Konu Başlığı: Hadis metninin tarihî bilgilere arzı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:07:54 IV. Hadis Metninin Tarihî Bilgilere Arzı Hadiste, söz konusu edilen hadisenin meydana geldiği zamana delalet eden bir bilgi varsa ve bu bilgi de muhaddisin söz konusu olayın gerçek vakti ile ilgili bilgisine ters düşüyorsa; o, bu hadisin tümden sahih olmadığına hükmeder. Şayet râvilerden biri tarafından hadise ziyade yapılmış ve bunu hadisin diğer kısmından ayırmak mümkün ise, sadece söz konusu fazlalığın sahih olmadığına hükmeder. Muhaddislerin tarihi, hadîslerin sahihlerini zayıflarından ayırmak için bir ölçü olarak kullanması, birçok örnekle teyit edilebilecek bir husustur. Buhârî, Müslim ve diğer tanınmış hadis kitaplarında bunun misalleri bulunabilir. Biz şimdi muhaddislerin bu ölçüyü kullandıklarını ortaya koymak için, bu örneklerden bazılarını zikredeceğiz. a. İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Müslümanlar Ebu Süfyan'a ilgi göstermiyor ve onunla bir arada durmuyorlardı. Bunun üzerine Ebu Süfyan Hz. Peygamber'e gelerek: "Ey Allah'ın elçisi! Sizden şu üç şeyi talep ediyorum" dedi. Hz. Peygamber: "Pekala!" buyurdu. Bunun üzerine Ebu Süfyan: "Kızım Ümmü Habîbe Arab'ın en güzel kızıdır. Onu sana vereyim" dedi. Hz. Peygamber: "Pekiyi" buyurdular.." [478]. Hadisçiler, bu hadisin metnini tarihi kullanmak suretiyle tenkit etmişlerdir. Şöyle ki; bilindiği üzere Ebu Süfyan Mekke'nin fethi esnasında müslüman olmuştur. Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlenmesi ise bundan çok daha önceye ait olup Habeşistan'a hicret günlerine tesadüf etmiş ve onun mehrini de Necaşi belirlemiştir. Bunun için, İbn Hazin bu rivayetin uydurma olduğunda hiçbir kuşkusunun olmadığını söylemiştir [479]. Bazı hadisçiler ise daha sonra beyan edeceğimiz üzere bu iki durumun arasını uygun düşmeyen tarzda uzlaştırma cihetine gitmişlerdir. Şüphesiz tarih, hiçbir zaman insanı yanlışa düşürmeyen doğru bir ölçüdür. Ancak burada, hadisteki bilgilere muhalif tarihî malumatın kesin doğru olması gerekir. Tarihte vuku bulduğu kesin olmayan olaylara gelince, hadisin onlarla karşılaştırılması doğru değildir. b. İkinci örnek ise Müslim'in Sahîh'inde yer alan ve Cabir b. Abdullah'ın Hz. Peygamber'in haccından söz eden rivayetidir. Söz konusu rivayette Hz. Peygamber'in kurban bayramı günü öğlen namazını Mekke'de kıldığı belirtilmektedir [480]. İbn Ömer hadisinde ise: "Resûlullah'ın kurban bayram günü ziyaret tavafı yaptıktan sonra tekrar Mina'ya döndüğü ve öğlen namazını orada kıldığı" beyan edilmektedir [481]. Bu iki rivayet arasında açık bir çelişki söz konusudur. Büyük bir zorlama olmadıkça aralarını uzlaştırma mümkün olmayan bu ihtilafı tenkit eden İbn Hazm, bu iki rivayetten birinin kesin olarak uydurma olduğunu söylemektedir [482]. Fakat bu iki rivayetten hangisinin sahih, hangisinin uydurma olduğunu en iyi Allah bilir. Her ne kadar muhaddi si erden, haccı başından sonuna kadar anlatması dolayısı ile Cabir'in rivayetini tercih edenler varsa da bu, çok sağlam değildir. İleride bu konuda daha fazla bilgi verilecektir. c. Hz, Peygamber'in Kabe'den alınarak Mi'raç için gece yolculuğuna çıkarıldığı (İsra) olayını anlatan rivayette yer alan Peygamber'e vahiy gelmezden önce bir gece kendileri Mescid-i Haram'da uyurken ona üç kişi geldi... "[483] tarzındaki ifade Buhârî ve Müslim'in eliştirildikleri rivayetlerdendir. Bu rivayet, bütün müslümanlarca bilinen ve hiç kimsenin şüphe etmediği, "İsrânın Hz. Muhammed'in nübüvvetinden sonra olduğu tarzındaki" bilgiye ters düşmektedir ve bunun delilleri pek çoktur. Bunun için muhaddisler, kesin bilgi ile sabit olan tarihî malumata aykırı bu ifadelerden dolayı Buhârî ve Müslim'i eleştirmişler ve bu rivayetin râvisini yanılmakla itham etmişlerdir. İleride bu konuda geniş açıklama yapılacaktır. d. Tirmizî ve diğer hadis kitaplarında yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber Mekke'nin fethi günü Abdullah b, Revaha'nın okuduğu şu şiirle Mekke'ye girmiştir: Ey kâfir çocukları! Onun yolundan çekilin. Bugün size, ona indirilen Kur'an gereğince öyle bir darbe indirebiliriz ki, bütün başları yerlerinden kaldırır ve dosta dostu unutturur. Tirmizî rivayetin bu tarikten hasen, sahih ve garîb olduğunu söylemiş [484] ve Abdürrezzak'ın rivayet ettiği başka bir hadiste Hz. Peygamber'in önünde Ka'b b. Mâlik olduğu halde kaza umresi (umretü'1-kaza) amacıyla Mekke'ye girdiği haberine yer vermiştir. Bazı hadis âlimlerine göre bu haber daha doğrudur. Çünkü, Abdullah b. Revana Mu'te savaşında şehid edilmiştir. Kaza umresi ise bu savaştan sonra olmuştur [485]. Bu hadis hakkında İbn Kayyim şöyle demektedir: Bu bir yanılgıdır; çünkü İbn Revana Mu'te savaşında şehid edilmiştir. Mu'te savaşı ise, Mekke'nin fethinden dört ay öncedir. Bu duruma göre, Hz. Peygamber'in huzurunda ancak İbn Revaha'nın şiiri okunmuş olabilir [486]. e. Buhârî'nin Ebu Vail'den rivayetine göre Mesrûk b. el-Ecda': Bana Hz. Âişe'nin annesi Ümmü Rûman, İfk hadisini rivayet etti..." [487]. Ulemâdan birçoğu bunun apaçık bir hata olduğunu söylemiştir. Çünkü Ümmü Rûman, Hz. Peygamber zamanında vefat etmiş ve Resûlullah, onun kabrine inerek: "Kimin cennet hurilerinden bir kadına bakmak hoşuna giderse, buna baksın" [488] buyurmuştur. Öte yandan bazı âlimler: "Mesrûk, Ümmü Rûman hayatta iken Medine'ye gelmiş ve ondan hadis almış olsaydı Resûllah'la karşılaşmış ve ondan da hadis dinlemiş olurdu. Halbuki o, Medine'ye Hz. Peygamber'in vefatından sonra gelmiştir [489]" demişlerdir. Ancak İbn Hacer bu görüş sahiplerini, Ümmü Rûman'ın Hz. Peygamber devrinde öldüğü görüşleri dolayısıyla tenkit ederek, bu konuyu onlarla tartışmış ve Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin, râvilerinden birinin tek kalmış olmasına rağmen, sened yönünden daha sahih olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca, öbür hadisin ise, râvilerinden birinin zayıf olması sebebiyle onun kadar kuvvetli olmadığını; bu konuyu Fethu'l-bâri’nin mukaddimesinde ve el-İsâbe'de izah ettiğini söylemiştir [490]. Burada İbn Hacer'in tercihi, senede ve râvilerin sağlamlığına dayanmaktadır. İbn Hacer el-İsâbe'de Ümmü Rûman'ın vefat tarihini İbn Sa'd, İbn Abdilber ve Vâkıdî gibi çeşitli tarihçilerden hicrî 4., 5. ve 6. yıl olarak nakletmektedir. Bana göre, eğer onların bu konudaki delilleri, daha önce geçen Ali b. Zeyd b. Ced'ân hadisi ise -ki o hafızasının iyi olmaması sebebiyle zayıf sayılmıştır- ve bundan daha güçlü bir rivayet yoksa İbn Hacer'in tercihini daha güçlü kabul etmek yerinde olur. Eğer onların elinde başka bir delil varsa ve bunu söz konusu rivayetin üstünlüğünü açıklamak için zikretmişler ise, bu durumda görüşlerinin doğru olma ihtimali vardır ve yanlışlık Buhâri’nin rivayet ettiği hadisin râvilerinden birinden kaynaklanmış olabilir. Yine de doğru olanı en iyi bilen Allah Teâlâ'dır. İki rivayetten hangisi diğerine tercih edilmiş olursa olsun, bizi asıl ilgilendiren, bu ölçü esas alınarak söz konusu rivayete yöneltilen tenkit ve eleştirilerdir. f. Bir başka örnek de İfk hadisinde yer alan Hz. Peygamber'in: "Ailem konusunda beni rahatsız eden bir kişi hakkında bana kim yardım eder?" buyurduğu, Abdüleşhel oğullarına yakın olan Sa'd b. Muaz'ın ayağa kalkarak: "Ey Allah'ın elçisi! Ona karşı sana ben yardım edeceğim" dediği..." [491] şeklindeki rivayettir. İbn Kayyim bu durumun ilim sahibi birçok kişiye şüpheli geldiğini söylemiştir. Çünkü hiçbir ilim adamı, onun hicretin 5. yılında, Hz. Peygamber'in Benî Kureyza hakkındaki kararım müteakip öldüğüne karşı çıkmamıştır. İfk olayı ise cumhura göre hicretin 6. yılında meydana gelmiş olan Benî Mustalik gazvesinde vuku bulmuştur [492]. Bu probleme çeşitli şekillerde cevap verilmiştir. Buhârî'nin, Musa b. Ukbe'den hikaye ettiğine göre, Benî Mustalik savaşı, hicretin 4. yılında meydana gelmiştir. Vâkıdiye göre ise, söz konusu gazve hicretin 5. yılında vuku bulmuş, Benî Kureyza ve Hendek savaşları da bundan sonradır. Kadı İsmail b. İshak'a göre ise, bu konuda tarihçiler ihtilaf etmektedirler. Tercihe şayan olan, Benî Mustalik gazvesinin Hendek savaşından önce olmasıdır. Bu durumda herhangi bir problem kalmamaktadır. Ancak ulema bunun tersi kanaata sahiptirler. Nitekim ifk hadisesinde de bunun hilafına delalet eden bir ifade bulunmaktadır. Şöyle ki; Hz. Âişe olayın hicab âyeti indikten sonraya ait olduğunu söylemektedir. Hicab âyeti ise, Hz. Zeyneb bnt. Cahş hakkında nazil olmuştur. Bu esnada Zeyneb, Hz. Peygamber'in nikâhı altında idi. Resûlullah ona Âişe hakkında sormuştu. Tarihçilere göre Hz. Peygamber'in Zeyneb'le evlenmesi hicretin 5. senesinin Zilkade ayında olmuştur. Bu duruma göre de Musa b. Ukbe'nin görüşü doğru olamaz [493]. Muhammed b; İshak, Benî Mustalik gazvesinin hicretin altıncı yılında ve Hendek savaşından sonra olduğunu belirterek İfk hadisesini de bu sene içinde zikretmektedir. Ancak o, bu hadisi -Zührî, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Âişe senediyle rivayet ederek şöyle demektedir; "Useyd b. el-Hudayr kalkarak 'Ona karşı sana ben yardım ederim' dedi ve Sa'd b. Ubade'yi alıkoydu. Sa'd b. Muaz'ı ise hiç zikretmedi." İbn Hazm'a göre kesin doğru olan budur ve diğer rivayette Sa'd b. Muaz'ın zikredilmesi bir yanılgıdır. Zira Sa'd b. Muaz'ın Benî Kureyza'nın fethi sonrası vefat ettiği kesindir. Bu ise hicretin 4. senesinin Zilkade ayının sonuna rastlamaktadır. Benî Mustalik gazvesi ise, hicretin 6. yılının Şaban ayında, Sa'd'ın ölümünden bir yıl sekiz ay sonra vaki olmuştur. Bu duruma göre, adı geçen iki kişi arasındaki karşılıklı konuşma, Benî Mustalik gazvesinden döndükten elli günden daha fazla bir süre sonra cereyan etmiştir. İbn Kayyim kendi kanaatini: "Bence doğru olan Hendek savaşının hicretin 5. yılında olduğudur [494]" şeklinde belirtmektedir. Bu uzun nakillerden, hadisçilerin bu hadisi sadece metin yönünden bazı tenkidlere tabi tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bütün bu tenkidler de hadisin metnini tarihî bilgilere arzetme esasına dayanmaktadır. g. Hayber halkından cizyenin kaldırıldığına dair mektupla ilgili rivayet. Yahudiler, Hz. Peygamber'e ait olduğunu ileri sürdükleri bir mektubun bulunduğunu ve o mektupta Resûlullah'ın kendilerinden sorumluluk, zorla emir altına girme ve cizye vermeyi kaldırdığı bildirildiğini iddia ettiler. Bu habere şahit olarak Sa'd b. Muaz, Muaviye b. Ebu Süfyan ve başkalarını gösterdiler [495]. Yahudilerin bu mektubu ilk olarak İbn Cerîr et-Taberî zamanında ayrıca Hatîb el-Bağdâdî ve İbn Teymiyye zamanında ortaya çıkardıkları [496] görülüyor. İslâm âlimleri bu haberi her asırda tenkit ederek zayıf ve uydurma olduğunu beyan etmişlerdir. Bunu metne bakarak tenkit edenlerden biri de İbn Kayyim'dir. Onun tenkidlerinden bir kısmı şunlardır; 1. Bu mektupta Sa'd b. Muaz'ın şahidliğinden söz edilmektedir. Halbuki o bundan daha önce ve Hendek savaşında ölmüştür. 2. Onda "Muaviye b. Süfyan şu şekilde yazdı" denilmektedir. Halbuki Muaviye, Mekke'nin fethi esnasında müslüman olmuş olup serbest bırakılanlardandır. 3. Cizye âyeti o sıralarda henüz indirilmemiş olması dolayısıyla ne sahabe, ne de Araplar onu bilmiyorlardı. Cizye âyeti Tebuk savaşından sonra nazil olmuş olup Hz. Peygamber onu ilk olarak Necran hıristiyanları ile Yemen yahudilerine uygulamıştır; Medine yahu dil erinden ise cizye alınmamıştır. Çünkü onlar bu âyet nazil olmadan önce Hz. Peygamber'le anlaşma yapmışlardı; sonra onlardan bir kısmı öldürüldü. Kalanlar ise Hayber ve Şam'a sürgün edildiler. Hayberliler Hz. Peygamber'le cizye farz kılınmadan önce anlaşma yapmışlardı. Cizye âyeti nazil olunca, mevcut durum olduğu gibi devam ettirildi ve cizye daha önceden anlaşma yapılmayanlara uygulandı. Bundan dolayı da Hayberlilerle ilgili haber hakkında şüphe bulunmaktadır. 4. Söz konusu belgede "Yahudilerden ek vergi ve angaryanın kaldırılıdığı" ifade edilmektedir. Halbuki bu zamanda onlardan alınan ne angarya, ne de ek vergi alınması söz konusu idi. 5. Hz.. Peygamber onlara bağlayıcı bir taahhüdde bulunmamıştır, aksine "Dilediğiniz şekilde size davranacağız" demiştir. Resûlullah'ın, ehl-i zimmet için bağlayıcı ve devamlı olan cizyeyi kaldırıp sonra da onlar hakkında bağlayıcı ve devamlı bir eman tanımaması mümkün değildir. 6. Bu tür haberlerin nakli için pek çok sebep söz konusudur. Buna rağmen nasıl oluyor da böyle bir olayı sahabe, tabiîn ve sünneti nakleden hadis âlimleri habersiz oluyorlar ve bu olayın bilgisi ve nakli sadece Yahudilere kalıyor? 7. Eğer bu haber doğru olmuş olsaydı, ona muhalefet etmede bütün ashab, tabiîn ve fakihler birleşmezdi. "Hayberlilere cizye farz değildir" diyen hiçbir sahabe olmadığı gibi, tabiîn ve fakihlerden de herhangi biri yoktur" [497]. Bunlar İbn Kayyim'in bu metinle ilgili tenkidlerin bir kısmıdır. O, bunları söz konusu metni esas alarak ve tarihî bilgilerle Hayberlileri çevreleyen şartları kullanarak yapmıştır. İbn Kayyim'in bu tenkidi objektif olup, ona karşı bu rivayetin sahih olduğunu iddia eden hiç kimsenin bir hüccet veya aklî delil getirmesi mümkün değildir. h. Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber Tebuk savaşından döndüğünde onu Sa'd b. Muaz el-Ensârî karşıladı. Hz. Peygamber onunla musafaha ettikten sonra ona: "Ellerinin kazandığı bu şey nedir?" diye sordu. Ya Resûlullah! Taşı küreğe vuruyorum [498] ve onunla kazandığımı aileme harcıyorum, diye cevap verdi. Enes'e göre Hz. Peygamber onun elini öperek: "Bu, cehennemin ebediyyen dokunmayacağı bir eldir" buyurmuştur [499]. İbnü'l-Cevzî bu hadisin uydurma olduğunu açıklamak için tarihî bilgileri kullanarak şöyle demiştir: "Bu, uydurma bir hadis olup onu uyduran da tarih bilgisi yönünden son derece cahil birisidir. Zira Sa'd b. Muaz, Tebuk savaşında hayatta değildi. Çünkü o, Hendek savaşında kendisine bir ok isabet etmesi dolayısı ile Benî Kureyza savaşından sonra ölmüştü. Benî Kureyza savaşı, hicretin beşinci senesinde, Tebuk savaşı ise 9. yılında olmuştu..." [500]. Söz konusu garîb metne yöneltilen bu tenkidin, yerinde olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Hz. Peygamber'in ashaptan birinin elini öpmesi, tuhaf bir durum olup bu hadis dışında başka bir rivayette de böyle bir şey ondan naklolunmamıştır. Madem ki böyle bir olay olmamıştır, Öyleyse hiçbir kimsenin Resûlullah, bir sahabînin elini öptü demesi mümkün değildir. k. Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in Hz. Âişe ile evlenmesi hakkındaki rivayette şöyle dediği nakledilmektedir: "...Sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir! Allah Teâlâ bana, sana dost olmamı emretti". Ebu Bekir'in üç kızı vardı ve onları Hz. Peygamber'e teklif etti de Resûlullah, Hz. Âişe'yi kastederek “Allah bununla evlenmemi emretti" buyurdu ve onunla evlendi" [501]. Bu hadisin metnini doğru tarihî bilgilere arzettiğimizde, rivayetin sahih olmadığını görüyoruz. Şöyle ki: Söz konusu rivayette Hz. Ebu Bekir'in üç kızı olduğu ifade edilmektedir. İbnü'I-Cevzî bu hususa dikkat çekerek onu tenkit eder ve: "Bu rivayeti uyduran ne kadar ilimden nasipsizmiş!" der. Çünkü Hz. Peygamber Âişe ile Mekke'de iken evlenmişti ve bu esnada Ebu Bekir'in üç kızı bulunmamaktaydı. Sadece Esma ve Âişe vardı. Ebu Bekir'in Ümmü Gülsüm adındaki kızı, onun vefatından sonra dünyaya gelmiştir [502]. İbnü'l-Cevzi’nin söyledikleri doğrudur. Zira Ebu Bekir, hamile olan hanımı Habîbe'yi bir rivayete göre ise Harice b. Zeyd el-Ensârî'nin kızı Fahite'yi geride bırakarak vefat etmiştir. Daha sonra Ümmü Gülsüm dünyaya gelmiş, büyüyüp ergenlik çağına geldiğinde onunla, önce Talha b. Ubeydullah, kısa bir müddet sonra da Abdurrahman b. Abdullah el-Mahzumî evlenmişler ve her ikisinden de çocuğu olmuştur. Ümmü Gülsüm'ün kız kardeşi Hz. Âişe'den rivayetleri bulunmaktadır [503]. İbn Hacer onu böyle tanıtmaktadır. Sahih ve gayr-i sahih hadis kitaplarını kapsayan bu çeşit tenkidler, araştırıcı için bu ölçünün önemini ve rivayetleri tenkitteki etkisini ortaya koymaktadır. Nitekim muhaddislerin hadisleri çeşitli şekillerde tenkit ederken uygulamaları da bunu teyit etmektedir. Görüldüğü üzere, bu ölçünün sonuçları doğru, sahih ve güvenilirdir. Bu ölçünün kullanılmasında gözönünde bulundurulacak yegane şart, özellikle hadisin senedinin sahih olması durumunda, hadiste yer alan anlama aykırı tarihî bilgilerin sahih ve sabit olmasıdır. Dolayısı ile tenkidçi, hadisi red veya sahihliğine hükmetme noktasında acele etmemeli, aksine bu konuda araştırma ve incelemeyi derinleştirmeli, bir hadisle ilgili olarak yazılanların tümünü mütalaa etmeli, sonra da kendi düşünce ve aklını kullanmalıdır. Bundan sonra, eğer isabet ederse iki ecir, hata ederse elinden gelen bütün gayreti ve araştırmayı ortaya koyduğu sürece içtihadının karşılığı bir ecir vardır. [504] [478] Söz konusu rivayette istenen diğer iki şey ise: Muaviye'yi vahiy kâtibi yapması ve kendisine emirlik vermesidir. M. Müslim, Fedâilü's-sahabe, 168. [479] Emir es-San'anî, Tavdih, I, 129-130. [480] Müslim, Hac, 147. [481] Müslim, Hac, 335. [482] Kevserî, Haşiye alâ şurûti’l-eimme, s. 82. [483] Müslim, İman, 262. [484] Tirmizî, Edeb. 70. [485] Tirmizî, Edeb, 70. [486] İbn Kayyim, Zâdül-meâd, II, 157. [487] Buhârî, Fedâilü's-sahabe, 30. [488] Bu haberin senedinde yer alan Ali b. Zeyd b. Ced'ân zayıftır. [489] İbn Kayyim. Zâdü'l-meâd, II, 116. [490] İbn Hacer, elîsâbe, VIII, 206-210. [491] Buhârî, Kitâbü'l-meğâzi 34. [492] İbn Kayyim, Zâdü'l-meâd, II 115. [493] İbn Kayyim, a.e., II, 115. [494] İbn Kayyim, a.e., II, 115-116. [495] Ebu Gudde, Haşiye ale'l-Menâri'l-münîf, s. 103. [496] Ebu Gudde, a.e., s. 105. [497] İbn Kayyım, el-Menârü'l-münîf, s. 102-105. İbn Kayyim bu tenkitlerini. 10 madde halinde sıralamıştır. Biz burada bir kısmını zikrettik. Diğerleri için söz konusu kaynağa bakılabilir. [498] Metinde geçen kelimesi kıvılcım çıkaran beyaz taş anlamındadır. Ancak ben bu uydurmacının bunu hangi amaçla uydurduğunu anlayamadım. [499] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzûât, II, 251. [500] İbnü'l-Cevzî, a.e., II, 251. [501] İbnü'I-Cevzî, a.e., ll, 8. [502] İbnü'I-Cevzî, a.e., II, 8. [503] İbn Hacer, el-İsâbe, Vlll, 296. [504] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 158-167. |