanlara muamele etmek de mümkün değildir [587].

Söz konusu bu ölçüye dayanarak sahih olmadığına hükmedilen onlarca haberin küçük bir bölümden ibarettir. Bu rivayetlerin her birini benzeri diğerleri için bir delil yaptım. Çünkü dinin esas ve kuralları pek çoktur. Bize düşen bu ölçüyü pek çok hadise teşmil ederek dikkatli bir şekilde uygulamaktır. Ta ki hadis kitapları onlara arız olan, Resûlullah'ın söylemekten veya mânasını kasdetmekten berî olduğu vehim ve uydurmalardan temizlenebilsinler.[588]



[541] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzâât, III, lll.

[542] A.g.e., III, 111.

[543] A.g.e., III, 111; el-Elbânî, Silsiletü'l-ehâdîsi'z-zaîfe, I, 47.

[544] en-Necm: 53/39.

[545] el-Elbânî, a.e., I, 47-48.

[546] Müslim, "Hac", 126.

[547] İbnu'l-Cevzî, el-Mevzuât. ll, 112.

[548] A.g.e., II, 112.

[549] A.g.e., II, 89.

[550] İbn Kayyyim, el-Menârü'l-münif s. 50-51.

[551] A.y.

[552] el-Elhânî, Silsiletü'l-ehâdisi'z-zaîfe, l, 161.

[553] el-Elbânî. a.e., I, 161.

[554] el-Elbânî, a.e., I, 158.

[555] el-Elbânî, a.e., I, 159-160.

[556] İbnü'I-Cevzî, el-Mevzliât, III, 52.

[557] A.e., II, 245.

[558] A.e., II, 245.

[559] A.g.e., IV, 248.

[560] el-Elbânî, Silsiletü'l-ehâdîsi'z-zaîfe, I, 318.

[561] el-Elbânî, a.e., I, 318.

[562] Ali el-Kârî, el-Mevzûatü'l-kübrâ, s. 226.

[563] Âli İmrân: 3/178.

[564] Ali el-Kârî, el-Mevzûatü'l-kübrâ, s. 226.

[565] el-Hucurat: 49/13.

[566] Ali el-Kârî, a.e., s. 23!.

[567] A.y.

[568] İbn Kayyim, el-Menârü'l-münîf, s. 101.

[569] A.g.e., s. 101.

[570] el-Elbânî, Silsiletü ehâdîsi'z-zaîfe, II, 157-158.

[571] Ali el-Kârî, el-Mevzutü'l-kübrâ, s. 173.

[572] A.g.e., s.  174.

[573] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzuât, I, 114.

[574] A.y.

[575] İbnü'l-Cevzî, a.e., I, 122.

[576] A.y.

[577] A.g.e., I,  125.

[578] A.g.e., I,  125.

[579] Ali el-Kârî, el-Mevzûatü'l-kübrâ, s. 288.

[580] A.y.

[581] el-Elbânî, Silsiletü ehadisi'z-zaîfe, I, 56.

[582] el-Elbânî, a.e., I, 56.

[583] Ali el-Kâri, el-Mevzâatü'l-kübrâ, s. 356.

[584] Ali el-Kârî, a.e., s. 356.

[585] el-Elbânî, a.e.. I, 186.

[586] Buhârî, Vasaya, 8.

[587] el-Elbânî, a.e.. I, 186.

[588] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 175-185.