Konu Başlığı: Ammın hükmü Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:14:53 Ammın Hükmü: Mâliki, Şafiî, Hanbelî ile Matürîdî gibi bazı Hanefîlerden oluşan İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre âm bir lafzın, içerdiği fertlerin bütününe delaleti zannîdir [866]. Şafiî, Kur'an'da geçen bütün âm lafızları incelediğini ve bunların şu üç durumdan birinde bulunduklarını gördüğünü söylemiştir: 1. Kendisiyle sadece umûm murat edilen ve umumla birlikte hususu da söz konusu olan âm lafızlar. "Allah her şeyin yaratıcısıdır" [867] âyeti birinciye, "...sonunda bir köy halkına gidip onlardan yiyecek istediler. Onlar da kendilerini misafir etmekten kaçındılar..." [868] âyeti ise ikinciye misaldir. Zira bu âyette, onların köy halkının tümünden yiyecek istemediklerine bir delalet vardır [869]. 2. Zahiri âm olmakla birlikte hem umûm, hem de husus içeren lafızlar. Meselâ bir âyette "Ey insanlar, doğrusu biz sizi bir erkek ve bir dişinden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız O'ndan en çok korkanınızdır" [870] buyurulmaktadır. Buradaki umûm ifade eden taraf Resûlullah zamanında ondan önce ve sonra kendisine bu şekilde hitap edilen erkek ve dişiden yaratılan ve hepsi de milletler ve kabileler oluşturan herkestir. Husus ifade eden ise "... Allah katında en değerli ve en üstün olanınız O'ndan en fazla korkanınızdır..." kısmıdır. Zira takva, ancak hayvanlar, deliler ve çocuklar dışında kalan akıl sahibi ve buluğa ermiş insanlar için söz konusu olabilir. Çünkü "muttaki olmak" veya "olmamakla" ancak onu idrak edip takva ehli olan veya ona aykırı hareket edip takva ehli olmayan kimseler tavsif edilebilirler [871]. 3. Zahirî itibariyle âm olan ancak, kendisinden bütünüyle hâs murad edilen lafızlar. "Bir kısım insanlar müminlere, "düşmanlarınız size karşı toplandılar; onlardan sakının!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha artırmış ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" demişlerdir" [872] âyetinde olduğu gibi. Şafiî bu âyetle ilgili olarak şöyle demektedir: Resûlullah ile beraber, kendileri için toplananlardan başka insanlar vardı. Kendilerine haber verenler ise toplananlardan ve Hz. Peygamberle birlikte bulunanlardan ayrı kimselerdi. Ayrıca bir de onlar için toplanmış olan insanlar vardı. Bunlar Resûlullah ve ashabı için toplananların insanların tümü değil, bazıları olduğunu açıkça göstermektedir. Kaldı ki, bütün insanların toplanmadığını, hepsinin onlara haber vermediğini ve onların da insanların tümü olmadığını kesin olarak bilmekteyiz [873]. Şafiî Kur'an'da bulunan âm lafızları bu isabetli açıklamasıyla izah etmektedir. Netice olarak, âm bir lafzın içerdiği bireylere delaletinin Hanefîlerin ileri sürdükleri gibi kat'î değil, zannî olduğu gerçeği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Hatta "her âm lafzın mutlaka bir yönüyle tahsis edildiği" de söylenmiştir. Hanefîler ise bu konuda şöyle demektedirler: Am bir lafzın, efradının bütününe delaleti, bir kısmının onun dışında olduğuna dair bir delil bulunmadıkça kat'îdir. Çünkü böyle bir lafız, kapsama ve içerme suretiyle bütün efradına delalet etmek üzere vaz'olunmuştur[874]. Ayrıca, herhangi bir lafız bir mânayı ifade etmek üzere vaz'olunduğu zaman, söz konusu lafız kullanıldığında, aksine delil bulunmadıkça, o mânanın anlaşılması zorunlu olur. Umum sigasi ise vaz'olunduğu mânaya ve nasdaki ilgili hakikate delalet etmektedir. Çünkü içerdiği efrad onda kesin olarak bulunmaktadır. Zira o, mecaz taşıdığına dair bir delil bulunmadıkça hakikat için konulmuştur [875]. Keza Hanefîlere göre umum ifadesi, hem dinî hem de sosyal hayat bakımından insanlar arasında gözetilen bir kavramdır. Öyle ise bunu ifade etmek üzere bir lafız vaz'olunmalıdır. Zira kavramların mutlaka kelimelerle ifade edilmesi zorunluluğu vardır [876]. Kaldı ki selef âlimlerin umum ile istidlalde bulunmuş oldukları da bilinmektedir. Nitekim İbn Mes'ud, konusunda en son nazil olan âyet olduğnu söyleyerek "...hamile olanların iddeti doğum yapmalarıdır" [877] âyetiyle istidlalde bulunarak söz konusu âyetin hamileliğin diğer iddet biçimlerini ortadan kaldırdığını söylemiştir. Hz. Ali iki kız kardeşle birlikte nikâhlanmanın haram olduğu konusundaki âyetin lafzının umum ifade etmesiyle istidlalde bulunarak cariye olan iki kız kardeşi de aynı şekilde cem'etmenin haram olduğuna hükmetmiş ve "bir âyet onları helal, bir başka âyet ise haram kılıyor"demiştir [878]. Bu konuda bazı görüşler daha vardır. Nitekim Vâkıfiyye denilen bazıları, umûm veya husus murad edildiğine dair bir delil bulunmadıkça, zahiriyle umum özelliği taşıyan bir lafızla amel edilmesi hususunda tevakkuf etmeyi tercih etmişlerdir [879]. Erbabü'l-husus denilen bazıları ise, umûmun cem'in en azı olan iki veya üç için vaz'olunduğunu iddia etmişlerdir [880]. Erbabü'l-husus, müşrikîn vb. lafızların cem'in en azı, yani husus için vaz'olunduğunu, bunun üstündekileri ifade etmede ise mecaz taşıdığını söylemektedirler [881]. Vâkıfiyye ise, âm bir lafzın müşterek veya ne için vaz'olunduğu bilinmeyen kelime olduğunu, husus veya umuma delalet ettiğinin ancak bir karine veya mevcut bir delil ile anlaşılabileceğini ileri sürmektedirler [882]. Âm lafzın umum ifade ettiğini savunan Hanefîler ile cumhura göre böyle bir lafz istiğrak (bütününü kapsama) taşımaktadır. Binaenaleyh, eğer onunla mânasının bir kısmı murad edilecek olursa bu, hakiki ve vaz'olunuşunun gereği olarak caiz olur. Ancak, acaba onun bütün fertlerine delaleti kat'î midir, yoksa zannî midir? Hanefîlere göre kat'î, çoğunluğa göre ise zannîdir. İşte ihtilaf da buradadır. Bunun sonucu ise tahsis konusunda açıkça görülmektedir. Şöyle ki: Âm lafzın delaletinin zannî olduğunu kabul edenlere göre böyle bir lafzı kendisi gibi zannî oldukları için haber-i vahid ve kıyas ile tahsis etmek mümkündür. Bu delaletin kat'î olduğunu kabul edenlere göre ise, âm lafız Kur'an lafzı olduğunda, haber-i vahid gibi mütevatir ve meşhur sünnetin altında olan bir rivayetle tahsis edilemez. Bu konudaki asıl tartışma da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla şayet haber-i vahid bir Kur'an âyeti veya mütevatir hadiste mevcut olan âm bir lafza muarız olursa, Hanefîlere göre onu tahsis edemez. Çünkü haber-i vahid, bunların altında bir mertebede bulunmaktadır. Zira haber-i vahid ve kıyas zannî, Kur'an ve mütevatir sünnet ise kat'îdirler. Zannî olan ise kat'î olana galip gelemez [883]. Bu nedenle haber-i vahidi ne Kur'an'ın zahirine tercih etmek, ne de onunla Kur'an'ın âm bir lafzını tahsis etmek mümkün değildir. Çünkü böyle bir durumda daha zayıf bir delil sebebiyle daha güçlü bir delille ameli terk etmek söz konusu olur ki bu caiz değildir [884]. Gazzâlî âm bir lafzın delaletinin kat'î olduğunu kabul edenleri uzun uzadıya tenkit etmiş, dayandıkları delillerini çürütmüştür. Fazla uzatmamak için onları burada zikretmeye gerek görmüyoruz. İstifade etmek isteyenler kaynağına bakabilirler [885]. Bize göre Şafiî'nin zikretmiş olduğu has veya kendisiyle has murat edilmiş olan âm lafızlar pek çok olup; bunlar İslâm âlimlerinin çoğunluğunun kabul ettikleri, bunların fertlerine delaletinin kat'î değil, zannî olduğu tarzındaki görüşünü te'kit etmektedir. İbn Hazm, âm lafzın bütün efradına delaletinin kat'î olduğunu kabul etme hususunda Hanefîlere uymakla beraber isnadı Resûlullah'a kadar varan sahih bir haber-i vahid konusunda onlardan ayrılmaktadır. Zira ona göre böyle bir rivayet, sübutu kat'î olup Kur'an veya mütevatir sünnetin âm bir lafzını tahsis, hatta neshedebilir. Ayrıca ona göre, tahsis bir açıklama olup sünnet de Kur'an'ın bir açıklaması olduğu için de sünnet Kur'an'ı tahsis edebilir [886]. Hanefîler ile diğer fakihler ve muhaddisler arasında bu konudaki ihtilafın, Hanefîlerin haberi- vahide bakışları ve onun kat'î delile karşı dayanamayacak zannî bir delil olduğunu kabul etmelerinden kaynaklandığı görülmektedir. Hanefîlerin haber-i vahid olan rivayete itimat etmemeleri, kendilerini böyle bir şüpheye sevketmiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu, haber-i vahid ile Kur'an'ın âm lafzını tahsis etmemeleri sebebiyle Hanefîleri tenkit ettikleri gibi, İbn Hazm da onları sert bir dille eliştirmiş ve her halükarda haber-i vahid ile amel etmeleri gerektiğini iddia emiştir. Zira Hanefîler, meşhur olduğunu ileri sürerek bazı durumlarda onunla amel ettikleri halde, sair durumlarda etmemişlerdir. Oysa her iki durumda da delil, haber-i vahiddir. Burada, Hanefîlerin İslâm âlimlerinin çoğunluğuna muvafakat ettikleri bir hususa da işaret etmek gerekir. Şöyle ki; onlar gerekli şartları taşıyan bir muhassıs ile tahsis edilmiş olan âm bir lafzın, tahsis dışında kalan mânalara delaletinin zannî olduğunu ve bu durumda da âm lafzın haber-i vahid ve kıyas ile tahsis edilebileceğini kabul ediyorlar ki, bu noktada cumhur ile aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Âm lafzın delaletinin ister kat'î, isterse zannî olduğunu kabul- edelim. Kur'an lafzının haber-i vahid ile tahsis edilmesi bize daha doğru gelmektedir. Zira Hanefîlerin sahabenin lafızların mânalarını bütün efradına tatbik ederek anlama ve amel etmeleriyle âm lafzın bütüne delaletinin kat'î olduğuna dair istidlallerine mukabil; biz de onların o tür lafızları haber-i vahid ile tahsis etme tarzındaki tatbikatlarıyla istidlal ediyoruz. Bütün İslâm âlimlerinin kabul ettiği üzere, haber-i vahidin delil olduğunda bir şüphe yoktur. Ayrıca biz, bu delil oluşu daha ileriye götürüyor ve haber-i vahid ile Kur'an'ın âm lafzını tahsis ediyoruz. Aşağıda meşhur hadislerle tahsis edilmiş olan Kur'an'dan bazı âm lafızlara ve haber-i vahidin, Kur'an'ın bazı bu tür lafızlarını tahsis edip etmediği hususunda Hanefîler ile diğer İslâm âlimleri arasındaki ihtilafa dair bazı örnekler verilecektir: [866] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, I, 304; Serahsî, Usul, I, 132; Âmidî, el-İhkâm, II, 53; Ali Hasbullah, Usûlü't-teşrî, s. 278; Mustafa el-Hın, Eserü'l-ihtilaf fi'l-kavâid, s. 202-203. [867] ez-Zümer: 39/62. [868] el-Kehf: 18/77. [869] Şafiî, er-Risâle, s. 53-55. [870] el-Hucurat: 49/13. [871] Şafiî, er-Risâle, s. 56-58. [872] Al-i İmrân: 3/173. [873] Şafiî, a.g.e., s. 58-59. [874] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrar, I, 304; Serahsî, Usul, I, 132. [875] Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., t, 305. [876] Abdülaziz el-Buhârî, a.g.e., I, 301; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II, 38-45. [877] et-Talak: 65/4. [878] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, I, 301; Gazzâlî, el-Mustasfâ, II, 43. [879] Mustafa el-Hın, Eserü't-ihtilaf fı'l-kavâid. s. 200 ve burada gösterilen kaynaklar. [880] Gazli, el-Mustasfâ, ll, 36. [881] Mustafa el-Hın. a.g.e.. s. 200-201 ve burada gösterilen kaynaklar. [882] Mustafa el-Hın, a.e., s. 2Q0. [883] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü'l-esrar, I, 294. [884] Abdülaziz el-Buhârî, m, 9. [885] Gazzâlî, el-Mustasfâ, II, 36-45. [886] İbn Hazm, el-İhkâm, IV, 362, 396. |