Konu Başlığı: Hadisin hukuk lügat ve edebiyattaki yeri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Haziran 2011, 16:24:27 4- HADÎSİN HUKUK-LÜGAT VE EDEBİYATTAKİ YERİ 1- HADÎSİN HUKUK BAKIMINDAN ÖNEMİ Kur'ân-ı Kerîm'in Rasûlullah'a itaati ve nete sarılmayı tavsiye etmesi: Mütehassıs âlimler, sahih hadîsin bütün müslümanlara hucci olduğu neticesine vararak, mü'minlerin Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e bağlanıp onun hükmüne boyun eğmelerini farz kılan âyet-i kerîmelerle bu görüşü desteklemişlerdir. Bu görüşün aksini kabul eden kimseye de bu şahıs kendini veya halk onu bilgisi muazzam, dînî anlayışı tam biri olarak kabul etse dahî- ilim adamı sıfatını vermemişlerdir.[1004] Derin ilmî araştırmanın bu doğru neticeye varması tabiî idi; zîrâ mü'minlerin Rasûlullah (s.a.v.)'a İtaat etmesini emreden âyet-i kerîmelerin başka türlü tevîli mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e itaat de ancak onun sünnetine yapışmak, hadîsiyle amel etmek, dînî mes'elelerde ona baş vurmak ve onu; dînin Kur'ân-ı Kerîm'den sonra gelen ikinci kaynağı olarak kabul etmekle mümkündür. Bu işin böylesine açık bir şekilde halledilmesine rağmen, hadîsin hüccet olması mes'elesi etrafmda beliren bâzı pürüzlere ışık tutmakta fayda görüyoruz. Acaba Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e itaati tavsiye eden Kur'ân-ı Kerîm âyetleri, onun hadîslerinin de teşri' bakımından müstakil olduğunu kabul ediyormu ki, Kur'ân'in ahkâmıyle amel edildiği gibi onun ahkâ-nüyle de amel edilsin? Yoksa yalnız Kur'ân-ı Kerîm'in bir tefsiri olup ona bağlı bulunması itibariyle teşrî' yönünden müstakil olduğunu kabul etmiyor mu? Eğer hadîs Allah Kitâbı'nın bir tefsîri veya mücmelinin îzâhı ise, bu takdirde O'nunla beraber teşrî1 asıllarından biri olarak nasıl kabul edilebilir? Halbuki din hükümleri bunların yalnız birinden, Allah'ın yüce Kitâb'mdan elde edilir. Şayet hadîs, müstakil veya müstakil olmayan bir teşrîc kaynağı sayılacaksa, bu arada haber-i vâhidler de kabul edilecek mi? Yoksa hadîsin mutlaka sahîh olması mı şart koşulacak? Bu suallere yerinde cevâp verebilmek için her şeyden evvel sünnetin Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in günlük hayaundaki amelî tatbikatını ve ileri gelen sahabenin, kendilerini zorlamadan hadisleri duyar duymaz nasıl anladıklarını da göz önünde bulundurarak sünnet-i ile amel etmenin vacip olduğunu ifâde eden belli-başlı âyet-i kerimeleri zikretmemiz îcâb edecektir. Abdurrahman b. Yezîd, hac mevsiminde dikişli bir elbise ile ihrama girmiş bir zâtı görür ve ona. elbiselerini çıkararak Rasu. (s.a.v.)'in giydiği şekilde ihrama bürünmesini tavsiye eder. O şahsın: "Bana elbisemi çıkarmamı emreden bir âyet oku bakalım! demesi üzerine Abdurrahman ona verilecek en güzel cevâbın: Peygamber (s.a.v.) size neyi getirdi ise onu alın; size neyi yasak etti ise ondan da uzak durun[1005] âyetini okumak olduğunu görür. Dikişli elbisenin çıkarılması Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça zikredil-memiştiı; fakat bu meseleye dâir hadîs-i şerîf vardır. Demek oluyor ki, bu şer'î hükmü sâdece sünnet ortaya koymuş ve tcşrî kaynaklarından müstakil bir kaynak durumuna gelmiştir; zîrâ Rasûlullah (s.a.v.)'ın yasak ettiği şeyden sakınmalarını mü'minlere emreden Allah Taâiâ'dır. Büyük imâm Tâvûs, [1006] ikindiden sonra iki rekat namaz kılar. Bunu gören Abdullah b. Abbas, ona, "bir daha bu namazı kılma," der. Buna karşıhlc Tâvûs, Rasûl-i Lkrem (s.a.v.)'in, sünnet hâline getirilmesinden çekindiği için bu namazı nehyettiğini, devamlı olmamak şartıyle bu iki iek(at namazı kılmakta bir beis olmadığını söyler. Fakat Abdullah b. Abbas Rasûlullah (s.a.v.)'m, ikindiden sonra bir başka namaz kılınmasını mutlak surette yasak ettiğini ısrarla söyler Allah ve Peygamberi bir işe hüküm verdiği zaman mü'miti olan erkekle kadına kendi işlerinde buna aykırı hareket etme muhayyerliği yoktur,[1007] âyetine dayanarak Rasûl-i Ekrem (s.a.v.'in beyân ettiği bir meselede muhayyerliğin bahis mevzuu olamayacağım tekrarlar. [1008] Sünnet-i nebeviyenin vârid olduğu bir meselede mü'ininin muhayyerliği, her ihtilâfta ve dâvada şu âyet-i kerime gereğince tam bir teslimiyetle sünnetin vereceği hükme boyun eğmekten ibarettir: Rabb'ın hakkı için, onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam biı teslimiyetle boyun eğmedikçe îmân etmiş olmazlar. [1009]'Bu âyet-i kerîmenin sebeb-i nüzulü hakkındaki rivayetlerin hepsi de, Zübcyr b. 'Avvâm'm, hurmalarını Bedir harbine katılan bir Ansârî'den önce Harre çeşmesinden sulamasına Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hükmettiği noktasında toplanmaktadır. [1010] Burada açıkça görülüyor ki, Kur'ân-ı Kerîm'in sarîh bir hükümle temas etmediği bu mevzuda kânun vaz' eden yalnız hadîs-i şerîf olmuştur. Allah Taâlâ Peygamberine; İnsanlara, kendileıine ne indirildiğini açıkça anlatasm diye sana da Kur'ân-ı Kerîm'i inzal ettik, [1011] buyurmak suretiyle, mü'minlere sünnetin teşrîîdeki yerini göstermek istemiştir; zîrâ Rasûlullah (s.a.v.) in sözleri ve fiilleri âyet-i kerîmeyi tefsir ederek onun mücmelini tafsil, mutlakını takyıd, umûmî lâfızlarım tahsis, Kur'ân-ı Keırm'in belirtmediği ölçüleri, hadleri ve cüz'iyyâtı da lâyîn eder. Kur'ân-ı Kerîm'in açıkça bir hüküm getirmediği yerlerde sünnet, müstakil olarak kanun koyma salâhiyetini hâizdir. Kur'ân-m İîfcafsîl ve izahını kendine bu aktığı hususları da tefsir eder. 'Imrân b.Husayn'm, büyük bir gaflet ve sakat bir anlayışla suçladığı şahsa söylediği sözlerden bu sonuç elde edilmektedir. 'Imrân ona şöyle çıkış: "Sen ahmağın birisin. Kur'ân-ı Kerîm'de, Öğle namazının dört rek'at olup, kıraatinin da cehri olmayacağına dâir bir âyet bulabiliyor musun?", imrân ona, namaza dâir bâzı hükümleri, zekâta dâir bâzı ölçüleri ve İslâm'ın buna benzer esaslarını ve farzlarını sayıp döktükten sonra sözüne şöyle devam etti: "Bütün bunları Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça bulabiliyor musun? Bulamazsın; çünkü Allah'ın Kitâb'ı bu meseleleri müphem ve mücmel bırakmıştır. Onları açıklayıp tefsîr eden ise sünnettir.[1012] Sünnetin Her Mevzuda Teşrî Vâsıtası Olduğu: Sünnetin, Kur'ân-ı Kerîm'in mücmel âyetlerini tafsil etmesi hakkında verdiğimiz misâller, ibâdât, mu'âmelât, helâl ve haram gibi İslâm hukûkuni-in bütün mcvzûlarına şâmildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün bu mevzuları, kâh kıyâs yoluyla, kâh birbirine benzeyen iki şeyi mukayese etmek, bâzan da karşılıklı iki şey arasında bir muvâzene kurmak suretiyle mükemmel bir şekilde açıklar. Allah, aliş-verişi helâl, faizi haram kılmıştır[1013] Âyct-i kerîmesinde faizin haram oluşu meselesindeki inceliğin, karşılığı bulunmayan bir çoğalma olduğunu anlayan Rasûl-i Ekrem s.a.v bu çoğalmanın bulunduğu bütün muameleleri kıyâs yoluyla ribâ sınıfına sokarak şöyle hükmetmiştir: Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz; her şey kendinin mukabili ile müsâvî bir şekilde ve elde mevcut olarak muamele görecektir. Kim artırırsa veya artırmak isterse haddi aşmış (faiz muamelesi'yapmış) olur, [1014] Karşılığı olmayan muhtelif maddeler ise ribâ sınıfına girmez ve mukabili olmayan bir artma sayılmaz. Bununla ilgili olarak da Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuşturMaddeler değişik olduğu zaman, elde mevcut olmak şartıyle istediğiniz gibi satınız". Kur'ân-ı Kerîm, mâ'lûm âyet-i kerîmelerle zinayı haram, nikâhı da mübâh kılmakla beraber, velîsinin izni olmadan bir kadının evlenmesi gibi şeriata muhalif bir nikâhın hükmünü ise açıklamamıştır. Mutlak zina ile şeriata uygun olmayan böylesi bir evlenme arasında yakınlık gören Hz. Peygamber (s.a.v.), evlilik muamelesinin usûllerine uyulmayan evlenmelerin bâtıl olduğuna hükmederek şöyle buyurmuştur. Velîlerinin izni olmadan evlenen kadınların nikâhı bâtıldır". [1015] Deniz avını, Deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı ki, hem size, hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun"[1016] âyetiyle helâl ve temiz olarak kabul eden Kur'ân-ı Kerîm,Ölü hayvan etini de muhtelif âyetleri ile kat'î surette haram etmiştir. [1017] Deniz avının mutlak surette helâl ol-Imasıyla, ölü hayvan etinin umûmî bir ifâdeyle kesin şekilde haram olması arasında bir muvâzene kuran Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), deniz meytesinİ umûmî hükümden istisna ederek helâl saymış ve deniz hakkında: Denizin suyu temiz, ölüsü de helâldir, [1018] buyurmuştur. Rasûlullah (s.a.v.), denizde ölen deniz hayvanına mahsus olan bu hükmünü şu hadîsiyle de teyît etmiştir: İki ölü, iki de kan bizlere helâl kılınmıştır. İki ölü: çekirge ve balık; iki kan da ciğer ve dalaktır.[1019] Selef âlimlerinin, sünnetin Kur'ârı âyetlerini açıklamadaki büyük önemini -ki bu açıklama hangi suretle olursa olsun anlamış olmaları, bazılarını sünnetin Kitâb üzerinde söz sahibi olduğunu söylemeye sevketmiştir. Nitekim Evzâ'î demiştir ki: "Sünnetin Kitâb'a olduğundan çok Kitâb'm sünnete ihtiyâcı vardır. [1020] Gerek Evzâ'î e gerekse başkaları bu sözle, Kur'ân-ı Kerîm'in mânâlarını en iyi bilen insanın, hevâdan konuşmayan, konuştuğu ancak vahy-i ilâhî olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) olduğuna işaret etmek istemişlerdir. Yine bu cümleden olarak Mutarrif b. Şıhhîr[1021]'e: Bize yalnız Kur ân-ı Kerîm'den bahs ediniz, denmişti. O böyle söyleyenleıe şu karşılığı vermişti: "Vallahi biz, Kuı'ân-ı Kerînrm bir mukabili olduğunu söylemiyoruz; fakat Kur'ân-ı Kerîîn'İ bizden iyî bilen birinin bulunduğunu söylüyoruz!. [1022] Zikrettiğimiz misâller sünnetin iki fonksiyonu bulunduğunu göstermektedir. Buna göre sünnet, ya Kur'ân-ı Kerîm'de bulunmayan meselelerin teşriinde müstakildir; yahut da Kur'ân-ı Kerîmdeki mücmel âyetlerin açıklayıcısıdir. Bu hâl kaışısmda - Şâtibfnin dediği gibi - şunu kabul etmekten başka yapacak birşey yoktur: "Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri de göstermektedir ki, Rasûluîlah (s.a.v.Vm getirdiği, emredip yasakladı hevşey Kur'ân-ı Kerîm'in hükümlerine katılmaktadır. Şu hâlde sünnet, Kur'ân-ı Kerîm'in bir ilavesidir",[1023] Hz. Peygamber s.a.v 'in Kur'ân'a ilâveten getirdiği bu hükümler, hadîsi - bütün âlimlerin kanâatine göre - Kur'ân-ı Kerîm'den sonra gelen ikinci dereceye çıkarmaktadır. Bu da Rasûl-İ Ekrem (s.a.v.)'in: Size, sıkıca sarıldığınız takdirde sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın Kİtâb'ı ve benim. sünnetim, [1024] hadîsi gereğince îslâm şerîatmm Kur'ân ve hadîs olmak üzere iki asıldan meydana geldiğini gösterir. Aslı Kur'ân-ı Kerîm'de Bulunsa Bile Sünnetin Teşrrde Müstakil Olduğu: Bütün bunlardan sonra biri çıkıp da dese ki: Hayır, Kur'ân-ı ÎCerîm hadîs-i şerîflerdeki bütün meselelere icmâlen ve tafsîlen de olsa ışık tutmaktadır. Rasûluîlah (s.a.v.)'ın her sünnetinin Kur'ân'da mutlaka bir aslı mevcuttur; zîrâ Allah Taâlâ Kur'ân her şeyi açıklayan[1025] bir Kitâb olarak göndermiştir. Onunîa dînini tamamlayarak; dîninizi kemâle erdirdim" [1026] Biz O Kitâb'dahiçbirşeyi eksik bırakmadık[1027] buyurmuştur. Binâenaleyh, sünnetin müstakiLbir te§rîc organı olması şöyle dursun, dinde katiyen ilâve yapmamıştır. Bu şüpheciler. Rasûluîlah (s.a.v.)'a itaati tavsiye eden, ona muhalefetten sakındıran, bu hususta onun Kur'ân-ı Kerim'e yaptığı tefsirlerle, sünnetinde müstakil olarak emrettikleri arasında bîr fark gözetmeyen Kur'âxw Kerîm'den şüphe ettirmek istiyorlar. Halbuki yine Kur ân-ı Kerîm tehdîd ifadesiyle buyurur ki: Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden sakınsınlar[1028]Bu âyetle Kur" ân-ı Kerîm, Peygamber (ş.a.vj'de itaat edilip, katiyen karşı gelinmemesi gereken bir hususiyet bulunduğunu ifâde etmektedir. Bu hususiyet ne Kur'ân'a âit olan, ne de Kur'ân'da işaret edilen Peygamber sünnetidir. Mü'itimle re, anlaşmazlığın hallini Allah'a ve bırakmalarını emreden ilâhî emir de böyledir: Lymü'minler, eğer bir mesele hakkında ihtilâfa düşerseniz, onun hallini derhal Allah'a ve Rasûlüne arz ediniz; eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız.[1029] İhtilâfın hâilini Allah'a bırakmak demek. Kurân-ı Kerîm'e müracaat etmek demektir. Rasûlullah (s.a.v.)'a bırakmak da vefatından sonra sünnetine baş vurmakla olur. Bu durum karşısında sünnet, bütün tafsîH delilleriyle birlikte Kur'ân-ı Kerîm'e yönelmiş oluyor; zîrâ hiçbir âlim, sünnetin getirdiği ile amel etmenin, Kur'ân ile amel olduğuna itiraz etmez. Çünkü sünnetle amel etmenin vacip olduğunu gösteren Kurân-ı Kerîmdir. Kur'ân-ı Kerîm daha umûmî, hadîs ise daha husûsîdir. Külli hükümleriyle daha umûmî elanın, cüz'î hükümleriyle daha husûsî olanı kapsadığında şüphe yoktur. Kur'ân ile hadîs arasında prensip bakımından mevcut olan birlik, -prensipler üzerinde bile olsa- hadîsin yalnız başına bir hüküm getirmesine veya mevcut bir hükmü îzâh etmesine manî değildir. Şurası muhakkak ki Allah Taâîâ, Allah'a ve âhiret gününe imân eden ve kendini çok ananlar için Rasûlünü önder, sünnetini kılavuz ve nebevi hidâyetini de güzel bir örnek yapmıştır. İmâm Şâf i'î Risâle'sînde[1030] hakkında âyet-i kerîme bulunmayan hususlarda Rasûlullah (s.a.v.)'m getirdiği hükümlere temas ederek meseleyi dört yönlü bir tetkike tâbi tutmuştur ki, bunların hepsinde de sünnetin Kur'ân ahkâmına birtakım ilavelerde bulunduğu kabul edilmektedir. Bu ilâve durumunun nereden geldiğini ve teşrî'de ne derece hüccet olduğunu inceleyen İmâm Şâfi'î şu ikinci vechi tercih etmiş gibi görünmektedir. Buna göre Rasûl-i Ekrem'in "sünnetlerinin Kur'ân-ı Kerîm'de mutlaka bir aslı vardır; meselâ: Na-rnazm miktarını ve kılınma şeklini açıklayan sünneti, namazın farz olduğunu beyân eden âyete dayanmaktadır. Alış-veriş ve diğer dînî meseleler hakkındaki sünnetlerde böyledir; zîrâ Allah Taâlâ: Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin"[1031] ve "Allah, alış-verişi helâl, faizi de haram kılmıştır[1032], buyurur. Namaz hakkında olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in helâl veya haram kıldığı meseleler hakkında Allah Taâlâ'-nm mutlaka bir beyânı vardır[1033] Hadisin hukuk bakımından önemini açıklarken, en doğru görüşün sonuncusu olduğu kanaatindeyiz; zîrâ bu görüşe nazaran Kur'ân'm her şeye şâmil olduğu, herşeyi açıkladığı ve Allah Taâlâ'nın ona dere etmedik bir şey bırakmadığı meselesi ile, ana prensipleri Kur'ân'da mevcut olmakla beraber, onun isbât ve nefy etmediği hükümlerin sünnette yer aldığı meselesini hiçbir müşkilâta ve haksızlığa mahal kalmadan uzlaştırabiliriz. Bu mutedil görüş, hadîse İslâm'ın teşri asıllarından ikincisi adını tereddütsüz vermemizi mümkün kılmaktadır. Bu tafsilâttan sonra, bâzı şahısların sünneti teşrî'de müstakil sayıp, bâzılarının da saymaması önemli değildir. Eskiden, "Kitâb'in sünnete terk ettiği bir saha, sünnetin de Kitâb'a bıraktığı bir. saha vardır[1034] diyen ulemâ ne kadar doğru söylemiştir. Allah Taâlâ: ber'e itaat ederse, muhakkak Allah'.itaat etmiş olur[1035] buyurduktan sonra bunda garip görülecek bir taraf yoktur.[1036] [1004] Krş. Kavâ'iduVt^hiUs, s, 263. [1005] ei-Haşr sûresi, âyet 7; krş. İbnu Abdiîberr, Câmİ'u beyâni'l-'îlm, c. II, s. 188. [1006] Tâvüs b. Keysân el-Havlânî el-Hemedânî, tâbi'în büyüklerinden ve fikıhcı hadis râvilerinin en meşhurlarındandır. Hac esnasında Müzdelife'de H. 106, târihinde vefat etmiştir (Bk. Tehzîbu't-teh2İb, c. V, s. 82). [1007] el-Ahzâb sûresi, âyet 36. [1008] el-Muvâfakat, c. IV, s. 25. [1009] en-Nisâ sûresi, âyet 65. [1010] Bu rivâyer hakkında mufassal bilgi edinmek ve senedlerin tahrîci ile beraber hangisinin tercih edildiğini de görmek için bk, îbnu Kesir tefsiri, c. I, s, 520. Bu âyetin tefsîrindeki maksat -bütün müfessirlere göre- şudur: Hz. Zübeyr'in kendinden önce içmesine itiraz eden Medîneli zâtın, nefsine ağır gelmeksizin Hz. Peygamber (s.a,v.)Jin hükmünü kabul etmesi gerekirdi. [1011] en-Nahl sûresi, âyet 44. [1012] Krş. Cârni'u beyânı'l-'ilm, c. II, s. 191; el-Muvafakat, c. IV, s. 26. [1013] el-Bakara sûresi, âyet 275. [1014] Bu hadîs Müslim'in Sahîh'inde, Ahmed b. Hanbei'in Müsned'inde ve Ebû Davud'un Sünen'inde bulunmakta olup meşhurdur. [1015] Krş. Sunenu Ebi Dâvûd, s. 308, hadîs nr. 2083 (J^JI J vl;); hadîs |Hz, 'Aişe (r.a.) rivayet etmiştir. [1016] el-Mâ'ide sûresi, âyet 96. [1017] Bk. Bakara sûresi, âyet 173; Mâi'de sûresi, âyet 3; En'âm sûresi, âyet. 145 [1018] Krş. Ebû Dâvûd, Sünen, c. I, s. 54. [1019] Krş. Muhamrned b. îsmâîl es-San'ânî, Sübülirs-selâm, c. IV, s. 76 (Bu eser, îbnu Hacer'in Bülûğu'l-merâm'mm şerhidir). [1020] Câmi'u beyâni'i-'ilm. c. Tl- s. toi. [1021] Mutarnf b. Abdillâh b. cş-Şıhhir, tâbi'in büyüklerinden bir zahittir. Rivayet ettiği hadîslerde sikadır; Basra'da 87 târihinde vefat etmiştir (Bk. Vefayâîu'l a'yân, c. II, s. 97). [1022] el-Muvâfakat, c. IV, s, 26. [1023] Aynı eser, c. IV, s. 14. [1024] Krş. Câmi'u beyâni'l-'ilm, c. II, s. 180. [1025] en-Nahl sûresi, âyet 89. [1026] el-Mâi'de sûresi, âyet, 3, [1027] el-En'âm sûresi, âyet, 38, [1028] en-Nûr sûresi, âyet 63. [1029] en-Nisâ sûiesi, âyet 59. [1030] er-Risâle, s. gi. [1031] en-Nisâ' sûresi, âyet 29. [1032] el-Bakara sûresi, âyet 275. [1033] Bunu, Taberî'nin Tefsîr'indeki (c. I. s. 25) şu ifâde ile krş. "Kur'ân-i Kerîm'de, Rasûlü Ekrem (s.a.v.)'in herhangi bir açıklaması olmadan te'vîli anîaşıla-mayacak âyet-İ kerîmeler vardır. Hz. Peygamber, onları çeşitli emirleri, nehiyleri, mendup ve irşâdları... ile îzâh etmiştir". [1034] el-Muvâfakat, c. IV, s. 16-17. [1035] en-Nisâ' sûresi, âyet 80. [1036] Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 251-259. |