๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 10 Haziran 2011, 16:15:57



Konu Başlığı: Rasûlullahin sünneti hakkında sahâbîlerin bil­gisi farklıdır
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Haziran 2011, 16:15:57
Rasûlullah'in Sünneti Hakkında Sahâbîlerin Bil­gisi Farklıdır:


Asr-ı saadete baktığımız zaman, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in evde, mescidte, çarşıda, harp sahasında, hazerde ve seferde sahâbe-i kiramın mu'allimi olduğunu ve her nazil oldukça Kur'ân âyetlerini anlamaları için, sözleriyle ve fiilleriyle onları irşâd ettiğim görmekteyiz. Yine sahâ­bîlerin, anlatılması kabil olmayacak derecede sünnete önem verdiğini görmekteyiz. Öyleki:

Sözümü işittikten sonra duyduğu gibi rivayet eden kimseye ALLAH rahmet etsin. Kendisine söz ulaşan nicelen vardır ki, sözü duyandan daha iyi muhafaza eder,[1045] şeklindeki söz­leriyle ashabı ilme teşvik ettikien ve ilme olan susuzluklarını giderdik­ten sonra bâzıları onun meclisinde birgün arayla nöbetleşe bulunur­lar; birgün biri, ertesi gün diğeri Rasûlullah'in yanındaki yerini alırdı; sonra da arkadaşı kendi duyduklarından birini kaçırır endişesiyle Rasûlullah (s.a.v.)'dan işittiği söz ve tâlîmâtı diğerine aynen aktarırdı.

Bütün sahabe ictihâd mertebesine ulaşmadığı gibi, Rasûlullah'm sünnetim ve sözlerim de aynı derecede bilmezlerdi; çünkü onların kimi köylü ve bedevî, kimi san'atkâr ve tacirdi. İçlerinde Rasûlullah (s.a.v.)'in yanında bir kere oturanlar, ondan sâdece bir hadîs duyanlar vardı. "Rasûl-i Ekrem'den veya sahabenin birinden hadîs duyan kim­senin, müetehid olsun veya olmasın, duyduğuyle anlayışına göre amel ettiğinden şüphe edilemez. 'Gerek Rasûlullah zamanında, gerekse sahabe devrinde müetehid olmayan birinin duyduğu hadîsle amel etmek için müetehide gitmeye zorlandığı bilinmemektedir. Müe­tehid olmadan da bir hadîsle amel etmenin caiz olduğu hakkında Rasûlullah (s.a.v.)'in takrîri, ashâbm da icmâcı mevcuttur. Böyle olmasaydı hulefâ-i râşidîn, müetehid olmayanlara, - hele bedevilere bizzat veya bilvasıta Rasûlullah'dan duyduklarını, müetehid olanlarına arzetmeden amel etmemelerini emrederdi ki, bu hususta ne bir kay­nak, ne de bir eser vardır. [1046]

Şurası muhakkak ki, - sahabenin sünnet bilgisi farklı olduğu için - bâzı hükümlerin sebebini bilmede, bâzı lâfızları zabtetmede, ictihâd ve istinbât ettikleri meselelerde sünnete uygun karar verebilme derecesinde aralarında elbette bir farklılık bulunacaktı. Çünkü "her sahâbî, Rasûlullah (s.a.v!)'m ibâdetinden, fetva ve hükümlerinden ALLAH'ın müyesser kıldığı kadarını görmüş, onları hıfz etmiş, anlamış, bildiği karineler ölçüsünde her şeyin hikmetini anlamış ve yeterli gördüğü birtakım emare ve karînelere dayanarak bunlara bîı kısmının mübâh olduğuna, bir kısmının da mensûh olduğuna hükmetmiştir. Onların dayandıkları tek şey, istidlal tarîklerine iltifat etmeksizin, sâ­dece itminan ve kalbi kana'aün bulunması id. [1047]

TSirgün "Rasulüllahı '(s.a.v.) ve sahabesinin "bulunduğu yerden bir cenaze geçer. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), ayağa kalkar; ashâb da ona bakarak hep beraber ayağa kalkarlar.[1048] Fakat cenaze geçerken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in neden ayağa kalktığının sebebini de bilmemek­tedirler. Hayretini gulemeyen bir sahâbî: Yâ Rasûlâllah, der, o bir yahûdînin cenazesi idi. Rasûl-i Ekrem ona cevaben: "îyi ama o bir nefis değil midir?", buyurduktan sonra, mürşid bir mu'allim olarak şunları söyler: Cenazeyi gördüğü­nüzde onun için ayağa kalkınız" 2. Ashâb-ı kiram, cenaze için neden ayağa kalkıldığında ve bu emri tefsir ederken, onun, mü'min, kâfir herkese şâmil olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Ayağa kalkma se­bebim, kimi Ölümün 'azametine hürmet, kimi Ölünün etrafındaki me­leklere tâ'zîm şeklinde îzâh etmişlerdir. [1049] Fakat ayağa kalkma sebebini Rasûlullah'ın: "O bir nefis değil midir?" gerekçesiyle îzâhı her ce­naze için ayağa kalkmanın müstahab olduğunu göstermektedir. [1050]

Abdullah b. Ömer, Rasûî-î Ekrem (s.a.v.) den şu hadîsi rivayet eder: Ölü, ailesinin kendine-ağlaması sebebiyle azâb görür". Hz. îşe, îbnu Ömer'in bu hadîsi iyice alamadığını ve lâfzını zabtedemediğini söyleyerek tenkîd etmiş ve Ölümüne ailesi ağlayan bîr yahûdî kadının mezarı yanından geçer­ken Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in: yahûdî kadın mezarında azâb görürken, ötekiler de oturmuş arkasından ağlıyorlar, buyurduğunu söylemiştir. Şu hâle göre, ölünün azâb görmesinin sebebi, arkasından ailesinin ağlaması değildir, îbnu Ömer'in rivayet ettiği hadîsin lâfızlarından anlaşılan mânânın hi­lâfına her ölünün kabrinde azâb görmesi, arkasından ağlanmasıyla îzâh edilemez. Halbuki Hz. 'Âişe'nin rivayetine göre hadîs, Rasû-lullalı'm işitip gördüğü manzarayı hikâye etmesinden ibaret olup ne şer bir hükmü, ne de nebevi bir tâ'lîmi ihtiva eder.[1051]

Sahabenin içtihadı bâzan hadise muvafık düşmüştür. Nitekim Nese'î'nin rivayetine göre îbnu Mes'ûd (r.a.)'a, kendine mehii takdir etmeden kocası ölen kadının durumu sorulduğunda: Rasûluîlah (s.a.v.)'in  bu mevzuda bir hüküm verdiğini bilmiyorum, diye cevâp vermiş, ashâb-ı kiranı da bir ay devamlı surette ona gidip-gelip ısrar etmiştir. Bunun üzerine İbnu Mes'ûd, o kadının ne fazla, ne de az olmadan, emsali kadınların mehri kadar mehir alması, iddet beklemesi ve mirastan hakkını almasına hükm ederek re'yi île ictihâd etmistir. Ma'kıl b. Yesâr gelerek, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendi kabîle lerinden bir kadm hakkında aynen böyle hükmettiğim söyleyince, Abdullah b. Mes'ûd buna, müslüman olalıdanberi sevinmediği bir şekilde sevinmiştir.[1052]

işte ashâb-ı kiramın böyle farklı görüşleri oîmuş; bu görüşleri tâbirler almışlar, ellerinden geldiği kadar hıfz ederek ashabın kana'atlerini öğrenmişler; aralarında ihtilâf bulunanları, yapabildikleri nisbette uzlaştırıp bâzı kaviller diğerine tercih etmişler ve böylece tâbiîn imamlarından herbirinin müstakil bir mezhebi meydana gelmiş; her beldede bir imâma uyulup intisâb edilmiş; bu imamlardan fetvalar istenmiş: aralarında birçok meseleler görüşülmüş ve kendilerine birçok dâvalar ve hükümler götürülmüştür. [1053]



[1045] Câmi'u beyâni'l-'ilm, c. I, s.   3g.

[1046] îmâm es-Sindî el-Hanefî'nin söz [erindendir. Bunu 'Alemuddîn   el-Fullânî 'IkâzuM-himem, s. 90'da nakletmektedir (Riyâzu'J-Hind matbaası, 1298),

[1047] Krş   Velivvullah ed-Dehlevî, Huccetullâh'il-bâliğa, s. 113, Mısır, 1341.

[1048] Hadîs, Sahîhayn'de bulunmaktadır; birinde Câbir b. AbdilIâK, ötekinde ise Sehl b. Huneyf tarîkinden gelmektedir; krş. Sunenu Ebî Dâvtijd, c   III, s. 277, hadîs nr. 3174  

[1049] Krş, HuccetuHâhi l-bâliğa, s. 114.

[1050] Şeykânî, Neylu'I-evtâr'da böyle îzâh «mistir.

[1051] Bk. HuccetuUâhi'l-bâlİğa, s. 113.

[1052] Krş. Kavâ'idu't-tahdîs, s. 314.

[1053] Biraz tasarruf edilerek Huccetullâhi*I-bâliğa, s. 114*den alınmıştır.

Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 262-265.