๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 20:16:07



Konu Başlığı: Fakihlerin sahabe uygulamasını delil olarak kullanmaları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 20:16:07
Fakihlerin Sahabe Uygulamasını Delil Olarak Kullanmaları


Fakihlerin sahabe uygulamasına bakışları onu tümüyle delil kabul etme ile, tümüyle reddetme; nas varid olan bir meselede onu açıklayıcı, fiil ve fetva yönünden ona muvafık veya muhalif olarak görme arasında değişmektedir. Önce mezhep imamların bu konuya bakış açılarını ve her halükârda sahabe uygulamasını ne derece delil olarak kabul ettiklerini açıklayalım.

Bu konuda Ebu Hanife'nin metodu:

Nassın bulunmadığı konularda sahabenin sözünü delil kabul etmektir. Eğer sahabe kendi aralarında ihti­laf edecek olursa, tümüyle onların görüşünün dışına çıkmamak, görüşleri arasında tercihte bulunmaktır. Bir konuda aynı görüş üzerinde ittifak et­tikleri veya diğerlerinin muhalefet ettiği bilinmeyen bazılarına ait bir gö­rüş bulunduğunda ise yine bu görüşü almaktır [1173].

Ebu Hanife'nin kaynakları delil olarak sıralamasına göre sahabenin görüşü sünnetten sonra gelmektedir. Nitekim ona göre sahih bir sünnet mevcut olduğu zaman sahabenin sözüne itibar edilmez. Bununla beraber sahabenin görüşü kıyasa tercih edilir ve sahabe kavlî bulunduğu zaman kıyasa başvurulmaz [1174].

Ebu Hanefe'ye göre haber-i vahidin sahih olması için bazı şartlar vardır. Bunlardan biri:

Sahabînin kendi rivayetine muhalefet etmemesi­dir. Çünkü sahabînin kendi rivayetine muhalefet etmesi, onda söz konu­su haberin neshedilmiş olması, daha güçlü bir habere aykırı olması vb. bir bilginin bulunduğuna delalet eder[1175].

Hanefîler bu konuya ilişkin daha sonra açıklayacağımız birtakım deliller getirmiş ve bu ölçüyü kullanarak birçok hadisi reddetmişlerdir.

İmam Mâlik'e göre ise deliller, öncelikle Kur'an ve mütevatir sün­nettir. Daha sonra ise Medine halkının icmai gelir. Sahabenin uygulaması­nın derecesi ise bundan sonradır. Daha önce açıkladığımız üzere [1176] o, Medine halkının uygulamasına aykırı olan haberi reddettiği gibi buna muhalif olan sahabenin amelini de reddetmektedir. Muhalefetin olmama­sı halinde ise, şüphesi o, sahabenin üzerinde icma ettiği görüşü alır. Aslın­da onun Medine halkının uygulamasını delil sayması, sahabenin uygula­masını delil saymasından kaynaklanıyor olmalıdır. Çünkü onlar nübüvvet bilgisini miras alan ve hayatlarında en güzel şekilde uygulayan kimseler­dir.

Bir meselede sahabenin görüşleri farklı farklı olduğu taktirde üsta­dımız Baltacı'nın dediği gibi onun bu görüşler içinden meşhur olanı (Me­dine halkının uygulamasını) veya söz konusu meselede kendi özel içtiha­dına muvafık olanı tercih ettiğini görüyoruz [1177].

İmam Mâlik'in Medine halkının uygulaması ile sahabenin yaşadığı dönemdeki uygulamayı kastettiğini kabul ettiğimizde, onun bu uygula­maya muhalif haber-i vahidi reddettiğini söylememiz mümkün olur. Bu durumda sünnetin Medine halkının uygulamasına arzı olarak zikrettiği­miz örnekler bu ölçüye dahil olmuş olur.

Ancak İmam Mâlik'in Medine halkının uygulaması ile sahabenin amelinden daha genel, müteahhir dönemi ve kendi asandaki Medine hal­kının uygulamasını kastettiğini kabul edecek olursak, bu durumda söz konusu amel bu ölçünün kapsamına girmez.

İmam Şafiî'ye gelince, onun sahabe kavlinin sünnet karşısındaki konumu ile ilgili bakışını ikiye ayırmak mümkündür:

1. Sahabe kavli sahih sünnete aykırı olduğunda, tereddütsüz red­dedilir. Bu hususta İmam Şafiî şöyle demektedir: Bir konuda sahih bir hadisin bulunması bize yeterlidir. Peygamber'in sözü dışında çok bile ol­sa başka bir delile ve kıyasa ihtiyacımız yoktur. Dolayısıyla, bir konuda Hz. Peygamber'in hadisi bulununca ona teslim olmak suretiyle Allah'a itaat etme dışında başka bir seçenek söz konusu değildir [1178].

Buna bağlı olarak Şafiî, sünnetin sahabenin kavline veya fiiline ar­zını reddetmektedir. Çünkü ona göre sünnet, sahabenin bir kısmının ame­line muhalif olması sebebiyle reddedilemez. Zira onların söz ve fiilleri Hz. Peygamber'den sahih olarak gelen bir hadise muhalif olduğu zaman, onu zayıflatmayacağı gibi [1179], muvafık olduğu zaman da sahihliğini artır­maz.

2. Sahabenin kavli ile sabit olan bir meselede, ona muarız bir sün­net yoksa Şafiî aşağıda zikredeceğimiz üzere değişik ölçülere başvurarak farklı tutumlar sergilemektedir.

a. Bir meselede sahabeden onların tümünün icmaı şeklinde bir gö­rüş rivayet olunursa, Şâfıî bunu sahabe kavli olduğu için değil, bizzat icma olduğu için uyulması zorunlu serî bir delil sayar. Burada, sahabenin görüşünün delil sayılması, icmaın delil olması kapsamındadır. Zira ona göre icma serî bir kaynaktır [1180].

b. Şafiî, sahabenin görüşleri farklı farklı olursa, onlardan kitap ve sünnete veya icmaa uygun olanını yahut da kıyasa daha muvafık olanını seçer [1181]. O, bir meselede sahabenin tümüne ters düşen özel bir içtihat ile sahabe icmaının dışına çıkmaz [1182].

c. Sahabenin söylediği bir söze başkaları muvafakat veya muhalefet etmemişse, bu durumda İmam Şâfiî:

"Kitap, sünnet, icma ve hükmü ile hükmedilecek başka bir delil bulamazsam veya sahabe sözünü teyit eden bir kıyas bulunmaktaysa sahabe sözüne tabi olurum. Ancak başkalarının muhalefet etmediği bir sahabe sözü nadirdir "[1183] demektedir.

Sahabenin ameli ile ilgili Şafiî'nin tutumu budur. O, sahabe ameli­ni, Hz. Peygamber'in sözününün önüne geçirmez. Aksine onu, hakkında nas bulunmayan konularda daha önce açıkladığımız diğer şartlara uydu­ğu ve üzerinde icma edildiği takdirde kabul eder [1184].

Ahmed b. Hanbel de sahabenin ameli ve fetvası konusunda Şafiî'ninkine yakın bir bakış açısına sahiptir. Ahmed b. Hanbel'e göre sahabe­nin ameli ve fetvası sahih hadislerden sonra, zayıf hadis ve mürsel rivayet­lerden ise öncedir. O, eğer sahabe fetvası nassa aykırı ise kime ait olursa olsun muhalefet eden kişiye ve muhalefet ettiği fetvaya iltifat etmez. Sahih hadisin önüne hiçbir amel, görüş, kıyas, sahabe sözü ve insanların çoğunun icma adını verip sahih hadisin önüne geçirdikleri karşıt görüşü de geçirmez [1185].

Ahmed b. Hanbel sahabe bir konuda muhalifi bilinmeyen bir fetva verdiği zaman, onu alır ve hiçbir uygulama, görüş ve kıyası onun önüne geçirmezdi [1186].

Ancak sahabe kendi arasında ihtilaf ettikleri zaman o, bunlardan kitap ve sünnete en yakın olanını tercih eder ve onların görüşü dışına çık­mazdı. Eğer bu görüşlerden herhangi birine katılmıyorsa, bu konudaki farklılığı nakletmekle yetinir, kesin bir görüş ortaya koymazdı [1187].

Bu açıklamalardan Ahmed b. Hanbel'in görüşünün bazı detaylara varıncaya kadar Şafiî'nin görüşüne yakın olduğu ortaya çıkmaktadır.

Görüldüğü üzere dört mezhep imamı sahabenin görüşünü değer­lendirme ve dikkate alma konusunda ihtilaf etmektedirler. İbn Hazm ise Allah'ın kitabı ve Resûlullah'ın sünnetine dayanmadığı müddetçe sahabe­nin görüş ve fetvasının kabul edilmeyeceğini söyleyerek şöyle demekte­dir:

Sahabeden birinin fiil ve sözü değil, sadece Hz. Peygamber'den ge­len hadislerin delil olarak kabul edilebileceği hadisle sabittir [1188].

Sahabeden herhangi birinin muhalefet etmediği sahabî görüşünden söz ederek, böyle bir görüşü kabulün gerekliliğine dair ne Kur'an'da ve ne de sünnette herhangi bir işaretin bulunmaması bunu red için yeterli olmaktadır. Özellikle Kur'an ve sahih sünnetle sabit olan nassa bu sahabîden nakledilen rivayet ters düşüyorsa onu reddeder; bir sahabîden Kur'an ve sünnete muvafık tarzda bir görüş rivayet ediliyorsa onu kabul ederiz. Eğer bu, Kur'an ve sünnetle sabit değilse o, yanlış bir söz ve batıl bir iddiadan ibarettir. Nas sadece Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in açık­lamalarına uymayı öngörmektedir. Bu anlamda din şüphesiz tamamlan­mıştır [1189].

İbn Hazm bir başka yerde ise sadece sahabenin icmaının veya kitap ve sünnete muvafık görüşünün kabul edilebileceğini açıklayarak şöyle demektedir:

"... Sahabeden herhangi birinden rivayet olunan şeye ancak Kur'an, sünnet, sahabenin sahih icmaı bulunduğu sürece uyulacağı sahih bir şekilde varid olmuştur. Naslara uymanın vacip oluşu sahih icma ile sa­bittir. Bizim görüşümüz de budur." [1190]

Bu duruma göre İbn Hazm sahabeyi taklidi ancak Kur'an, sünnet ve sahabenin sahih icmaı bulunan hususlarda caiz görüyor. O, nazariyesi­ni kitap ve sünnetin bütün olayları içerdiği ve onları genel ve zahirî mâ­naları ile almanın bütün hükümler için yeterli olduğu şeklinde temellendiriyor. Sahabenin görüşünün -üzerinde icma etmedikleri taktirde- delil olmadığını hatta ona uymanın caiz olmadığını söylüyor. İbn Hazm bu görüşü için şu âyetleri delili getiriyor:

"Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "bu helaldir, şu haramdır" demeyin. Çünkü Allah'a karşı ya­lan uydurmuş olursunuz" [1191]. Bu âyete göre Cenab-ı Allah bir şeyi ha­ram veya helal kılma noktasında sahabeye herhangi bir yetki vermemiştir. Bir başka âyette ise:

"Bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi bulunmaktadır. Şa­yet o, birçok işlerde size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz" [1192] buyurulmaktadır. Buna göre bir topluluğun eğer itaat edecek olsalar, birçok işte ken­dilerini sıkıntıya düşürecek olan görüşünü kabul etmek nasıl caiz olabilir? Akıl sahibi bir kişi, Resûlullah'ın, kendisine sahabeye itaati zorunlu kıldı­ğını nasıl kabul eder? Bu katıksız bir küfür ve açık bir saçmalıktır. Aksine Peygamber'e itaat, ashaba farzdır. Bu öyle bir farzdır ki, bu itaat olmaksı­zın onların imanı sahih olmaz. Nitekim Allah Teâlâ:

"Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümde içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar [1193]".

Bu konuda Şevkanî de İbn Hazm'ın görüşüne katılarak şöyle de­mektedir:

Doğru olan sahabenin görüşünün delil olmamasıdır. Zira Allah Teâlâ bu ümmete nebi olarak ancak Muhammed'i göndermiştir. Bizim bir tek peygamberimiz ve bir tek kitabımız vardır. Bütün ümmet Allah'ın kitabına ve Resûlü'nün sünnetine uymakla mükelleftir. Bu hususta saha­be ile daha sonrakilerin bir farkı yoktur. Hepsi dinî yükümlülüklerle Ki­tap ve sünnete uymakla mükelleftirler. Sahabenin üstünlüğü, sözlerini delil kabul etme ve insanları ona uymaya mecbur sayma gibi hususlarda bizi onlardan her birini Resûlullah yerine koymaya sevketmemelidir. Çünkü buna Allah izin vermediği gibi, bu konuda Resûlullah'tan tek bir harf bile sahih olarak gelmemiştir [1194].

Sahabenin kavlini delil sayma ve haber-i vahid karşısında onun ko­numu ile ilgili olarak rukahanın görüşü işte budur. Burada söyleyebilece­ğimiz şey şudur:

Dinî bir konuyu alırken temel kaynak Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetidir. Bu ikisi ile sabit olan bir meseleyi kabul etme konusunda herkes ittifak halindedir. Bununla beraber hakkında nas bu­lunmayan bir konu, sahabe zamanında vaki olmuş ve onlar bu mesele hakkında bir hüküm vermişlerse, bu durumda doğrusunu Allah bilir ama, zannımca onların hükmünü, amelini ve fetvalarını almak daha uyundur. Zira onlar, kendi devirlerinde Allah'ın vahiy indirdiği salih kişilerdir; on­lar dinî hükümleri sonrakilerden daha iyi bilmektedirler. Şüphesiz bize ve âlimlerimize yakışan onların görüşlerini benimsemek ve göz önünde bulundurmaktır. Ancak bu, onların ihtilafa düşmedikleri konularda söz konusudur. Üzerinde icma etmedikleri ihtilaflı görüşlere gelince bu, karşı çıkılması haram olan bağlayıcı dinî bir delil değildir. Onların görüşü, Al­lah'tan ve-Resulünden sabit olan bir nassa muhalif olamaz. Onlar hü­küm koyucu değil, Allah'a ve Resulüne itaat ile görevli birer insandırlar. Bu nedenle içtihatlarında hata etmeleri de, isabet etmeleri de mümkün­dür. Onlardan biri, hakkında Kur'an ve sünnette nas bulunduğu halde kendisine ulaşmadığı için kendi içtihadı ile hüküm vermiş olabilir. Biz burada dinî nassı alırız. Çünkü o bağlayıcıdır. Onun dışında kalanları ise, ister sahabe sözü, ister bunların dışında kalan mezhep imamlarının görüşü olsun terkederiz. Çünkü Allah Teâlâ bizi sadece kendisine ve Resulüne itaatla mükellef kılmıştır. Onlara muhalefetten de sakınırız. Kitap ve sün­net dışındaki insanların fiilleri, sözleri ve hükümlerine gelince bunlar, hiç­bir kimse için bağlayıcı değildir. Aksine hata ve sevaba ihtimali bulunan içtihatlardan ibarettir.

Bizce sahabenin sahih olan icmalarına gelince, şüphesiz buna aykırı davranmak caiz değildir. Çünkü Allah, ümmeti dalalet üzerinde birleş­mekten korumuştur. Ancak burada söz konusu icmaın vaki olup olmadı­ğını araştırmak gerekir. Çünkü çok kere sahabe icmaı olarak ileri sürülen bir husus delilsiz bir iddiadan ibaret olabilir. Sahabenin tek tek herbirine gelince, onların içtihatları ile birbirlerine muhalefet etmeleri mümkündür. Biz burada sadece dinî delillere uymakla mükellefiz. Müçtehit ister sahabî, ister başkası olsun, hata, gaflet ve unutmadan masun değildir. Dolayı­sıyla onların ihtilaf ettikleri hususlarda, görüşlerinden herhangi birine uy­makla yükümlü değiliz.

İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'in kitap ve sünnet karşısında saha­benin uygulanmasını değerlendirmeleri hususundaki açıklanılan, nefse fe­rahlık veren ve bana göre uyulması en uygun ve en yakın görüşler olarak değerlendirilebilir. Hanefi'lerin bir sahabînin kendi rivayet ettiği hadise veya imamların nesholunduğu veya bağlayıcı olmadığı gerekçesiyle söz konusu hadisle amel edilmemesi şeklindeki tutumlarına gelince, bu hu­susta fakihlerin çoğu onlara muhalefet etmiştir. Bu ölçünün konusu da budur. Ortaya koyduğumuz şeylerin tümü bu konudaki görüşleri tespit edip, daha açık hâle getirmek üzere sahabe uygulamasını delil kabul edenlerin delillerine konuyu fazla uzatmamak için yer vermedik.

Bu iddiaya karşı naklettiğimiz bu kısa ve öz reddiye yeterlidir. Da­ha fazla bilgi edinmek isteyen usûl kitaplarına başvurabilir. Bunların en açık ve en güçlü olanı ise İbn Hazin ve Âmidî'nin el-İhkâm'ları, Abdülaziz el-Buhârî'nin Keşfü'l-esrâr'ı, Serahsî'nin Usûlü ve Şevkanî'nin İrşâdü'l-fuhul’üdür.

Sahabenin görüşünün dinî, bağlayıcı bir delil olmadığı ve asıl delilin kitap, sünnet ve sahih icma olduğu sonucuna varmış bulunuyoruz. Nite­kim bu ulemanın çoğunluğunun ulaştığı bir neticedir. Ancak burada Hanefîlerin yaygın olarak kullandıkları başka bir ölçülerinin bulunduğunu görüyoruz. O da "ravisinin veya sahabenin ileri gelenlerinin muhalefet ettiği -bu muhalefet ister sözle, ister fetva şeklinde, isterse onunla amel etmeme tarzında olsun- haber-i vahid olup, onlara göre bu muhalefet ha­diste bir zayıflık bulunduğuna, hükmünün neshedildiğine veya onunla amel etmenin bağlayıcı olmadığına bir delil olduğudur.

İşte bu muhalefeti tafsile ihtiyaç vardır. Şöyle ki onu, ravinin kendi rivayetine muhalif olması ve sahabenin ileri gelenlerinin muhalif olması üzere ikiye ayırabilirz.



[1171] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 323-338.

[1172] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 338.

[1173] Baltıcı, Menâhicü't'teşrîi'l-İslâmî, I, 342.

[1174] Baltacı, a.e., I, 342.

[1175] Baltacı, a.e., I, 308.

[1176] Bunun açıklaması daha önceki ölçüde geçti.

[1177] Baltacı, Menâhicü't-teşrîi'l-İslâmî, II, 291.

[1178] Şafiî, et-Ümm, V, 61.

[1179] Şafiî, a.e., V, 61; Baltacı, a.g.e., I, 746.

[1180] Baltacı, Menâhicü't-teşrîi'l-İslâmî, II, 747.

[1181] Şafiî, er-Risâle, s. 597.

[1182] Baltacı, a.g.e., II, 748.

[1183] Şafiî, er-Risâle, s. 598; Baltacı, a.g.e., II, 751.

[1184] Şafiî'nin sahabenin ameli konusundaki görüşü için bk. Baltacı, Menâhicü't-teşri I- İslâmi, II, 745-755.

[1185] İbn Kayyim, İ'lâmu'l-muvakkiîn, I, 29-30.

[1186] İbn Kayyim, a.e.. I, 30-31.

[1187] İbn Kayyim, a.e.. I, 31.

[1188] İbn Hazm, el-İhkâm, I, 429.

[1189] İbn Hazm, a.e., I, 571.

[1190] İbn Hazm, a.e., I, 511-512.

[1191] en-Nahl: 16/116.

[1192] el-Hucurat/49, 7.

[1193] Nisa: 4/65. İbn Hazm, el-'İhkâm, V-VIII, 770.

[1194] Şevkanî, İrşâdü'l-fuhâl, s. 243-244.