๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Gündem => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Temmuz 2012, 17:13:51



Konu Başlığı: Gündemden
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Temmuz 2012, 17:13:51
Gündemden
Handan ÖZ • 82. Sayı / GÜNDEMDEN


DEPREMLER SÜRÜYOR
Van yaralarını sarmaya çalışıyor


Doğu Anadolu’nun üzgün kenti Van, 9 Kasım’da ikinci kez sarsıldı. Merkez üssü Edremit İlçesi olan ve Richter ölçeğine göre 5.6 büyüklüğündeki deprem 39 can kaybına sebep oldu. 23 Ekim’de meydana gelen 7.2’lik ilk depremin ardından yaşanan bu ikinci yıkımla birlikte, doğal afetlere karşı sağlık yapılaşma ile deprem sonrasına dair koordinasyon ve organizasyonun ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Hazır Beton Birliği’nin 10 Kasım tarihli “Türkiye’de 8 milyon çürük bina” bulunduğu yönündeki açıklaması ve “Deprem yönetmeliğine uygun tek binanın İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü olduğu” haberi vahameti sergiliyor. Öte taraftan Başbakan Erdoğan, depremin yaralarının en kısa zamanda sarılması için çalıştıklarını ifade ederken, bölgeye şu ana kadar yapılan nakdi yardım miktarının 28 milyon 765 bin lira olduğunu ve yardım hesaplarında yurtiçi ve yurtdışından toplanan miktarın 223 milyon liraya ulaştığını belirtti. Erdoğan ayrıca, bölgeye şu ana kadar 71 bin 514 çadır, 334 bin battaniye gönderildiğini ifade ederken, acil yardım ödenekleri dâhil gönderilen yardımın nakit karşılığının 341 milyon liraya ulaştığını açıkladı. Bununla birlikte, acil barınma-ısınma ihtiyacının karşılanması, bulaşıcı hastalıklara karşı önlemler alınması, vergi ve fatura borçlarının ötelenmesi, kredi kolaylıkları, teşviklerle ekonomi ve sağlık alanındaki kayıpların durdurulması için çalışmalar sürüyor. 23 Ekim’den bu yana devlet ile halkın el ele vererek Van’ın yaralarının sarılması için gösterdiği çabalar takdire şayan olsa da, ülke olarak bununla yetinmememiz gerekiyor. Deprem sonrası oluşan olumsuz şartlar nedeniyle yaklaşık 250 binden fazla Vanlının şehri terk ettiği belirtiyor. Şehirden göçün sürmemesi için çeşit kış şartlarıyla mücadele eden depremzedelerin bir an önce barınma, ısınma sorunlularının giderilmesi, Van’a yapılan ayni ve nakdi yardımın sürmesi gerekiyor.

TERÖRLE MÜCADELE
Başbakan Erdoğan: “KCK operasyonları sürecek”


Kısaca terör örgütü PKK’nın şehir yapılanması olarak bilinen KCK’ya karşı 2009 yılından bu yana sürdürülen operasyonlara Kasım ayında da devam edildi. Operasyon kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma çerçevesinde farklı zamanlarda mahkemeye sevk edilen yüzlerce isim tutuklandı. Tutuklular arasında Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayınevi sahibi Ragıp Zarakolu’nun bulunması bazı Marksist çevrelerin tepkisine yol açtı. Yaklaşık üç yıldır şehir merkezlerinde PKK imzasını taşıyan her şiddet eyleminin ardında ismi geçen KCK’nın basit bir siyasî yapılanmanın ötesinde bulunduğu ve “muhayyel birleşik bir Kürdistan”ın oluşturulmasına dair faaliyetlerde bulunduğuna dair bilgi ve belgeler kamuoyuna yansıdı. Bu noktada, Ersanlı ve Zarakolu’nun tutuklanmalarının ardından Başbakan Erdoğan’ın her türlü çatlak ses ve tepkilere rağmen “operasyonların süreceği” yönündeki açıklaması hükümetin terörle mücadelede taviz vermeyeceğini ortaya koyuyor. Devletin güvenlik birimlerinin KCK yapılanmasını deşifre ederek örgütün alan daraltmasına sebep olması, operasyonlarda isabet kaydedildiğinin bir göstergesi. KCK operasyonlarının ne kadar süreceği şimdilik bilinmese de, terörle mücadelede ülke olarak kararlı olunduğu sürece, ülkenin birlik ve beraberliği hanesine “başarı” olarak kaydedilmesi mümkün. Ancak mücadelenin belki de en önemli ayağını toplumsal mutabakatla yeni Anayasa’nın en kısa zamanda hazırlanması oluşturuyor. Ülkede demokrasi, hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması ve sivil Kürtler ile PKK’nın ayrıştırılması hayatî önemi haiz.

NİHAYET AÇIKLANDI
Bedelli askerlikte kötü sürpriz!


Kamuoyunu uzunca bir süredir meşgul eden “bedelli askerlik” kanun tasarısının Bakanlar Kurulu’na sunulmasının ardından Başbakan Erdoğan konu hakkında bir açıklama yaptı. Erdoğan, 22 Kasım’da yaptığı Meclis Grup Toplantısı konuşmasında söylentilere son noktayı koydu ve bedelli askerlikte yaş sınırının 30, ödenmesi gereken meblâğın 30.000 TL olduğunu açıkladı. Yaklaşık 400.000 kişinin yararlanabileceği uygulamadan ortalama 12 milyar euro gelir elde edilmesi beklenirken, uygulama sayesinde işgücünde kesintiye gidilmeyeceğinden ekonomik verimliliğin artacağını ileri sürülüyor. Zira “bedel” için öngörülen 21 günlük kışla hizmeti zorunluluğu bu uygulama çerçevesinde tamamen kaldırılmış bulunuyor. Erdoğan’ın açıklaması sonrası yetkili ağızlardan “Bedelliyi toplumsal gerçekler zorunlu kıldı” açıklamaları gelirken, uygulamanın toplumsal beklentileri karşılamadığı ve uygulama için telâffuz edilen miktarın adaletten uzak olduğu açık. Bunun en temel sebebi hayata çoktan atılmış, evlenip çoluk çocuğa karışmış yükümlülerin kendilerini ve ailelerini geçim darlığına düşürmeden 30,000 TL’yi denkleştirip askerlik görevini yerine getirmelerinin imkânsız olması. Böyle bir beklenti içerisine girmek onlara yapılacak bir haksızlık olmakla birlikte, toplumsal gerçeklerle de örtüşmüyor. Uygulamaya yöneltilen tepkilerden anlaşıldığı kadarıyla, bu kadar yüklü bir meblâğı denkleştirerek “bedelli” hakkından yararlanacakların sayısı beklenenin altında seyredecek. Dolayısıyla ekonomiye katkıda beklenen randımana da ulaşılamayacak. Özetle kamuoyunu diken üstünde tutan bir mevzuda sona ulaşıldı ama sonuç ne yazık ki sadece pek az insan için tatminkâr. En önemlisi ise, açıklanan ve talep edilen meblâğ halkı rahatlatmak yerine sosyal sınıf uçurumuna olumsuz yönde katkıda bulunmaktan, yeni tartışmalara kapı aralamaktan ve daha adil “bedelli” beklentilerine sebep olmaktan başka bir işe yaramayacak.

SURİYE’DE SON DURUM
Türkiye, Esed’in gidişi için düğmeye bastı


Dünya liderlerinin Beşar Esed’in gidişinin kaçınılmaz olduğu yönündeki açıklamaları sürerken Türkiye de Şam yönetimine baskıyı artırmaya, daha etkili, açık ve sert bir tutum izlemeye başladı. İngiliz The Daily Telegraph gazetesi 3 Kasım’da, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun tavsiyesi üzerine Ekim ayında Suriye Ulusal Konseyi çatısı altında toplanan yaklaşık 15,000 kişilik muhalif askeri Türkiye’nin koruyup, desteklediğini bildirdi. Bu aslında Türkiye’nin Esed’i kıskaca almak için “kaleyi içten fethederek” Suriye Ordusu’nda çatlak oluşturma düşüncesinin eyleme dönüştüğünün işaretiydi. Oynanan bir başka doğru kart da ekonomik durumun Suriye’nin yumuşak karnı olması sebebiyle 6 Kasım’da Suriye’ye elektrik satışının durdurulmasının gündeme gelmesi, TPAO’nun bu ülkede sürdürülen petrol arama çalışmalarını askıya alması oldu. Diğer yandan, Arap Birliği’nin 12 Kasım’da Suriye’nin üyeliğini askıya alması üzerine Esed yanlılarının yabancı misyon şefliklerine saldırıları sonrasında Türkiye, bölgesel lider karakterini yansıtan bir nota ile şiddet tekrarlanırsa tavrını sertleştireceğini açıkladı. Bu paralelde bazı dış çevreler askerî müdahaleyi dillendirseler de Türkiye’nin temkinli yumuşak güç stratejisine devam edeceği söylenebilir. Zira içeride PKK ve terörle mücadelede güç kaybı, konsantrasyon eksikliği yaşanmaması gerekiyor. Öte taraftan, Suriye Ulusal Konseyi’nin 16 Kasım’da, rejim değişikliği durumunda karmaşayı önlemek amacıyla geçici askerî konsey oluşturma kararı almasına bakılırsa, Esed için geri sayımda sona yaklaşıldığını görebiliyoruz. Ayrıca Davutoğlu’nun “Suriye’nin kaderini Suriyeliler belirleyecektir” açıklaması Türk dış politikasında sapma olmadığının işareti. Zira bu sözle Türkiye, “halka kan kusturan diktatörler” yerine demokratik hak ve özgürlüklere sahip halkların komşuluğunu tercih edeceğini teyit ediyor. Esed’e karşı girişimler Türkiye’nin dış politika duruşunu iki noktada özetliyor: Bölgesel liderlikten küresel liderliğe, ulusal çıkarlardan ahlakî ve ilkeli duruşa geçiş.

FAİL-İ MEÇHULLER İÇİN BÜYÜK ADIM
TBMM’de Yaşam Hakkı İhlâlleri Komisyonu kuruldu


TBMM, 30 yılını dolduran PKK şiddetini mercek altına almak ve yaşam hakkı ihlâllerini gözler önüne sermek üzere harekete geçti. 12 Kasım’da İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na bağlı bir alt komisyon kurularak konunun enine boyuna ele alınması için önerge verildi. Önergenin kabul edilmesinin ardından, tasarının aktörlerinden AKP Amasya Milletvekili Mehmet Naci Bostancı başkanlığında Yaşama Hakkı İhlâlleri İnceleme Komisyonu ismiyle çalışmalara başlayan komisyon, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da incelemelerde bulunarak fail-i meçhul cinayetlere ve terör örgütünün sebep olduğu hukuk dışı olaylara ışık tutacak. Bu amaçla komisyon, aralarında Ümit Fırat, Kemal Burkay, Bejan Matur, Orhan Miroğlu ve Vedat Bilgin gibi Kürt kökenli aydınları dinleme kararı aldı. 16 Kasım’da komisyona konuşan Fırat, terör eylemlerinin 12 Eylül dönemiyle birlikte yükselmeye başladığını belirterek, hali hazırda Kürt sorununun çözümü önünde en büyük engeli PKK’nın oluşturduğuna dikkat çekti. Komisyon, önümüzdeki günlerde diğer isimleri de dinleyerek, araştırma sonucunda ortaya çıkacak raporu kitaplaştırarak kamuoyu ile paylaşacak. Komisyon raporu kamuoyu tarafından merakla beklenirken, kamuoyunda, komisyonun çalışmalarının yalnızca PKK değil, derin devlet kaynaklı faili meçhul cinayetler ve şüpheli ölümlerle ilgili yaşam hakkı ihlâllerini de kapsama alanına alarak incelemesi yönünde bir beklenti hâkim. Bunun gerçekleşmesi ise toplumsal barışın sağlanması ve daha sağlıklı bir toplum oluşturmak adına önemli bir çalışma olacak.

“DÖNERCİ CİNAYETLERİ”
Almanya’nın Susurluk’u tesadüfen ortaya çıktı


4 Kasım’da Almanya’da iki Neo-Nazi’nin bir banka soygunu sonrasında yakalanmamak için intihar etmeleri ve yakalanan üçüncüsünün itirafları, 2000-2006 yıllarında sekiz Türk ve bir Yunan kökenli esnafın ortadan kaldırıldığı faili meçhulleri “tesadüfen” açıklığa kavuşturdu. Başbakan Angela Merkel, 15 Kasım’da yabancı düşmanlığına göndermede bulunarak durumun “utanç verici” olduğunu kaydetti. Ancak maktullerin etnik kökenini, milliyetini hiçe sayarak “dönerci” sıfatıyla cinayetlere yaklaşmak Almanya’da ırkçılığın derecesi hakkında fikir verirken, kurbanların bu sıfatla insanlıktan uzaklaştırıldığını, yabancıların dışlandığını ortaya koyması açısından önemliydi. Olay hakkında bir değerlendirmede bulunan Alman Sosyal Demokrat Parti Altona İlçe Belediye Meclisi’nin Türk asıllı üyesi Behçet Algan, “Bu skandal Almanya’nın Susurluk olayıdır” tespitiyle konunun ciddiyetine dikkat çekti. Zira cinayetlerin arkasındaki Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü’nün Alman istihbaratı tarafından “gözetildiği” biliniyor. Alman istihbarat birimi Anayasayı Koruma Dairesi’nin altı cinayette de olay yerinde olduğuna dair ipuçları ortaya çıkmış durumda. Alman medyası, zanlıların 2006’dan bu yana neden saklandığı sorusuna cevap arayadursun; “anayasayı korumak” üzere yapılandırılmış bir devlet kuruluşunun faili meçhullere karışması, ele geçen deliller arasında 88 kişilik bir ölüm listesinin bulunması, bugün “Susurluk Skandalı” tecrübesine sahip ve Ergenekon Davası’nın sürdüğü Türkiye için aşina bir durum. Gelişmelere en üst düzeyde tepki veren Türkiye ise “derhal soruşturma” başlatılması talebiyle 16 Kasım’da harekete geçti. Türk makamları “ellerinden geldiğince” hayatını kaybetmiş vatandaşlarının hakkını arayacaklarını açıklamalarına rağmen, “dönerci cinayetleri”nin Almanya’da derin devleti kapsayan buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu ve olayın üstünde daha ciddi durulması gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

EKONOMİK KRİZ
AB’de malî kriz derinleşiyor


“Avrupa Birliği (AB) bir ekonomik dev, siyasî cüce, askerî solucan” ifadesini literatüre kazandıran eski Belçika Dışişleri Bakanı Mark Eyskens bugün ne düşünür bilinmez ama AB’nin şimdilerde ekonomik bir dev olduğunu söylemek zor. Kasım ayının ilk günlerinde Yunanistan’da Başbakan Georges Papandreou’dan boşalan koltuğa Lucas Papademos otururken İtalya’da Başbakan Silvio Berlusconi yerini eski Avrupa Komisyonu üyesi Mario Monti’ye bıraktı. Ama bu kan değişikliğinin krizi hafifleteceğini söylemek zor. Zira AB, ortak para birimi kullanmasına rağmen ortak malî-siyasî politikadan yoksun. Çözüm içinse, Euro Bölgesi’nde ekonomisi en iyi durumdaki ülkelerin kalması, diğerlerinin ihracı makul bir çözüm olarak görünüyor. Bunun yanı sıra 3 Kasım’da Fransa’da toplanan G-20 zirvesinde Türkiye’yi gülümseten bir karar alındı ve 2015’te yapılacak toplantıya Türkiye’nin ev sahipliği yapacağı duyuruldu. Şüphesiz yükselen Türk ekonomisinin telkin ettiği güven burada etkili oldu. AB Ekonomik İşlerden Sorumlu Komisyon Üyesi Ollie Rehn ise 10 Kasım açıklamasında büyümenin durduğunu söyledi, resesyon uyarısında bulundu ki bu durumda ekonomik açıdan hassas İspanya, Portekiz, Fransa hatta İngiltere’nin domino etkisine maruz kalacakları öngörülebilir. Ancak gelişmiş Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri, eski Sovyet Bloku üyelerinden oluşan Doğu ve Güney Avrupa ülkelerine “zenci” muamelesi yaparken, birliğin homojen bir malî politika tutturması zor. Uçurum; resmen iki ayrı ekonomik bölge oluşturulması veya farklı para birimleri kullanılması ile kapatılabilir. Nitekim 14 Kasım’da Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy alternatif olarak “2 vitesli Avrupa” söylemiyle farklı malî disiplinlerin uygulanması gerektiğini kaydetti. Almanya ise Aralık zirvesinde Lizbon Anlaşması’nda ortak malî-siyasî politikalara ilişkin değişiklikler yapılmasını talep ediyor. Ticarî bağlantılar nedeniyle krizin Türkiye’yi etkileyeceği bir gerçek. Krizin etkilerinden en az hasarla sıyrılmak ise başarıyla yürütülen hedef odaklı, tavizden uzak malî disiplinin muhafazasıyla mümkün.

BM İNSANİ GELİŞMİŞLİK RAPORU AÇIKLANDI
Türkiye 97. sıraya yükseldi


Birleşmiş Milletlerin 187 ülkenin millî gelir, eğitim, kadın-erkek eşitliği, sağlık, yoksulluk gibi verilerine dayanarak hazırladığı ve 2 Kasım’da yayımladığı İnsani Gelişim Raporu’nda Türkiye 2010 yılına göre üç basamak yükselerek 97. sırada yer aldı. Gelişim endeksine göre, yaşam beklentisi sıralamasında da artışa geçen Türkiye, yüzde 72,2 olan oranını yüzde 74’e yükselterek, yüksek insanî gelişim gösteren ülkelerden biri oldu. Türkiye’nin az da olsa kaydettiği bu aşama, küresel malî krizinden “burnu kanamadan” sıyrılan bir ülke için beklenen bir sonuç. Ancak insanî gelişmişlik ortalamaları kıyaslandığında Türkiye 0,644 puan ile 0,751’lik ortalamaya sahip Avrupa ve Orta Asya’nın gerisinde kalmış durumda. Norveç’in bir numaraya yerleştiği raporda, sağlık ve eğitimi önemseyen ülkelerin üst sıralara tırmandığını –ki bizde son yıllarda sağlık reformlarının getirdiği iyileşmenin olumlu katkıda bulunduğunu söylemek mümkün-, özel tüketimin arttığı ülkelerin ise puan kaybettiklerini görüyoruz. Bu durumda, Başbakan Erdoğan’ın dolaylı ve lüks tüketim vergilerindeki artış sonrasında halka israftan uzak durarak özel harcamalar konusunda “dikkatli” olunması yönündeki telkinlerinin yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Gelecek bir yıl içerisinde Türkiye’nin durumunun ne olacağını kestirememekle birlikte, ülke olarak insan hakları, sağlıklı yaşam, israftan uzak durmak gibi “paranın satın alamayacağı değerlerin yükseltilmesi” hedeflenirse, Türkiye’nin insanî gelişim sıralamasında daha iyi bir konuma geleceğini öngörebiliriz.