> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Gündem > Martin Vialon
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Martin Vialon  (Okunma Sayısı 1398 defa)
29 Mayıs 2012, 12:16:49
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 29 Mayıs 2012, 12:16:49 »



Martin Vialon: Yabancı düşmanlığı sınıflara göre farklılık göstermiyor
Selçuk Uygur • 57. Sayı / GÜNDEM


27 Eylül tarihinde Almanya’da yapılan genel seçimlerin ardından oluşan tabloya göre Almanya yeni dönemde merkez-sağ bir koalisyon hükümeti tarafından yönetilecek. Bu durum, Almanya’nın da dâhil olmasıyla birlikte Avrupa Birliği’ndeki altı büyük ülkenin dördünün merkez-sağ hükümetler tarafından yönetileceği anlamına geliyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecini, Avrupa genelindeki Müslüman azınlığı ve bilhassa Almanya'daki Türk azınlığı son derece ilgilendiren bu seçim sonuçlarını ve Almanya ve Avrupa Birliği genelinde yükselişte olan ırkçı, yabancı ve İslam karşıtı düşünceyi ülkemizde en iyi bilenlerden Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi, felsefeci Martin Vailon ile konuştuk.

27 Eylül’de Almanya’da yapılan genel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya'daki seçim sonuçları açıkçası bir sürpriz değildi. Berlin Duvarı’nın yıkımını takiben Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesinden 20 yıl sonra, kökeni eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ndeki Sosyalist Birlik Partisi’ne dayanan "Sol Parti" (Die Linke) sonunda birleşik Almanya'da büyük bir başarıya imza atarak oyların % 11.9'unu elde etmeyi başardı. Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) ise, % 23 oy oranında kalarak son yirmi yıldır işçi sınıfı ve küçük burjuvaziden elde ettiği geleneksel oylarını yitirdiğini görüyoruz. Ferdinand Lasalle, August Bebel, Wilhelm Liebknecht, Karl Marx ve Friedrich Engels'in sınıf mücadelesi konseptine dayanan bilimsel sosyalist bakış açısının teorik ana çizgilerinin, şimdi açıkça 1863'deki Marksizm’den saptığını görmekteyiz. Sosyal Demokrat Parti, Birinci Dünya Savaşı'nı destekleyen sosyal demokratlardan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in (Wilhelm Liebknecht oğlu), Ocak 1919'da bir başka sosyal demokrat olan Gustav Noske'nin organize ettiği kuvvetler tarafından öldürülmesiyle bastırılan “Spartaküs Devrimi”ne karşı çıkan reformist bir parti haline gelmişti. SPD'nin bağımsız USPD ve Alman Komünist Partisi (KPD) olarak ikiye ayrılması da, zaten Sosyal Demokrat Parti'nin içindeki reform yanlısı ve tutucu devrimci kesimin arasındaki çatışmanın bir sonucuydu.

Bugünlerde popüler bir parti olan SPD, geleneksel "işçi" partisi imajıyla ciddi sorunlar yaşarken, Sol Parti özgürlük, serbestlik ve kurtuluş gibi kavramların savunmasında rakibini geçerek ciddi bir siyasi güç haline geldi. Zaten Sol Parti'nin, SPD'nin muhafazakâr kanadı tarafından potansiyel bir koalisyon ortağı olarak görülmemesinin sebebi de, Afganistan savaşına Almanya'nın askerî müdahalesine karşı çıkan tek parti olmasıydı. Angela Merkel'in başbakanlığı altındaki Hıristiyan Demokratlar ve Hıristiyan Sosyalist Birliği’nin (CDU/CSU %33.8) ise sol ile işbirliği yapmak gibi bir planı olmadığından, CDU'nun yeni koalisyon partneri büyük bir çıkış yaparak oy oranını % 14.6’ya çıkaran Hür Demokratlar (FDP) oldu.

Bu sonuçlara göre Almanya yeni dönemde bir merkez-sağ hükümet tarafından yönetilecek. Bu iktidara rağmen Almanya’da ırkçılık, yabancı karşıtlığı ve islamofobiye karşı nasıl mücadele edilebilir?

Eğer Yeşiller de dâhil olmak üzere parlamentodaki partilerin, eski Batı Almanya Komünist İttifakı’na (KBW, 1973-1985) mensup olmuş olan üyeleri birleşirlerse belki yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı güçlü ve demokratik bir oluşum meydana gelebilir.

Özelde Almanya’da, genelde ise Batı dünyasında islamofobinin ortaya çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle şunu belirtmeliyim; fikrimce azınlıklara yönelik nefrete karşı çıkma durumu insan doğasının asaletinden kaynaklanmaktadır. Çünkü hepimiz her yerde bir çeşit azınlığız aslında. Mantığımızı dünyadaki çeşitlilik ve farklılıkları anlamak için kullanma yeteneğine sahibiz. Bu tarihî perspektif ve anlayışa erişebilmek için insanoğlu olarak uzun bir yol kat etmemiz gerekti ve bu geldiğimiz noktayı da “insan kültürünün ruhu” olarak adlandırabiliriz. Bu bağlamda bence islamofobi kendi geleneklerini unutmuş ya da kaybetmiş entelektüellerin ideolojik bir ürünü. Yabancı düşmanlığı biraz da kapitalizmin Avrupa'da sebep olduğu ekonomik sorunlardan dikkati uzaklaştırmak adına bir propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır da diyebiliriz. Bu yanlış yönlendirmenin ideolojik amacı ise, insanların eylem ve hareketlerinin sınıf mücadelelerine kaymasını engellemek, dolayısıyla ekonomik problemleri ve düzenin adaletsizliğini sorgulamak yerine onları içi boş ve mantıksız ırki mücadeleler ile meşgul etmekti. Avrupa’daki sağcı hareketlerin yükselişi esasında eğitimsiz ve umutsuz insanların, düzenin acımasızlığına karşı olan endişelerinin bir sonucudur. Fakat bunun yanı sıra birçok yabancı karşıtı eylemin iyi eğitimli kişiler tarafından da yapıldığını unutmamalıyız. Buradan da anlıyoruz ki, yabancı düşmanlığı ve islamofobi sınıf farklılığına göre değişiklik göstermemektedir.

Batı, islamofobinin üstesinden nasıl gelebilir?

Kültürel bir bakış açısıyla meseleye yaklaşırsak, Voltaire'in İstanbul'da sona eren ünlü Candide isimli öyküsünde, Candide'in yaşlı adama “limon ağaçlarının gölgesinde nasıl bu kadar güzel bir bahçe oluşturmayı başardığı”nı sormasının üzerine, yaşlı adamın, "çok uğraşıp, çok çabalayarak toprağı işlemek gerektiği" cevabını verdiğini hatırlamakta fayda var. Toprağın emekle işlenmesi konusu, benim için bilincimizi ve bakış açımızı genişletmek için neler yapmamız gerektiğinin de bir sembolü aslında. Hepimiz daha güçlü ve daha bilinçli bireyler olmak için daha çok uğraşmalıyız. İlköğretim sisteminde felsefe ve edebiyat bazlı bir eğitim, muhtemelen İslamofobi ve yabancı düşmanlığı gibi önyargılar ve çeşitli klişelerin üstesinden gelinmesine yardımcı olabilir. Fakat duruma farklı bir yanıyla bakacak olursak; iyi bir eğitimin işçi, burjuvazi, entelektüel ve bilim kesimleri Auschwitz'i ortaya çıkartan barbar Nasyonal Sosyalist sisteme oy vermekten alıkoymadığı da tarihe bakınca görülmektedir. Elinde ölümün araç gereçleriyle enjeksiyon yapan doktor, toplama kamplarını inşa eden işçiler ve Avrupalı Yahudilerin organize bir endüstri şeklinde yok edilmesini planlayan yüksek rütbeli bürokratlar… Hannah Arendt'in söylediği gibi, bu "çalışanlar", yorucu bir iş gününden sonra ailelerinin yanlarına gidip, çocuklarının sevgili babaları olarak Beethoven dinliyorlardı. Bu önemli çelişkiye Theodor W. Adorno, Karl Jaspers, Leo Löwenthal ve Max Horkheimer gibi filozof ve sosyologlar tarafından da dikkat çekilmiştir. Yani Buchenwald kampı, Weimer, Goethe ve eziyet görmüş kurbanların tasfiyesi birlikte, aynı zaman diliminde iç içe var olmuştur. Ne klasik eğitim, ne Schiller ne de Herder’in varlığı bu insanlık suçlarını durdurmaya yetmiştir. Buchenwald'dan yükselen ölümün kokusu Weimar'dan duyulabilecek hale gelmiştir. Şairlerin, filozofların ve bestecilerin ülkesi olan Almanya, 1933-45 yılları arasında toplama kampları ve ölüm odalarından oluşan bir kültür çölüne dönüşmüştür. Sanıyorum tüm dinlere karşı sağlıklı bir mesafe, mevcut duruma karşı sağlıklı bir sorgulayıcılık, tüm dinlere mensup insanların etik inançlarını kabul etmek, mevcut ayrılıklar için tam da gerekli olan ilaç olabilir. Konuyu bir örnekle daha genişletmem gerekirse; Johann Wolfgang von Goethe’nin, Müslüman peygamberin güçlü yaradılışını övdüğü Muhammed’e Şarkı’sı ve Doğu-Batı Divanı'ndan şu satırlarını okuyabiliriz: “Wer sich selbst und andre kennt/ Wird auch hier erkennen:/ Orient und Okzident/ Sind nicht mehr zu trennen.” (Kendisini ve diğerlerini bilen, onları tanıyacaktır da. Doğu ve Batı daha fazla ayrı tutulamaz.) Goethe bu şiiriyle 1826'da geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurmakta ve böylece kültürel eğitimin amacına dünya vatandaşları olmak adına ışık tutmaktaydı. Fakat maalesef Goethe'nin “karşılıklı kültürel anlayış konsepti”nin sıradan bir Alman vatandaşının benliğinde şimdilik tamamıyla yer edinemediği kanısındayım. Kısaca islamofobi tarihsel anlayışın az olmasının ürünü olarak her yerdedir.

Kimdir?
Martin Vialon, Yeditepe Üniversitesi’nde Alman Edebiyatı ve Felsefesi dersi vermekte olan bir Asistan Profesör. Ortaçağ filozofisi, Aydınlanma, klasik ve romantik edebiyat, Alman idealizmi, Marksizm, Nietzsche, estetik ve kritik teori üzerine çalışmaları bulunmakta. Vialon’un özellikle Theodor W. Adorno, Jean Améry, Erich Auerbach, Walter Benjamin, Werner Krauss, Karl Jaspers, Giambattista Vico ve Peter Weiss üstüne birçok çalışması bulunuyor.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Martin Vialon
« Posted on: 20 Nisan 2024, 02:56:02 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Martin Vialon rüya tabiri,Martin Vialon mekke canlı, Martin Vialon kabe canlı yayın, Martin Vialon Üç boyutlu kuran oku Martin Vialon kuran ı kerim, Martin Vialon peygamber kıssaları,Martin Vialon ilitam ders soruları, Martin Vialonönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes