Konu Başlığı: Bu konuda hanefîlerin tenkidi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Haziran 2011, 15:51:55 Bu Konuda Hanefîlerin Tenkidi Hanefîlerin, sahabenin ileri gelenlerinin hadislerin tümünü bildiğine dair iddiaları gerçekte bir bilgi değil, vehimden ibarettir. Vehim üzerine ise kural konulamaz ve hadiste bununla reddedilemez. Başta Ebu Bekir, Ömer, Ali ve daha başkaları olmak üzere sahabenin ileri gelenlerinin bazı ahkâmdan haberdar olmadıklarını daha önce açıklamıştık, şimdi onları tekrar etmek istemiyoruz. Sahabe, birçok hadise kendilerine ulaşmadığı için karşı çıkmışlardır. Nitekim Hz. Ömer Ebu Musa el-Eş'arî'nin rivayet ettiği "izin isteme" hadisini reddetmiş, sonra da şöyle demiştir: Bana Resûlullah'ın bu sünneti ulaşmadı. Sokaklarda alış-veriş yapmak beni bunu öğrenmekten alıkoydu [1242]. Ömer, Abdurrahman b. Avf Hz. Peygamber'in sünnetini kendisine hatırlatıncaya kadar, Mecusîler'e nasıl davranacağını bilememiş, Hz. Peygamber'in Bahreyn Mecûsîleri'nden cizye aldığını unutmuştur. Halbuki o meşhur bir olaydır. Hatta bekli o (Ömer) da bu maldan diğer sahabe gibi bir hisse almış olabilir [1243]. Ayrıca Ömer, Hz. Peygamber'in mehirleri ile istidlalde bulunarak kadınların yüksek miktarda mehir almalarını yasaklamış, daha sonra ashaptan bir kadının "Onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın" [1244] âyetini hatırlatması üzerine bu yasaktan vazgeçmişir [1245]. Ensar, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, müminlerin annesi Hafsa gibi muhacirlerin ileri gelenlerine duhul anında ancak inzal vaki olursa boy abdesinin gerekeceğinden haberleri olmamıştı [1246]. Müminlerin annesi Hz. Âişe ve Ümmü Habibe'ye İbn Ömer, Ebu Hureyre, Ebu Musa, Zeyd b. Sabit, Saîd b. Müseyyeb ve diğer tanınmış Medine fakihleri ve daha birçokları ateş dokunmuş şey dolayısıyla abdest almanın nesholunduğu hususundan haberleri almamıştır [1247]. Hz. Ali, sahabeden birçoğunun, kendisinin bilmediği hadisleri anlattıklarını itiraf etmektedir. O, Ebu Bekir dışındakilerin rivayetlerinde yemin etmelerini istemekteydi. O, Allah Teâlâ'nın, kendisini önce bilmeyip daha sonra duyduğu hadisler dolayısıyla mükâfatlandırdığını söylüyordu [1248]. Yine Talha Ömer kendisine hatırlatıncaya kadar, altını gümüşle vadeli olarak değiştirmeyi mubah görüyor; İbn Ömer ve İbn Abbas hatırlayıp vazgeçinceye kadar bir dirhemi iki dirhemle değiştirmeyi mubah sayıyorlardı. Daha sonra İbn Ömer, Ebu Saîd el-Hudrî'nin Hz. Peygamber'den rivayeti üzerine görüşünü terketmiş ve bu konudaki meşhur görüşe dönmüş, bu şekilde rivayette bulunarak "Hz. Peygamber'in bize bildirdiği budur" demiştir [1249]. Hz. Âişe, Ebu Hureyre ve İbn Ömer'in mestler üzerine mesh edileceğinden haberleri olmamış, bu hususu Hz. Peygamber'in vefatından birkaç ay önce müslüman olan Cerir rivayet etmiştir. Hz. Âişe ise bu hususta hiçbir bilgisinin olmadığını itiraf ederek, bu konunun bilen birisinden -ki o da Hz. Ali'dir- sorulmasını istemiştir [1250]. Nitekim Hz. Ömer, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve Medine halkının çoğunluğuna Hz. Peygamber'in haiz olan kadına veda tavafını yapmaksızın Mekke'yi terkedebileceklerinden haberleri olmamış bilahare onlara bunu İbn Abbas ve Ümmü Seleme bildirince bu görüşlerinden vazgeçmişlerdir [1251]. İbn Ömer'e, temettü haccını hacc-ı ifrada tercih etmesi üzerine: "Sen babana muhalefet ediyorsun" denilmiş, bunun üzerine o: "Allah'ın kitabı mı yoksa Ömer mi uyulmaya daha layıktır?" diye karşılık vermiştir [1252]. İbn Abbas şöyle demiştir: Allah'ın sizi yerin dibine batırmasından korkmuyor musunuz? Ben, Resûlullah şöyle buyurdu diyorum, siz ise Ebu Bekir, Ömer şöyle dediler, diyorsunuz" [1253]. Bu önde gelen sahabeler söz konusu ettiğimiz hadis ve hükümlerden habersiz olduklarına göre bir konuda hadis rivayet olunup da sahabenin ileri gelenleri bunun hilafına hükmettikleri sabit olunca, muhalif olana husn-i zan besleyerek hadisin nesholunduğuna hükmedebilir miyiz? Bu sahabîye hadis ulaşmadığı için muhalif davrandı, aksi halde muhalefet etmezdi, demek hüsn-i zan değil midir? Söz konusu fiil herhangi bir sahabî veya sahabîlerin işlemesini, bu konuda Resûlullah'ın sünnetinin kendilerine ulaşmaması şeklinde yorumlamak özellikle bu kısımdaki örnekler de daha sağlam bir tutumdur. Çünkü hadisin ravisi, muhalefet edenden başkasıdır. Ravi bir şahabıdır, fetva veya amel sahibi ise başka bir sahabîdir. Daha önceki örneklerde geçtiği üzere, içlerinde Hz. Ömer, Ali vb. büyük sahabîler bile olsa birçok sahabînin dinî hükmü bilememeleri mümkündür. "Onun imameti, bu hadisi bildiğine delildir ve bu nevi sözlerden habersiz olduğu düşünülemez" tarzındaki görüşüne gelince, daha önceki örneklerde açıkladığımız gibi bunun batıl bir söz olduğu açıktır. Zira bu imamlara gizli kalan nice meseleler vardır. Nitekim Hz. Ali de bazı hükümleri bilemediğini ve diğer sahabîlerin bilgilerinden faydalandığını bizzat kendisi açıklamaktadır. Sahabenin, Hz. Peygamber'in sahih hadisine muhalefetinin düşünülemeyeceği görüşüne gelince, bu görüş doğrudur ve bizim de onlar hakkında düşündüğümüz budur. Ancak biz hadisi nesholunmuş olarak yorumlamıyor; aksine sahabenin bu tutumunu söz konusu hadisin ona ulaşmadığı ve hadise muhalefet etmeyeceği şeklinde yorumluyoruz. İddia ettikleri gibi nesh tevil yollarının en iyisi değildir. Aksine en kötüsüdür. Çünkü o, hadisin mânasını veya bizzat hadisin lafzını reddetmek dernektir. Zira hadisin söylenilişindeki hikmet onunla amel etmeye bağlıdır, biz hadisin neshedileliğini söylediğimiz zaman, bu hikmet gerçekleşmemiş olur; biz de hadisi reddetmiş ve onunla ameli terketmiş duruma düşeriz. Bu hususları isbat ettiğimize göre artık onların söz konusu ettikleri celde ile sürgün cezalarını birlikte verme misalinin detaylarını tartışabiliriz. Ömer b. Hattab Rabia b. Ümeyye b. Halefi içki içmesi dolayısıyla Hayber'e sürmüş, o da Bizans'a geçmiş ve hıristiyan olmuştur. Bunun üzerine Ömer: "Bundan böyle hiçbir müslümanı asla sürgün etmeyeceğim" demiştir [1254]. Demek ki Ömer, zina suçundan dolayı değil, içkiden dolayı sürgün cezası vermiştir. Bu da hiç şüphe yoktur ki had değil, tazir ve umumî maslahata riayettir. İkinci kez içki içtiğinde yine maslahata riayet amacıyla onu sürmemek yetkisi vardır. Bu uygulama da ne sahih, ne de zayıf bir hadise aykırı değildir, maslahatı gerçekleştirmek üzere Ömer'in bir içtihadıdır. İçki içeni sürgün etmede maslahat kalmadığı, hatta irdidad etmesine sebep olduğu ortaya çıkınca, Ömer içki içenlerden hiçbirisini sürgün etmeyeceğine yemin etmiştir. O, "zina edeni sürgün etmeyeceğim" dememiştir. Dolayısıyla onun sözüne içermediği anlamlar yüklenmemelidir. Bu duruma göre Ömer'in görüşü ile buna istidlalde bulunmak konu dışına çıkmaktır. Aksine Beyhakî Sünen'inde Ömer'in hem sopa vurduğunu, hem de sürgün ettiğini söylüyor [1255]. Onun doğru görüşünün bu olduğunu umarım. İbn Kudâme'nin kaydettiğine göre bu konuda Hz. Ali'den rivayet edilen haberler, ravilerinin zayıf ve mürsel olmaları dolayısıyla sahih değildir [1256]. İlim sahibi hiç kimsenin sahih bir hadisi, içinde zayıflık ve mürsellik bulunan bir sahabî sözü için terkedeceğini tahmin etmiyorum. Bu bölümü Hanefî âlimlerinden Serahsî'nin bu hadisi, bilmemesi mümkün olan bir sahabînin ameline muhalif olan bir hadisi beyan ederken zikrettiği "Onun muhalefeti herhangi bir etki yapmaz ve hadis delil olarak devam eder" sözü hakkındaki açıklamaları ile bitirelim. Çünkü kendisi ile amel edilen bir hadis, Hz. Peygamber'den sahih bir yolla sabit ise ondan, mertebe bakımından daha aşağıda bulunan birinin muhalif ameli sebebiyle vazgeçilemez. Onun hadise muhalif fetvası şu iki yorumdan birisi ile yorumlanır: O sahabî hadisten haberdar olmadığı için kendi reyi ile fetva vermiştir. Eğer hadis ona ulaşmış olsaydı, bu görüşünden vazgeçerdi. Zira kime bir hadis sahih yolla ulaşırsa ona yapışması gerekir" [1257]. Serahsî'nin bu sözleri ile Hanefîlerin görüşlerini çürütmemiz mümkündür. Şöyle ki: Onlar birçok meselede sahih hadislere muhalefet etmişler ve bazı sahabîlerin muhalif ameli dolayısı ile bu hadislerle amel etmemişlerdir. Resûlullah dışında hiç kimsede ismet sıfatı bulunmadığını ve sahabeden birçoğuna bazı hadisler ulaşmadığını, bu nedenle karşılaştıkları konularda içtihatta bulunduklarım; bazan isabet, bazan da hata ettiklerini, her iki durumda da sevap kazanacaklarını unutmuşlardır.[1258] [1242] İbn Hazm, el-İhkâm, 1, 143. [1243] İbn Hazm, a.e., I, 144. [1244] en-Nisâ: 4/20. [1245] İbn Hazm, a.g.e., I, 144. [1246] İbn Hazm, a.e.. I, 144-145. [1247] İbn Hazm, a.e.. I, 144-145. [1248] İbn Hazm, a.e., I, 144-145. [1249] İbn Hazm,'İhkâm, I, 144-145. [1250] İbn Hazm, a.e., I, 144-145. [1251] İbn Hazm, a.e., I. 144-145. [1252] İbn Hazm, a.e., I, 144-145. [1253] İbn Hazm, a.e., I, 144-145. [1254] İbn Kudâme, el-Muğni, VIII, 167. [1255] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, VIII, 223. [1256] İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 168. [1257] Serahsî, Usûl, n, 8. [1258] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 360-364. |