๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 15:53:27



Konu Başlığı: Bu örnekler üzerindeki tartışma
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 15:53:27
2. Bu Örnekler Üzerindeki Tartışma:


Eğer Haneklerle diğer ulema arasında zikrettiğimiz örnekler konu­sundaki tartışma hadisin, başka bir hadise muhalefetine dayansaydı, her­hangi bir âlim bunlardan birini diğerine tercih edebilirdi. Bu durumda kuvvetli olan alınır, zayıf olan terkedilirdi. Ancak buradaki ihtilaf o değil, örneklerin üzerine dayandırıldığı ölçünün kendisi hakkındadır. Bu, gerçe­ğin ortaya çıkması ve batılın da batıllığının anlaşılması için onların zikret­tikleri meselelerin herbirine araştırıcı ve inceleyici gözüyle bakmamıza mani değildir. Şimdi bunu ortaya koymaya çalışalım.

Nikâhta velinin izni: Tirmizî'de yer alan Hz. Âişe hadisi daha ön­ce geçmişti. Haneliler bu hadisi şu iki sebepten dolayı illetli saymışlardır:

a. Zührî'nin, kendi rivayetini inkâr etmesi.

b. Hz. Âişe'nin buna karşı çıkarak kardeşinin kızını kendisinin ev­lendirmesi [1219].

Birinci sebep İbn Aliyye'den rivayet olunmuştur. Ahmed b. Hanbel ve İbn Maîn İbn Uleyye'nin bu rivayetini zayıf kabul etmişlerdir. Beyhaki:

Rivayet eden unutsa bile haber doğru ise onu kabul etmenin gerekli olduğunu beyan ettikten sonra bu iki imamın söz konusu rivayeti zayıf saydıklarını kaydetmektedir [1220].

İbn Hibban ise şöyle demektedir:

Bu, haberin sıhhati konusunda eleştirilecek bir husus değildir. Çünkü haberi ilim ehlinden hafızasında saklayan ravi bazan bir hadisi rivayet eder ve sonra onu unutabilir. Kendisine sorulduğunda da onu hatırlayamaz. Onun unutması, haberin yanlış olduğuna bir delil teşkil etmez. Bütün insanların en hayırlısı olan Hz. Peygamber namazda yanıldı da kendisine namaz mı kısaltıldı, yoksa unuttunuz mu diye soruldu. Bunun üzerine o şöyle buyurdu:

“Bunların hiçbiri olmadı.” Bu durum, Cenab-ı Hakk'a risalet görevini yapmak üzere seçtiği peygamber için, müslümanların dinî görevlerinin en yaygını olan namazda caiz olunca -Hz. Peygamber namazda unutmuş ve kendisine so­rulunca, böyle birşeyin olmadığını söylemişti. Onun unutması bu şeyin hükmünün batıl olduğuna delil olmamıştı- masum olmayan ümmeti için haydi haydi caiz olabilir [1221].

İbn Uleyye'nin rivayeti ister kabul edilsin, ister edilmesin, bu sahih hadisi zayıf kılmaz. İmamlardan sahih olarak gelen rivayetler ravilerin birbirlerinden işitmesi suretiyle sabit olmuştur. Eğer muhaddis rivayet ettiği şeyi unutacak olsa, bu durum bu örnekte olduğu gibi başkalarının rivayetlerine muvafakat ettiği zaman ne onun söz konusu rivayetine ne de özellikle kendisinden rivayette bulunan kimsenin semainin varlığına tesir etmez.

İkinci sebebe gelince:

Bu, Hz. Âişe'nin kardeşinin kızını evlendir­mek suretiyle, kendi haberine muhalefet ettiği rivayettir. Burada metinde geçen (evlendirdi) sözünü "evlilik şartlarını hazırladı" şeklinde yorumlamamız mümkündür. Nikâh, Hz. Âişe'ye bunu istemesi ve ona müsaade etmesi dolayısıyla izafe edilmektedir. Sonra o, nikâhın kıyılabilmesi için -kızın babası bulunmaması nedeniyle- ona bir başkasının veli olmasını istemiştir [1222].

Abdurrahman b. Kasım'dan rivayet edilen haber, bu yorumun sa­hih olduğunu gösterir. O şöyle demiştir:

Âişe'nin yanındaydım. Ondan, ailesinden bir kadın isteniyordu ve o şahidlik ediyordu. Nikâh akdi geri kalınca ailesinden birine:

"Onu evlendir, çünkü kadın nikâh akdinde veli olmaz" dedi. Bir başka metinde ise:

"Kadınlar evlendiremezler" [1223] de­miştir. Beyhakî:

Hz. Âişe'nin görüşünün Abdurrahman b. Kasım'dan ri­vayet olunan görüşe uygun olduğu, dolayısıyla metinde geçen ifadesinden muradın bizim zikrettiğimiz husus olacağını, bu durumda da Hz. Âişe'nin görüşünün, Hz. Peygamber'den rivayet ettiği hadise muha­lif düşmeyeceğini" [1224] kaydetmektedir.

Ayrıca Hz. Âişe'nin bu hadisi söz konusu fiilinden önce rivayet ettiğini nerden biliyoruz? Belki daha sonra duyduğu ve birçok sahabînin yaptığı gibi o da mürsel olarak rivayet etmiştir. Göz önünde bulundurul­ması gerekli olan onun gördüğü ve yaptığı değil, Hz. Peygamber'den ri­vayet ettiğidir. Ayrıca Hz. Âişe'nin rivayet ettiği hadisi yorumlayarak kendini söz konusu kadının velisi olarak görmesi ve bu tevil ile de onu evlendirmiş olması mümkündür.

Son olarak bu hadis daha başka yollardan birçok sahabe tarafından rivayet olunmuştur. Nitekim onu Ebu Musa başka bir tarikten rivayet et­tiği gibi, aynı konuda Ali, İbn Abbas, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Muaz b. Cebel, Ebu Zer, Mikdâd, Ebu Hureyre, Cahir ve daha başkaları da rivayet etmişlerdir [1225].

Eğer bu konuda sadece Hz. Âişe'nin hadisi olmuş olsaydı Hanefî’lerin iddiaları dikkate değer sayılabilirdi. Ancak Hz. Âişe rivayeti dışında birçok başka tarikten de rivayetin mevcudiyeti onu inkâr edenlerin veya neshine hükmedenlerin delilinin sağlam olmadığını ortaya koymaktadır.

Rükûa varırken ve rükûdan kalkarken elleri kaldırma İbn Ömer'in elleri kaldırma ile ilgili hadisi Sahîhayn ve diğer sü­nen kitaplarında yer almaktadır. Mücahid'in İbn Ömer'den "o ellerini kaldırmazdı" rivayeti ile Tavus'un "buralarda ellerini kaldıdığına" dair rivayeti çelişir. Ahmed b. Hanbel'in Nafi, İbn Ömer senediyle rivayetine göre onun namaz kılarken ellerini kaldırmayan birini gördüğünde onu taşladığı ifade edilmektedir. Bu hadisi Buhârî "ellerin kaldırılması" ba­bında "Ona taş atardı" lafzı ile rivayet etmiştir. Nitekim yine Buhârî on yedi sahabeden namazda ellerin kaldırılmasını rivayet ederek şöyle demektedir:

Resûlullah'ın sahabîlerinden hiçbirinden onun namaz­da ellerini kaldırmadığına dair herhangi bir hadis rivayet edilmemiş­tir" [1226].

Beyhakî Sünen ve el-Hilâfiyyat adlı eserlerinde "ellerin kaldırılma­sı" rivayetini nakledenlerin sayısının otuz civarında olduğunu kaydederek şöyle demektedir:

Hâkim'in şöyle dediğini duydum:

Bu rivayetin üzerin­de cennetle müjdelenen on taşı ve onlardan sonra gelen sahabenin ileri gelenleri ittifak etmiştir [1227].

İbn Ömer'in hem rivayet edip, hem de namazda ellerini kaldırdığı, bunu yapmayanı da taşladığı sabit olunca ve birçok sahabe de onun hadi­sini rivayet ettiğine göre Mücahid'in 'ibn Ömer'in namazda ellerini kaldırmadığını" bildiren rivayetinden dolayı aralarında İbn Ömer'in de bulunduğu bu kadar sahabîlerin rivayet ettiği bir haber terkolunabilir mi?

Bana göre Mücahid'in rivayetini reddetmek için Tavus'un rivayeti yeterlidir. En azından şöyle denilebilir:

"İkisi karşı karşıya geldiler ve birbirlerini hükümsüz kıldılar". Bu durumda geriye bu iki haberin riva­yetinden önceki durum yani İbn Ömer'in hadisi muanzsız ve sahih olarak kalır; elleri kaldırmayı teyit ve emreden diğer hadisler de ona des­tek olur. Burada biz Hanefîlerin istidlallerine cevap verme hususunda İbn Ömer'in fiili ile yetindik. Halbuki elleri kaldırmama hususunda daha başka hadisler de bulunmaktadır. Burada elleri kaldırmanın sünnet olup olmadığını ifade etme; sahabenin kendi rivayetine muhalefetinin bu ko­nuda herhangi bir etkisinin bulunmadığını vurgulamamızın bizi ilgilendirdiği kadar ilgilendirmemektedir. Zira bu, hadisi neshetmediği gibi onun neshine delil de olmaz. Sahih hadis, kendine ulaşan kişi için bağla­yıcıdır, insanlardan birinin fiili ile ona karşı koymak, isterse bu kişi bizzat Hz. Peygamber'in sahabîlerinden biri olsun, caiz değildir.

Köpeğin yalamasından dolayı kapların yıkanması: Köpeğin yalamasından dolayı kaplan yedi defa yıkamaya ve Ebu Hureyre'den ke­di ve köpeğin yaladığı kabın üç defa yıkanacağına dair rivayetin bununla çeliştiği iddiasına gelince [1228], bu noktada doğru olan bu iki haberin bir­birleri ile çelişmediğidir. Zira, onun Hz. Peygamber'den rivayet ettiği ha­disin senedi kuvvetli olup, ondan rivayet edilen fiil ise zayıftır. Nitekim Ebu Hureyre'nin bu fiili Abdulmelik el-Arzemî tarikiyle gelmiş olup başkaları sika olduğunu söylemelerine rağmen Şu'be, şüfa hadisini riva­yet edip bunda tek kalması sebebiyle onu tenkit etmiştir [1229]. Tirmizî ise şöyle demektedir:

Kendisinden sahih sünnet naklolunan güvenilir bir âlimin hadisini o husustaki bazı vehimlerle terketmek doğru değildir. Bu hususta doğru olan ravi çok yanılgan değilse, araştırma neticesinde sahih oldukları anlaşılan rivayetleri kabul etmek, yanıldığı sabit olanları ise terketmektir. Zira hatası, doğrusundan çok olan terkedilmeyi hak eder [1230].

Bilgilerime göre [1231] Ebu Hureyre'den nakledilen bu rivayet, sadece onun tariki ile gelmiştir. Madem ki ondan başkası böyle bir rivayette bulunmamıştır, onun yanılmadığının garantisi nedir? Belki de bu onun yanıldığı rivayetlerdendir. Bu araştırmaya göre onun bu rivayetini kabul etmememiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü o, bir yanılmadır. Zira Buhârî,, Müslim [1232] ve diğer hadis kitaplarının Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadise ters düşüyor. Ayrıca o, isnad yönünden sahih olan riva­yetler karşısında tutunacak güçte de değildir.

Ayrıca Ebu Hureyre'nin, bu sözleri, hadis kendine ulaşmadan önce söylemiş olması da mümkündür. O, bunu sahabeden birinden duyup, Hz. Peygamber'den işitmiş gibi mürsel olarak rivayet etmiş olabilir. Nitekim o, Hz. Peygamber'den kimin duyduğunu açıkça ifade etmemiştir. Her halükârda, onun hadisi işitmesi bu sözden önce olabileceği gibi, mürsel olması da bir ihtimaldir. Bunu tarihi bilinmeyenlere dahil edip daha isa­betli yorumlamak mümkündür. Nitekim biz de onu hadisi işitmeden ön­ce söylediği şeklinde yorumluyorum.

Ebu Hureyre'nin kendisine nisbet edilen ifadede ise ayrı bir durum söz konusudur. Şöyle ki:

Kendisine köpek ve kedinin ağzını soktuğu kap hakkında sorulduğunda söz konusu ifadeyi kullanmıştır. Soru soranın sa­dece kedinin durumunu sormuş ve onun da bu şekilde cevap vermiş ol­ması mümkündür. Ancak ondan rivayette bulunan kişinin durumdan şüphelenerek, kedinin mi yoksa köpeğin mi sorulduğunu karıştırdığı için tereddüdünü ifade etmek üzere ikisini de bir arada zikretmiş olması muh­temeldir. Bu durumda kedinin yalamasından dolayı kabın üç defa yıkan­ması görüşü anlaşılır ki bu da onun bir içtihadıdır. Nitekim kedi hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"O, devamlı olarak etrafınızda dola­şan hayvanlardandır" [1233]. Bu durumda biz, Resûlullah'ın hadisini alır, ravinin söz ve içtihadını ise terkederiz.

Yine bu söz Ebu Hureyre'den rivayet olunan kabın yedi defa yı­kanmasına ilişkin fetvasına ters düşmektedir [1234]. Her ne kadar Ebu Hureyre hadisi sened bakımından rivayetlerin en güçlüsü ise de [1235], onun bu rivayeti Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Abdullah b. el-Mugaffel tarafın­dan merfu olarak rivayet edilmiştir.

Bütün bu ihtimaller Ebu Hureyre'nin kavlini almanın, Hz. Peygamber'in sahih senetle sabit olan hadisini terk ve diğer insanlar gibi ha­ta ve isabet edebilen sahabenin fiili dışında bir delil bulunmaksızın onun neshedildiğini iddia hususunda yeterli olmadığını ortaya koyuyor, İbn Hazm Ebu Hureyre'ye varan bir senedle onun nafaka konusundaki hadi­sini rivayet etmiş ve onun sonuna bir ziyadede bulunmuştur. Kendisine "Bu Hz. Peygamber'e mi ait?" diye sorulduğunda "Hayır, bu Ebu Hu­reyre'nin kendisindendir" [1236] demiştir. Belki de bu "üç yıkama görü­şü" de yine Ebu Hureyre'nin kendi ilavesidir.

Temettü haccı: Hz. Ömer'in hacc-ı temettü hadisi, rivayet edip sonra da söz konusu rivayete muhalefeti ile istidlallerine gelince, durum aslında böyle değildir. Çünkü Ömer'in bu konuda Hz. Peygamber'in hadisi kendisine ulaşınca söz konusu görüşünden döndüğü rivayet olun­muştur. Nitekim bunu İbn Hazm da zikretmektedir [1237].

Onların, Ömer'in temettu yapması ile onu yasaklaması hususundaki rivayetleri ve bizim ondan döndüğüne ilişkin rivayetimiz tearuz eder de bizim, Ömer'in fiili olarak rivayet ettiğimiz şey, onların nehyettiğine ilişkin rivayetten sonra olduğunu görürsek burada sonra olanı almak bi­zim için daha uygun olur.

Eğer ondan gelen rivayetlerden hangisinin sonra olduğu tespit edi­lemezse, Ömer'e ait iki fiilin çeliştiğini söyleriz. İki çelişen fiil ise birbiri­ni hükümsüz kılar ve bu durumda mesele hadisten gösterilecek delillere kalır. Sahabeden herhangi birine ait olduğu sabit olmayan bir fiil dolayısı ile de hadis reddolunamaz. Ömer'e ait söz konusu fiil ve yasaklama, Resûlullah'tan Ömer tariki dışında birçok sahabe tarafından rivayet edildiği sabit olan bir hükmü de ortadan kaldıramaz.

Sahabenin ileri gelenlerinin muhalif olması: Hanefîlere göre sa­habenin ileri gelenlerinden kendisine böyle bir hadisin gizli kalmayacağı bilinen biri herhangi bir hadise aykırı davrandığı zaman söz konusu hadis onun bu davranışı ile delil olmaktan çıkar. Çünkü o, munkatı olduğunda haberin kendisine ulaşmadığı düşünülür ve ister kendi, isterse başkası ri­vayet etmiş olsun, Hz. Peygamber'den sahih olarak gelen bir hadise mu­halefet ettiği ileri sürülemez. Bu hususta, en iyi tercih sahabenin bu hük­mün nesholunduğunu veya kesin hüküm ifade etmediğini bildiğine ham­letmektir [1238]. Hanefîler bu kısma örnek olarak şu hadisi göstermekte­dirler:

Celde vurma ile sürgünü birleştirme: Ubade b. es-Sâmit'in Resûlullah'tan rivayetine göre o şöyle buyurmuştur:

"Bekâr bekârla zina etti­ğinde yüz sopa ve bir yıl sürgün cezası verilir" [1239].

Hanefîler, sopa ile sürgünün bir arada verileceğini beyan eden bu hadise sahabenin ileri gelenlerinden birçoğunun muhalefet etmiş ve onunla amel etmemiş olduklarını söylemektedirler. Bu, onların sahih ha­dise karşı çıkmaları olarak anlaşılamaz. Öyleyse denilebilecek en hafif söz, bunun zorunlu olmadığıdır. Çünkü sürgün bir had çeşidi olmayıp maslahat gereğidir. Onlar, Ömer'in fiili ve sözü ile istidlalde bulundular. Çünkü o bir adamı sürgün etti de bu kişi Bizans'a giderek irtidad etti. Bunun üzerine Ömer yemin ederek "Bundan böyle hiç kimseyi sürgün etmeyeceğim" dedi.

Eğer sürgün bir had cezası olmuş olsaydı, o yemin etmezdi. Zira kişiler itridad ediyor diye had terkedilemez. Böylece bu­nun siyaset ve maslahat yoluyla verilen bir ceza olduğunu anlıyoruz. Ni­tekim Hz. Peygamber de kadın gibi davranan bir erkeği (Muhannes) Me­dine'den sürmüştür. Bu nevî bir davranışın ise had olarak sürgünü gerek­tirmediği icma ile sabittir. Şu halde Hz. Peygamber'in onu sürgün etmesi de maslahata dayanmaktaydı. Nitekim Hz. Ömer'in Nasr b. Haccac'ı gü­zelliği dolayısı ile sürgün etmesi de aynı gerekçeyledir. Ayrıca onlar, Hz. Ali'nin "Fitne olarak sürgün yeter" sözü ile istidlalde bulunmuşlardır. Zira eğer sürgün bir had cezası olsaydı Ali onu fitne olarak isimlendirmezdi demişlerdir.

Hanefîler ayrıca:

İşte bu, sahabenin önde gelenlerinden birinin mu­halefetine hadisi delil olmaktan çıkarmaktır. Ashabın Resûlullah'tan sahih olarak sabit olan bir hadise herhangi bir şekilde muhalefetleri iddia edi­lemeyeceği gibi bu hususu bilmedikleri de söylenemez. Çünkü dini biz onlardan öğrendik, bu nevi hadislerin onlara gizli kalması düşünüle­mez [1240], demektedirler. [1241]



[1219] Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 186.

[1220] Zeylaî, a.e.. III, 186.

[1221] Zeylaî, a.e., III, 185.

[1222] Zeylaî, a.e., III, 186.

[1223] Zeylaî, a.e, III, 186.

[1224] Zeylaî, a.e.. III, 186.

[1225] Zeylaî, a.e., III, 183-184.

[1226] İbn Hacer, et-Telhîsu'l-habîr, III, 22.

[1227] İbn Hacer, a.e., III, 22.

[1228] Tahavî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 23.

[1229] İbn Hacer, Tehztbü't-tehzib, VI, 397.

[1230] İbn Hacer, a.e., VI, 396-398.

[1231] Dârekutnî bunu Tahavî'nin daha önce geçen rivayeti gibi bizzat Abdulmelik'in Ata'dan rivayeti şeklindeki bir senetle tahric etmiştir. I, 66.

[1232] Muhammed Fuad Abdülbakî, et-Lü'lüü ve'l-mercân. I, 63.

[1233] Tirmizî, Taharet, 69.

[1234] Emir es-San'anî, Sübulü's-selâm. I, 259.

[1235] Şemsülhak Âbâdî, et-Ta'lîku'l-muğnî ale'd-Dârekutnî, I, 66.

[1236] İbn Hazm, el-İhkâm, IV, 813.

[1237] İbn Hazm, a.e., IV, 816.

[1238] Serahsî, Usûl, U, 7-8; Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III, 66-68.

[1239] Tahavî, Şerhu mcânri-âsâr, III, 134. Bu hadisin tahrici daha önce geçmiştir.

[1240] Abdülaziz el-Buhari, Keşfu'l-esrâr, III, 66-67; Serahsî, Usûl, II, 7.

[1241] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 353-360.