Konu Başlığı: Sened ve metin bakımından hadis Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Haziran 2011, 16:29:52 7- SENED VE METÎN BAKIMINDAN HADÎS İnsaflı araştırıcının, bu kitabın mufassal fihristini sâdeee şöyle bir karıştjnvermesi, onu, hadîs mustalahının ilimler tarihindeki yerinin, asırlar boyu mustalahlar felsefesinin çıktığı en yüksek mertebeyi işgal edeceğine inandırır. Araştırıcı, kitabın fihristine çabucak bir göz gezdirdikten sonra, hoşuna giden bâzı mevzuları dikkatli bir şekilde tetkik edecek olursa, muhaddislerin târihî araştırmalar ve ıstılahlar için yapılan tahlilî incelemeler yanında, zevahiri kurtarmak için değil de, hakikatleri meydana çıkarmak maksadıyle tesîs ettikleri ilmî ve hassas tenkîd ölçülerinin de mevcut olduğunu görür. Bu mütehassıs tenkîdcilerin üzerinde dikkatle durdukları şey, muhteva, yâni hadîs metnidir. Senede gelince o, bu muhtevayı tetkike yardım ettiği ölçüde değerlidir. Muhtelif yerlerde ve asırlarda, şekil ile muhteva veya sened ile metin yahut lâfız ile mânâ... etrafında şiddetii ve uzun süre devam eden anlaşmazlıklar meydana gelmiştir. Bu anlaşmazlıklar şiir ve edebiyat sahalarında da devam etmiş, sonra ilim ve felsefe sahasına atlamıştır. Onun tehlikesi her branşa ve kâinattaki her hakikate sirayet etmiş, nihayet din sahasına sokulmuş, gayb hududuna geçmiştir, işte böylece bu anlaşmazlıklar, her dînin îtirazsız kabul edilen hakikatieri, yerleşmiş kökleri ve alışılmış prensipleri ile, bu hakikatleri, kökleri ve prensipleri günümüze aktaran târihî vesikaların, bu vesikaları bize açıklayan dilin ve bu dile yön veren mantığın.. . arasını açmıştır. Önünden, aıkasmdan. hiçbir yanından bâtılın yol bulup da yanaşamayacağı Allâh'm azîz Kİtâb'ı, bugün kâh müsteşriklerle, bizden yeni yetişen mukallitleri, kâh bizdeki fikir öncüleri tarafından, semâ ile hiçbir alâkası olmayan herhangi bir din gibi tetkik edilmekte; gayet kesin ve hiçbir kayda tâbi olmayan hükümler verilmekte, derûnundakileri meydana çıkarmak maksadıyle onu aydınlatacak olan ışıklar tutulmakta; bütün bahisler garplı veya garplılaşmaya çalışan tamamen şüpheci veya ne yaptığını bilemeyecek derecede şaşkın akılların istediği sonradan ortaya.konan, ilmî araştırma metodlarına âmâde bulundurulmaktadır. Birtakım araştırıcılar, fıtrî olmayan bu prensip, ma'kûl olmayan bu mantık, insanî olmayan bu inceleme usûlü çerçevesinde Kur'ân-ı Kerîrn'i araştırdılar. Onun hakikatlerine elleriyle dokunmak, nazil oluşunu gözleriyle görmek, Mekkîsini, Medenîsini, nâsihinİ, mensû-hunu, cem'ini, tertibini, te'vîlini, tefsirini tenkid etmek istediler: ama Kur'ân-ı Kerimi inzal, eden: Bu azız Kitabı Biz indirdik, onu tahriflerden koruyacak olan da biziz biz[990] âyeti 'kerîmesi mucibince, onu bu adamların oyuncağı olmaktan korudu. Allah kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm'in durumu böyle olursa, bu tenkidli ilmî araştırmanın hadîa-i nebeviye sokularak onun usûlü, nakil yollan, ezberlenmesi, tedvini ve ıstılahları hakkında münâkaşalar yapmasına, epey bir zaman önce câhiliyye şiirinin sıhhati hakkında şüphelei yaydığı gibi, hadîsin sıhhati hakkında da şüpheler uyandırmasına şaşmamak lâzımdır. Ağır bîr silâha karşı, şüphe yok ki, - yine kendi gibi ağır bir silâhla karşı konabilir. Şurası da malûmdur ki, bilgili düşmanın veya câhil dostun uyandırdığı şüpheler, bağırıp çağırmakla yok edilemez. Bâtılı ancak hak mahveder. Karanlık şüpheleri de, "gecesi gündüzü gibi aydınlık ve mahv u perişan olmuş kimselerden başkasının sapıtmayacağı şekilde parlak olan" deliller siler, süpürür! Mebâhis fî 'ulûmi'l-K.ur'ân adlı kitabımızda[991] müsteşriklerin şüphelerini inceleyip reddettiğimiz veya çok gevşek olup birbirini tutmadığı için bunların kendi kendilerini reddettikleri gibi, 'ulûmu'l-hadîs'te de bu şüphelerin bclli-bashlanm tetkik ettik pek değerli âlimlerimizin izinde giderek bu ilimlerin çeşitli meselelerini, elimizden geldiği kadar, hassas bir şekilde tahlil ettik. Müsteşrikleri ve kendi diyarımızda bulunan onların mukallidlerini meşgul etmekte olan esas problemi incelemek üzere, - ki bütün bunlar halledilmiştir - müstakil bir fasıl açmaya lüzum görmedik. Bu problem de hadîs ve usûl-i hadîsteki lâfız ve mânâ, şekil ve muhteva yâni sened ve metin problemidir. Böyle yapmak yerine, mevzuu muza devam edip hedefe doğru ilerledik. Şimdi de ıstılahımızı sâdece şekilden ibaret görüp, onun muhtevayı ihmâl ettiğini sanan veya kendi tâbirleri ile senedlere önem verip metinlere dikkat etmediğini söyleyenlerden bu kısımda hayretle bahsetmekteyiz. Gerek müsteşriklere ve geıekse onlara aklananlara yönelerek şunu açıkça söylüyoruz ki, âlimlerimizin hadîs ıstılahları hakkındaki kitaplarından anlaşıldığına göre, - Allah'a şükür, bu ana eserlerin matbu veya yazma, hiçbirini gözden kaçırmadık onların şekille meşgul olduklarını, şekil dışında hiçbir şeye ehemmiyet vermediklerini söylemek katiyen doğru değildir. Kitabımızın sayfalarına dikkatle şöyle bir bakmak, insaflı okuyucunun bu açık hakikati kabul etmesi için kâfidir. Bu kısımda, bütün dikkatiylc kulak veren kimseler için muhad-dislerin birtakım sözlerinden güzel aks-i sadâlar vermeyi, onların . îcâdı olan bazı tenkîd ölçülerini gözlerinin önüne bir daha sermeyi uygun görüyoruz. Bu sözleri uzun boylu araştıracak değiliz; zîrâ onlar bu kitabın ileriki sayfalarında önümüze çıkacaktır. Bu sayfalara işaret edip geçmemiz kâfidir. Orada, kendini beğenmiş bir inatçıdan başka hiçbir kimsenin inkâr edemeyeceği hakikatler konuşacaktır! Muhaddisler şuna kuvvetle inanmışlardır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözlerini ve hareketlerini târihî ve tahlilî bakımdan araştırmak demek olan dirâyetu'l-hadîs ilmine istinat, etmeyen hadîs metni çalışması ve rivayet kitaplarını ezberleme gayreti, pek Önemli bir şey değildir. Dirâyetu'l-hadîs ilminde muhaddislerin, râvi ile mervînin hallerini incelediklerini görmekteyiz. Râvî sözü ile sened zincirindeki bir halkayı, mervî ile de sâdece hadîs metnini kastederler. Şu hâlde, Mustalahu'l-hadîs ilmi, sâdece senedle ilgili bahislerle uğraşmaz; ayrıca metne âit birtakım mes'eîelerle de meşgul olur. İşin yalnız dış görünüşüne bakan bir araştırıcı, muhaddislerin metinden çok senedlc meşgul olduklarını zanneder. Fakat bu kanâat, derin tetkik ve incelemeler karşısında eriyip gidecek bir vehimden ibarettir, Muhaddislerin incelemeleri, kabule şâyân olup olmaması bakımından senedle metin etrafında cereyan eder. Makbul -gurubunda Sahih ile Hasen'i, mcrdûd grubunda da zayıf ile Mevzû'u incelerler. Onların bütün ıstılahlarında hem senedi, hem de metni içine alan ikili bir taksim görülür. Burada dikkat edilecek husus, muhaddislerin sened ile metni aynı derecede göz önünde bulundurduğudur. Şöyle kî: 239Sahîh ve Hasen bahislerinde müşterek bir durum vardır, yâni hem sened, hem de metin beraberce sahîh olur veya sencd sahîh, metin zayıf; bâzan metin sahîh, sened zayıf olur. Hasen de böyledir. Bir hadîsin sahîh veya hasen olduğuna mutlak olarak hükm edilemez; bilâkis sahîh veya hasen olan sened mi, yoksa metin midir?, açıklanır. Senedi sahîh olan her hadîsin metni de sahîh olmaz. Sahih hadîs, mütevâtİr derecesine ulaşrmşsa, râvîlerinin say ısının çoğalması ve onda ittifak hâsıl olması itibariyle isnadına değil, bu kadar çok râvî böyle bir yalanda ittifak edebilir mi, edemez mi? dîye metnine bakılır; zîrâ hisse veya akla muhalif olan bir meselede kalabalık bir topluluğun anlaşması akla gelmez. Mütevâtir ise, bunun da üzerinde, isnâd meseleleri ile alâkası olmayan bir haberdir. Hasen li zatini hadîs, sahîh li gayrihi derecesine çıkınca sâdece tarîk ve isnâdlannm çokluğuna bakılmaz; sahîh li zâtihî' de olduğu gibi, her türlü şâz ve illetten salim elmasına dikkat edilir. Şâz hadîsteki râvînin teferrüdü ve sikaya muhalefeti çoğu zaman metinde bulunur. Bu sebepledir ki, şâz hadîsi ancak şâz olan rivayet eder, derler. Münker hadîsleri rivayet etmeyi hoş görmeyişlcri de yine bu sebeptendir. İllet ise, bizatihi hadîste bulunan bir kusurdur. Bu da râvîlerin hatâları sonunda meydana gelir. İllet, mütehassıs'arın derin nüfuzları ve ilâhî ilham sayesinde anlaşılır. Yoksa râvîlerin isimlerini ve isnâdları ezberlemek suretiyle bilinemez. Hadîs ister sırf zayıf olsun; isterse sahih-hasen-zayıf açasmda müş-terek olan bir hadîs nevH olsun, zayıf hadîs nev'îlerinin çoğunda hem sened, hem de metin bahis mevzuudur. Sahabenin mürseÜ, sened bakımından munkatıc olmasına rağmen makbuldür; zîrâ sahabenin, rivayet ettiği .metni uydurmuş olması ihtimâli mevcut değildir; fakat Benî îsrâîl haberlerini nakl eden sahâbîlere karşı âlimler sıkı davranmışlar ve haberlerini tetkike tâbi tutmadan kabul etmemişlerdir. Zîrâ bu sahâbîlerin rivayet ettiği haberler bâzan hadîslere muhalif düşmektedir... Münekkİdler, bu sebeple sahabenin yaptığı tefsîrleıi dikkatle incelerler ve bir kısmının, müslüman olan ehl-i kitabın tesirinde kalabileceği korkusuyla o nakle hemen mefiY damgasını vurmazlar. Bir kısım münekkidler de sahabenin mürselı diye birşey kabul etmediği gibi, bazı sahâbîlerin mürsellerini de müdelles saymışlardır. Hatta açık açık: "Tedlîsten kurtulanlar ne de azdır!", demişlerdir.[992] Alimler illetin daha çok şenedde bulunduğunu söylemekle beraber, m.tindeki illeti de reddetmemişler ve şöyle demişlerdir: Bir hadîsin metninde illet bulunabileceği için, mutlak olarak onun sahih okluğuna hükm editmez. Hadîste kusur en fazla senedde bulunmakla beraber, münekkidler bu kusurun metinae de bulunabileceğini söylemeyi ihmâl etmemişler ve buna dâir birçok misâller göstermişlerdir. Maklûb h tdîsi, metni maklûb ve senedi maklûb diye ikiye ayırmışlardır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.Ve kimse yalan söylemesin diye hadîsin lâfzan edasında senedden çok metin üzerinde titizlik göstermişlerdir. Bilhassa râvi hadîste lâhin yapmış ise, bu hatânın Rasûlullah (s.a.v.)'in lâfzında yapıldığı düşünülerek, râvînin kasden yalan söylediğini kabul etmişler ve onu Cehennemdeki yerine hazırlanmaya lâyık görmüşlerdir. Sahîh-hasen-zayıf arasında müşterek cian ıstılahların bir kısmında sâdece metnin durumuna bakılır. Meselâ; meru hadîs böyledir; zîrâ Rasûlullah (s.a.v.)'a varan bir hadîsin, zevk-i selimin tanıdığı gündüz aydınlığına benzer bir nuru vardır. Rasûlullah (s.a.v.)'a nisbet edilerek onun ağzından uydurulmuş sözler gizli kalamaz; çünkü mevzu' hadîslerde parlak basiretin yadırgadığı eece karanlığına benzer bir zulmet vardır. [993] Bu müşterek ıstılahlar kısmının birçok bahisleri, birinci derecede metinlerle alâkalıdır. Scnedlcrle ilgisi olan tarafları davardır. Müdrec hadîsin senedindeki müdreclik, aslında yine metni ilgilendirir. Musahhaf da böyle olup tashîf daha çok metinde bulunmaktadır. Bütün bunlardan sonra rnüselsel'i de misâl olarak zikredebiliriz. Müselseî hadîste şüpheyi en çok celbeden taraf metinlerindeki ifâdelerin birbirinin aynı oluşudur. Her ne kadar dış görünüş itibariyle bu benzerlik râvîlerin sözlerinde veya diğer bir deyişle isnâd silsilesinde ise de, netice itibariyle metni alâkadar etmektedir. İşte bu sebeple müselscl hadîs hem metin, hem de teselsül bakımından bâtıldır, derler. Sanki Müselseîhadîsin bâtıl oluşunun sebebi, sırf ondaki teselsül değil, metninin böyle pek nâdir görülen bir şekilde tekrarlanıp durmasıdır ! Araştırıcı ferd ve garîb ıstılahlarının yalnız senedle ilgili olduklarını ve daha önce gördüğümüz gibi teferrüd durumunun onları birbirine bağlayan müşterek bir tarafı olduğunu zanneder; fakat dikkatli ve nüfuzlu bir bakış, meselenin senedden çok metinle ilgili olduğunu görür. Şâz ve münl.er hadîsleri yadırgadıkları gİbİ, ferd ve garîb hadisleri de çokça rivayet etmeyi hoş görmezler. Bu itibarla da garîb hadîslerin aziz, meşhur ve müstefîz rivayetlerin metinlerine muhalefeti sebebiyle onlardan uzaklaşırlar. Münekkidlerin bu son üç rivayeti (aziz, meşhur ve müstefîzi) şevâhid ve mütâba'lan ile sâdece ferd ve garîb hadisleri takviye etmek maksadıyle bahis mevzuu ederler. Bunlar müteaddid isnâdlarla ve birçok râvîlerle takviye edilmez; zîrâ bu hadisler kemiyete değil keyfiyete bakarlar. Bu sebeple şayet hadîsteki şöhret nisbî ise, buna şaşmamak lâzımdır. Yine bâzı hadîslerin fukahâ arasında meşhur olup onların damgasını taşımasına, bir kısmının halk tabakası, diğer kısmmm sûfiler nezdinde şöhret bulmasına ve çoğu zaman arzularını takviye etmek için ortaya konmuş olmasına hayret etmemelidir. Muhaddislerin metinlere husûsî bir ihtimam göstermelerine bakarak - mütâbeât ve şevâhidden ziyâde asıl kabul edilen hadîsler Üzerinde daha çok durduklarını görmekteyiz. Asim lâfzını veya mânasını takviye eden fürû'lardan çok asıl hadîslerin metinlerine îtimad etmek gerekir. Yine muhaddislerin itibar sırasında metruk hadîslere değer vermevişlerinîn sırrını da anlamaktayız. Zîrâ metruk hadîsin vasıflarından biri de3 onda zabt keyfiyetinin bulunmayışıdır. Zabt sıfatı olmadan ne kadar uğraşıhrsa uğraşılsın, metinleri muhafaza etmek mümkün değildir. Bu sebep! hadîsleri, itibâra elverişli olan ve olmayan diye ikiye ayırmışlardır. Muhaddisler, şahidi de lâfzı ve manevî olmak üzere ikiye ayırır. Lâfzı şâhid, hadîs metninin aynı demektir. Manevî şâhid de hadîs metniyle ilgili olup metnin lâfzına yakın ifâdelerle onu takviye eden hadîs demektir. MÜtabaât'ta da hadîs lâfızlarının birbirine yakınlığı arandığı için yine metnin durumu-bahis mevzuudur, tşte bütün bu ıstılahlarda metnin ne derece ehemmiyetli olduğunu anlamış bulunuyoruz. Biz şimdiye kadar, senedle ilgili her bahsin, mutlaka metin ile de bir münâsebetini te'mîn etmeye çalışmadık. Bizim yaptığımız iş, me-tin-sened ikilisinin bu ilmin bütün meselelerini alâkadar ettiğini göstermekten ibarettir. .Metnin ehemmiyetinden bahsederken, katiyen senedin durumunu küçümsemek iddiasında değiliz. Muhterem âlimlerimizi de, sened üzerinde bu derece titremeleri sebebiyle ayıplayacak insaflı bir insanın bulunacağını da zannetmiyoruz. Sened asıl hedef sayılmadıkça bu böyledir. Alimlerimiz senedi bir hedefe varmak için kullanmışlardır. Bu hedef, hadîsin sahihini mevzûundan tefrik etmek ve âlimlerİn, hukuk, sosyoloji, iktisat, askerlik ve politika mevzularında hadislerden faydalanmalarını sağlamak için onları farklı derecelere ayırmaktır. Bu hâl bütün îslâmî ilimlerde mevcut olan insanî ve asîLbir gayedir. Bunu sâdece bizim ümmetimizin yapmış olması, bu yüce hedefin değerini azaltmaz; aksine bu bize ait bir hususiyet ve meziyet olduğundan, onunla bütün dünyaya karşı ilelebed İftihar edeceğiz. Şurası unutulmamalıdır ki, biz müsteşriklerin ve onların muazzam (!) ilimlerine aldanmış öğrencilerinin, hadîs-i nebevi sahasında her araştırma yaptıklarında irtikâb ettikleri ahmaklığa kapılmayacağız; çünkü onlar birleşmelerine imkân olmayan iki hasmı veya bir araya gelmeleri mümkün olmayan iki kumayı birbirinden ayırır gibi senedîe metni ayrı ayrı mütâlâa ediyorlar.[994] Muhaddislerin sened hakkındaki ölçüleri, metne tatbik ettikleri ölçülerden, sâdece açıklama, bâblara ayırma ve taksim etme bakımından bir farkhhic iirzcder. Yoksa çoğu zaman sahili bir sened, sahîh bir metinle son bulur; ve hisse muhalif olmayan ma'kûl, mantıki bir metîn de çoğu zaman sahîh bîr senedle beraber zikredilir. Şu hâle göre münekkidlerin isnâddaki râvîier ve rivayetin şartları hakkında yaptıkları bütün araştırmalar, yalnız bir neticeye götürmektedir. Bu netice de, hadîslerin, sahih, hasen ve zayıf gibi çeşitli seviyelerden hangisinde bulunduğunu anlamak içîn hadîs metinlerini tcnkîd etmektir. . Muhterem okuyucu bir kere daha rivayetin şartları bahsine dönerek bu kısmı dikkat ve îtina ile okuyacak olsa açıkça görür ki, münekkidlerin râvîlerde aranan şartlarda titiz davranmalarının sebebi, yalnız rivayet edilen haberin sıhhatini meydana çıkarmak içindir. Muhaddislerin titizliği, onların râvîlerde aradığı bu şartların, insanlığın kullanmakta olduğu diğer müşterek ölçülerle mukayese edilmesini gerektirecek durumdadır. Bu şanlar, bütün milletlerin eskiden olduğu gibi şimdi de alıp kullanmalarına elverişlidir: çünkü bur umumiyetle şahısların ve kendilerini herkesin fevkinde gören veya gösteren bâzı adamların ortaya koyduğu prensiplerden çok üstün, objektif bir görüşten doğmaktadır. Bu metoddaîsİm ve şökrctia önemi yoktur. İşte bu Sebeple bâzı sahâbîlerin tecilîs ile ittihâm edilmesi, İmâm Mâlik gibi meşhur imamların tashîf yapmakla suçlanması bu nisbî ölçüye göre pek mühim değildir. Sika râvüerden teşekkül eden nâz İsnadın, sika olmayan râvîlerin meydana getirdiği câlî İsnada üstün olmasında bir beis yoktur. Hayatta olan râvîıerden rivayet etmek makbul değildir; zîrâ mucâsır olmak bir mahzû sayılmaktadır. Terkîd edilen bâzı hadîslerin Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde bulunmasında,[995] bâzı zayıf hadîslerin Ahmet b. Hanbel'in Müsned'İnde yer almasında, [996] bir mahzur yoktur. Hatta âhad hadîslerin sahîh olmalarına, sahîh hadîste aranan bütün şartları ihtiva etmelerine ve üstelik dînî hükümlerin büyük bir kısmının onlara dayandırılmasına rağmen, zan ifâde edip etmeyecekleri hususunda umûmî bir münâkaşa açılmasında bir mahzur görülmemiştir. Muhaddisler, sened tenkidinde zaman ve mekân, diğer bir ifâdeyle târih ve coğrafya ölçülerinden de faydalanmışlardır. Râvîier yalan söylemeye başlayınca. muhaddİsler de onlara târih bilgisi ile karşî koymuşlar; râvîlerin tabakalarını bilmeyi, doğum ve ölüm târihlerine vâkıf olmayı, râvîlerin adl'anyle birlikte hadîsi rivayet ettikleri beldenin adını da söylemeyi şart koşmuşlardır, Muhaddisin, hadîs aldığı şahsın vefat târihini bilmemesi sebebiyle tedlîs damgasını vurdukları birtakım kıssalar ve haberler anlatmışlardır. Târihî gerçeklere umûmî surette muhalefet etmeyi de uydurma alâmetlerinden biri olarak kabul etmişlerdir. [997] Adet bakımından müsâvî olsalar dahî râvînin önce vefat etmesi ve hadîsi daha önce duymuş olmasını uluvv-û nisbî şekillerinden biri olarak kabul etmişlerdir. Medîneliier, Kûfelilerden rivayet ettikleri zaman yanıldıklarına ve semâ'ın muhit şartlarına bağlı bulunduğuna ve en çok tedlîs yapan muhaddislerin Kûfeliler ve bâzı Basralılar olduğuna işaret etmişlerdir. Bâzı asırlarda ve çevrelerde aşırı taraftarları bulunan mezheblerin tesirlerini göz önünde bulundurmuşlardır. Bu durum çoğu zaman o nev'î hadîsleri mevzu' saymaya birer sebep teskîl etmiştir. Şehirlerde yapılan tedrisi, şüyûhta tedlîs arasında saymışlardır; zîrâ böyle tedlîslerde râvînin görmediği yerleri gördüğünü iddia etmesi hâli mevcuttur, Muhaddislerin ölçülerinde psikoloji ve sosyolojiden de faydalanıl-mıştır. Helva hadîsi mevzû'dur. Onu helvacı Muhammed b, el-Haccâc el-Lahmî uydurmuştur[998] Çocuklarımızın muallimleri hadîsi de böyledir. Çocuğunu mu'allimin üzerine Sad b. Tarif uydurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Guhfe'de hamama girdiğini iddia eden hadîs de hadîs hafızlarının ittifakı ile uydurmadır[999] zîrâ Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) zamanında hamam diye bir şey yoktu. Bu ölçülerdeki hassasiyet aşikârdır. Şöyleki, bir defa bile yalan söylediği sabit olan râvînin hadîsi kabul olunmaz. Hatâsını kabul edip ondan dönmeyen aşırı râvîlerden hadîs alınmaz. Muhaddislerin kulağı tashîf yapılan bir kelimeyi kaçırmayacak kadar hassastır. Bu tashîf, kelimelerinde olduğu gibi bakışla ilgili bir tashîf değil de, duymakla vukuca gelen bir tashîf olsa bile onların dikkatinden kaçmaz. Cerh mevzuunda, ta'dîlde olduğundan daha fazla titizdirler; zîrâ bu Ölçülerin, - sırf insanlar tarafından ortaya konmuş olmasına rağmen- halkı Hz. Peygamber (s.a.v.)'e karşı yalan söylemekten alıkoyacak bir vasıfta olması lâzımdır. Herhangi bir hatâ ve yanılmadan tamamen emîn oluncaya kadar herkese karşı mutlaka titiz davranmak gerekir. Mevzûc hadîsin alâmetleri olarak saydıkları bütün deliller metinle ilgilidir. Gramer hatası ve ifâde bozukluğu, akıl prensiplerine veya hisse aykırılık, va'd ve va'îd mevzûlanndaki ölçüsüzlük ve aşırılık, hadisin belîğ ifâdesinin, usûlcülerin veya kelâmcılarm kapalı ve anla şuması güç sözlerine benzemesi,[1000] devlet idaresine hâkim olan zümreye yaklaşmak arzusuyla uydurulmuş olması, işte bütün bunlar Hz. Peygamber (s.a.v,)'e yakışmayan sözlerin onun hadîsleri arasına sokulması itibariyle hadîs metnini ilgilendiren hususlardır. Yine Rasûl-i Ekrem'in ağzından çıkması mümkün olmayan sözler de bu cümledendir. Meselâ: Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadîste Rasûlullah (s.a.v.)'in köle olmayı arzu etmesi gibi ki, buna imkân yoktur. Hadîsi kasden kalb etmek (takdim-tehîr yapmak), İki hadîs arasında uzlaştırılmasma imkân olmayan bir tenakuz bulunması da mevzû£ hadîsin alâmetle-rindendir. Mütenâkiz gibi görünen hadîslerden ya birinin ötekini nesli ettiğini veya îzâh yahut tahsis edebileceğini dikkate almak lâzımdır. Bütün bunlar bizi zarurî bir neticeye götürmektedir: Bu durumlar karşısında muhaddislerin daha çok sened üzerinde mi, yoksa metin üzerinde mi durduklarını tâyin etmek gerekirse, kesin olarak söylenecek söz, onların metin üzerinde daha çok durduklarını beyân etmek olacaktır; çünkü sened bizi asıl söze ve metne götüren bir vesileden ibarettir. Bütün bunlara, her çağda râvîlerin takvaları, hadîs öğrenmek için I katlandıkları eziyetler, hadîsin değerini hakkıyle anlayışları, hadîsleri dînin temeli kabul etmeleri ilâve edilecek olursa diyebiliriz ki, muhaddislerin îcâd ve tatbik ettikleri böylesine hassas bir metodun târihte bir eşi ve benzeri yoktur. [1001] Müsteşrikler, bizim gördüğümüz yazma eserleri, bütün müdev-venâtı ve sahîfeleri okumak zahmetine katlandıktan sonra, metnin sıhhatini tesbît için senedden başka bîr yol olmadığını ve Araplarin sâdece bu sened işine önem verdiklerini nasıl zannedebiliyorlar?. Müsteşriklerin ileri gelenleri sırf hadîse ve hadîs râvîlerine hakaret etmek, hadîs metinlerine dil uzatmak için kitaplar ve makaleler yazmak suretiyle böylesine bir mugalataya nasıl cesaret edebiliyorlar?.[1002] Bütün bunlara bir de daha Rasûlullah (s.a.v.)'ın hayatında hadîs-lerin yazıldığını gösteren; müsteşriklerin ve taraftarlarının kurdukları bütün ümitleri ve. hayâlleri yıkan; muhaddislerin tâlim ve terbiyeaki metodlannı, tahammül ve edâ şekillerini birbirinden ayırdıkları lâfızlar üzerindeki titizliklerini ortaya koyan târihî vesikaların mevcut olduğu hususundaki isbadarımiz eklenecek olursa görürüz ki, muhaddislerin çalışma sistemleri ve hassas metodlan hakkında söylenen bütün medhu senalar, onların bizim kültürümüz ve dünya medeniyeti üzerindeki büyük hizmetlerini ifâde etmeye yetmez. Şunu da iyice anlamış bulunuyoruz ki, hadîs ıstılahları üzerinde yapılacak araştırma, kültür neşri üzerindeki asıl metodumuzu takviye edecektir. Dünya, bu metodu yalnız ve yalnız bizim altın asırlarımızda ortaya konduğu zaman görüp tanımıştır. Onu başkalarının îcâd etmesi de mümkün değildir; sîrâ bu metod, bizim, îcâd etmeye muktedir düşünce sistemimizden, geniş ve yaygın kültürümüzden ve yüce mazimizin ruhundan fışkırıp çıkmıştır. îşte şimdi netice olarak diyoruz ki, müsteşrikler, harbi ve hücum tarzlarını çok iyi bilirler. Şüphe uyandırmak ve zehirler saçmak hususunda üzerlerine geîen yoktur. Biz ise yalnız bildiğimiz sağlam bir şekilde yapar ve ancak inandığımızı biliriz. Başkalarıyla harb etmeye bir zaruret ve onların üzerine saldıımayı gerektiren hu sebep olmadıkça kimseyle savaşmayız. Bizi alâkadar eden husus, insanların hakikati perdesiz bir gözle ve hastalıksrz bir kalble bizim gibi göımeleridir... Bu sözlerle kültürlü gençlerimize hitâb ediyoruz; hâlâ bu sese kulak vermeyecekler mi?! hâlâ derdi anlamayacaklar mı?![1003] [990] Hıcr sûresi, âyet 9. [991] Bu kitap 1377 -yılında Câmi'atu Dımeşk matbaasında basılmış, 1381 târihinde ikinci tab'ı yapılmış, son olarak da Beyrut'ta Dâru'1-ilm li'I-melâyîn'in yayınları arasında neşr edilmiştir. [992] Tedlîs, kizbin benzeri olmakla beraber, 136, sahifede âlimlerin fikirleri olarak naklettiğimiz gibi. ikisi aynı mânâda değildir. Her hâl-ü kârda rr.üdelks hadîs, mevzu' değüdir. Tedlîste kizb, bir nev'î aldatmak, hadis uydmmada kizb ise, bir nev'i yoktan îcâd etmektir. Bu iki ıstılah arasındaki ihtilâfı, müsteşrik Frankel ve Ahlwaidt, göz önünde bulundurmuşlardır. (Ek. Frankei, Die ara.inaisch.en Fremdw örter im Arabischen 188; Ablvvardt, Verzeichniîs der Landberg;--iıen Sammiung arab. Handschriften de la Biblioth. Royale de Berlin, ur. Goldzİher ise bunu çek iyi bilir; Fakat hadîs uydurma hareketini ve hadis u\duranlar:_ı durumunu ku^unc ûsterrr.ek için kasten bu iki ıstılahı birbirine karıştırır. [993] Merfû' hadîslerle, uydurulup Rasul-i Ekrem (s.a.v.)'e nîsbet edilen sözleri birbirinden ayırmak, bilhassa bunların hayra ve fazilete teşvik maksadıyle îcâd edilmiş olanlarını tanımak çok kolaydır. Üatâd Ahmı.U Han Bahâdır, RasûluÜah (s.a.v.)'a ait olan merfûc hacimlerle ona nisbet edilen sözleri birbirinden ayırmak için lâzım olan bu fıtrî istidadı mükemmel surette tarif edip (.anılmıştır. Onun ingilizce olarak yayınlanan bu araştırması için bk. İslâm Ansiklopedisi hadîs maddesi: AhmedKhân Bahâdur, Essay on Mohammedan Tradition, in Huges, Dictionary of İslam. 64.2 a. [994] Nitekim Sprcnger. "Doğu Almanya içtimaiyat Dcrgisi'nde neşr edilen Araplarda hadîs, mevzuundaki yazısında, böyle davranmaktadır. Gerçi Sprenger muhaddislerin - kendi bâtıl kanâatine göre - yalnız helâl ve haram mevzuuna taalluk eden senedlerde şiddetli davrandıklarım söyleyerek aşınhğir.! yumuşatmaya çalışmıştır. (Bk, Zeltsehrift. der Deutschen Morgenlandischen Gesellschatt, x, p. 16. Uber das Traditİonsv--e sen be i den'Aiabern.), îir.âm Ahmed b, Hanbel'in: "Helâl ve karam mevzuundaki hadîslerde şiddetli, fezâil ve benzeri nıevzûu-lardaki rivayetlerde ise müsamahakâr davranırdık", sözünü incelerkenj bu göçüşün sakat olduğunu söylemiştik (Bk. bu eser, s, 177). [995] Buhârî'nin 110 hadîsim tenkîd etmişlerdir. Müslim, bunla-dan 32 hadîsi Sahih'ine almıştır. 78 tanesi de yalnız Euhârî'nin Sahîh'ir.de bulunmaktadır. Hadîsler hakkında ileri sürülen bütün illetler. - İbnu Hacer'in söylediği bigi - cerh edici mâhiyette değildir. [996] Bu sebeple birçok muhaddisler, 233. sahifede gördüğümüz gibi, Müsned'i müdafaa etmeye çalışmışlardır. [997] Hayber halkından cizyenin kaldırıldığını iddia eden hadîs böyledir. Bu sözde hadîs, birkaç bakımdan yalandır, Başhcalarmi şöyle sıralayabiliriz: Burada Sa'd b. Mu'âz'm şehâdetinden bahsedilmektedir; halbuki Safd, bundan önce Hendek gazvesinde vefat etmiştir, Mu'âviye b. Ebî Süfyân'm kâtipliğinden söz edilmektedir; halbuki Mu'âviye Mekke fethinde müsîüman olmuştur. Üstelik cizye âyeti Tebük yılından sonra nazil olmuştur. Yine bu haberde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hayberlilerden vergi ve ücretsiz çalışma mecburiyetini kaldırdığı söylenmektedir. Halbuki asr-ı saadette böyle bir mesele bahis mevzuu olmamıştır (Krş. el-Kâvukcî, el-Lu'Iu'lmarsû* fî mâla asle lehû ev bi aslihî mevzu'). Bu mevzuda yazılan en güzel eser, Dr. Mustafa el-Sibâ'i'nin es-Sunne ve mekânetuhâ fi't-teşrî'i'1-islâmî adlı tezidir. Bu tezi, Ezher Üniversitesine doktora payesini elde etmek üzere takdim etmiştir. Muhterem arkadaşım tezini basılmadan Önce bana göstermek lûtfunda bulunmuştur. Kitabımın birinci baskısında Dr. es-Sibâ'i'nin tezini, ancak eserimin son fasikülleri basılmak üzere iken okumak fırsatını bulduğumu ve üstadın tezini bastıracağını va'd ettiğini söylemiştim. Şimdi bu tezin basılmış olduğunu görüp ondan bahsetmek imkânını eide etmiş bulunmaktayım. [998] Bk. Fettenî, Tezkiratu'l-mevzû'ât, s. 145. [999] el-Lu'Iu'u'1-marsû,, s. 35. [1000] Şerhu'd-Dîbâci'l-müzehheb, s. 53'de söylendiğine göre, usûlcülerin Hz. Peygamber (s.a.v.)*in sözü olarak naklettikleri : Benden hadîsim olarak rivayet edilen sözü, Allah Taâlâ'nm Kitabı ile karşılaştırın; eğer ona uyarsa kabul edin, uymazsa reddedin", haberi uydurmadır. Hattâbs: "Bunu zındıkların uydurduğunu" söylemektedir. Artık diğerlerini buna kıyâs [1001] Müsteşrik Goldziher böyle olduğum; itiraf etmiş; fakat bu hassasiyetin hem metinde, hem de senedde gösterildiğini söylemekten kaçınmıştır (Bk. Etudes sur la Tradition Islamique, p. 6). [1002] Goldziher'in Ebû Hureyre ye dil uzatması bu kabildendir (Bk. Zâhiriten, 73-79). Allah rahmet eylesin Ahmed Emin de Goldziher'in te'sîrînde kalarak hiç de makbul olmayan birtakım münâkaşalara dalmıştır. Edw. E. Salisburg, "Contrİ-bution from original sources to Our Knovvledge of the Science of Müslim Tradition" in the Journal of the American oriental Society, VU, (1862) 60-142. [1003] Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 237-248. |