๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:07:54



Konu Başlığı: Hadis metninin tarihî bilgilere arzı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Haziran 2011, 20:07:54
IV. Hadis Metninin Tarihî Bilgilere Arzı


Hadiste, söz konusu edilen hadisenin meydana geldiği zamana de­lalet eden bir bilgi varsa ve bu bilgi de muhaddisin söz konusu olayın gerçek vakti ile ilgili bilgisine ters düşüyorsa; o, bu hadisin tümden sahih olmadığına hükmeder. Şayet râvilerden biri tarafından hadise ziyade ya­pılmış ve bunu hadisin diğer kısmından ayırmak mümkün ise, sadece söz konusu fazlalığın sahih olmadığına hükmeder.

Muhaddislerin tarihi, hadîslerin sahihlerini zayıflarından ayırmak için bir ölçü olarak kullanması, birçok örnekle teyit edilebilecek bir hu­sustur. Buhârî, Müslim ve diğer tanınmış hadis kitaplarında bunun misal­leri bulunabilir.

Biz şimdi muhaddislerin bu ölçüyü kullandıklarını ortaya koymak için, bu örneklerden bazılarını zikredeceğiz.

a. İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Müslümanlar Ebu Süfyan'a ilgi göstermiyor ve onunla bir arada durmuyorlardı. Bunun üzerine Ebu Süfyan Hz. Peygamber'e gelerek:

"Ey Allah'ın elçisi! Siz­den şu üç şeyi talep ediyorum" dedi. Hz. Peygamber:

"Pekala!" buyur­du. Bunun üzerine Ebu Süfyan:

"Kızım Ümmü Habîbe Arab'ın en güzel kızıdır. Onu sana vereyim" dedi. Hz. Peygamber:

"Pekiyi" buyurdu­lar.." [478].

Hadisçiler, bu hadisin metnini tarihi kullanmak suretiyle tenkit etmişlerdir. Şöyle ki; bilindiği üzere Ebu Süfyan Mekke'nin fethi esna­sında müslüman olmuştur. Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlen­mesi ise bundan çok daha önceye ait olup Habeşistan'a hicret günlerine tesadüf etmiş ve onun mehrini de Necaşi belirlemiştir. Bunun için, İbn Hazin bu rivayetin uydurma olduğunda hiçbir kuşkusunun olmadığını söylemiştir [479].

Bazı hadisçiler ise daha sonra beyan edeceğimiz üzere bu iki durumun arasını uygun düşmeyen tarzda uzlaştırma cihetine gitmişlerdir.

Şüphesiz tarih, hiçbir zaman insanı yanlışa düşürmeyen doğru bir ölçüdür. Ancak burada, hadisteki bilgilere muhalif tarihî malumatın kesin doğru olması gerekir. Tarihte vuku bulduğu kesin olmayan olaylara gelince, hadisin onlarla karşılaştırılması doğru değildir.

b. İkinci örnek ise Müslim'in Sahîh'inde yer alan ve Cabir b. Ab­dullah'ın Hz. Peygamber'in haccından söz eden rivayetidir. Söz konusu rivayette Hz. Peygamber'in kurban bayramı günü öğlen namazını Mek­ke'de kıldığı belirtilmektedir [480].

İbn Ömer hadisinde ise:

"Resûlullah'ın kurban bayram günü ziya­ret tavafı yaptıktan sonra tekrar Mina'ya döndüğü ve öğlen namazını orada kıldığı" beyan edilmektedir [481].

Bu iki rivayet arasında açık bir çelişki söz konusudur. Büyük bir zorlama olmadıkça aralarını uzlaştırma mümkün olmayan bu ihtilafı ten­kit eden İbn Hazm, bu iki rivayetten birinin kesin olarak uydurma oldu­ğunu söylemektedir [482]. Fakat bu iki rivayetten hangisinin sahih, hangisi­nin uydurma olduğunu en iyi Allah bilir. Her ne kadar muhaddi si erden, haccı başından sonuna kadar anlatması dolayısı ile Cabir'in rivayetini ter­cih edenler varsa da bu, çok sağlam değildir. İleride bu konuda daha faz­la bilgi verilecektir.

c. Hz, Peygamber'in Kabe'den alınarak Mi'raç için gece yolculu­ğuna çıkarıldığı (İsra) olayını anlatan rivayette yer alan Peygamber'e vahiy gelmezden önce bir gece kendileri Mescid-i Haram'da uyurken ona üç kişi geldi... "[483] tarzındaki ifade Buhârî ve Müslim'in eliştirildikleri rivayetlerdendir.

Bu rivayet, bütün müslümanlarca bilinen ve hiç kimsenin şüphe et­mediği, "İsrânın Hz. Muhammed'in nübüvvetinden sonra olduğu tarzın­daki" bilgiye ters düşmektedir ve bunun delilleri pek çoktur. Bunun için muhaddisler, kesin bilgi ile sabit olan tarihî malumata aykırı bu ifadeler­den dolayı Buhârî ve Müslim'i eleştirmişler ve bu rivayetin râvisini yanıl­makla itham etmişlerdir. İleride bu konuda geniş açıklama yapılacaktır.

d. Tirmizî ve diğer hadis kitaplarında yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber Mekke'nin fethi günü Abdullah b, Revaha'nın okuduğu şu şiirle Mekke'ye girmiştir:

Ey kâfir çocukları! Onun yolundan çekilin. Bugün size, ona indirilen Kur'an gereğince öyle bir darbe indirebiliriz ki, bütün başları yerlerinden kaldırır ve dosta dostu unutturur.

Tirmizî rivayetin bu tarikten hasen, sahih ve garîb olduğunu söyle­miş [484] ve Abdürrezzak'ın rivayet ettiği başka bir hadiste Hz. Peygam­ber'in önünde Ka'b b. Mâlik olduğu halde kaza umresi (umretü'1-kaza) amacıyla Mekke'ye girdiği haberine yer vermiştir. Bazı hadis âlimlerine göre bu haber daha doğrudur. Çünkü, Abdullah b. Revana Mu'te sava­şında şehid edilmiştir. Kaza umresi ise bu savaştan sonra olmuştur [485].

Bu hadis hakkında İbn Kayyim şöyle demektedir:

Bu bir yanılgıdır; çünkü İbn Revana Mu'te savaşında şehid edilmiştir. Mu'te savaşı ise, Mekke'nin fethinden dört ay öncedir. Bu duruma göre, Hz. Peygam­ber'in huzurunda ancak İbn Revaha'nın şiiri okunmuş olabilir [486].

e. Buhârî'nin Ebu Vail'den rivayetine göre Mesrûk b. el-Ecda':

Bana Hz. Âişe'nin annesi Ümmü Rûman, İfk hadisini rivayet etti..." [487].

Ulemâdan birçoğu bunun apaçık bir hata olduğunu söylemiştir. Çünkü Ümmü Rûman, Hz. Peygamber zamanında vefat etmiş ve Resûlullah, onun kabrine inerek:

"Kimin cennet hurilerinden bir kadına bak­mak hoşuna giderse, buna baksın" [488] buyurmuştur.

Öte yandan bazı âlimler:

"Mesrûk, Ümmü Rûman hayatta iken Medine'ye gelmiş ve ondan hadis almış olsaydı Resûllah'la karşılaşmış ve ondan da hadis dinlemiş olurdu. Halbuki o, Medine'ye Hz. Peygam­ber'in vefatından sonra gelmiştir [489]" demişlerdir.

Ancak İbn Hacer bu görüş sahiplerini, Ümmü Rûman'ın Hz. Pey­gamber devrinde öldüğü görüşleri dolayısıyla tenkit ederek, bu konuyu onlarla tartışmış ve Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin, râvilerinden birinin tek kalmış olmasına rağmen, sened yönünden daha sahih olduğu sonu­cuna varmıştır. Ayrıca, öbür hadisin ise, râvilerinden birinin zayıf olması sebebiyle onun kadar kuvvetli olmadığını; bu konuyu Fethu'l-bâri’nin mukaddimesinde ve el-İsâbe'de izah ettiğini söylemiştir [490].

Burada İbn Hacer'in tercihi, senede ve râvilerin sağlamlığına da­yanmaktadır. İbn Hacer el-İsâbe'de Ümmü Rûman'ın vefat tarihini İbn Sa'd, İbn Abdilber ve Vâkıdî gibi çeşitli tarihçilerden hicrî 4., 5. ve 6. yıl olarak nakletmektedir. Bana göre, eğer onların bu konudaki delilleri, da­ha önce geçen Ali b. Zeyd b. Ced'ân hadisi ise -ki o hafızasının iyi olma­ması sebebiyle zayıf sayılmıştır- ve bundan daha güçlü bir rivayet yoksa İbn Hacer'in tercihini daha güçlü kabul etmek yerinde olur. Eğer onların elinde başka bir delil varsa ve bunu söz konusu rivayetin üstünlüğünü açıklamak için zikretmişler ise, bu durumda görüşlerinin doğru olma ihti­mali vardır ve yanlışlık Buhâri’nin rivayet ettiği hadisin râvilerinden bi­rinden kaynaklanmış olabilir. Yine de doğru olanı en iyi bilen Allah Teâlâ'dır.

İki rivayetten hangisi diğerine tercih edilmiş olursa olsun, bizi asıl ilgilendiren, bu ölçü esas alınarak söz konusu rivayete yöneltilen tenkit ve eleştirilerdir.

f. Bir başka örnek de İfk hadisinde yer alan Hz. Peygamber'in:

"Ailem konusunda beni rahatsız eden bir kişi hakkında bana kim yardım eder?" buyurduğu, Abdüleşhel oğullarına yakın olan Sa'd b. Muaz'ın ayağa kalkarak:

"Ey Allah'ın elçisi! Ona karşı sana ben yardım edece­ğim" dediği..." [491] şeklindeki rivayettir.

İbn Kayyim bu durumun ilim sahibi birçok kişiye şüpheli geldiği­ni söylemiştir. Çünkü hiçbir ilim adamı, onun hicretin 5. yılında, Hz. Peygamber'in Benî Kureyza hakkındaki kararım müteakip öldüğüne kar­şı çıkmamıştır. İfk olayı ise cumhura göre hicretin 6. yılında meydana gel­miş olan Benî Mustalik gazvesinde vuku bulmuştur [492].

Bu probleme çeşitli şekillerde cevap verilmiştir.

Buhârî'nin, Musa b. Ukbe'den hikaye ettiğine göre, Benî Mustalik savaşı, hicretin 4. yılında meydana gelmiştir. Vâkıdiye göre ise, söz ko­nusu gazve hicretin 5. yılında vuku bulmuş, Benî Kureyza ve Hendek sa­vaşları da bundan sonradır.

Kadı İsmail b. İshak'a göre ise, bu konuda tarihçiler ihtilaf etmek­tedirler. Tercihe şayan olan, Benî Mustalik gazvesinin Hendek savaşından önce olmasıdır. Bu durumda herhangi bir problem kalmamaktadır. An­cak ulema bunun tersi kanaata sahiptirler. Nitekim ifk hadisesinde de bu­nun hilafına delalet eden bir ifade bulunmaktadır. Şöyle ki; Hz. Âişe olayın hicab âyeti indikten sonraya ait olduğunu söylemektedir. Hicab âyeti ise, Hz. Zeyneb bnt. Cahş hakkında nazil olmuştur. Bu esnada Zeyneb, Hz. Peygamber'in nikâhı altında idi. Resûlullah ona Âişe hakkında sormuştu. Tarihçilere göre Hz. Peygamber'in Zeyneb'le evlenmesi hic­retin 5. senesinin Zilkade ayında olmuştur. Bu duruma göre de Musa b. Ukbe'nin görüşü doğru olamaz [493].

Muhammed b; İshak, Benî Mustalik gazvesinin hicretin altıncı yılın­da ve Hendek savaşından sonra olduğunu belirterek İfk hadisesini de bu sene içinde zikretmektedir. Ancak o, bu hadisi -Zührî, Ubeydullah b. Ab­dullah b. Utbe, Âişe senediyle rivayet ederek şöyle demektedir; "Useyd b. el-Hudayr kalkarak 'Ona karşı sana ben yardım ederim' dedi ve Sa'd b. Ubade'yi alıkoydu. Sa'd b. Muaz'ı ise hiç zikretmedi."

İbn Hazm'a göre kesin doğru olan budur ve diğer rivayette Sa'd b. Muaz'ın zikredilmesi bir yanılgıdır. Zira Sa'd b. Muaz'ın Benî Kureyza'nın fethi sonrası vefat ettiği kesindir. Bu ise hicretin 4. senesinin Zil­kade ayının sonuna rastlamaktadır. Benî Mustalik gazvesi ise, hicretin 6. yılının Şaban ayında, Sa'd'ın ölümünden bir yıl sekiz ay sonra vaki ol­muştur. Bu duruma göre, adı geçen iki kişi arasındaki karşılıklı konuşma, Benî Mustalik gazvesinden döndükten elli günden daha fazla bir süre sonra cereyan etmiştir.

İbn Kayyim kendi kanaatini:

"Bence doğru olan Hendek sava­şının hicretin 5. yılında olduğudur [494]" şeklinde belirtmektedir.

Bu uzun nakillerden, hadisçilerin bu hadisi sadece metin yönünden bazı tenkidlere tabi tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bütün bu tenkidler de hadisin metnini tarihî bilgilere arzetme esasına dayanmaktadır.

g. Hayber halkından cizyenin kaldırıldığına dair mektupla ilgili ri­vayet. Yahudiler, Hz. Peygamber'e ait olduğunu ileri sürdükleri bir mek­tubun bulunduğunu ve o mektupta Resûlullah'ın kendilerinden sorumlu­luk, zorla emir altına girme ve cizye vermeyi kaldırdığı bildirildiğini id­dia ettiler. Bu habere şahit olarak Sa'd b. Muaz, Muaviye b. Ebu Süfyan ve başkalarını gösterdiler [495]. Yahudilerin bu mektubu ilk olarak İbn Cerîr et-Taberî zamanında ayrıca Hatîb el-Bağdâdî ve İbn Teymiyye zamanında ortaya çıkardıkları [496] görülüyor. İslâm âlimleri bu haberi her asırda tenkit ederek zayıf ve uydurma olduğunu beyan etmişlerdir. Bunu metne bakarak  tenkit  edenlerden  biri   de  İbn  Kayyim'dir. Onun tenkidlerinden bir kısmı şunlardır;

1. Bu mektupta Sa'd b. Muaz'ın şahidliğinden söz edilmektedir. Halbuki o bundan daha önce ve Hendek savaşında ölmüştür.

2. Onda "Muaviye b. Süfyan şu şekilde yazdı" denilmektedir. Halbuki Muaviye, Mekke'nin fethi esnasında müslüman olmuş olup ser­best bırakılanlardandır.

3. Cizye âyeti o sıralarda henüz indirilmemiş olması dolayısıyla ne sahabe, ne de Araplar onu bilmiyorlardı. Cizye âyeti Tebuk savaşından sonra nazil olmuş olup Hz. Peygamber onu ilk olarak Necran hıristiyanları ile Yemen yahudilerine uygulamıştır; Medine yahu dil erinden ise ciz­ye alınmamıştır. Çünkü onlar bu âyet nazil olmadan önce Hz. Peygamber'le anlaşma yapmışlardı; sonra onlardan bir kısmı öldürüldü. Kalanlar ise Hayber ve Şam'a sürgün edildiler. Hayberliler Hz. Peygamber'le cizye farz kılınmadan önce anlaşma yapmışlardı. Cizye âyeti nazil olunca, mevcut durum olduğu gibi devam ettirildi ve cizye daha önceden anlaş­ma yapılmayanlara uygulandı. Bundan dolayı da Hayberlilerle ilgili ha­ber hakkında şüphe bulunmaktadır.

4. Söz konusu belgede "Yahudilerden ek vergi ve angaryanın kaldırılıdığı" ifade edilmektedir. Halbuki bu zamanda onlardan alınan ne an­garya, ne de ek vergi alınması söz konusu idi.

5. Hz.. Peygamber onlara bağlayıcı bir taahhüdde bulunmamıştır, aksine "Dilediğiniz şekilde size davranacağız" demiştir. Resûlullah'ın, ehl-i zimmet için bağlayıcı ve devamlı olan cizyeyi kaldırıp sonra da onlar hakkında bağlayıcı ve devamlı bir eman tanımaması mümkün değildir.

6. Bu tür haberlerin nakli için pek çok sebep söz konusudur. Buna rağmen nasıl oluyor da böyle bir olayı sahabe, tabiîn ve sünneti nakleden hadis âlimleri habersiz oluyorlar ve bu olayın bilgisi ve nakli sadece Ya­hudilere kalıyor?

7. Eğer bu haber doğru olmuş olsaydı, ona muhalefet etmede bü­tün ashab, tabiîn ve fakihler birleşmezdi. "Hayberlilere cizye farz değildir" diyen hiçbir sahabe olmadığı gibi, tabiîn ve fakihlerden de herhangi biri yoktur" [497].

Bunlar İbn Kayyim'in bu metinle ilgili tenkidlerin bir kısmıdır. O, bunları söz konusu metni esas alarak ve tarihî bilgilerle Hayberlileri çev­releyen şartları kullanarak yapmıştır. İbn Kayyim'in bu tenkidi objektif olup, ona karşı bu rivayetin sahih olduğunu iddia eden hiç kimsenin bir hüccet veya aklî delil getirmesi mümkün değildir.

h. Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Hz. Pey­gamber Tebuk savaşından döndüğünde onu Sa'd b. Muaz el-Ensârî kar­şıladı. Hz. Peygamber onunla musafaha ettikten sonra ona:

 "Ellerinin ka­zandığı bu şey nedir?" diye sordu. Ya Resûlullah! Taşı küreğe vuruyo­rum [498] ve onunla kazandığımı aileme harcıyorum, diye cevap verdi. Enes'e göre Hz. Peygamber onun elini öperek:

"Bu, cehennemin ebediyyen dokunmayacağı bir eldir" buyurmuştur [499].

İbnü'l-Cevzî bu hadisin uydurma olduğunu açıklamak için tarihî bilgileri kullanarak şöyle demiştir:

"Bu, uydurma bir hadis olup onu uy­duran da tarih bilgisi yönünden son derece cahil birisidir. Zira Sa'd b. Muaz, Tebuk savaşında hayatta değildi. Çünkü o, Hendek savaşında ken­disine bir ok isabet etmesi dolayısı ile Benî Kureyza savaşından sonra ölmüştü. Benî Kureyza savaşı, hicretin beşinci senesinde, Tebuk savaşı ise 9. yılında olmuştu..." [500]. Söz konusu garîb metne yöneltilen bu tenki­din, yerinde olduğunda şüphe yoktur. Nitekim Hz. Peygamber'in as­haptan birinin elini öpmesi, tuhaf bir durum olup bu hadis dışında başka bir rivayette de böyle bir şey ondan naklolunmamıştır. Madem ki böyle bir olay olmamıştır, Öyleyse hiçbir kimsenin Resûlullah, bir sahabînin elini öptü demesi mümkün değildir.

k. Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in Hz. Âişe ile evlenmesi hak­kındaki rivayette şöyle dediği nakledilmektedir: "...Sonra Hz. Pey­gamber şöyle buyurdu:

“Ey Ebu Bekir! Allah Teâlâ bana, sana dost olmamı emretti". Ebu Bekir'in üç kızı vardı ve onları Hz. Peygamber'e teklif etti de Resûlullah, Hz. Âişe'yi kastederek “Allah bununla evlenmemi em­retti" buyurdu ve onunla evlendi" [501].

Bu hadisin metnini doğru tarihî bilgilere arzettiğimizde, rivayetin sahih olmadığını görüyoruz. Şöyle ki:

Söz konusu rivayette Hz. Ebu Be­kir'in üç kızı olduğu ifade edilmektedir. İbnü'I-Cevzî bu hususa dikkat çekerek onu tenkit eder ve:

"Bu rivayeti uyduran ne kadar ilimden nasipsizmiş!" der. Çünkü Hz. Peygamber Âişe ile Mekke'de iken evlenmişti ve bu esnada Ebu Bekir'in üç kızı bulunmamaktaydı. Sadece Esma ve Âişe vardı. Ebu Bekir'in Ümmü Gülsüm adındaki kızı, onun vefatından sonra dünyaya gelmiştir [502].

İbnü'l-Cevzi’nin söyledikleri doğrudur. Zira Ebu Bekir, hamile olan hanımı Habîbe'yi bir rivayete göre ise Harice b. Zeyd el-Ensârî'nin kızı Fahite'yi geride bırakarak vefat etmiştir. Daha sonra Ümmü Gülsüm dünyaya gelmiş, büyüyüp ergenlik çağına geldiğinde onunla, önce Talha b. Ubeydullah, kısa bir müddet sonra da Abdurrahman b. Abdullah el-Mahzumî evlenmişler ve her ikisinden de çocuğu olmuştur. Ümmü Gülsüm'ün kız kardeşi Hz. Âişe'den rivayetleri bulunmaktadır [503]. İbn Hacer onu böyle tanıtmaktadır.

Sahih ve gayr-i sahih hadis kitaplarını kapsayan bu çeşit tenkidler, araştırıcı için bu ölçünün önemini ve rivayetleri tenkitteki etkisini ortaya koymaktadır. Nitekim muhaddislerin hadisleri çeşitli şekillerde tenkit ederken uygulamaları da bunu teyit etmektedir. Görüldüğü üzere, bu ölçünün sonuçları doğru, sahih ve güvenilirdir. Bu ölçünün kullanılma­sında gözönünde bulundurulacak yegane şart, özellikle hadisin senedinin sahih olması durumunda, hadiste yer alan anlama aykırı tarihî bilgilerin sahih ve sabit olmasıdır.

Dolayısı ile tenkidçi, hadisi red veya sahihliğine hükmetme nokta­sında acele etmemeli, aksine bu konuda araştırma ve incelemeyi derinleştirmeli, bir hadisle ilgili olarak yazılanların tümünü mütalaa etmeli, sonra da kendi düşünce ve aklını kullanmalıdır. Bundan sonra, eğer isabet ederse iki ecir, hata ederse elinden gelen bütün gayreti ve araştırmayı ortaya koyduğu sürece içtihadının karşılığı bir ecir vardır. [504]


[478] Söz konusu rivayette istenen diğer iki şey ise: Muaviye'yi vahiy kâtibi yapması ve kendisine emirlik vermesidir. M. Müslim, Fedâilü's-sahabe, 168.

[479] Emir es-San'anî, Tavdih, I, 129-130.

[480] Müslim, Hac, 147.

[481] Müslim, Hac, 335.

[482] Kevserî, Haşiye alâ şurûti’l-eimme, s. 82.

[483] Müslim, İman, 262.

[484] Tirmizî, Edeb. 70.

[485] Tirmizî, Edeb, 70.

[486] İbn Kayyim, Zâdül-meâd, II, 157.

[487] Buhârî, Fedâilü's-sahabe, 30.

[488] Bu haberin senedinde yer alan Ali b. Zeyd b. Ced'ân zayıftır.

[489] İbn Kayyim. Zâdü'l-meâd, II, 116.

[490] İbn Hacer, elîsâbe, VIII, 206-210.

[491] Buhârî, Kitâbü'l-meğâzi 34.

[492] İbn Kayyim, Zâdü'l-meâd, II 115.

[493] İbn Kayyim, a.e., II, 115.

[494] İbn Kayyim, a.e., II, 115-116.

[495] Ebu Gudde, Haşiye ale'l-Menâri'l-münîf, s. 103.

[496] Ebu Gudde, a.e., s. 105.

[497] İbn Kayyım, el-Menârü'l-münîf, s. 102-105. İbn Kayyim bu tenkitlerini. 10 madde halinde sıralamıştır. Biz burada bir kısmını zikrettik. Diğerleri için söz konusu kaynağa bakılabilir.

[498] Metinde geçen kelimesi kıvılcım çıkaran beyaz taş anlamındadır. Ancak ben bu uydurmacının bunu hangi amaçla uydurduğunu anlayamadım.

[499] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzûât, II, 251.

[500] İbnü'l-Cevzî, a.e., II, 251.

[501] İbnü'I-Cevzî, a.e., ll, 8.

[502] İbnü'I-Cevzî, a.e., II, 8.

[503] İbn Hacer, el-İsâbe, Vlll, 296.

[504] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 158-167.