Konu Başlığı: Fakihlerin sahabe uygulamasını delil olarak kullanmaları 2 Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 20:14:50 Fakihlerin Sahabe Uygulamasını Delil Olarak Kullanmaları 2 1. Ravinin kendi rivayetine muhalif olması: Bunda muhalefetin söz veya amel şeklinde ortaya çıkması durumuna göre üç şekil söz konusudur: a. Muhalefetin rivayet öncesi bir tarihe ait olması. Böyle bir muhalefet söz konusu rivayeti olumsuz etkilemez. Ravinin hadisi duymadan önceki görüşünün bu şekilde olduğu; duyduktan sonra ise bu görüşünden döndüğü şeklinde değerlendirilir [1195]. b. Eğer tarih bilinmiyorsa yani rivayet kenidsine ulaştıktan önce mi yoksa sonra mı muhalif davrandığı bilinmiyorsa bu durumda da söz konusu haber delil olarak kullanılabilir. Zira burada hadisin delil olduğu hususu kesin olup şüphe onun sabit olup olmadığı noktasındadır. Çünkü ihtilaf rivayetten ve raviye ulaşmadan önce ise hadis delil olmakta; daha sonra ise delil olmamaktadır. Bu durumda asılla amel gerekir ve muhalefetin rivayetten önceye ait olduğu kabul edilir. Çünkü açıkça muhalif olmadıkça iki vecihten daha güzeline hamletmek gerekir[1196]. Bu iki durumda da cumhurun mutlak kanaatine göre haber reddolunamaz. c. İhtilafın hadisten sonraki bir tarihe ait olduğu bilinirse, hadis delil olamaz. Çünkü sahabenin hadise muhalif olarak fetvası veya ameli inkıtaın en açık delillerindendir ve bu durum da söz konusu hadisin aslının olmadığını göstermektedir. Çünkü söz konusu durum şu dört şıktan birinin dışında değildir: “Eğer söz konusu rivayet bizzat ondan işitmek suretiyle değil de, onun adına uydurulmuş ise reddi vaciptir. “Hadise aykırı sözü ve ameli onu önemsiz görme şeklinde olursa, bu kişi bu ameli dolayısıyla fasık olur ve asla rivayeti kabul edilemez. “O, gaflet veya unutma sonucu smuhalefet etmiş ise, böyle bir kişinin şehadeti ve rivayeti delil kabul edilemez. “Hadisin hükmünün neshedildiğini bilmesi sebebiyle muhalefet etmiş ise -ki bu söz konusu şıkların en hafifidir- bu durumda hüsn-i zan olması için onun söz ve davranışını neshe hamletmek gerekir. Çünkü o, senedi muhafaza ederek rivayette bulunmuş, mensuh olduğunu bildiği için de hilafına fetva vermiş veya mensuhla değil, nasihle amel etmiş olabilir [1197]. Bu arada, sahabenin kendi rivayetine muhalif sözü ve fiilinin gaflet ve unutmas sebebiyle olabileceğini, rivayetinin de kendisinde meydana gelen bir yanılgıdan kaynaklanabileceğini, rivayetle fetva ve amel arasındaki çelişki ile de kopukluğun meydana geleceğini ileri süren âlimler de olmuştur [1198]. Ravinin, hadisle ameli terk etmesi de bu kısma dahil edilebilir. Nitekim bazıları ravinin rivayet ettiği hadis ile amel etmemesi halinde, hadisin delil olmaktan çıkacağını söylemiş, Hz. Peygamber'den rivayet olunan sahih hadisle amel etmemenin tıpkı hilafı ile amel etmek gibi haram olduğunu ileri sürmüşlerdir [1199]. Bu görüşteki âlimlerin bu durumu iki kısımda ele aldıkları görülmektedir: Olumlu muhalefet ki o da hadis metninin hilafı ile amel etmek veya fetva vermektir; olumsuz muhalefet o da ravinin rivayet ettiği metinle amel etmemektir. Ravinin kendi rivayetine muhalefeti ister fetva veya amel suretiyle olsun; isterse söz konusu nassın gereğini yapmamak şeklinde olsun, her iki kısmı da bir arada ifade etmektedir. Hanefîler bu kısma birçok örnek vermiş, söz konusu ölçüyü kullanmak suretiyle bu kısımda mütalaa edilebilecek birçok hadisi reddetmislerdir. Biz bu ölçüyü onlarla tartışmadan önce bu nevi hadislerden bazı örnekler zikredeceğiz. Nikâhta velinin izni: Velinin rızası olmadan nikâhın hükümsüz olacağına delalet eden Hz. Âişe'den rivayet edilen bir hadis bulunmaktadır. O, Hz. Peygamber'den şu hadisi rivayet etmiştir: Herhangi bir kadın velisinin izni olmaksızın nikâhlanırsa onun nikâhı geçersizdir, geçersizdir, geçersizdir" [1200]. Bu rivayeti nakleden Tirmizî, onun hasen olduğunu söylemiştir. Bazı hadis âlimleri Zührî'nin Urve ve Âişe senedli bu rivayeti konusunda tenkitte bulunmuşlardır. İbn Cüreyc Zührî ile karşılaşarak bu hadisi ona sorduğunu fakat onun bunu reddettiğini, bu nedenle de hadis âlimlerinin bu rivayetin zayıf olduğunu söylediklerini nakletmektedir [1201]. Hanefîler bu konuda şu rivayeti nakletmektedirler: "Hz. Âişe, kardeşi Abdurrahman'ın kızı Hafsa'yı, Münzir b. Zübeyr'le evlendirmişti. Halbuki Abdurrahman bu esnada Şam'da idi. Dönüp geldiğinde Âişe'ye kızarak: "Benim gibi birine danışmadan böyle bir şey yapılır mı?" demiş, bunun üzerine Hz. Âişe: Abdurrahman'a Münzir'den vazgeçmek mi istiyorsun demiş, Münzir'e onun işini Abdurrahman'a bırakabileceğini söylemiştir. Bunun üzerine Münzir: "Şüphesiz bu Abdurrahman'ın elindedir" demiş, Abdurrahman da: "Senin verdiğin kararı reddedecek değilim" diye karşılık vermiş ve Hafsa eşinin yanında kalmaya devam etmiştir" [1202]. Hz. Âişe Abdurrahman'ın kızını, velinin izni olmaksızın evlendirmesinin caiz olduğunu ve bu akdin sahih olması dolayısıyla, ancak nikahın sabit ve sahih olması durumunda caiz olan temellükü gerçekleştiğini saydığını ifade ettiğine göre bu durumda rivayet ettiği haberin sahih olmamasına rağmen böyle düşünmesi mümkün değildir. Şu halde Zührî'den nakledilen rivayetin yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır [1203]. İleride bu haberleri red suretiyle oluşturulan ölçüyü tartıştıktan sonra Hanefî’lerin bu ve daha başka örneklerdeki tutumlarını tartışacağız. Rükûa varırken ve rükûdan kalktıktan sonra elleri kaldırma: İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o: "Hz. Peygamber namaza başlarken ellerini omuz hizasına kadar kaldırır, sonra tekbir getirirdi, rükû'a varmak istediğinde ve rükûdan doğrulduğunda da böyle yapardı. Ancak secdeden başını kaldırdığında bunu yapmazdı" demiştir [1204]. Mücahid'den rivayet edildiğine göre o: İbn Ömer'in arkasında namaz kıldım, ellerini sadece ilk tekbirde kaldırdı" demiştir [1205]. Tahavî: "Bu durum, İbn Ömer'in Hz. Peygamber'i ellerini kaldırırken gördüğünü, sonra onu terkettiğini göstermektedir. Bu ise ancak onun neshedildiğine dair bir bilgiye sahip olmasından ve Hz. Peygamber yaptığı için birinci görüş aleyhine kesin bir delil teşkil etmesinden kaynaklanmaktadır" demektedir. Eğer birisi Mücahid'in rivayet ettiği haberin münker olduğunu söyleyecek olursa, ona: "Seni bu şekilde düşünmeye sevkeden nedir? Böyle bir görüşe asla imkan yoktur" denilir. Eğer Tavus'un, İbn Ömer'i Hz. Peygamber'den rivayet ettiğine muvafık olarak amel ederken gördüğünü söylerse, ona: "Tavus böyle bir şey söylemiştir ama Mücahid de karşı çıkmıştır. Muhtemelen Tavus'un İbn Ömer'den gördüğü, bu fiilin neshi ile ilgili deliller sabit olmadan öncesine aittir. Sonra neshedildiğine dair deliller sabit olunca İbn Ömer bunu terketmiş ve Mücahid'in zikrettiğini yapmış olabilir" denilir. Onlardan rivayet edilen haberler bu şekilde yorumlanmalı ve İbn Ömer'in yanıldığı kesin sabit oluncaya kadar reddedilmelidir. Aksi halde rivayetlerin çoğu hükümsüz kalır [1206]. Köpek yalamasından dolayı kapların yıkanması: Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber: "Köpek bir kaba ağzını soktuğunda onu yedi kerre yıkayın" buyurmuştur [1207]. Ata'nın Ebu Hureyre'den rivayetine göre ise: Hz. Peygamber: Köpek veya kedinin ağzını soktuğu kabın üç defa yıkanacağını bildirmiştir [1208]. Hanefîler bu konuda şöyle demektedirler: Ravi, Hz. Peygamber'den daha önce zikrettiğimiz hadisi rivayet ettiği halde köpeğin ağzını soktuğu kabı üç defa yıkamanın onu temizlediğini kabul ettiğine göre yedi defa yıkamanın nesholunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü biz, Hz. Peygamber'den duyduğu bir hususu ancak benzeri bir haberle terkedebileceği noktasında Ebu Hureyre hakkında hüsn-i zan besler ve onun hakkında olumsuz şeyler düşünmeyiz. Aksi taktirde onun adaleti sakıt olur, ne sözü ne de rivayeti kabul olunmaz [1209]. Temettü haccı: Cabir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Biz, Hz. Peygamber devrinde temettü haccı yaptık. Hz. Ömer halife olunca insanlara hitap ederek şöyle dedi: Kur'an aynı Kur'an, Peygamber aynı peygamberdir. Bu ikisi Resûlullah devrinde iki mut'ayi içermekteydi. Birisi hacc-ı temettüdür. O halde haccınızla umrelerinizi ayırınız. Çünkü o, haccınız ve umrenizi daha mükemmel hâle getirir. Diğeri ise, kadınlarla mut'a olup, onu yasaklıyor ve başvuranları cezalandırıyorum [1210]. Serahsî'ye göre: Bu durum, Hz. Ömer'in bu husustaki hadisin neshedildiğini bilmesi şeklinde yorumlanabilir. Bu konuda İbn Şîrîn ise şöyle demektedir: Onlar hem mut'a konusunda ruhsatın mevcut olduğunu rivayet etmişler, hem de onu yasaklamışlardır. Onların rivayetlerinde vazgeçilecek ve nasihatlarında töhmeti gerektirecek bir husus söz konusu değildir [1211]. [1195] Serahsî, Usûl, II, 3; Abdülaziz el-Buharî, Keşfü'l-esrâr, m, 63. [1196] Abdülaziz el-Buhârî, a.e., III, 64. [1197] Serahsî, Usûl, II, 6; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 63. [1198] Serahsî, a.e., II, 6. [1199] Serahsî, a.e., II, 7. [1200] Tirmizî, Nikah, 14. [1201] Tirmizî, Nikah, 14. [1202] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III, 64; Tahavhi, Şerhu meâni'l-âsür, III, 8. [1203] Tahavî, a.e., III, 8; Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., III, 64. [1204] Muhammed Fuad Abdülbakî, el-Lü'lüü ve'l-mercân. I, 79. Bu hadisi Buhârî, Müslim ve diğer hadis imamları rivayet etmişlerdir. [1205] Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 225. [1206] Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr, T. 125-126. [1207] Muhammed Fuad Abdülbakî, el-Lü'lüü ve'l-mercân, I, 63; Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr,!, 21. [1208] Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 23. [1209] Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr. I, 23. [1210] Tahavî, a.e., II, 144. Bir başka lafızda ise Ömer'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber döneminde yasak kılınan ve ceza kesilen kadınlarla mut'a ve hac mut'ası olmak üzere iki mut'a vardı. Bk. Serahsî, Usûl, II, 6. [1211] Seralısî, Usûl, II, 6. Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 338-349. |