> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Hadis Kitaplığı > Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm  (Okunma Sayısı 5516 defa)
16 Mart 2010, 12:59:18
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 16 Mart 2010, 12:59:18 »



Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm

Riyâzü’s-Sâlihîn İmâm Nevevî “Peygamberimizden Hayat Ölçüleri”

Prof. Dr. M. Yaşar KANDEMİR
Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
Yrd. Doç. Dr. Raşit KÜÇÜK

Bu çalışma, Erkam Yayınları tarafından 8 cilt olarak yayımlanmış bulunan “Riyâzü’s-Sâlihîn: Peygamberimizden Hayat Ölçüleri” (Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük; İstanbul; 2001) isimli eserin hadis meallerinden oluşmaktadır. Metinler Erkam Yayınları’ndan sağlanmış, sayfa düzeni Edam (Eğitim Danışmanlığı ve Araştırmaları Merkezi) tarafından yapılmıştır. Gösterdiği kolaylık, yardım ve işbirliği için Erkam Yayınları’na, katkılarından dolayı Edam’a teşekkür ederiz.

Ö N S Ö Z

Allah’a hamd, Resûl-i Ekrem’ine, onun âl ve ashâbına salât ü selâm olsun.

İmâm Nevevî’nin Riyâzü’s-sâlihîn’i necip milletimizin din kültüründe öncelikli yeri olan hadis kitablarının başında gelir. Zira Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi’nden sonra, merhum Hasan Hüsnü Erdem ve Kıvâmüddin Burslan tarafından dilimize tercüme edilerek Diyânet İşleri Başkanlığı’nca yayımlanan ikinci hadis kitabı Riyâzü’s-sâlihîn olmuştur. Uzun yıllar bu tercüme vâsıtasıyla kendisinden istifâde edilen eser, gördüğü rağbet sebebiyle son senelerde birkaç tercümeye ve Delîlü’l-fâlihîn adındaki şerhinden yapılan tercüme bilgilere dayanan kısa bir şerh çalışmasına kavuşmuş bulunmaktadır.

Zengin muhtevâsı ve mükemmel tertibi ile dikkat çeken bu değerli eser, diğer İslâm ülkelerinde daha ziyâde kelimelerinin açıklanması tarzındaki ilmî neşirlerle daima güncelliğini korumuştur. İslâm ülkelerinin pek çoğunda, çeşitli seviyedeki dinî öğretim kurumlarının ders proğramlarında okunmasının yanında bilhassa vaaz ve irşad faaliyetlerinin de vaz geçilmez el kitabı hüviyetiyle geniş bir kullanım alanına sahip olmuştur. Giderek derinlik kazanan sünnet kültürümüz, uzunca bir zamandan beri -diğer hadis kaynaklarının yanında- bu değerli eserin de yeni ve doyurucu bir şerhe kavuşturulması ihtiyacını hissettirmekteydi. Özellikle din hizmeti verenlerin, cemaatlarını aydınlatmakta kendisinden güvenle faydalanacakları bir şerhe olan ihtiyaçları daha da büyüktü.

Güzel yurdumuzda her geçen gün biraz daha gelişen tebliğ ve irşad alanları ve yeni yeni siyasî özgürlüklerine kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ndeki müslümanların ihtiyaçları dikkate alındığında Riyâzü’s-sâlihîn gibi bir esere daha fazla görev düştüğü kabul edilecektir. Bu düşünce ve tesbitlerden hareketle, öncelikle din hizmeti veren müfti, vâiz, imam ve hatiplerimizin, aynı zamanda İslâm’ı öğrenmek ve uygulamaya koymak isteyen üniversite ve lise talebelerinin ve İslâmî konularda bilgilenme ihtiyacı duyan halkımızın bu ihtiyaçlarını karşılayacak bir tercüme ve orta büyüklükte bir şerh çalışması yapmaya karar verdik. Uzun bir hazırlık döneminden sonra, her seviyedeki insanımızın istifâdesini kolaylaştırmayı esas alan bu tercüme ve şerhi yazmaya başladık.

Tercüme ve şerhin mâhiyetinden kaynaklanan güçlüklere, komisyon çalışmalarının tabiî ve kaçınılmaz güçlükleri de eklenince, iş gerçekten daha uzun bir zaman ve mesâî gerektirdi. Mütercim ve şârihler olarak aramızda geliştirdiğimiz prensipler listesinin âzamî ölçüde uygulanabilmesi için birimizin yaptığı tercüme ve şerh, diğerleri tarafından baştan sona okunup kontrol edildi. Öyle ümid ediyoruz ki, bu yolla hem üslûpta belli bir yaklaşım sağlanmış hem de kaçınılması mümkün olmayan hataları en aza indirme imkânı yakalanmış oldu.

Bu çalışmamızı mütalaa buyuracak aziz okuyucularımızın dikkatlerini çekeceğini sandığımız bazı uygulamalarımızı şöylece sıralamak mümkündür:

1. Konu başlıkları elden geldiğince kısa ve özlü yazılmış, daha sonra tam tercümesi verilmiştir.

2. Konu başlarındaki âyetler kısaca açıklanmıştır.

3. Hadis metinlerinden sonra, Nevevî’ye ait bazı açıklamalar Arapça metinden çıkarılmış, ancak bu bilgiler şerh esnasında dikkate alınmıştır.

4. Hadislerin sahâbî râvileri, ilk geçtikleri yerde hadisin tercümesinden hemen sonra kısaca tanıtılmıştır.

5. Hadislerin, el-Mu’cemü’l-müfehres li-elfâzı’l-hadîsi’n-nebevî esas alınarak Kütüb-i Sitte çerçevesinde tahrici yapılmış; ancak Nevevî’nin göstermediği kaynaklar “Ayrıca bk.” diyerek verilmiştir.

6. Hadislerin kitap içinde tekrarlandığı yerlere işaret edilmiştir.

7. Hadisler her geçtiği yerde, özellikle o konuyla ilgili yönleri açısından şerhedilmiştir.

8. Şerhte günümüzün şartları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmuş, hadislerin bu açıdan ihtivâ ettiği mânalar, anlaşılır bir dille ifade edilmeye çalışılmıştır.

9. Açıklamalar esnasında Kütüb-i Sitte şerhleri yanında Ali el-Kârî’nin Mirkâtü’l-mefâtîh adlı pek değerli Mişkâtü’l-Mesâbîh şerhi daima göz önünde bulundurulmuştur.

10. Şerhte bir konu hakkındaki farklı görüşler içinden genellikle biri tercih edilerek verilmiş, bunlar ayrıca tartışılmamıştır.

11. Yazımda genellikle Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin (DİA) imlâsı esas alınmış, şahıs isimlerinin yazımında Arapça gramer kurallarına değil, Türkçe söyleyişe uyulmuştur. Meselâ Zeyd b. Abdillah ismi, Zeyd İbni Abdullah diye yazılmıştır.

12. Son cilt, aranan her konunun kolaylıkla bulunabileceği çok yönlü ve bilimsel bir fihrist cildi olarak düşünülmüştür. İnşallah bu fihrist yardımıyla kitaptan sıhhatli ve süratli olarak yararlanma imkânı temin edilmiş olacaktır.

İşlediği konulara dair âyetler ve Kütüb-i Sitte’den seçilmiş hadisler ihtivâ eden Riyâzü’s-sâlihîn’in her türlü bilimsel mesâîye lâyık bir hadis kitabı olduğu açıktır. Biz gerçekleştirdiğimiz bu tercüme ve şerh çalışmasının, sünnet kültürümüze katkıda bulunacağını ümid ediyoruz. Kökleri geçmişin karanlığı ile emperyalistlerin İslâm coğrafyasını talan iştihasında yatan, müslümanların inanç, amel ve düşünce birliğini yıkmayı ve ümmet şuurunu ortadan kaldırmayı hedefleyen, sünnet aleyhindeki çalışmaların yazılıp konuşulduğu bir sırada böyle bir eserin gün yüzüne çıkması bizim için ayrı bir sevinç ve şükür konusudur.

Müslüman milletimize hizmet etmek arzusuyla orta hacimde, sade, anlaşılır bir şerh olarak kaleme aldığımız bu çalışmanın, yüce Rabbimiz’in rızâsına ve sevgili Peygamberimiz’in şefaatine vesîle olmasını dileriz.

Ayrıca eserin yayımını üstlenerek hiç bir fedakârlıktan kaçınmadan en güzel şekilde neşrini gerçekleştiren Erkam Yayınevi yetkililerine, özellikle hazırlık safhasında bize yardımcı olan Hadis Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Aynur Uraler’e, hadis metinlerini büyük bir özenle dizen Hasan Alioğlu’na, eseri yayına hazırlama ve tashihte gösterdiği titizlik ve ciddiyetten dolayı muhterem Mustafa Eriş’e ve her kademede emeği geçen diğer görevlilere teşekkür ederiz.

Mütercim ve Şârihler

10 Eylül 1996

GİRİŞ

HADÎS - SÜNNET, NEVEVÎ VE RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN


H A D İ S - S Ü N N E T

Güzel dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz’in Sünneti’dir.

Ashâb–ı kirâm, İslâm dinini, Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in şahsı ve onun sözlü veya fiilî tebliğ ve tâlimâtı demek olan sünnetinden meydana gelen bir bütün olarak tanıdı.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslâm dini, Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı.

Daha ilk halîfe Hz. Ebû Bekir zamanında Kur’an âyetleri bir araya toplandı. Bizzat Hz. Peygamber’in izniyle kendi devrinde başlayan sünneti ezberleme ve yazarak derleme çalışmaları ise, zaman içinde giderek hız ve yaygınlık kazandı. İlk bir buçuk asırda tamamen yazılı hale getirilmiş olan sünnet bilgi ve belgeleri, ikinci ve özellikle üçüncü hicrî yüzyılda büyük hadis kitaplarında toplandı. Bugün bizim hadis kitaplarında gördüğümüz bu yazılı metinler, birer sünnet belgesi olarak hadis adıyla anılageldi.

A. Tarifler
l. Hadis


Hadisin terim anlamı, Hz. Peygamber’in sözü, fiili, ashâbının yaptığını görüp de reddetmediği davranışlar (takrir) ve onun yaratılışı veya huyu ile ilgili her türlü bilgi demektir. Hadis, Hz. Peygamber’i dinleyen sahâbîden başlayarak onu rivâyet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber’in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin’den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır. Ancak Riyâzü’s-sâlihîn’de hadis metinlerinin kolay okunup öğrenilmesi için sahâbî dışındaki râviler yâni sened kısmı müellif tarafından çıkarılmıştır.

Hadis İlmi iki ana bölüme ayrılır:

a. Rivâyetü’l-hadîs ilmi. Hz.Peygamber’in sözü, fiili, takriri, halleri ve bunların rivayet ve zabt edilişi ile alâkalı bir bilim dalıdır. Hadis metinlerini ihtiva eden kitaplar, bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı “hadis naklinde hatadan uzak kalma” temeli üzerinde yapılmış çalışmaları yansıtır.

b. Dirâyetü’l-hadîs ilmi. Hadis Istılahları İlmi diye de anılır. Hadisin yapısını meydana getiren sened ve metni anlamaya imkân veren birtakım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm
« Posted on: 28 Mart 2024, 19:23:56 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm rüya tabiri,Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm mekke canlı, Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm kabe canlı yayın, Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm Üç boyutlu kuran oku Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm kuran ı kerim, Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm peygamber kıssaları,Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm ilitam ders soruları, Riyâzü’s-Sâlihîn 1.Bölüm önlisans arapça,
Logged
16 Mart 2010, 13:01:15
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 16 Mart 2010, 13:01:15 »

5. Sünnetin Korunmuşluğu

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, kâfirler istemeseler de nûrunu tamamlayacağını açıklamaktadır [bk.Tevbe sûresi (9), 32]. “Allah’ın nuru”, kulları için seçtiği, onları kendisinden sorumlu tuttuğu ve Resûlü’ne vahyettiği şeriatıdır. Bu hem Kur’ân’ı hem de Sünnet’i içine alır.

Allah Teâlâ “Gerçekten Zikr’i biz indirdik; onun koruyucusu da elbette biziz” [Hicr sûresi (15), 9] buyurmuştur. Bu âyette geçen zikri, Kitap ve Sünnet olarak anlamak mümkündür. Zikir kelimesi Kur’ân ile tefsir edilecek olursa, bu takdirde âyetteki hasr ifadesinden, Kur’ân’ın dışında hiçbir şeyin korunmayacağı, koruma hükmünün sadece Kur’ân’ı içine aldığı anlamı çıkmaz. Çünkü Allah Teâlâ, Kur’ân’da Kur’ân dışında başka şeyleri de meselâ, Resûlullah’ı insanların vereceği zararlardan koruyacağını bildirmiş ve korumuştur. Yine arşı, gökleri ve yeri kıyamete kadar yok olmaktan koruyacaktır. Sonra âyetteki “lehû” kelimesinin öne alınmış olması, hasr için değil, âyet sonlarındaki uyuma riâyet içindir.

Kur’ân’ın korunması, sünnetin korunmasını da içine alır. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı, güvenilir bekçisidir; keyfî yorumlara tâbi tutulmasını önler. O halde sünnetin korunması, Kur’ân’ın korunması için gerekli önlemlerden biridir. Bu sebeple de Kur’ân’ın korunması, sünnetin de korunması demektir.

Sünnetin korunması ümmete, ümmetin âlimlerine havâle edilmiş gözükmektedir. Yani sadece Kur’an ile sünnetin korunma şekillerinde farklılık vardır. Bu da İslâm bilginlerinin hadis ilimlerinin bütün branşlarında gerçekleştirdikleri her türlü takdirin üstünde değer arzeden ilmî mesâiler ile gözler önüne serilmiş bir gerçektir.

Sünnetin tamamı ümmet tarafından korunmuştur. Tek tek fertler ele alındığı zaman, elbette onların bütün sünneti ihata edemedikleri görülürse de, ümmetin bütünü ele alındığı zaman sünnetten hiçbir şeyin kayıp olmadığı anlaşılacaktır. Tıpkı herhangi bir dili, bir dil âliminin bütünüyle bilmesi mümkün olmasa bile, o dili konuşan milletin o dilin bütün kelimelerini bilmesinin pek normal olduğu gibi. Hatta İmam Mâlik’e, devrin halifesi, Muvatta’ı yegâne hadis kitabı olarak ilân etme teklifini iletince, büyük imam “Bizim muttali olmadığımıza başkaları muttalî olmuş olabilir” diyerek karşı çıkmış, sünneti, ümmetin bütünü çerçevesinde düşünmek gerektiğini hatırlatmıştır. Yani fert olarak bilgileri sınırlı da olsa âlimlerin tümü, sünnetin tümünü ihâta etmişlerdir. Bu da sünnetin korunmuşluğunu gösterir.

6. Sünnetin Kurtarıcılığı

Sünnetten yararlanabilmek için her şeyden önce onun “en güzel örnek” olduğuna, yaşanabilirliğine, insan özüne ve ihtiyaçlarına en üst seviyeden cevaplar ve alternatifler getirdiğine inanmak gerekir. Sonra da bu inanca dayalı olarak sünneti kendi özellikleri içinde iyi tanımak lâzımdır. Zira Hz. Peygamber âlemlere rahmet ve hidâyet rehberi olarak gönderilmiştir. Onun sünneti, hidâyette olabilmenin çarelerini göstermektedir. Sünnetin kurtarıcılığından şüphe etmek Hz. Peygamber’in risâletine karşı çıkmak anlamına gelir. Nitekim Abdullah İbni Mes’ûd bir defasında “Nebinizin sünnetini terkettiniz mi saptınız gitti demektir” tenbihinde bulunmuştur.

“Gerçekten sen doğru yola çağırıyorsun” [Mü’minûn sûresi (23), 73; ayrıca bk. Şûra sûresi (42), 52] ve “Eğer o peygambere itaat ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz” [Nûr sûresi (24), 54] âyetleri, sünnetin kurtarıcılığını ortaya koyan Kur’ânî delillerdendir.

Hz. Peygamber de muhtelif hadîs-i şerîflerinde bir yandan kendi konumunu anlatırken bir yandan da ümmetin kurtuluşuna olan katkısını açıkca gözler önüne sermiştir. Ateşe düşmeye çalışan kelebek ve pervâneleri kovalamaya çalışan kişi durumunda olduğunu hatırlatarak “Ben sizi bel bağınızdan tutmuş ateşe düşmekten kurtarmaya çalışıyorum; siz ise, elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz” buyurmuştur. O kendisinin ümmet için kurtuluş vesilesi olduğunu daha başka hadislerinde de yine böyle temsillerle açıklamıştır. Kendisini, düşmanı görüp koşarak gelen ve milletini uyaran bir haberciye benzettiği hadis de bu hususta tam bir kanaat verecek açıklıktadır:

“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği İslâm’ın durumu, bir topluluğa gelip şöyle diyen kişinin durumuna benzer:

- Ey Milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan bir orduyu gözlerimle gördüm. Ben, size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın!

Bu sözler üzerine ahâlinin bir kısmı ona itaat etti ve akşamdan yola çıkarak tabiî bir yürüyüşle bulundukları yeri terkedip gittiler, kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladı, yerlerinde kaldılar. Ordu onlara sabaha karşı baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte bu hal, bana itaat, getirdiklerime ittiba edenler ile bana isyan ve Hak’tan getirdiklerimi yalanlayan kimselerin durumunun ta kendisidir” (Buhârî, İ’tisâm 2).

Sünnetin kendisine sarılanları kurtardığı kesindir. Tâbiîn müfessirlerinden Dahhâk İbni Müzâhim ne güzel ifade etmiştir: “Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira âhirette cennete giren, dünyada sünnete sarılan kurtulur” (Kurtubî, Tefsîr, XIII, 365). İmam Mâlik de sünneti Nuh aleyhisselâm’ın gemisine benzetmiş ve “Kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur” demiştir (Süyûtî, Miftâhü’l-cenne, s. 53-54).

D. Sünnete Yöneltilen İtirazlar

İslâm tarihi içinde sünneti kaynak olarak kabul etmeyip inkâr eden herhangi bir mezhep mevcut olmamıştır. Sünnetin şer’î delillerden olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ancak sünneti prensip olarak kabul etmekle beraber, onun yazılı belgeleri demek olan hadislere yer yer itiraz eden kişi ve gruplara rastlanagelmiştir. Bu itirazlara gerekçe olarak da Kur’ân-ı Kerîm’in ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Meselâ ashâb-ı kirâmdan İmrân İbni Husayn radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in sünnetinden bahsetmekteyken adamın biri:

— Ey Ebû Nüceyd! Bize Kur’ân’dan bahset! demiştir. Bunun üzerine İmrân:

— Sen ve senin gibiler Kur’ân’ı okuyorsunuz (değil mi?). Bana, namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Fakat sen yokken ben peygamberle beraberdim, diye çıkışmıştı.

Daha sonra İmrân, adama Hz. Peygamber’in zekât konusundaki açıklamalarını anlattı. Adam bunun üzerine:

— Beni ihyâ ettin, Allah da seni ihyâ etsin! dedi.

Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki “Bu adam daha sonra müslümanların fakihlerinden oldu” (Hâkim, el-Müstedrek, I, 109-110).

Bu ve benzeri münferit olaylar, tâ eskiden yani sahâbe döneminden beri görülegelmiştir. İmam Şâfiî bu istikâmetteki görüş sahipleriyle tartışmaya girerek onları cevaplandıran ve susturan ilk müelliflerdendir. Bu sebeple şimdilerde modernistler tarafından tenkide tâbi tutulmaktadır.

Zaman içinde uzun süre hiç seslendirilmeyen bu yöndeki itirazlar, batı sömürgeciliğinin etkisiyle son bir-iki asırdır İslâm dünyasında yeniden gündeme gelmiştir.

Mısır’da Tevfik Sıdkı, Ahmed Emin, İsmail Edhem ve Ebû Reyye gibi kişiler ve bunları belli bir dönem için de olsa destekleyen bir kaç kişi, Hindistan’da Ehl-i Kur’ân Cemiyeti çevresinde kümelenen kişiler ve onların öteki İslâm ülkelerindeki uzantıları şimdi yeniden “Kur’ânla yetinme” çağrıları yapmaya başlamış, “sünnetsiz İslâm arayışı” içine girmişlerdir. Her konuda âyet aramakta, âyet dışında kendilerini bağlı hissedecekleri bir başka “lâ raybe fih” delilin bulunmadığını ileri sürmektedirler.

Bu anlayışın varacağı nihâî noktayı, Ehl-i Kur’ân Cemiyeti’nin kurucusu Gulâm Perviz Ahmed’in hayatında izlemek mümkündür. Bu kişi, “Kur’ân dışında herhangi bir söz ile amel edenlerin, -isterse bu söz Hz. Peygamber’e ait ve mütevâtir-sahih bir hadis olsun- “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir” [Mâide sûresi (5), 44] âyetinin hükmüne girerler” demek cür’etini göstermiştir. Buna karşılık devrin âlimleri de kendisinin küfre girdiğine dâir fetvâ vermişlerdir (Bilgi için bk. Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, VII, 425).

Varacağı nokta bu olayla daha baştan belli olan bu akımın -maalesef- memleketimizde de şu veya bu şekilde gündeme getirilmekte olması, yeni yeni yerleşmekte olan İslâm bilincini ve birikimini temelden yaralayabilecek tehlikeli bir gelişme olarak görülmektedir.

Burada konuya ait iddiaları tek tek cevaplandırma durumunda değiliz. Ancak şu kadarına işaret etmek yerinde olacaktır.

Nasıl, içimizden seçtiği peygamberler aracılığı ile emir ve yasaklarını kullarına duyurması, Allah Teâlâ için bir âcizlik ve eksiklik değilse, sünnetin varlığı da Kur’ân-ı Kerîm’in eksik ve yetersizliği anlamına gelmez. Vahyi alıp öğrenmede peygamberlerin aracılığına insanların nasıl ve ne ölçüde ihtiyâcı varsa, Kur’ân’ı anlamakta da Peygamber’in yorumuna yani sünnete öylece ihtiyaç vardır. Tabiî ve doğru olan budur. Bunun dışındaki iddialar ne adına yapılırsa yapılsın, nasıl takdim edilirse edilsin, temelden yanlıştır. Bu tür iddia ve tavır Hz. Peygamber tarafından önceden teşhis ve teşhir edilmiştir: “ Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, “biz onu bunu bilmeyiz, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar” derken bulmayayım!” (Ebû Davûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 2).

İslâm ümmetinin kimlik ve kişiliğini dokuyan yorum, Hz. Peygamber’in yorumu yani sünnetidir. Bu sebeple sünnet, İslâm’ı anlama, kavrama ve yaşamada vazgeçilmez en doğru ölçü ve yorumdur. Onun verilerine yani hadislere yöneltilecek hiçbir tenkid, sünnetten uzak kalmayı haklı kılamaz. Bir başka ifade ile ne sünnetsiz müslümanlık olur ne de sünnete rağmen müslümanlık..

1. Hadisler Kelimesi Kelim...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Mart 2010, 13:14:16
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 16 Mart 2010, 13:14:16 »

İMAM NEVEVÎ, HAYATI ve ESERLERİ

A. Doğumu ve Çocukluğu


Adı Ebû Zekeriyyâ Yahyâ İbni Şeref İbni Mürî en-Nevevî’dir. 631 yılı Muharrem ayının ortalarında (Ekim 1233) Suriye’nin güneyindeki Havran bölgesinde bulunan Nevâ köyünde doğdu. Köyüne nisbetle en-Nevevî veya en-Nevâvî, o bölgeye nisbetle el-Havrânî, dedelerinden Hizâm’a nisbetle de el-Hizâmî diye anıldı. Kendisinin Nevevî nisbesini kullandığı, yazılarında görülmektedir. Adı Yahyâ olanlar, baba oğul iki peygamberin hâtırasına hürmeten Ebû Zekeriyyâ diye künyelendikleri için, o da geleneğe uyarak, hiç evlenmediği halde, bu künyeyi aldı. İslâm dinine olan hizmetlerine bakarak kendisine, dini ihyâ eden kimse anlamında Muhyiddin lakabı verilmiştir. Övülmekten hoşlanmayan Nevevî, dinin her zaman canlı ve dipdiri olduğunu, kimsenin ihyâsına ihtiyacı bulunmadığını belirterek, kendini tezkiye anlamı taşıdığı için bu lakapla anılmaktan hoşlanmaz, hatta kendisine Muhyiddin diyenlere hakkını helâl etmeyeceğini söylerdi. Babası Şeref İbni Mürî, mütevâzi dükkânında çalışan, çevresinde dürüstlüğü ile tanınan zâhid ve müttaki bir kimseydi.

Nevevî on yaşına basınca, babasının dükkânında çalışmaya başladı. Fakat o ticaretle uğraşmayı sevmediği gibi, arkadaşlarıyla oynamayı da arzu etmezdi. Erginlik çağına girerken hıfzettiği Kur’ân-ı Kerîm’i her fırsatta okumaktan büyük haz duyardı. Evliyâullahdan mübarek bir zât diye bilinen, daha sonraları Nevevî’nin mânevî mürşidi olan Yâsîn İbni Yûsuf el-Merâkeşî (veya Zerkeşî) o sıralarda Nevâ’ya geldi. Çocukların birlikte oynayalım diye zorlamasına rağmen onlardan kurtulup Kur’an okumaya çalışan Nevevî’yi pek sevdi. Nevevî’nin Kur’an hocasına giderek, bu çocuğun ileride önemli bir âlim ve büyük bir zâhid olacağını tahmin ettiğini, onunla özel surette meşgul olmasını istedi. Fakat Kur’an muallimi ona “Sen müneccim misin?” diye çıkışarak tavsiyesini dikkate almadı.

B. Tahsili

Nevevî babasına yardım ederek ve fırsat buldukça çevresindeki âlimlerden temel İslâmî bilgileri öğrenerek on sekiz yaşına kadar memleketinde kaldı. 649 (1251) yılında babası onu Dımaşk’a getirerek Revâhiyye medresesine yerleştirdi. Medresede talebeye günde sadece bir ekmek veriliyordu. Nevevî bu mütevâzi şartlar altında tanınmış âlimlerden okumaya başladı. Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin (ö. 476/1083) Şâfiî fıkhına dair iki mûteber eserinden (büyük boy 166 sayfa tutan) et-Tenbîh’i dört ayda, el-Mühezzeb’in ibâdât bölümünün dörtte birini de (bu kısım büyük boy 257 sayfa tutmaktadır) o yılın geri kalan sekiz ayı içinde ezberledi. Nevevî, aşağıda anlatılacağı üzere, daha sonraları bu iki eseri şerhetmiştir.

İki yıl sonra babasıyla birlikte hacca gitti. Yolda hastalandı ve Mekke’ye varıncaya kadar sıtmadan kıvrandı. Fakat sesini çıkarıp da hâlinden şikâyet etmedi. Medîne-i Münevvere’de bir buçuk ay kalarak oradaki âlimlerin derslerine katıldı.

Kendisinde ilme karşı öyle bir iştiyâk vardı ki, bizzat söylediğine göre, iki yıl boyunca yere uzanıp yatmadı. Uykusu gelince kitaplarına yaslanarak biraz uyuklardı. Onun ilme olan düşkünlüğü darb-ı mesel hâline geldi. Hocalarına gidip gelirken bile, okuduklarını tekrar ederdi. Yıllar sonra yazacağı eserlerde belirttiği gibi, ona göre “İlimle uğraşmak, Allah rızâsını kazanmak için tutulan en iyi yol ve en üstün ibadetti. İlim tahsili nâfile oruç, namaz ve zikirden daha faziletliydi.”

Hergün on iki hocadan lugat, sarf, nahiv, fıkıh, hadis, kelâm gibi sâhalarda on iki çeşit ders alıyordu. Hadis ilmine dair okuduğu eserler, bu konuda bir fikir verebilir:

Kütüb-i Sitte’yi hocalarına bizzat okuduktan başka, Mâlik’in Muvatta’ını, İmâm Şâfiî’nin, Ahmed İbni Hanbel’in, Osman İbni Saîd ed-Dârimî’nin, Ebû Avâne el-İsferâyînî ve Ebû Ya`lâ’nın Müsned’lerini, Dârekutnî ve Beyhakî’nin es-Sünen’lerini, Begavî’nin Şerhu’s-Sünne’si ile Humeydî’nin el-Cem beyne’s-Sahîhayn’ini ve Hatîb el-Bağdâdî’nin el-Câmi` li ahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi`ini de okudu. Devamlı çalışması sebebiyle, on yıl gibi bir zamanda parmakla gösterilen bir ilim adamı oldu. 660 yılından itibaren de eser vermeye başladı. Nevevî’nin ilk eserini 655 yılında yazdığı da söylenmektedir.

C. Hocaları

“Bir kimsenin hocaları, onun dinde babalarıdır. Allah ile irtibatını sağlayan vâsıtalardır” diyen Nevevî, en çok fıkıh ve hadis sahalarındaki âlimlerden faydalandı.

Hadis ilmindeki hocaları, hadisle ilgili önemli bilgileri öğrendiği ve birçok hadis kitabını kendisinden dinlediği Ziyâ İbni Temmâm el-Hanefî, Sahîh-i Müslim’i okuduğu Ebû İshâk İbrâhim İbni Ömer el-Vâsıtî (ö. 662/1263-64), on yıl boyunca daha çok Buhârî ve Müslim hadislerinin şerhi konusunda faydalandığı ve o devirde bir benzerini görmediğini söylediği İbrâhim İbni Îsâ el-Murâdî el-Endelüsî (ö. 668/1269) ve en büyük hocası olduğu söylenen Ebü’l-Ferec Abdurrahman İbni Muhammed İbni Ahmed el-Makdisî (ö. 682/1283) gibi muhaddislerdir.

Fıkıh ilmindeki hocaları arasında, kendisinden en çok faydalandığı ve ilk hocam dediği zühd ve takvâ sahibi mükemmel insan İshâk İbni Ahmed el-Mağribî (ö. 650/1252), o devirde Şâfiî fıkhını en iyi bilen Dımaşk müftüsü Ebû Muhammed Abdurrahman İbni Nûh İbni Muhammed el-Makdisî (ö. 654/1256), Şâfiî fıkhının en önde gelen âlimlerinden Ebü’l-Hasan Sellâr İbni Hasan el-İrbîlî (ö. 670/1271-72) ve fıkıh usûlü okuduğu kâdî Ebü’l-Feth Ömer İbni Bündâr et-Tiflîsî (ö. 672/1273-74) gibi fakihler vardır.

Nahiv ilmi tahsil ettiği âlimler arasında, nahivcilerin imâmı İbni Mâlik et-Tâî’nin (ö. 672/1274) adı zikredilebilir.

D. Talebeleri

Nevevî’ye pek çok âlim talebelik etmiştir. Bunların en meşhuru İbnü’l-Attâr Alâeddin Ebü’l-Hasan Ali İbni İbrâhim ed-Dımaşkî’dir. Bu âlim Nevevî’nin ömrünün son altı yılında ondan hiç ayrılmadığı, devamlı hizmetinde bulunduğu için kendisine “Muhtasaru’n-Nevevî” lakabı verilmiştir. İbnü’l-Attâr, aşağıda belirtileceği üzere, Nevevî’nin hayatını kaleme almış ve yazdığı tercüme-i hâli hocasına kontrol ve tashih ettirmiştir. Hadis usûlüne dair Garâmî sahîh adlı manzûmenin müellifi İbni Ferah el-İşbîlî (ö. 699/1300); el-Menhelü’r-revî adlı usûl-i hadis kitabının müellifi, Mısır ve Şam kadısı Bedreddin İbni Cemâ`a (ö. 733/1333), Şâfiî âlimlerinden kâdî Ziyâüddin Ali İbni Selîm el-Ezrü`î (ö. 731/1330-31), Tehzîbü’l-Kemâl müellifi Yûsuf İbni Abdurrahman el-Mizzî (ö. 742/1341), kâdılkudât Şemseddin İbnü’n-Nakîb Muhammed İbni İbrâhim (ö. 745/1345) ve muhaddis târihçi İbni Kesîr’in babası Ebû Hafs Ömer İbni Kesîr gibi önemli şahsiyetler ona talebelik etmiştir. Bunlardan başka bazı âlimler de Nevevî’den icâzet yoluyla rivayette bulunmuşlardır.

E. İlmi

Muhtelif devirlerde hadis ilmini yeniden canlandıran âlimler gelmiştir. Nevevî’nin yaşadığı yüzyılda İbnü’s-Salâh ile Nevevî, bir sonraki asırda Zehebî, müteâkip asırda İbni Hacer el-Askalânî gibi âlimler hadis ilmine büyük hizmet etmişlerdir. Zehebî’nin “hadis âlimlerinin efendisi” diye andığı Nevevî, bir hadis hâfızı, aynı zamanda hadis ilimlerinde tanınmış bir otoriteydi. Sahîh hadisleri olduğu kadar zayıf ve uydurma rivayetleri, râvilerin hâllerini bilirdi. Hadislerde geçen garîb kelimeleri anlamada ve hadislerden fıkhî hüküm elde etmede pek mâhirdi.

Şâfiî fıkhında devrinin en büyük âlimi o idi. Bu mezhebin esaslarını, usûl ve fürûunu, bir meseleye dâir sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin neler söylediklerini, hangi noktada birleşip hangi noktada birbirinden ayrıldıklarını ezbere bilirdi. Birgün İmâm Gazzâlî’nin el-Vasît’inden yapılan bir nakil hakkında kendisiyle münakaşa ettiler. Halbuki Nevevî münakaşa etmekten hiç hoşlanmadığı gibi, münakaşa edenleri de sevmezdi. Şöyle dedi:

“Benimle el-Vasît hakkında münakaşa ediyorlar. Ben o eseri dört yüz defa okudum.”

Tahsil için geldiği Dımaşk’ta kendisinden ilk faydalandığı hocası Şam müftüsü Firkâh ile aralarında daha sonraki yıllarda ganimetlerin taksimi konusunda görüş ayrılığı çıktı. Hocalarına aşırı derecede saygı duymakla beraber, onların Şâfiî mezhebine veya sünnetin açık hükmüne aykırı görüşleri karşısında hiç mütevâzi davranmayan Nevevî, devrin şartlarını dikkate alarak fetvâ veren hocasını tasvip etmedi; bu sebeple araları açıldı.

Mezhepte imâmı olan eş-Şâfi`î’nin “Helâl ve haram bilgisinden sonra en değerli ilim tıb ilmidir” demesi sebebiyle olmalı ki, öğrencilik yıllarında bir ara tıp tahsil etmek istedi. Bu sebeple İbni Sînâ’nın el-Kânûn adlı eserini satın aldı. Fakat o günden itibaren pek bunalıp sıkılmaya başladı. Sonunda bu hâlin kendisine tıpla uğraşmaktan geldiğini anlayarak el-Kânûn’u sattı ve odasında tıpla ilgili ne varsa elinden çıkarmak suretiyle rahatladı.

Nevevî muhtelif medreselerde hocalık yaptı. 665 (1267) yılında Ebû Şâme el-Makdisî’nin vefatıyla boşalan Suriye’nin en tanınmış öğretim müessesesi olan Eşrefiyye Dârülhadisi şeyhliğine getirildi. Vefâtına kadar on bir sene müddetle bu görevi devam ettirdi.

F. Görünüşü ve Yaşayışı

Nevevî orta boylu, kara yağız bir kimseydi. Bir kaç teli ağarmış sık ve siyah sakalı heybetli görünüşüne ayrı bir ağırlık verirdi. Ciddi yüzünde tebessüm az görülürdü. Kılığı kıyafeti devrinin âlimlerinin özel giyim kuşamına hiç benzemezdi. Sırtındaki kaba dokunmuş pamuk elbise ve başındaki küçük sarığıyla onu gören, Dımaşk’ı gezmeye gelmiş Nevâlı bir köylü zannederdi.

Ömrünü ilme nikâhlayan Nevevî hiç evlenmedi. Belki evliliğin kendisini meşgul edeceği, belki de kendisine muhtelif sorumluluklar yükleyeceği kanaatıyla evlenmeyi hiç düşünmedi.

Âhirete duyduğu özlem sebebiyle dünya zevklerine, yiyip içmeye, giyinip kuşanmaya, kısaca söylemek gerekirse rahat yaşamaya değer vermezdi. Günde bir defa geceleyin, sadece bir çeşit yemek yerdi....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Mart 2010, 13:21:36
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 16 Mart 2010, 13:21:36 »

3. Kur’anla İlgili Eserleri

a) et-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân: Dımaşk halkının Kur’ân-ı Kerîm okumaya ve okutmaya olan aşırı ilgisi, Nevevî’yi bu konuda onlara yardım etmek üzere bu hacmi küçük fakat faydası büyük eseri kaleme almaya sevketmiştir.

On babdan meydana gelen eserde Kur’an okuyup ezberlemenin fazileti, Kur’an ile meşgul olan kimselere değer vermenin önemi, Kur’an öğreten ve öğrenen kimselerin uyması gereken esaslar, İnsanların Kur’an’a karşı görevleri, belli zamanlarda ve durumlarda okunması sevap olan âyet ve sûreler gibi konular işlenmiştir. Sehâvî’nin dediği gibi, et-Tibyân, hem Kur’an okuyanların hem de öğretenlerin mutlaka okuması gereken önemli bir eserdir.

Nevevî bir çok kitabında yaptığı gibi, halkın ilgisini artırmak için bu eseri Muhtâru’t-Tibyân adıyla ihtisar etmiş, Ahmed İbni İmâd el-Akfehsî (ö. 808/1405) Tuhfetü’l-ihvân fî nazmi’t-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân adıyla manzum hâle getirmiş, Muhammed İbni Muhammed İbni Muhammed İbni Ebû Saîd el-Îcî de Hadîkatü’l-beyân adıyla Farsça’ya tercüme etmiştir.

et-Tibyân Kahire’de (1286, 1307, 1353; nşr. Muhammed Haccâr 1985), Dımaşk’ta (1965), Beyrut’ta (nşr. Abdülaziz İzzeddin Seyrevân 1984) ve Küveyt’te (nşr. Mansûr İbni Ya`kûb el-Besâre 1407) basılmıştır. Ahmet İnce tarafından yapılan Türkçe tercümesi Kur’an Ehline Rehber adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1973).

et-Tibyân Ahmed İbni Muhammed İbni Abdülkerim el-Üşmûnî’nin (ö. XI/XVII.yy.) Menârü’l-hüdâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ adlı eseriyle birlikte basıldığı için (Bulak 1286) olmalı ki, Ziriklî Nevevî’nin ilm-i kırâat konusunda Menârü’l-hüdâ adlı matbû bir eseri bulunduğunu ileri sürmüştür.

b) Gaysü’n-nef` fi’l-kırââti’s-seb’:Nevevî’nin böyle bir eseri bulunduğunu Bağdatlı İsmâil Paşa söylemektedir (Îzâhu’l-meknûn, II, 152).

4. Dille İlgili Eserleri

a) Tehzîbü’l-esmâ ve’l-lugât: Nevevî et-Tahrîr adlı eserini sadece et-Tenbîh’deki lugatleri ve fıkhî terimleri açıklamak maksadıyla yazdığı hâlde, bu eserini et-Tenbîh’de, şerh ettiği el-Mühezzeb’de, ihtisar ettiği Ravdatü’t-tâlibîn’de, Şâfiî fıkhında önemli yeri olan İmâm Şâfiî’nin talebesi Müzenî’nin (ö. 264/878) el-Muhtasar’ı ile Gazzâlî’nin el-Vasît ve el-Vecîz adlı eserlerinde geçen isimleri, lugat, ıstılah ve fıkhî lafızları açıklamak üzere kaleme almıştır. Kitabını daha faydalı hâle getirmek düşüncesiyle bu altı esere bağlı kalmak istemeyen Nevevî, başka eserlerde geçen bazı şahıs, melek ve cin adlarını da kitabına almış, fakat onu temize çekmeye fırsat bulamamıştır.

Muhammed adlı şahıslar başta olmak üzere diğer isim ve lugatlerin alfabetik sırayla ele alındığı Tehzîbü’l-esmâ’nın isimlere dair birinci cildi Wüstenfeld tarafından Göttingen’de (1842-1847), lugatlere dair ikinci kısmı da Kahire’de (tarihsiz) neşredilmiştir.

b) el-İşârât ilâ beyâni’l-esmâi’l-mübhemât: Hadis ilimlerinin elli dokuzuncusu olarak bilinen “ma`rifetü’l-mübhemât” konusunda Hatîb el-Bağdâdî, müphem isimlerin sahiplerini alfabetik olarak sıralayarak el-Esmâü’l-mübheme fi’l-enbâi’l-muhkeme adlı eserini yazmış, bu eseri ihtisar eden Nevevî eserin tertip tarzını değiştirerek daha kullanışlı olacağı düşüncesiyle rivayetleri sahâbe adlarına göre alfabetik hâle getirmiş ve birçok ismin okunuşunda farklı kanaatini ortaya koymuştur. el-Mübhem `alâ hurûfi’l-mu`cem diye de anılan eser, Lahor’da basılmış (1341), daha sonra Hatîb’in el-Esmâü’l-mübheme’sinin son kısmında (s. 531-622) neşredilmiştir (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid, Kahire 1405/1984).

c) Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh: et-Tahrîr fî şerhi elfâzı’t-Tenbîh ve Tahrîru’t-Tenbîh adlarıyla da bilinen eseri, Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin, et-Tenbîh’indeki lugatleri ve fıkhî terimleri açıklamak maksadıyla yazmıştır. Bir fıkıh lugati olan eserde, kelimeleri kitapta geçtiği sıraya göre şerh etmiş ve 671 yılı Zilhicce ayında (Haziran 1273) tamamlamıştır. Şâfiî fakihi Hamza İbni Ahmed İbni Ali el-Hüseynî’nin (ö.874/1469) bu eser üzerinde el-Îzâh alâ tahrîri’t-Tenbîh adlı bir çalışması vardır. Abdülganî Dakr eseri tahkik ederek Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh ev Lugatü’l-fıkh adıyla yayımlamıştır (Dımaşk 1408/1988).

5. Muhtelif Konulara Dair Eserleri

a) Mekâsıdü’l-İmâm en-Nevevî: Mekâsıdu’l-İmâm en-Nevevî fi’t-tevhîd ve’l-ibâdât ve usûli’t-tasavvuf ve Mekâsıdu’n-Neveviyyeti’s-seb`a adlarıyla da anılan eser akâid, ibadet ve tasavvuf ile ilgili küçük bir risâle olup Beyrut’ta (1280, 1324), Bağdat’ta (ts., Mektebetü’l-Müsennâ) ve Dârü’l-îmân’ın yayın komisyonu tarafından bazı not ve açıklamalarla Beyrut-Dımaşk’ta (1406/1985) yayımlanmıştır.

b) Büstânü’l-ârifîn:Zühd, ihlâs, dünyanın değersizliği gibi konuları âyet, hadis, İslâm âlimlerinin sözleri, güzel hikâye ve şiirlerle ele alan küçük hacimli bir eserdir (Kahire 1348; nşr. Muhammed Haccâr, Beyrut 1412).

c) et-Terhîs fi’l-ikrâmi bi’l-kıyâm li zevi’l-fazli ve’l-meziyyeti min ehli’l-İslâm `alâ ciheti’l-birri ve’t-tevkîr ve’l-ihtirâm lâ `alâ ciheti’r-riyâ ve’l-i`zâm: Riyâkârlık ve değerinden fazla büyütme düşüncesi olmadan sırf hürmet etmek maksadıyla faziletli ve değerli müslümanlar için ayağa kalkılabileceği konusunu işleyen bu eseri Nevevî 666 (1267) yılında tamamlamıştır. Ahmed Râtib Hammûş tarafından Dımaşk’ta (1402/1982), Keylânî Muhammed Halîfe tarafından da Beyrut’ta (1409/1988) yayımlanmıştır.

d) Müntehabü (veya muhtasaru) Tabakâti’ş-Şâfi`iyye li’bni’s-Salâh: İbnü’s-Salâh’ın Tabakâtü’ş-Şâfi`iyye’sini, ona bazı şahıslar ilave etmek suretiyle ihtisar ettiği eser 180 kadar âlimin tercüme-i hâlini ihtiva etmektedir. Muhammed ve Ahmed adını taşıyanlar başa alınmış, öteki şahıslar alfabetik olarak sıralanmıştır. Eserin Muhyiddin Necîb tarafından neşre hazırlandığı söylenmektedir (Ayrıca bk. Müneccid, Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn, s. 114).

e) Hizb: Hizbü’l-hıfz ve’l-evrâd ve Hizbü’l-İmâmi’n-Nevevî adlarıyla da anılan risale, akşam sabah okunmak üzere Nevevî tarafından tertip edilen bir duadan ibarettir. Bir kısmı hadislerde geçen bu dua talebeleri tarafından kaleme alınmış, âlimlerin büyük ilgi göstermesi sebebiyle geniş muhitlere yayılmış, İstanbul’da (1298, 1302, 1309), Bombay’da (1299) ve Bulak’ta (1303) basılmıştır.

Hizb’i şerh eden Faslı muhaddis Ebû Abdullah Muhammed İbni Tayyib eş-Şerakî (ö.1175/1761), giriş mâhiyetinde yazdığı on küçük mukaddimede hizbin vird, devamlı okunan dualar ve zikirler anlamına geldiğini, hizblerin ne zaman başladığını, buna niçin ihtiyaç duyulduğunu, İbni Teymiye’nin hizbe karşı olduğunu, fakat âlimlerin hizb ve evrâd okumayı câiz gördüğünü, hizb ve evrâd okumanın şartlarını, her hizbin ayrı bir özelliği ve tesiri bulunduğunu açıklamış, daha sonra da bu hizbi şerh etmiştir. Eseri Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî yayımlamıştır(Beyrut 1408/1988). Hizb’i daha başka âlimler de şerhetmişlerdir.

Nevevî bunlardan başka tefsir, hadis, fıkıh, lugat ve Arap diliyle ilgili bazı konuları ele aldığı Tuhfetü tullâbi’l-fezâil, fetvâ usûlüne dair Edebü’l-müftî ve’l-müsteftî, Mesâilü (Muhtasaru) tahmîsi’l-ganâim, Muhtasaru âdâbi’l-istiskâ, Rü’ûsü’l-(rûhu’l-(?) (`uyûnü’l-(?)mesâil, ed-Dekâik, amelü’l-yevm ve’l-leyle, Risâle fî me`âni’l-esmâi’l-hüsnâ, Risâle fî ehâdîsi’l-hayâ adlı eserleri kaleme almış, Gazzâlî’nin el-Vasît adlı eserine iki cilt hacmindeki Nüket `ale’l-Vasît’i yazmış, İbnü’l-Esîr’in Üsdü’l-gâbe’sini, Râfi`î’nin et-Teznîb’ini, Beyhakî’nin Menâkıbü’ş-Şâfi`î’sini ihtisar etmiştir.

Kâtip Çelebi onun Mir’âtü’z-zemân fî târîhi’l-a`yân adlı bir çalışması bulunduğunu, eserde dünyanın yaratılışından başlamak üzere önemli olayların muhtasar bir şekilde sıralandığını söylemekte (II, 1648), Selâhaddin Müneccid de bu bilgiyi tekrarlamaktadır (bk. Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn s.114). Eserin günümüze geldiği bilinmediği için, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin (ö.654/1256) aynı adı taşıyan meşhur eseriyle karıştırılmış olabileceği hatıra gelmektedir.

Nevevî’nin tahsil hayatından sonra kitap te’lifinin yanısıra bir taraftan talebe okuttuğu, öte yandan ibadet ve zikirden derin haz duyduğu dikkate alınırsa, 45 yıllık ömrünün 20 (İbni Attâr’a göre 16) yıllık bir diliminde bu kadar eseri vücuda getirmesi, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ve sevdiği kulunun ömrünü bereketlendirmesiyle açıklanabilir.

Nevevî ile iftihar eden ve onun şefaatını uman yakınları birgün kendisine:

- Kıyamet günü Arasât meydanında bizi unutma, demişlerdi. Nevevî de:

- Şayet o gün ayağım yer tutarsa, bütün tanıdıklarım benden önce girmeden vallâhi cennete girmem, diyerek onların gönlünü almıştı.

Yüzyılları aşıp gelen ve şimdi geniş bir şekilde tanıtacağımız ünlü eseri Riyâzü’s-sâlihîn’in mütercim ve şarihleri sıfatıyla biz de tanıdıkları arasına girmeyi ümit ve niyâz ederiz.

III

RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN


A. Yazılış Gayesi


Tam adı Riyâzü’s-sâlihîn min hadîsi seyyidi’l-mürselîn olan eser, İmam Nevevî’nin yukarıda tanıttığımız çalışmaları arasında önemli bir yer tutar. Nevevî bu kitabını, 45 yıllık kısa fakat çok verimli hayatının en olgun ve bereketli dönemleri kabul edilen bir yaşta, 40 yaşlarında yazdı. Bundan üç sene önce de, bir başka önemli eseri el-Ezkâr’ ı telif etmişti. Riyâzü’s-sâlihîn’in telifi, 14 Ramazan 670 (1271) tarihinde bir pazartesi günü tamamlandı.

Kendi alanlarında büyük önemi olan bu kitapların peşpeşe yazılmasının bazı mühim sebepleri olmalıdır. Bunu anlayabilmek için, o günün genel görüntü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

16 Mart 2010, 13:24:43
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 16 Mart 2010, 13:24:43 »

Kaynaklar

Abdülmevcûd Muhammed Abdüllatîf, Keşfu’l-lisâm an esrâri tahrîci hadîsi Seyyidi’l-enâm, I-II, Kahire 1404/1984.

Abdülganî Dakr, el-İmâm en-Nevevî, Dımaşk 1407/1987.

Abdülganî Abdülhâlık, Hücciyyetü’s-sünne, Beyrut 1407 (l986).

Abdülkâdir en-Nuaymî, ed-Dâris fî târîhi’l-medâris (nşr. Ca`fer el-Hasenî), Kahire 1988.

Ahmed Abdülazîz Kasım el-Haddâd, el-İmâm en-Nevevî ve eseruhû fi’l-hadîs ve `ulûmihî, Beyrut 1413/1992.

Bağdatlı İsmail Paşa, Îzâhu’l-meknûn (nşr. Kilisli Muallim Rifat - Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1945-47.

Brockelmann, GAL, Suppl. Leiden 1937-1943.

Cemâleddin el-Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, Dımaşk l935(1353).

Çakan İsmail.L., Anahatlarıyla Hadis, İstanbul l982,

İbn Aşûr, Makâsıdu’ş-şerî’a (trc. Mehmet Erdoğan-Vecdi Akyüz), İstanbul 1988.

İbn Kâdî Şühbe, Tabakâtü’ş-Şâfi`iyye (nşr. Abdülalîm Han), Beyrut 1407/1987).

İmam eş-Şâfiî, er-Risâle (nşr. A. M. Şâkir), Kahire 1940/1358.

İsnevî, Tabakâtü’ş-Şâfi`iyye (nşr. Abdullah el-Cübûrî), Riyad 1400/1980.

Karâfî, el-İhkâm (nşr. Ebû Gudde), Halep 1967.

Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünûn (nşr. Kilisli Muallim Rifat - Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1360-62/1941-43.

Kehhâle, Mu’cemü’l-müellifîn, Dımaşk 1376-81/1957-81.

Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX, Kahire 1387.

Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât (nşr. İhsan Abbas) Beyrut 1973-74.

M. Lokman es-Selefî, İhtimâmü’l-muhaddisîn bi nakdi’l-hadîs seneden ve metnen, Riyad 1487/1987.

Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, I-X, Kahire 1359.

Muhammed Zekeriyyâ Kândehlevî, Evcezü’l-mesâlik ilâ Muvattai Mâlik, Beyrut 1410-1989.

Mustafa es-Sibâî, es-Sünne ve mekânetühâ fi’t-teşrî’i’l-İslâmî, Kahire 1961.

Müneccid, Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn, Beyrut 1978.

Serkis, Mu`cemü’l-matbû`âti’l-arabiyye ve’l-mu`arrebe, Kahire 1928-30.

Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfi`iyyeti’l-kübrâ (nşr. Mahmûd Muhammed et-Tanâhî ve Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire 1383-96/1964-75.

Süyûtî, el-Minhâcü’s-sevî fî tercemeti’l-imâm en-Nevevî (nşr. Ahmed Şefîk Demc), Beyrut 1408/1988.

Süyûtî, Miftâhu’l-cenne fi’l-ihticâc bi’s-sünne, 1402 (baskı yeri yok),

Shad, Abdur Rehman, Riyâd as-sâlihin, Lohore-Pakistan, 1988 (Muhammed İkbal Sıddîkî’nin önsözü, s. IX-XIV).

Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nazar ilâ usûli’l-eser, Kahire 1910/1328.

W. Heffening, “Nevevî”, İslam Ansiklopedisi, IX, 222-223.

Zebîdî, Tâcü’l-`arûs, nvy maddesi.

Zehebî, Tezkiretü’l-huffâz, Haydarâbâd 1375-77/1955-58.

Ziriklî, el-A`lâm Beyrut 1984.


رياض الصالحين

تأليف

الإمام أبي زكريا يحيى بن شرف النووي الدمشقيّ

631 – 676 هـ

كتاب مقاصد العارفين. 8

كتاب الأدب.. 191

كتاب أدب الطعام 205

كتاب اللباس. 215

كتاب آداب النوم 223

كتاب السلام 228

كتاب عيادة المريض.. 236

كتاب آداب السفر 249

كتاب الفضائل. 256

كتاب الاعتكاف.. 304

كتاب الحج. 304

كتاب الجهاد 306

كتابُ العِلم. 322

كتابُ حمد الله تعالى وشكره 325

كتابُ الصلاة على رسول الله صلى الله عليه وسلم. 326

كتاب الأذكار 328

كتاب الدعوات.. 340

كتاب الأمور المنهي عنها 352

كتاب المنثورات والملح. 421

كتاب الاستغفار 437

كتاب بيان ما أعدّ الله تعالى للمؤمنين في الجنة 440



مقـــدمة المؤلف

النسخة المعتمدة للمراجعة وعزو الصفحات:

دار النشر: مؤسسة الرسالة

الطبعة الثانية

السنة: 1997

تحقيق: شعيب الأرنؤوط

الْحَمْدُ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ، الْعَزِيزِ الْغَفَّارِ، مُكَوِّرِ اللَيْلِ عَلَى النَّهَارِ، تَذْكِرَةً لأُولِي الْقُلُوبِ وَالأَبْصَارِ، وَتَبْصِرَةً لِذَوِي الألبَابِ وَالاعْتِبَارِ، الَّذِي أَيْقَظَ مِنْ خَلْقِهِ مَنِ اصْطَفَاهُ فَزَهَّدَهُمْ فِي هذِهِ الدَارِ، وَشَغَلَهُمْ بِمُرَاقَبَتِهِ وإِدَامَةِ الأَفْكَارِ، وَمُلاَزَمَةِ الاتِّعَاظِ وَالأذكَارِ، وَوَفَّقَهُمْ لِلدَّأبِ فِي طَاعَتِهِ، وَالتَأَهُّبِ لِدَارِ الْقَرَارِ، وَالْحَذَرِ مِمَا يُسْخِطُهُ وَيُوجِبُ دَارَ الْبَوَارِ، وَالْمُحَافَظَةِ عَلَى ذلِكَ مَعَ تَغَايُرِ الأَحْوَالِ وَالأَطْوَارِ. أحْمَدهُ أَبْلَغَ حَمْدٍ وَأَزْكَاهُ، وَأَشْمَلَه وَأَنْمَاه. وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إلَه إِلاَّ الله الْبَرُّ الْكَرِيمُ، الرَؤُوفُ الرَّحِيمُ، وَأَشْهَدُ أَنَ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَحَبِيبُهُ وَخَلِيلُهُ، الْهَادِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ، وَالدَّاعِي إِلَى دِينٍ قَوِيمٍ. صَلَوَاتُ اللهِ وَسَلاَمُهُ عَلَيْهِ، وَعَلَى سَائِرِ النَّبِيّينَ، وَآلِ كُلّ، وَسَائِرِ الصَّالِحِينَ. أمَا بَعْدُ: فَقَدْ قَالَ الله تَعَالَى: {وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالإنْسَ إِلاَ لِيَعْبُدُونِ * مَا أرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْق وَمَا أرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ}[الذاريات: 56-57] وَهذَا تَصْرِيح بأَنَّهُمْ خُلِقُوا للعِبَادَةِ، فَحَقَّ عَلَيْهِمُ الاعْتِنَاءُ بِمَا خُلِقُوا لَهُ وَالإعْرَاضُ عَنْ حُظُوظِ الدُّنْيَا بالزَّهَادَةِ، فَإِنَّهَا دَارُ نَفَادٍ لاَ مَحَلُّ إِخْلادٍ، ومَرْكَبُ عُبُورٍ لا مَنْزِلُ حُبُورٍ، ومَشْرَعُ انْفِصَامٍ لا مَوْطنُ دَوَامَ. فَلِهذَا كَانَ الأَيْقَاظُ مِنْ أَهْلِهَا هُمُ الْعُبَّادَ، وَأَعْقَلُ النَاسِ فِيهَا هُمُ الزُهَّادَ. قَال اللهُ تعالى: {إنَمَا مَثَل الْحَيَاةِ الدُنْيَا كَماءٍ أَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَمَاءِ فَاخْتَلَط بِهِ نَبَاتُ الأَرْضِ مِمَا يَأْكُلُ النَاسُ والأنعَامُ حَتَى إِذَا أَخَذَتِ الأَرْضُ زُخْرُفَهَا وازّينَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أنهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا أَتَاهَا أمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهاراً فَجَعَلْنَاهَا حَصِيداً كأنْ لَمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ كَذلِكَ نُفَصِّل الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفكَرُونَ}[يونس: 24] والآياتُ في هذا المعنى كَثِيرةٌ. ولَقدْ أَحْسَنَ الْقَائِلُ:

إنّ لِلَّهِ عبَاداً فُطَنَــا طَلَّقُوا الدُنْيَا وَخَافُوا الْفتَنَا

نَظَرُوا فِيهَا فَلَمَا عَلمُوا أنَّهَا لَيْسَتْ لِحي وَطَنَـا

جَعَلُوهَا لُجَّةً واتَّخَذُوا صَالِحَ الأَعْمَالِ فِيها سُفُنَا

فإِذا كَان حالُها ما وصفْتُهُ، وحالُنا ومَا خُلِقْنَا لَهُ مَا قَدَّمتُهُ ؟ فَحَقّ عَلَى الْمُكَلَّفِ أَنْ يَذْهَب بِنَفْسِهِ مَذْهَبَ الأخْيَارِ، ويَسْلُكَ مَسْلَكَ أُولِي النُّهَى وَالأَبْصَارِ، وَيَتَأَهَّب لَمَا أَشَرتُ إِلَيهِ، وَيَهْتَمَّ بِمَا نبَّهْتُ عَلَيْهِ. وَأَصْوَبُ طَرِيقٍ لهُ فِي ذلِكَ، وَأَرْشَدُ مَا يَسْلُكُهُ مِنَ الْمَسَالِكِ: التأَدُّبُ بِمَا صَحَ عَنْ نَبِيِّنَا سَيَدِ الأَوَّلِينَ وَالآخرِينَ، وَأَكْرَمِ السَّابِقِينَ وَاللاَحقِينَ. صَلَوَاتُ اللَّهِ وَسَلاَمُهُ عَلَيْهِ وَعَلى سَائِرِ النَبِيينَ. وَقَدْ قَالَ الله تَعَالَى: {وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِر وَالتَقوَى} [المائدة: 2] وَقَدْ صَحَّ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه و سلم أنهُ قَالَ: ((وَاللهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهُ)) وَأنَّهُ قَالَ: ((مَنْ دَلَّ عَلَى خَيْرٍ فَلَهُ مِثْلُ أَجْرِ فَاعِلِهِ)) وَأَنّهُ قَالَ: ((مَنْ دَعَا إِلَى هُدىً كَانَ لَهُ مِنَ الأَجْرِ مِثْلُ أُجُورِ مَنْ تَبِعَهُ لا يَنْقُصُ ذلِكَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْئَاً)) وَأنَهُ قَالَ لِعَلِيٍّ رَضِيَ الله عنهُ: ((فَواللهِ لأَنْ يَهْدِي اللهُ بِكَ رَجُلاَ وَاحِداً خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمِ)). فَرَأَيْتُ أَنْ أَجْمَعَ مُخْتَصَراً مِنَ الأَحَادِيثِ الصَّحِيحَةِ، مُشْتَمِلاً عَلَى مَا يكَوِّنُ طَرِيقاً لِصَاحِبِهِ إِلَى الآخِرَةِ، وَمُحَصِّلاَ لآدَابِهِ الْبَاطِنَةِ وَالظَّاهِرَةِ، جَامِعاَ لِلتَّرْغِيبِ وَالتَّرْهِيبِ وَسَائِرِ أَنْوَاعِ آدَابِ السَّالِكِينَ: مِنْ أَحَادِيثَ ا لزُهْدِ، وَرِيَاضَاتِ النُفُوسِ، وَتَهْذِيبِ الأَخْلاَقِ، وَطَهَارَاتِ الْقُلُوبِ وَعِلاَجِهَا، وَصِيَانَةِ ا لْجَوَارِحِ وَإزَالَةِ اعْوِجَاجِهَا، وَغَيْرِ ذلِكَ مِنْ مَقَاصِدِ الْعَارِفِينَ. وَأَلْتَزِمُ فِيهِ أَنْ لاَ أَذكُرَ إِلا حَدِيثاً صَحِيحاً مِنَ الْوَاضِحَاتِ، مُضَافاً إِلَى الْكُتُبِ الصَّحِيحَةِ الْمَشْهُورَاتِ، وَأُصَدِّرَ الأَبْوَابَ مِنَ الْقُرْآنِ الْعَزِيزِ بِآياتٍ كَرِيمَاتٍ، وَأُوَشِّحَ مَا يَحْتَاجُ إِلَى ضَبْطِ أَوْ شَرْحِ مَعْنىً خَفِيّ بِنَفَائِسَ مِنَ التَنْبِيهَاتِ. وَإِذَا قُلْتُ فِي آخِرِ حَدِيثٍ: مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ، فَمَعْنَاهُ: رَوَاهُ البُخارِيّ وَمُسْلِم. وَأَرْجُو إِنْ تَمَّ هذَا الْكِتَابُ أَنْ يَكُونَ سَائِقاً لِلْمُعْتَنِي بِهِ إِلَى الْخَيْرَاتِ، حَاجِزاً لَهُ عَنْ أَنْوَاعِ الْقَبَائحِ وَالْمُهْلِكَاتِ. وَأَنَا سَائِلٌ أَخاً انْتَفَعَ بِشَيْءٍ مِنْهُ أنْ يَدْعُوَ لِي، وَلِوَالِدَيَّ، وَمَشَايِخِي، وَسَائِرِ أَحْبَابِنَا، وَالْمُسْلِمِينَ أَجْمَعِينَ، وَعَلى اللَّهِ الْكَرِيمِ اعْتِمَادِي، وَإلَيْهِ تَفْوِيضي وَاسْتِنَادِي، وَحَسْبِيَ اللهُ ونِعْمَ الْوَكِيلُ، وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَةَ إِلاَّ بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ.

MÜELLİFİN MUKADDİMESİ


Bismillahirrahmânirrahîm


Bir tek, mutlak gâlip, sonsuz kudret sahibi, çok bağışlayıcı olan, gönül ehli ve basiret sahiplerine bir hatırlatma, akıl ve düşünce ehline bir ibret olsun diye geceyle gündüzü birbirine katan Allah’a hamdolsun. Allah, yarattığı kullarından bir kısmını seçip, bu dünyada zühd ehlinden kıldı. Onları, emir ve yasaklarını gözetme, devamlı olarak düşünme, öğüt dinleyip sapıklıktan uzak durma, unuttuktan sonra hatırlama ve gafletten sonra uyanma meziyetleriyle donattı. Onları, Allah’a itaatta ve âhirete hazırlıkta, gazabını gerektirecek davranış ve cehenneme girmelerine sebep olacak işlerden sakınmada, zamanın ve şartların değişmesine rağmen güzel hallerini korumada başarılı kıldı.

Hamdin en yücesi, en üstünü, en şümullüsü ve en mükemmeliyle Allah’a hamdederim. Kullarına çok iyilik yapan ve Kerîm olan, onlara çok acıyan ve Rahîm olan Allah’tan başka ilâh olmadığına, Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve resûlü, sevgilisi ve dostu olduğuna, dosdoğru yola ulaştırıp, en kâmil dine dâvet ettiğine kesinlikle inanırım. Allah’ın salât ve selâmı, onun, bütün peygamberlerin, herbirinin inanmış dostlarının ve diğer sâlih kimselerin üzerine olsun.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum” [Zâriyât sûresi (51), 56-57]. Bu âyet, onların ibadet için yaratıldıklarını açıkça ifade eder. O halde onların, yaratılış gayelerine özen göstermeleri, zühd yolunu tutarak dünyanın geçici zevklerinden yüz çevirmeleri gerekir. Çünkü bu dünya geçici bir yurt olup, ebedî kalınacak bir yer değildir. Dünya âhiretin bineği olup, kalıcı bir sevinç ve neş’e yeri de değildir. Ayrılık yeridir; sürekli vatan değildir. Bu sebeple, dünya halkının en uyanıkları, Allah’a en iyi kulluk yapanlardır. İnsanların en akıllı olanları da zâhidler, dünyaya bağlanıp kalmayanlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zînetini takınıp rengârenk süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz gelir de, onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz” [Yûnus sûresi (10), 24]. Bu anlamda âyetler çoktur. Şâir ne güzel söyler:

Allah’ın son derece anlayışlı akıllı ve zekî kulları vardır

Onlar dünyayı terkettiler ve fitnelerden korktular

Dünyaya bakıp şu gerçeği iyice anladılar

Burası diriler için kalıcı bir vatan değildir

Neticede bu dünyayı bir deniz sayıp

Sâlih amelleri kendilerine gemiler edindiler

Dünyanın hali, bizim halimiz ve yaratılış gayemiz anlattığım gibi olunca, sorumluluk taşıyan herkesin, seçkin ve hayırlı kimselerin izinden gitmesi, olgun akıl ve keskin görüş sahiplerinin yoluna girmesi icap eder. Ayrıca belirttiğim hususlarda hazırlık yapması, uyardığım konulara özen göstermesi gerekir. Bunu elde etmek için her mükellefin girmesi gereken en doğru yol, önce ve sonra gelenlerin efendisi, önden giden ve onları takip edenlerin en seçkini olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadisleriyle edeplenmektir. Allah’ın salât ve selâmı onun ve diğer peygamberlerinin üzerine olsun. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın” [Mâide sûresi (5), 2]. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahîh hadislerinde şöyle buyurdu: “Kul, din kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da kulunun yardımcısıdır” (Müslim, Zikr 37-38; Ebû Dâvûd, Edeb 60; Tirmizî, Hudûd 3). “Bir hayra öncülük eden kimseye onu yapan gibi sevap vardır” (Müslim, İmâre 133; Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14). “Bir kimse doğru yola dâvet ederse, ona uyanların sevabı kadar kendisi için de sevap vardır. Bu ona uyanların sevabından bir şey eksiltmez” (Müslim, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15). Peygamber Efendimiz Hz. Ali’ye şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki, senin aracılığınla bir tek kişinin hidâyete ermesi, dünya nimetlerinin en kıymetlisine sahip olmandan daha hayırlıdır” (Buhârî, Cihâd 102, 143; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 34). Bütün bu emirler sebebiyle, sahibi için âhiret yolunun azığı olacak, bâtınî ve zâhirî edepleri kazandırıcı, iyi davranışlara teşviki, çirkin olanlardan uzak durmayı, Allah yolunda gidenlerin edeplerinden olan zühdü, nefis terbiyesini, ahlâkı güzelleştirmeyi, kalp temizliğini ve bunun çarelerini, uzuvları günahlardan korumayı ve sapmalarını önlemeyi, bütün bunların yanında âriflerin amaçlarını gerçekleştirmelerini temin edecek, sahih hadislerden müteşekkil muhtasar bir kitap meydana getirmeyi uygun gördüm.

Bu esere, sahih hadisleri ihtiva eden meşhur kitaplardan, sahihliği sâbit olanlar dışında bir hadis almamaya özen gösterdim. Her konuya Kur’ân-ı Kerîm’den âyetlerle başlamayı, anlamları kapalı olup açıklamaya ihtiyaç hissettiren kelimeleri açıklamayı uygun buldum. Bir hadisin sonunda “müttefekun aleyh” dediğimde, bunun anlamı “Bu hadisi Buhârî ve Müslim müştereken rivayet ettiler” demektir.

Bu kitap tamamlanınca, buna uymaya özen gösterenleri hayırlara sevkedeceğini, kötülüklerin, yıkıcı ve helâk edici davranışların her çeşidine engel teşkil edeceğini umarım. Bu kitaptan istifade edecek kardeşlerimin bana, ana ve babama, hocalarıma, diğer dostlarıma ve bütün müslümanlara duâcı olmalarını istiyorum. Benim güvenim Kerîm olan Allah’adır. İşimi yalnızca ona havale ederim; dayanağım da sadece O’dur. Allah bana yeter, O ne güzel vekîldir. Kötülüklerden kaçmaya kuvvet, iyilikleri yapmaya kudret, ancak Azîz ve Hakîm olan Allah’ın yardımıyladır.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes