๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis te Metin Tenkidi Metodları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:12:51



Konu Başlığı: Ammın hükmü 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Haziran 2011, 16:12:51
Ammın hükmü 2



Kadının halası veya teyzesi üzerine nikâhlanması; Hanefîlerin, âlimlerin çoğunluğuna muvafakat ettikleri meselelerden biri:

"Anneleriniz ve kızlarınız...size haram kılındı. Bunun dışındakiler ise helal kılındı..." [887], mealindeki âyette geçen âmmın, "kadın halası ve teyzesi üzerine nikahlanmaz" [888] hadisiyle tahsis edilmesi meselesidir. Haber-i vahid olmakla birlikte âlimler arasında meşhur olup ümmetin kabul ve ameline mazhar olan bu hadis hakkında Hanefîler şöyle demektedirler:

Bu hadis, Müslim ve İbn Hibban'ın sahihlerinde zikrolunan meşhur bir hadis olduğu gibi; onu Ebu Dâvûd, Nesât ve Tirmizî de rivayet etmiş, sahabe ve tabiînden oluşan ilk kuşak onu kabul etmiş, ayrıca Ebu Hureyre, Cabir, İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mes'ud ve Ebu Saîd el-Hudrî'nin içinde bulundukları büyük bir grup onu nakletmiştir. Dolayısıyla onunla "... Bunun dışındakiler size helal kılındı..." âyetindeki umumî ifadeye ziyade yapmak caiz olur. Bu hadisin, tahsis değil neshetme pozisyonunda bulunması sebebiyle meşhur olduğu iddiası daha kuvvetlidir [889].

Kâfir ve katilin mirastan mahrum edilmesi:

Hanefîlerin cumhura muvafakat ederek Kur'an'daki bir umumî ifadeyi meşhur olarak nitele­dikleri bir hadisle tahsis ettikleri meselelerden biri de "Allah, size evlat­larınız konusunda emreder" [890] âyetini Üsame'nin rivayet ettiği ve müttefakun aleyh olan "Müslüman kafire, kafir de müslümana varis ol­maz" [891] hadisiyle tahsis etmeleri ve yine bir hadise dayanarak âyetin umumi ifadesini tahsis edip katil ve maktul arasında miraslaşmayı menetmeleridir [892].

Kasden besmele çekilmeyen hayvanın eti: Hanefîlerin, kendilerine göre meşhur olmayan bir haber-i vahid ile Kur'an'ın umumi bir lafzını tahsis etmedikleri söylenen meselelerden biri de hayvan boğazlarken kas­den besmele çekilmemesidir.

Cenab-ı Allah:

"Üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan ye­meyiniz. Çünkü o günahtır" [893], buyurmaktadır. Buradaki ifade umumî olup ister kasden, isterse unutmak suretiyle olsun, üzerine Allah'ın adı anılmayan bütün boğazlamaları içine alır.

Âlimler, boğazlarken unutarak besmele çekilmeyen hayvan etinin helal olduğu hususunda ittifak ederken, kasden çekmeyenin boğazladı­ğını yemenin helal veya haram olduğunda ise ihtilaf etmişlerdir. Nitekim âlimlerin birçoğu Buhârî, Nesâî ve İbn Mâce'nin Hz. Âişe'den rivayet et­tikleri bazı hadislerin Kur'an'ın umumi ifadesini tahsis ettiğini ileri süre­rek keserken kasden besmele çekilmeyen hayvanın etinin helal olduğunu söylemişlerdir. Bir hadise göre sahabeden bazıları "Ya Resûlallah, birta­kım kimseler bize et getiriyorlar. Boğazlarken besmele çekilip çekilme­diğini bilmiyoruz. Bu durumda ne yapalım?" derler. Resûlulalli buna, "besmele çekin ve yeyin" diye cevap verir [894]. Rivayete göre bu zevat, yakın zamana kadar kâfirlermiş. Öte yandan Şevkanî bu hadisin, geçersiz olduğuna dair bir delil bulununcaya kadar, tasarruf ve fiillerin sahih ve doğru olarak kabul edileceğine bir delil teşkil ettiğini de söylemek­tedir [895].

Hz. Âişe'den rivayet edilen bu hadisi şu hadisler de teyit etmekte­dir:

a) Dârekutnî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadise göre o şöyle demiştir:

Resûlullah'a, bazılarımızın, hayvan boğazlarken besmele çekmeyi unutuyor. Ne yapalım? Diye sorması üzerine "Allah'ın adı her müslümanın ağzındadır" tarzında cevap verdi. Ancak bu hadisin isna­dında zayıf bir ravi mevcuttur [896],

b) Ebu Davud'un el-Merasil adlı ese­rinde Yezid b. es-Salt'tan rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah'ın adını ansın veya anmasın, müslümanın boğazladığı hayvan helaldir” [897],

c) Beyhakî'nin İbn Abbas'tan rivayetine göre -bu rivayet tenkide müsaittir- Resûlullah;

“Kişiye müslüman olmak yeter. Eğer boğazlarken Allah'ın adını anmayı unutacak olursa, Allah'ın adını ansın ve sonra yesin" buyurmuştur. Ancak, İbnü'l-Cevzî'nin de dediği gibi, bunun İbn Abbas'a ait bir söz olması da büyük bir ihtimaldir [898].

Bu hadislerin şahinliğinde şüphe bulunduğu, sahih olsalar bile, kat'î bir lafzı tahsis etmesi mümkün olmayan zannî âhâd haber olmaktan öteye gidemeyecekleri gerekçesiyle, bunlarla amel ve Kur'an'ın umumî ifadesini tahsis etmesini kabul etmeyen Hanefîler, ilgili âyetin umumî ifadesinden hareket ederek boğazlarken kasden besmele çekilmeyen hayvan etinin haram olduğunu söylemişlerdir.

Doğrusu bunun helal olduğunu söyleyenlerin dayandıkları hadis­lerin hiçbiri tenkitten kurtulamamıştır. Bu konudaki en sahih hadis, Hz. Âişe'nin rivayetidir. Ne var ki, o da kasden besmele çekilmeyen hayvanın etinin helal olduğunu ifade etmemektedir. Şunu da ilâve edelim ki, Hattabî bu hadisten böyle bir şeyi yemenin helal olduğu hükmünü çıkararak şöyle demektedir:

Bu hadis, hayvanı boğazlarken besmele çekmenin şart olmadığına bir delildir. Çünkü eğer bu şart olsaydı, dinen geçerli olan bir boğazlamanın bulunup bulunmadığının bilinmemesi gibi, bizzat boğazla­mada bir şüphe olması durumda o kesilen hayvan helal olmazdı [899]. Hattabî'nin bu istidlali güzel bir istidlaldir. Çünkü, eğer besmele çekmek, te­mizliğin namaz için şart olduğu gibi bir şart olsaydı, ne kasden ve ne de unutarak terk edilmesi halinde bu şekilde kesilen hayvanın etini yemek helal olmazdı. Bu durumda unutanın boğazladığı helal olduğuna göre besmele çekmenin şart değil, sadece bir sünnet olduğu kesinleşmektedir. Nitekim âyetin siyakı, üzerine Allah'tan başkasının adı anılan, yani putlar için kesilen hayvanların kastedildiğine delalet etmektedir. Kaldı ki

"... Allah'tan başkası adına boğazlanan..." [900] âyeti de buna delildir. Zira Cenab-ı Hak,

"...Böyle bir durum günahtır” [901] buyurmaktadır. Bu duru­mu günah yapan ise, söz konusu hayvanı "Allah'tan başkası adına kes­mektir. Nitekim Yüce Allah

"... Allah'tan başkası adına hayvan kesme­nin günah olduğunu..." [902] beyan etmektedir.

Ahmed b. Hanbel, Hanefîlerin bu hadislerin âyeti tahsis edecek güçte olmadığı tarzındaki görüşlerine muvafakat etmiş [903], Mâlik ise ayrı­ca bu konudaki âyetin hadisi neshettiğini de kabul etmiştir [904]. İbn Hazm ise, âyetin umumî ifadesinden hareket ederek ister unutarak isterse kasden olsun, besmele çekilmeyen hayvanın etinin haram olduğunu söyle­miştir [905].

Kesilirken kasden besmele çekilmeyen hayvanın etinin helal oldu­ğuna dair rivayet edilen hadislerin, isnad açısından sahih olmadığını kabul ettiğimizde, Hanefîlerin bu hadislerin ilgili âyeti tahsis edemeyeceği yo­lundaki görüşlerinin haklılığı ortaya çıkar ve bu durumda, hadisleri âyet­lere aykırı oldukları için değil, aksine isnad bakımından sahih olmadıkları için reddettikleri, ayrıca sahih olanların da konumuzla ilgili açık bir dela­leti bulunmaması sebebiyle âyetin umumî ifadesini tahsis edebileceğinin söylenemeyeceği hususu anlaşılmış olur.

Hırsızlıkta nisab miktarı: Hırsızlıkta nisab miktarı meselesi, Hanefî­lerin haber-i vahid ile Kur'an'ın umumî ifadesini tahsis ettikleri mesele­lerden biridir. Onlar, Kur'an'ı tahsis eden hadisin mütevatir veya meşhur olmasını şart koştukları kaidelerine uyması için bu hadisin meşhur oldu­ğunu iddia etmişlerdir.

Cenab-ı Allah "erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin..." [906] buyur­muştur. Bazı âlimler bu konuda rivayet edilen sahih bir hadise dayanarak "ancak çeyrek dinar ve daha fazlasında kesme olduğunu" söylerken [907], Mâlikîler bu konudaki nisabın Resûlullah döneminde çeyrek dinara eşit olan üç dirhem olduğunu ileri sürmüşlerdir [908].

On dirhemden az bir şey çalmada elin kesilmeyeceğini söyleyen Hanefîler Hâkim'in, Müstederek'inde Mücahid'den, onun da Eymen'den rivayet ettiği "Resûlullah zamanında sadece kalkan değerine ulaştığında el kesilirdi. O gün kalkanın değeri ise bir dinardı" [909] hadisiyle istidlal ederek şöyle demektedirler:

Bu rivayette adı geçen Eymen'in sahabî mi, yoksa güvenilir bi tabiî mi olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şayet sahabî ise mesele yoktur. Eğer Ebu Zür'a ve İbn Hibban'ın dediği gibi güvenilir bir tabiî ise rivayet etmiş olduğu bu hadis mürsel olur. Mürsel olmak ise, ne bize ve ne de ulemanın çoğunluğuna göre hadisi lekele­mez [910]. Dolayısıyla, bu rivayeti dikkate almak gerekir [911].

Hanefîler, ayrıca Nesâî'nin Amr b. Şuayb'dan babası ve dedesi ta­rikiyle rivayet ettiği ve Dârekutnî'nin de tahric ettiği [912] "Resûlullah za­manında kalkanın değeri on dirhem idi" [913] tarzındaki rivayet ile ve Taberânî'nin, Mu'cem'inde Ebu Muti' el-Belhî ve Ebu Hanife tarikiyle ri­vayet ettiği "ancak on dirhemde kesme vardır" [914] hadisiyle istidlal et­mişlerdir.

Gerçek şu ki; Hanefîlerin burada istidlal ettikleri bütün hadisler, onlar için bir delil teşkil etmemektedir. Nitekim bu konuda Zeylaî:

"Ne­tice olarak Eymen hadisi illetlidir. Zira eğer Eymen'in sahabî olduğu ka­bul edilecek olursa Ata ve Mücahid ona yetişmemiş oldukları için, hadis munkatı olur" derken [915], Şafiî:

Eymen b. Ümmü Eymen henüz Mücahid dünyaya gelmeden evvel Huneyn savaşında Resûlullah ile birlikte bulunup şehit-olmuştur" demektedir [916].

Haneffler, "Şayet Eymen tabiî ise, hadisi mürsel olur. Fakat bu ri­vayet diğer merfu ve mevkuf hadislerle takviye edilebilir" demektedir­ler [917]. Ancak ben, mürsel hadis mi merfu ve mevkuf hadislerle takviye edilir, yoksa aksine merfu ve mevkuf hadisler mi onunla takviye edilir bi­lemiyorum.

Hanefîlerin bu hadis için zikrettikleri bütün tarikler illetlidir. Mese­la, Amr b. Şuayb hadisi -kendisiyle yapılan istidlaldeki ihtilaf bir yana-Nesâî'ye göre bu konuda bir delil teşkil etmemektedir. Keza bu hadisi Haccac b. Ertat da rivayet etmiştir. Bu zat, bir müdellis olup onu Amr'dan işitmemiştir [918]. Dârekutnî bu hadis için bir başka sened zikretmekte isede, o senedde üstadı -Muhammed b. Kasım- vardır ve o da tenkit edilen bir zattır [919]. Ebu Mutf el-Belhî'nin Ebu Hanife'den ettiği rivayete ge­lince, bunun da herhangi bir delil olması söz konusu değildir. Zira Ebu Muti" zayıf bir kimsedir. İbn Maîn, Buharı, Nesâî, İbnü'l-Cevzî ve İbn Adiy gibi âlimler onun zayıf olduğunu söylemişlerdir [920].

Görüldüğü üzere, hadisin tartışmasız bir isnadı mevcut değildir. An­cak Hanefîler buna rağmen onunla âyetin umumî anlamını tahsis etmiş, onu sahih ve meşhur olmakla nitelemişlerdir. Oysa bu hadis, gerçekte ya munkatı veya müdellestir, yahut da senedinde zayıf bir ravi vardır. Bu durumda ona sahih hadis denilemez. Binaenaleyh, bu durumda hadisin meşhur olduğu ve ümmetin onu kabul ettiği nasıl söylenebilir?

Ele aldığımız konuları uzatmamak genel prensibimiz olmasına rağ­men bu hususu biraz uzattık. Zira Hanefîlerin vaz'etmiş oldukları ölçüye muhalefetleri ve Kur'an'ın nassına ziyade olarak kabul ettikleri sahih ha­disleri reddetmeleri bu mevzuya girmektedir. Hanefîler, bu sahih hadis­leri, Kur'an'ı tahsis etmesi mümkün olmayan âhâd haberler olarak kabul etmektedirler. Çünkü -onlara göre- ileride daha geniş bilgi vereceğimiz üzere nas üzerine ziyade nesihtir.

Darü'l-harpte zina eden kimseye ceza verilmesi: Bu konu, Ha­nefîlerin haber-i vahid ile Kur'an'ın umumî mânasını tahsis ederek kendi prensiplerini çiğnedikleri ikinci meseledir. Cenab-ı Allah, "zina eden ka­dın ve erkekten her birine yüz celde vurun..." [921] Buyurmaktadır. Fakihlerin çoğunluğu, sair mekanlarda olduğu gibi, darü'l-harpte bu suçu işle­yen kimseye de zina cezası uygulamayı ve âyetteki umumîliği hiçbir şe­kilde tahsis etmemeyi kabul ederler.

Hanefîler ise, -kendilerine göre- âyetin umumîliğini tahsis eden "darü'l-harpte hadler tatbik edilmez" hadisi ile istidlal ederek darü'l-harpte zina eden kimseye celde cezası verilemeyeceğini kabul etmişlerdir. Nitekim Şafiî, Ebu Yusuf'un bazı hocalarının kendilerine Mekhul ve Zeyd b. Sabit tarikiyle "Darü'l-harpte zina edenlere düşmana katılırlar endişesiyle hadler tatbik edilmez" diye haber verdiklerini söylediğini nakletmiştir [922].

İbn Hümam bu noktada şöyle demektedir:

Böyle bir naklin bir nevi inkıta olduğu malumdur. Ebu Yusuf ise, bu rivayetin mürsel olduğu­nu ve adalet sahibi bir müctehidin, isnadda bulunan üstadını ancak onun sika olduğunu bildiği için onu isnadda zikretmeyeceğine inanmaktadır. Dolayısıyla mürsel bir hadisi delil olarak kabul edenlere göre, irsalde bulunan kimse güvenilir bir âlim olduktan sonra, şeyhin isnaddan çıkarılmasının hiçbir mahzuru olmaz [923].

İbn Hümam bu hadisle ilgili olarak burada böyle demektedir. Hal­buki, daha önce birinci hadisi zikrettikten sonra "Öyle bir hadisin varlığı bilinmemektedir" [924] demişti. Zeylaî ise bu hadisin garib olduğunu söy­lemiştir [925].

Şafiî az önce naklettiğimiz Zeyd b. Sabit hadisi ile ilgili olarak şöyle demektedir:

Senette zikredilmeyen bu ravi kimdir? Ayrıca ravilerden olan Mekhul da Zeyd b. Sabit'i görmemiştir" [926].

Görüldüğü üzere, Hanefîlerin bu tahsis konusundaki dayanakları, "var olup olmadığı bilinmeyen" veya "mürsel ve munkatı olarak riva­yet edilen" bir hadistir. Bu haliyle, bu rivayeti Resûlullah'a nisbet etmek mümkün olmaz. Hatta bu hadis, bizzat Zeyd'den rivayet edilmiş olup kendisi onu Resûlullah'a isnad etmemiştir. İsnadi sahih olsa bile konu­muzla ilgili olarak delil olma özelliği bulunmayan bu hadis, üstelik sahih bile olmadığına göre nasıl delil olabilir?

Hanefîlerin bu hadis ile âyeti tahsis etmeleri, haber-i vahid ile Kur'an'ın umumîliğinin tahsis edilebileceği hususunda onları bağlayan en güçlü delillerden biridir. Âyetin umumîliğini kendi âlimlerinden biri­nin "mevcudiyeti bilinmemektedir" dediği böylesine zayıf ve mürsel bir rivayetle tahsis ettiklerine göre, Sahîhayn, sünen ve diğer kaynaklarda sabit olan isnadlarla rivayet edilen sahih hadislerle tahsisi, umumun, efra­dına delaletinin kat'î olduğunu ve tahsis edenin edilen kuvvetinde ona bi­tişik, ondan bağımsız olması gerektiğini veya nassa ziyadenin bir nesih ol­duğunu, dolayısıyla bunların haber-i vahid ile yapılmalarının caiz olmadı­ğını iddia ederek nasıl menedeceklerdir? [927]


[887] en-Nisa: 4/23-24.

[888] Müslim, "Nikah",

[889] İbn Hümam, Şerhu Fethi'l-kadîr, III, 216-217.

[890] en-Nisa: 4/11.

[891] Zeyaî, Nasbu'r-râye (et-Tezyil), IV, 428; hadis için bk. Buhârî, Hac, 44; Megazî, 48; Müslim, Ferâiz, 1.

[892] İbn Âbidîn, ed-Dürrü'l-muhtâr, VI, 766.

[893] el-En'am: 6/121.

[894] Buhârî, Büyu, 5; Zebâih, 21; İbn Mâce, Zebâih, 4.

[895] Şevkanî, Neylü'l-evtâr, X, 85-86.

[896] Zeylaî, Nasbu'r-râye, IV, 183.

[897] Zeylaî, a.e., IV, 183.

[898] Zeylaî, a.e.. IV, 183.

[899] Şevkanî, Neylü'l-evtâr, X, 85-86.

[900] el-Maide: 5/3.

[901] el-En'am: 6/145.

[902] Mustafa el-Hın, Eserü'l-ihtilaf fi'l-kavâid, s. 208-211 ve burada gösterilen kaynak­lar.

[903] İbn Kudame, el-Muğnî, VITI, 581.

[904] İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, I, 448.

[905] İbn Hazm, el-Muhalla, VIII, 208; ayrıca bk. Mustafa el-Hın, Eserü'l-ihtilaf fi'l-kavâid, s. 211.

[906] el-Maide: 5/38.

[907] Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Lü'lüü ve'l-mercân "çeyrek dinarda hırsızın eli kesi­lir" lafzıyla, II, 185.

[908] Ezherî, Cevahirü'l-iklü, II, 290.

[909] Hakim, el-Müstedrek, IV, 379.

[910] Mürsel hadisin âlimlerin çoğuna göre delil olduğu hususundaki kanaat doğru değildir. Zira mürsel hadisin zayıf hadis çeşitlerinden olduğu ittifakla kabul edilmiş­tir. M.

[911] İbn Hümam, Şerhu Fethi'l-kadîr, V, 357-358.

[912] ed-Dârekutnî, Sünen, III, 193.

[913] en-Nesâî, Kat'ü's-sârik, 8.

[914] Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 358.

[915] Zeylaî, a.e., III, 358.

[916] İbn Hümam, Şerhti Fethul-kadîr, V, 357.

[917] Zeylaî, a.g.e., III. 358.

[918] Zeylaî, a.g.e., III, 359.

[919] Dârekutnî, Sünen, III, 193.

[920] Zehebî, Mizan, I, 574.

[921] en-Nur: 24/2.

[922] İbn Hümam, Şerhu Fethi'l-kadîr, V, 266-267; Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 343.

[923] İbn Hümam, a.g.e, V, 267.

[924] İbn Hümam. a.g.e., V, 266.

[925] Zeylaî, a.g.e., III, 343.

[926] İbn Hümam, a.g.e., V, 266-267.

[927] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 262-274.