๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis Müdafaası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 22 Ekim 2010, 22:38:48



Konu Başlığı: Dediklerine Göre Çelişik İki Hadis
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 22 Ekim 2010, 22:38:48
101- Dediklerine Göre Çelişik İki Hadis

İddia: Rasûlullahın:"(Hastahğının iyileşme­si için) vücudunu dağlattıran veya (kendisine ) okutup üfiettiren (Allah'a) tevekkül etmemiştir." [434]buyurduğunu rivayet etiniz.

Sonra da Es'ad b.Zurâra'nın (R.A) dağlandığını ve :Rasûlullahın "Sizin tedavi olduğunuz şeylerde bir bayır varsa,bu olsa olsa hacamatçının (kan akıtmak için neşterle vücudu) yarmasında veya ateş ile dağlamasmdadır." [435]buyurduğunu riva­yet ettiniz.Bu ise birinci hadisin aksinedir.

Cevap:Biz deriz ki:Burada herhangi bir uyuş-j rnazlık yoktur.Her bir hadisin yeri vardır.oraya ko-[ nulduğu zaman uyuşmazlık ortadan kalkar.

Dağlamak iki çeşittir.

Birisi:Araplar dışındaki pekçok milletin yaptığı gibi,hastalığa yakalanmamak.hasta olmamak için sağlam birisini dağlamaktır. Onlar çocuklarını ve gençlerini kendilerinde hastalık olmadığı halde dağ­larlar. Onlar bu d ağlamanın, onların (çocukların) sıh­hatini koruyacağına ve hastalıkları onlardan uzak­laştıracağına inanırlar.

EBÛ MUHAMMED: Horasan'da Türklerce hür­met edilen,Türk tabiblerinden birini gördüm.dağla-ma ile tedavi ediyordu.Onun tercümanı bana.onun dağlama ile humma (sıtma) ve zâtu'1-cenb (göğüs zan iltihabı) hastalıklarını,solucan,akciğer veremi, felç ve bunlardan başka mühim hastalıkları da iyileştirdiği­ni söyledi.

Tabib hastaya geliyor ve hastalığı vücudun bir noktasına sıkıştırmak için,onu iple sıkıca bağlı-yor,sonra kızgın demiri buraya koyuyor ve orayı yakı-yormuş.Bu tabib,hasta olmamak için ve sıhhatinin devamlı olması için de (insanları) dağlıyormuş .Tabib -üstelik - yağmur yağdırabileceğini,vakitsiz olarak bulut meydana getirebileceğini .rüzgarı estirebilece-ğini ve bunlara benzer daha birçok yalanlan ve apaçık budalalıkları da iddia ediyordu.Etrafındakiler bunla­ra inanıyor.onun doğru söylediğine şehadet ediyorladı.

Biz ,onun iddialarının bir kısmını denedik , de­diklerinin hiçbirini yapamadı.

Araplar da Cahiliyye devrinde bu inançtaydı ve ,buna benzer bir uygulamayı,develer nukbe (uyuz)

hastalığına yakalanınca yaparlardı.en-nuk-be,uyuz hastalığıdır ki,develerin yüzlerinde ve du­daklarının kenarlarında yaralar peyda olur ve sağlam develere de sirayet eder.Araplar ,uyuza yakalanmış hayvanların iyileşmesi için sağlıklı olanları dağlarlar­dı. en-Nâbiğa (ez-Zubyânî) -sağlıklının dağlanmasını îma ederek-en-Nu'man'a şöyle hitap etmiştir:

"Başkasının günâhını bana yükledin ve onu uyuzlu bir deve gibi terkettin (ki) (uyuzlu deve ) ser­bestçe otladığı halde.diğer hayvanlar dağlanır.[436]

İşte Kasûlullah'ın (S.A.V) iptal ettiği ve hakkın­da: "Dağlanan tevekkül etmemiştir." dediği husus da budur.Çünkü o,sınhatli olduğu halde,dağlanmak ve tabiatını ateş ile korkutmakla,kendisinden Allah'ın kaderini uzaklaklaştırabileceğini zannetmekte-dir.Eğer Allah'a tevekkül etmiş olsaydı,O'nun (C.C) kazasından insanı kurtaracak hiçbir şey olmadığını bilirdi ve sıhhatli olduğu halde tedavi olmaz ve hasta­lık olan yer iyileşsin diye .hastalık olmayan yeri dağla-mazdı.

* Diğer dağlamaya gelince: Yara iltihaplandığı ve,kan kesilmedği zaman yarayı dağlamaktır.Bir uzuv kesildiği zaman yapılan dağlamalarında ve be­dende su toplandığı zaman damarların dağlanması da böyledir.

İbnu Ahmer (el-Bâhili) siroz hastalığına yaka­landığı zamanki tedavisini alatarak şöyle demiştir:

"Şukââ [437] otunu içtim ve ağzıma ilaç damlat tim,ve dağlama demirini.damarların ağzına yaklaş­tırdım.[438]

İşte Rasûlullah'ın "Onda şifa vardır." dediği dağ­lama budur.Es'ad b.Zurâre is'cboynunda hissettiği bir hastalıktan dolayı dağlanmış tır. Bu ise birincisi gi­bi değildir. (Çünkü) hastalığa yakalanınca tedavi olan bir kimseye "Tevekkül etmemiştir." denilemez.

Halbuki Rasûlullah (S.A.V) tedavi olunmasını emretmiş ve :"Her hastalığın ilâcı vardır. [439]buyurmuştur.(Bunu da şu mânâda söylemiştir:) İlaç mutlaka şifâ vereceğinden değil, sadece bu ilaç ile Allah'ın kendisine afiyet vermesi umularak içi-lir.Çünkü Allahu taâlâ .herşey için bir sebep kıl­mıştır.

*Rızık meselesi de buna benzer:Alah (C.C) şüp­hesiz kullarının azıklarını garanti etmiştir.Çünkü :"Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsinin nz-kı ancak Allah'a aittir." (ll.Hûd:6) buyurmuş-tur.Sonra da Rasûlullah bize, rızkı aramamızı,kazan­mamızı ve meslek sahibi olmamızı emretmiş tir .Allah (C.C) da :"Kazandiklannızin en helal ve iyisinden harcayın.." (2.el-Bakara: 267) buyurmuştur. [440]

Tehlikelerden sakınmanın Allah'ın kaderini uzaklaşürmayacağı bilinmesine rağmen;tehlikeler­den sakınmak,ve Allah'ın zayi ettiğini muhafaza ede­cek ve Allah'ın muhafaza ettiğini telef edecek birşey olmadığı bilindiği halde malı kasalarda kilitlerle korumak da buna benzer.

Bunlara benzeyen ve bizim,,bilemediğimiz tara­fını düşünmememiz gereken ve sebatla çalışmamız icab eden hususlar pekçoktur.Nitekim Rasûlul-lah:"(Deveni) bağla sonra tevekkül et." buyurmuş­tur..

"Allah bana kâfidir (= hasbiyallah), ben özrümü Allah'a sunarım," diyen bir adama (Rasûlullah): "An­cak bir şey seni âciz bir duruma sokarsa,o zaman has­biyallah de!" demiştir.

* Tiryak da,iki durumda dağlamaya ben­zer. Rasûlullah: "Bğer ben tiryak [441] içmiş olsaydım veya nazarlık (muska) takınsaydım veya kendiliğim­den şiir söyleseydim bana ne faydası olurdu,bunu bilmişim bilmemişim ne önemi var? [442]buyur­muştur.

Araplar et-tiryâku'1-ekber'in mevcudiyetini, onun Rum (-Bizans) ve İran krallarının hazinelerinde bulunduğunu, mühim hastalıklar için en uygun ve en faydalı ilaç olduğunu duyarlardı. Bu yüzden Arablar et-Tiryâkul-ekber'in mutlaka şifa olduğuna hükmet­mişler ve faydalı olan her şeye tiryak adını vermişler­dir. Ve onun, ölümü bir müddet uzaklaştırdığına, öm­rü arttırdığına ve hastalıklardan koruduğuna inan­mışlardır.

Şâir de şarabı vasfederken:

"Bana kırmızımtırak bir şarap, bir tiryak verdi,;j kemiklerimi yumuşattıkça yumuşatır." demiş ve

tiryak ile şifâyı kastetmiştir.Sanki şâir :"Bana| bütün dertlere deva olan tiryak gibi bir şarap verdi/ demiştir.

Bazıları kadının tükürüğünü de tiryaka benzet­mişledir. Bununla sanki,onun,bir tiryak gibi aşk has­talığını iyi edeceğini kasdederler.

Buna delalet eden hususladan birisi de Rasûlul-lahın tiryak içmeyi,nazarlık takma ile birlikte zikret-mesidir.Nazarlık,alaca renkli boncuğa denir.Cahiliy-ye devrinde boyuna ve pazulara asılır ve insandan hastalıkları uzaklaştırıp ömrü uzatacağı zannedilir-di.Nitekim şair de şöyle demiştir:

"(O) öldüğü takdirde artık Muzeyne kurtulamaz (felah bulmaz) onun üzerine nazarlığı tak ey Muzeyn (=fe   nûtî aleyhi yâ muzeynu ettemâima"

fe nûtî aleyhi yâ muzeynu et-temâima:yani di-yorki,ona bu nazar boncuğunu tak ki onu ölümden korusun...

Urve b.Hızâm şöyle demiştir: 'Yemâme münecciminden bilgi sordum ve Necd münecciminden de; beni iyi edemediler.

Bildikleri dualardan okumadıkları, ve şifalı sulardan (= es-selve) içirmedikleri kalmadı. İkisi de dediler ki,senin şifan Allah aittir. Vallahi bizim senin göğsünün taşıdığı hastalığı iyi edecek maharetimiz yoktur.

es-selve,birtakım taşlardır ki,âşîk içinde bu taş­ların bulunduğu suyu içince rahatlar ve kendisindeki üzüntü ve keder gider,derlerdi.

İşte Rasûlullahın (S.A.V) içinde bu niyyet bu­lunduğu ve bu maksadı güttüğü zaman- kerih gördü­ğü tiryak da budur.

Tiryak'ın içilmesine gelince:O da diğer ilaçlar gi-bidir.Faydası da umulur.zararından da korkulur.Al lan bununla o kimseyi şifaya kavuşturabilir.İçersinde yılan eti bulunmadığı takdirde,bunu içmekte bir beis yoktur. Çünkü İbnu Şîrîn (110) [443]içinde el-hu-ma,yani yılanın etinde mevcud olan zehir bulunduğu zaman tiryakı kerih görürdü...

Tiryak'a benzeyen diğer bir husus da,okuyup üfleme (nefes etme) kür .Allanın i simi er inden, zikrin­den ve mukaddes kitaplardaki sözlerinden arapça-dan başka bir dille[444]okumak suretiyle yapılan oku­yup üfürmenin,mutlaka faydalı olacağına inanmak da mekruhtur.

(Rasûlullah) " Okuyup üflettiren.Allaha tevek­kül etmemiştir." sözü ile bunu kasdetmiştir.

Kur'an ile, Allahm isimleri ile (okuyup üfeyerek) korunmak ise mekruh değildir.Bu sebeple Rasûlul­lah ;birilerine Kur'an ile okuyup üfleyen ve bundan dolayı para alan.ashabından birine : " Kim okuyup üflemekten dolayı para alırsa o batıldır. Sen ise şüphesiz hak olan bir okuyup üflemeden dolayı ücret aldın.[445] demiştir. [446]

 
102- Dediklerine Göre Su İçme Hakkında İki Çelişik Hadis

İddia: ( Abdullah) İbnu'l-Mubârek'den,o da Ma'mer (b.Râşid)den ,o da Katâde'den.o da Enes (b.Mâlik) den onun şöyle dediğini rivayet etti­niz :"RasûIuIIah bir kimsenin ayakta su içmesini yasakladı (nehyetti) .Ben:"-(Ayakta yemek) yeme­ğe ne dersiniz?" dedim. (RasûlulIah):"(Ayakta) ye­mek yemek.su içmekten daha çok (yasaklanmağa layıktır.)11 dedi. [447]

Sonra,Abdurrazzak'dan,o da Ma'mer'den.o da Eyyûb (es-Sahtiyanı) den,o da Nâû'den.o da İbnu Ömer'den "Rasûlullahın ayakta su içtiğini" rivayet ettiniz. [448]

Bu ise evvelki hadisi nakzetmektedir

Cevap:Biz deriz ki:Burada hiçbir çelişki yok-tur.Çünkü birinci hadiste Rasûlullah ,bir kimsenin yürüyerek yiyip içmesini yasaklamıştır.Bununla o kimsenin yeme ve içmesinin sükûnetle olmasını.bir yolculuk veya ihtiyaç için acele eden birinin yürürken içmemesini kasdetmiştir.Çünkü böyle yaparsa, ya boğazına birşey tıkanır ya da su göğsünde düğümle­nir.

(Hadisteki ayakta durmak, yürümek manasına­dır.) Nitekim araplar: "Bizim ihtiyacımız için kalk. " derler ve bununla o kimsenin hakikaten kalkmasını değil, sadece : "İhtiyacımız için yürü, ihtiyacımız için koş.." demeği kasdederler. el-A'şâ'nın şu sözü de bu kabildendir :

"Kavminin kin ve intikamı için kalkar (=yekû mu alâ vağmi kavmini)

Dilediği zaman affeder, veyahut intikamını alır."

'Yekûmu alâ vağmi kavilimi" sözü ile onun, inti­kamını almak istediğini ve alasıya kadar bu uğurda koştuğunu kasdetmiştir. Yoksa onun yürümeyip se-dece ayağa kalktığını kasdetmemiştir.

Allahu taâlânm: "(Kitap ehlinden) öylesi de vardır ki, ona emanet olarak bir altın versen sen başına dikilfip ayak direyip ısrar et) medikçe onu sana geri vermez." (3.Â1-İ İmrân :75) âyeti de böyle­dir. Bununla: "Sen devamlı gidip gelmeğe ve borcunu ödemesini istemeğe devam etmedikçe." demek iste­miştir.

İkinci hadiste : "Rasûlullah ayakta (su) içerdi." sözüyle kasdedilen, yürümek ve koşmaksızm içme-sidir. Bu şekilde (koşup yürümeksizin) ayakta su iç­mekte bir beis yoktur. Çünkü bu durumda o kimse, hareketsiz ve sakin bir haldedir ve oturan bir kimse mesabesindedir. [449]

 
103 - Necis Hale Gelen Sular Hak­kında Güya Çelişik İki Hadis

İddia: Siz Rasûlullahtan, onun (SAV.) birçok hadiste : "Suyu hiçbir şey necis (pis) etmez.[450] buyurduğunu rivayet ettiniz.

Sonra yine Rasûlullahtan, onun (S.A.V.)  : "Su iki külle [451] olunca pislik taşımaz (pis olmaz)"

buyurduğunu rivayet ettiniz. [452]

Bu hadis, suyun iki külle miktarına varmayınca pisliği taşıdığına (pislendiğine) delildir. Bu ise birinci hadisin aksinedir..

Cevap: Biz derizki: Bu hadis birinci hadisin aksine değildir.

Rasûlullah ; "Suyu hiçbir şey necis etmez." sö­züyle, bunun çoğunlukla ve ekseriya böyle olduğunu söylemiştir. Çünkü kuyularda ve nehirlerde genel­likle suyun miktarı çoktur. Dolayısıyla bu söz, husu­si hallere şamil olmaz.

Bu, "Seli hiçbir şey geri çeviremez." denmesine benzer. Halbuki duvar bazı sellere mâni olup, onun önünü alabilir. Burada suyu çok olan sel kasdedilir, suyu az olan değil...

"Ateşe hiçbir şey mukavemet edemez (dayana­maz) " denilir. Bununla, bir nefeste söndürülebile-cek kadar (zayıf olan) lamba alevi veya kıvılcım kas-dedilmez.Kasdedilen yangın ateşidir.Sonra da (Rasûlullah) "kulleteyn (=iki külle)" sözü ile, necase­tin galip gelemeyeceği, hiçbir şeyin pisletemeyeceği çok suyun mikdanni açıklamıştır. [453]

 
104 - Hac İle İlgili Çelişik Gördükleri İki Hadis :

İddia: İsmail b. Uleyye, Eyyûb (es-Sahtıyânİ) den, o da Abdullah b. ebi Muleyke'den, o da el-Kâsım'dan o da Âişe'den, onun (RA.) : "Hac için telbi-, ye getirdim.[454] dediğini rivayet ettiniz.

Yine Abdullah (b. ebî Muleyke) : "Urve, bana Âişe'nin (R.A.) "Umre için telbiye getirdim." dediğini rivayet etti" demiştir [455]

Cevap  : Biz deriz ki : Eğer el-Kâsım'dan veya Urve'den bir hata vaki olmamış ise (o zaman) bu iki hadisin bir açıklaması vardır.

 (Bu açıklama da) şudur : Rasûlullahm Ashabı Mekke'ye geldiler. Hac niyetiyle telbiye getirmişlerdi. Rasûlullah (S.A.V) onlara tavaf ve sa'y etmeleri-ni,sonra ihramdan çıkmalarını ve bunu umre yap­malarını emretti.Ashab da ihramdan çıktılar ve te­mettü haccına niyyetlendiler [456]

Rasûlullah da:"Beraberimde kurban olmasay­dı ben de ihramdan çıkardım. [457]  buyurmuştur

Ebû Zerr (R.A),"Bu,haccı feshetme işi onlara (ashaba) has olan birşeydir." derdi.Fukahadan da pekçokları bunu kabul etmişlerdir.

Âişe'nin (RA) önceden hac için telbiye getirmiş ve el-Kâsım 'a :"Ben hacc için telbiye getirdim." demiş ol-masi,sorira da haccını feshedip,onu umre yapmış ol­ması ve Urve'ye de: "Ben umre için telbiye getirdim." demiş olması da mümkündür.

Hz.Âişe (RA) her iki halde de doğrudur. Çünkü onun için telbiye getirdiği hac,Rasûlullahm emri ile um-re'ye çevrilmiştir. [458]


[434] HAN: 4 / 249.251.

[435] BUH: 76 / 4 ; MUS: 39,es Selâm, 26,hadis no: 2205

[436] Kitâbu'şŞi'r ve'ş-Şuarâ :72 (Leyden 1902 tab'ı) (M)

[437] eş-şukââ: Köken 'in çiçeği.Bazılarına göre bir di­kenli ottur ki,güz mevsiminde sahralarda rüzgâr önünde yu­varlandığı için farsçada "Bâd-averd" derler.Bittiği yerde iki dirsek uzunluğunda o otun gövdesi olur.Içi boş tüylüce yapra­ğı ve tepesinde dikenli başı içinde kızılca ufak çiçeği olur.Ta-bibler katında kabız yapıcı ve kuratucudur.Müfredİ ve cem'î birdir.Lâkin Sibeveyh.mtifredi şukâât'dır der.(Ahterî kebîr'den sadeleştirilerek ) (M)

[438] Kitâbu'ş-Şi'r ve"ş-Şuarâ : 208 (Leyden 1902 tab'ı)(M)

[439] BUH: 76/1 ,HAN: 1 / 377,413;3/ 156;4 / 278.

[440] Âyet.metİnde "kulu min tayyibâti mâ kesebtum" şekündedir.Bu şekilde bir âyet bulamadık .Ancak "kulu" yeri­ne "enfikû" fiili konmuş şekliyle mevcuttur ki,meâlini yukarı­da verdik. (M)

[441] Bir devayı mürekkep (bileşik) tir ki.Mağnîs hakim ihtira (İcad) edib,Andromax (Andromachus) nâm hakîm-i kadîm ona yüan etlerim ilâve eylemekle tekmil (mükemmel) eylemiştir.Ve ondan garaz ve maÇlub.o yılan etleriyie kâmil olmuştur.Tiryak ismini veren merkum ( Andromax) dur.Ze-hirli haşerât sokmalarına iyi gelir. (Bkz: Kamus tercemesi: 3 / 796 ) (M)

[442] HAN: 2 /167.223.

[443] Bkz:s. 358 ve dipnotu.

[444] Arapçayı diğer dillerden üstün gören bu anlayışın Kur'an ve sünnet'in ruhunun telkin   ettiği ırk ve dillerin  nrensihine uvmadığinı sövlemek gerekir. (Mİ

[445] HAN: 5/211

[446] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 485-491.

[447] HAN: 3 / 277

[448] BUH: 74 / 16.

[449] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 492-493.

[450] EBÛ DÂVUD: 1 / 34.35.HAN: 1 / 235.

[451] İki büyük küp demektir.Tahminen 95 kg. suya te­kabül eder. (M)

[452] HAN: 2 / 12,23.26.

[453] İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 493-494.

[454] EBU DAVUD: 5 / 23.HAN: 1 / 280;2 / 97.

[455] A.g.e: 5 / 23 (2 / 153)

[456] A.g.e :5 / 23 (2 /153) ,Krş, BUH:25 /31.33.

[457] BUH: 2S/ 33,34.

[458] Krş,MUS:15 / 17 (Hadis nu: 129) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaası, Kayıhan Yayınları: 494-495.