Konu Başlığı: Fakihlere göre metin tenkidi ölçüleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:30:47 3- FAKIHLERE GÖRE METİN TENKİDİ ÖLÇÜLERİ Sahabe-i kiram, Resûlulah'ın ölümünden sonra yeni bir durumla karşılaştıkları zaman, doğru hükmü bulmak için Kur'an ve sünnete başvururlardı. İbadet ve günlük hayatla ilgili olaylar sayılamayacak kadar çok olduğu için her olayla ilgili bir nas mevcut değildi ve böyle bir şey de beklenemez. Dolayısıyla naslar sınırlı, olaylar ise sınırsız olduğuna göre -sınırlı olan sınırsız olanı kuşatamaz- sonradan meydana gelen olaylar hakkında bir içtihatta bulunulabilmesi için içtihat ve kıyasın kabul edilmesinin gerekliliği kesin olarak ortaya çıktı [720]. Nitekim bu sebepledir ki Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş'ariye yazdığı emirnamede şöyle diyordu: Sonra sana Kur'an ve sünnette bulunmayan bir mesele arz olunduğunda, onu çok iyi anla ve benzerlerini iyi tanıyarak kıyas yap ve sana göre Allah'ın rızasına en uygun ve hakka en yakın olan hükmü ver" [721]. Şüphesiz sahabe, hakkında kitap veya sünnetten bir hüküm bulunmayan konularda içtihat yapmışlardır. Onlardan kıyasın aleyhinde rivayet edilen sözlerin batıl kıyasla ilgili olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü kıyas, batıl, sahih ve bu ikisinden birine dahil edilemeyen olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. Selef bu üç kısma da işaret etmişlerse de, sadece sahih kıyası kullanmış, onunla amel etmiş, fetva vermiş ve onu caiz görmüşlerdir. Selef, batıl kıyası ve onu tasvip edenleri kınamış, onunla amel etmek, fetva vermek ve hükmetmekten sakındırmışlardır. Batıl kıyas, kendisiyle bid'atler doğan, sünnetler değiştirilen ve nassa muhalif olan kıyastır. Bir başka ifade ile o, Allah'ın dini hakkında, nasları bilme ve onlardan hüküm çıkarmada gerekli çalışmayı yapmaksızın zan ve tahmine dayalı olarak söz söylemekten ibarettir [722]. Üçüncü kısım olan şüpheli kıyasa gelince, selef âlimleri sadece zaruret halinde onunla emel edip fetva ve hüküm vermeyi caiz görmüş, ancak hiç kimseyi onunla amel etmeye mecbur tutmadıkları gibi ona karşı gelmeyi haram saymamış ve ona karşı geleni de dine karşı çıkmış biri olarak kabul etmemişlerdir. Bu tür kıyas hakkında yaptıkları şey, halkı onu kabul ve red arasında muhayyer bırakmaktan ibaret olmuştur. Dolayısıyla bu tür kıyas, normal hallerde haram olup zaruret anında yenmesi içilmesi helal olan şeyler gibidir. Nitekim, Ahmed b. Hanbel'in naklettiğine göre, kendisi Şafiî'ye kıyasın hükmü hakkında soru sormuş, o da "zaruret anında caizdir" demiştir [723]. Tedvin dönemi öncesinde yaşayan birçok âlime sünnetin büyük bir bölümünün ulaşmadığını veya onlara göre sahih bir senedle ulaşmadığını biliyoruz. Zira o dönemde ashab, çeşitli beldelere dağılmış bulunuyorlardı. Birinin bildiği bir sünneti öbürü bilmeyebiliyordu. Herhangi bir âyet ve hadis bilen kimse, karşı karşıya kaldığı bir hadisede onunla fetva veriyor, bilmeyen ise içtihatta bulunuyordu. Nitekim İbn Mes'ud kaderi inkar eden Mufavvıda [724] hakkında kendi içtihadıyla fetva verdiğinde şöyle diyordu: "Bu, benim içtihadımdır. Eğer doğru ise Allah'tan, hatalı ise benden ve şeytandandır". İşte sahabenin fıkıh ve fetva konusundaki metodu bundan ibaretti. Onlar ancak nas bulunmadığı zaman kıyasa yöneliyor, onun kendi içtihatları olduğunu, hata ve sevap ihtimali taşıdığını belirtiyor, karşı gelinmesi caiz olmayan bir hakikat olduğu tarzında kesin bir hükümde bulunmuyorlardı. Ebu Zehra, sahabeyi iki kısma ayırır: 1) Resûlullah'tan hadis rivayetini, bununla yetinmeyi ve nas bulunmayan bir meselede kendi içtihadıyla fetva vermemeyi tercih edenler, 2) Hz. Peygamber'den meşhur olarak rivayet edilen bir hadis bulunmadığı takdirde kıyası tercih edip kendi içtihadıyla fetva verenler, daha sonra o mesele ile ilgili bir hadise vakıf olduğunda ise içtihadından vaz geçerek hadise dönenler! Bu ikinci grup Irak'ta, birinci ise Hicaz'da bulunuyordu [725]. Tabiîn döneminin başlarında fitne olayı zuhur edip Resûlullah'a nispet edilen uydurma rivayetler çoğalınca, bu iki gruptan her biri, kendisine arz olunan meselelerde başvuracağı hadislerin şahinlik derecesini tespit için kendilerine özgü ölçü ve yaklaşımlar geliştirdiler. Irak'taki kıyaşçı ekol özellikle haber-i vahid durumundaki hadisleri tenkit hususunda farklı bir tutum içindeydiler. Bunlar ileride açıklayacağımız kendilerinin koydukları bazı tenkit ölçülerine dayanarak uydurma olduğu endişesiyle birçok haber-i vahidi kabul etmediler. Üzerinde durdukları konuda sahih bir hadis bulunmadığı takdirde çoğunlukla kendi içtihatlarıyla fetva verdiler. Ayrıca bunlar, vaki olmuş meselelerin hükümlerini ortaya koymakla yetinmediler aynı zamanda, farazi birtakım meseleler de ortaya attılar ve onlara dair içtihatlar yaparak hükümler verdiler [726]. Bunlar İbn Mes'ud'un yolundan gidenlerdi. Nitekim o da yanılma endişesiyle Resûlullah'tan rivayet edilen hadisler hakkında titiz davrananlardan biri olduğu halde içtihat etme konusunda aynı titizliği göstermiyordu [727]. Fıkıh okulları, ne kadar birbirinden farklı olurlarsa olsunlar, hepsi de Kur'an ve mütevatir sünnet karşısında duruyor, onlara muhalefet etmiyorlardı. Nitekim Ebu Hanife bu konuda şöyle demekteydi: "İşitelim'veya işitmeyelim, Resûlullah'ın söylediği her söz başımızın üstündedir. Ona inanır, hakikatin onun dediği gibi olduğunu kabul ederiz" [728]. Haber-i vahide gelince, fukaha arasındaki esas ihtilaf noktası odur. Hanefîlerin haber-i vahidi tenkit konusunda özel ölçüleri, onun ravileri hakkında da hususi şartları vardır. Diğer fıkıhçılar ve özellikle hadisçi olanlar, Hanefîlerin bu şartlarını kabul etmezler. Ayrıca Mâlikîlerin de Kur'an'ın zahirine veya Medinelilerin uygulamalarına aykırı olması halinde haber-i vahid konusunda Hanelîlerinkine benzer bir tutumları vardır. Fakihlerin bu konudaki ölçülerini açıklamadan önce, burada Kur'an'a hangi tür sünnetin arz olunacağını bilebilmemiz için sünnetin çeşitleri ve fıkıhçılara göre Kur'an karşısındaki yeri hakkında bilgi vermemiz uygun olacaktır. [729] [720] Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 105. [721] İbn Kayyim, İ'lâmü'l-mavakkiin, I, 86. [722] İbn Kayyım, İ'lâmü'l-muvakkiîn, I, 67. [723] İbn Kayyım, İ'lâmü'l-muvakkiîn, I, 67-69. [724] İnsanların fiillerinin tamamıyla kendilerine ait olduğunu ve bunda Allah'ın herhangi bir tesiri bulunmadığını iddia eden mezhep. M. [725] Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 107. [726] Ebu Zehra, a.e., s. 109. [727] Ebu Zehra, a.e., s. 109-110. [728] Ebu Hanife, el-Âlim ve'l-muteallim, s. 22. [729] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 227-230. |