๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Gündem => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 11 Haziran 2012, 18:58:05



Konu Başlığı: Gündemden
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 11 Haziran 2012, 18:58:05
Gündemden
A. Bilge BAŞARAN • 51. Sayı / GÜNDEMDEN


SEÇMENDEN UYARI
29 Mart Seçimleri’nde Demokrasi Kazandı


Uzunca bir süredir gündemimizi meşgul eden 29 Mart Yerel Seçimleri sona erdi. Seçim sonuçları birçok kişinin beklediğinin ötesinde bir tablo ortaya çıkardı. AK Parti’nin oyları ortalama %8 oranında düştü. MHP, Saadet Partisi ve CHP’nin oylarında ise yükselme görüldü. AK Parti Adana, Urfa, Van gibi önemli kentlerde seçimi kaybetti. Bazı büyük illerde ise 2004’te olduğu gibi açık ara değil, neredeyse ucu ucuna kazandı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da önemli illerinde ise seçimin galibi DTP oldu. Seçimin bu şekilde sonuçlanmasının elbette birçok nedeni var. Kimileri bu sonucu iktidar partisinin teşkilatları ile halk arasındaki kopukluğa bağlıyor, kimisi de hükümetin global politikalarına. “Hükümetin son dönemde geliştirdiği bir kısım söylemler ve yapılan bazı icraatların samimi gelmemesi özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sonuçların bu şekilde tezahür etmesine neden oldu” şeklinde değerlendirmeler de yapılıyor. Bu değerlendirmelerin doğruluk payı var kuşkusuz. Fakat seçimin herkesin gözden kaçırdığı en önemli sonucu, halkın gerektiğinde iktidara gözdağı verebileceğini göstermesiydi. Bu sonuçlar “Ceketimizi koysak kazanırız” özgüvenine ciddi bir tepkiydi belki de. Aynı zamanda darbe girişiminde bulunarak iktidarı zayıflatmaya, ele geçirmeye, devirmeye niyetlenenlere de bir ders verdi halk. Türkiye’de artık muhtıra vererek hükümete mesaj vermenin sağlıklı bir yöntem olmadığını, demokratik bir ülkede desteğin de uyarının da demokratik metotlarla yapılacağını gösterdi. Bu seçimin sonuçlarını her parti kendi içerisinde değerlendirecek ve kendine göre önemli sonuçlar çıkaracak. İlerleyen süreçte her parti yeni bir vizyonla seçime girecek. Hepsinden de önemlisi şu: 29 Mart seçimleri Türk demokrasi tarihinde olumlu bir yer edinecek.

HELİKOPTER KAZASI
“Muhsin Başkan” Sonsuzluğun Sahibine Yöneldi


Yerel Seçimler öncesinde seçim çalışmaları yapmak üzere Kahraman-maraş’tan Yozgat’a helikopterle giden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, geçirdiği kaza sonrasında hayata veda etti. Türk siyasetinde önemli bir yeri olan Muhsin Yazıcıoğlu, sadece bir siyaset adamı değil, aynı zamanda ömrünü ideallerine adamış bir dava adamıydı. 1980 öncesinde ülkücü camia içerisinde en hareketli aktörlerden biri olan Yazıcıoğlu, 1980 Darbesi’nden sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasından yargılandı. 7,5 yıl Mamak Cezaevi’nde kaldı ama hiçbir suçtan hüküm giymedi. Hapisten çıktıktan sonra dava arkadaşlarının ailelerine yardım etmek maksadıyla bir vakıf kurdu. Daha sonra aktif siyasete dönen Yazıcıoğlu, MÇP’de görev aldı. 1991’de milletvekili olarak meclise girdi. 1993’te bir grup arkadaşı ile beraber Büyük Birlik Partisi’ni kurdu ve Genel Başkan olarak görev yaptı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatının sadece parti mensuplarını değil tüm Türk milletini üzmesi, kendisine olan teveccühün seçimlerde aldığı cüz’i oy ile doğru orantılı olmadığını gösterdi. Cenazesine yüz binlerce insanın katılması Yazıcıoğlu’nun halkın gönlündeki yerinin ne olduğunu ortaya koydu. Helikopter kazası ve sonrasında yaşananlara ilişkin ortaya atılan spekülasyonlar bir tarafa,  ölüm şekli “Muhsin Başkan’a bu şekilde bir ölüm yakışırdı” dedirtti insanlara. Muhsin Yazıcıoğlu kendi yazdığı şiirdeki ifadesiyle “sonsuzluğun sahibi”ne yöneldi.

G20 ZİRVESİ
Kazanan Asya


G20 Zirvesi İngiltere’nin başkenti Londra’da toplandı. Zirveye Türkiye, ABD, Çin ve Almanya’nın da aralarında bulunduğu 20 ülke iştirak etti. Çin, Hindistan ve Güney Afrika zirve hakkında olumlu izlenimlere sahip. ABD Başkanı Barack Obama’nın “tarihî” diye nitelediği kararlar, Asya piyasalarında hareketlilik yaşanmasını sağladı. Zirvenin sonunda bir basın toplantısı düzenleyen İngiltere Başbakanı Gordon Brown, IMF gibi çok uluslu kuruluşlara 1 trilyon dolar kaynak aktarılacağını söyledi. Uluslararası Para Fonu IMF’ye aktarılacak ek kaynak miktarı, 750 milyar doları bulacak. Bunun 500 milyar dolarının, doğrudan G20 ülkelerin liderleri tarafından taahhüt edilmesi gerekiyor. Ayrıca IMF gerektiğinde 250 milyarlık bir ek kaynaktan da yararlanabilecek. IMF’nin böylece, ekonomik sorunlar yaşayan ülkelere daha fazla yardım edebilmesi hedefleniyor. G20 Zirvesi’nde varılan anlaşmayla IMF’ye sağlanan kaynak üç katına çıkarılmış oluyor, ancak yeni finansmanın ne kadarının Çin tarafından karşılandığı belli değil. Gelişmekte olan ülkeler, Çin’den IMF için daha fazla katkı talep etmiş, Çin ise bunun için IMF’deki oy oranının artırılmasını istemişti. Daha önce, Çin’in 50 milyar dolar katkıda bulunması ve bu ülkenin IMF’deki oy oranının bir miktar artırılması yoluyla soruna çözüm bulunabileceği belirtiliyordu. G20 liderleri ayrıca, küresel ticareti desteklemek amacıyla, 250 milyar dolarlık bir mali finansman paketi oluşturulması üzerinde de anlaştı. Bu zirvede alınan kararlar Asya ülkeleri için önemli gelişmelere vesile oldu. Alınan kararların ne kadarının uygulanacağını zaman gösterecek.

Ergenekon Dalgası Sürüyor

Ergenekon Operasyonu’nun kapsamı her geçen gün genişliyor. Operasyon 12. dalgasında Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. Erol Manisalı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan gibi isimler gözaltına alındı. Prof. Dr. Haberal’ın sahibi olduğu Başkent TV’de, Saylan ve Manisalı’nın da evinde arama yapıldı. Ayrıca Bedrettin Dalan’ın sahibi olduğu İSTEK Vakfı’nın arazilerinde yapılan kazılar sonucu birçok silah ve bomba ele geçirildi. Bedrettin Dalan’ın ismi daha önce de operasyon kapsamında gündeme gelmişti. Ergenekon yapılanmasının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de örgütlendiği ve seçimlere müdahale ederek birilerini iktidara getirdiği iddia ediliyor. Ergenekon yapılanması bundan yaklaşık bir buçuk sene önce Nokta Dergisi’nde Özden Örnek’in günlüklerinin yayınlanmasıyla yavaş yavaş deşifre edilmeye başlanmıştı. Daha sonra Ümraniye’de bir evde bombaların bulunması örgüte yönelik operasyonların hızlandırdı. Ardı ardına gelen operasyonlarla, Türkiye’de saygın kişiliği olduğu düşünülen generaller, toplumu yönlendirme noktasında bulunan gazeteciler ve akademisyenlerden birçok isim tutuklandı. Operasyonun devamında belki daha birçok siyasetçi, akademisyen ve asker gözaltına alınacak. Türkiye’de yıllardır Ergenekon ve benzeri örgütler gizliden gizliye yürüttüğü faaliyetlerle devleti ele geçirmeye çalışıyorlardı. Bugünlere kadar onlarca faili meçhul cinayetin, Türkiye’de değişik eylemlerle oluşturulmaya çalışılan kaosun müsebbiplerinin kimler olduğu aklılarda hep soru işareti olarak kalıyordu. İşte bu operasyon bir bakıma Türkiye’de zihniyet bakımından kökleri İttihat ve Terakki’ye kadar dayanan, başka isimler altında teşkilatlanıp milletin üzerinde bir baskı oluşturarak yönetmeyi gelenek haline getirmiş bir sistemin sonunun işareti.

GÖRÜŞ: Mahmut Övür

ERGENEKON OPERASYONU,
Türkiye’nin özellikle son 50 yıllık tarihinde Türkiye’de yasa dışı işler yapan bir örgütle yüzleşme açısından ciddi bir operasyon. Susurluk bir ilkse, Ergenekon bunun devamı niteliğini taşıyan ikinci ve önemli bir operasyon.

İTTİHAT VE TERAKKİ zihniyeti tepeden inmeci bir zihniyetti. Toplumla yüzleşemedikleri için sorunları zorla çözmeye çalışıyorlardı. Ama zihniyet olarak Ergenekon’u da İttihat ve Terakki’ye bağlayabiliriz.

SUSURLUK’TA devlet içerisindeki çeteleşmelerle yüzleştik, ama Ergenekon’la bu çeteleşmenin daha sistematik bir çehreye büründüğünü gördük. Susurluk’ta devletin polisi bir kesimi örgütledi, JİTEM’i bir kesim örgütledi. Yani aklınıza gelebilecek herkes devlet adına cinayet işlemeye, uyuşturucu ticareti yapmaya başladı. Devlet bir biçimde çeteleşti ve Susurluk bunun açığa çıkmasıydı.

BUGÜN ERGENEKON’LA ORTAYA ÇIKAN YAPILANMANIN GERİSİNDE Türkiye’de 90’lı yıllarda yapılan hukuk dışı yapılanmalar, devlet adına işlenmiş cinayetler var.

12. DALGADA TUTUKLANANLAR örgütün yönetim kadrosu mudur değil midir bilemiyorum. Ama operasyon kapsamında göze alınan kişilerin hepsinin Ergenekon’la bir şekilde münasebeti olmuş. Önümüzdeki süreçte büyük olasılıkla örgütün yönetim kadrosundan birileri de tutuklanacak.

BU SÜREÇ bu kirli yapılanma ile yüzleşme sürecidir. Türkiye Ergenekon’u bir şekilde bitirmelidir, bunu yaparken de özellikle 90’lı yıllarda yaşanan her türlü hukuksuzluğun üzerine gidilmelidir.

TÜRKİYE’DE BU TİP YAPILANMALARIN önüne set çekecek tek bir şey var: Demokratikleşme. Biz demokratikleşme sürecini hızlandırdığımız müddetçe bu tip örgütlenmeler hep boşa kürek sallayacaklar.

ABD BAŞKANI’NDAN ANLAMLI ZİYARET
Obama Türkiye’de


ABD Başkanı Barack H. Obama resmî temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye geldi. Ankara ve İstanbul’da değişik temaslarda bulunan Obama, Türkiye’ye yönelik önemli mesajlar verdi. Obama’nın ziyareti Türkiye’yi özellikle üç noktada ilgilendiriyor: Ermeni Meselesi, Kürt Sorunu ve Batı’da, özellikle ABD’de yükselen İslamofobi meselesi. Barack Obama bu üç mesele ile ilgili ciddi açıklamalarda bulundu. ABD Başkanı TBMM’de yaptığı konuşmada, ABD’nin İslam’la savaşmadığını ve asla savaşmayacağını vurguladı. Türkiye’nin terörle mücadelesine de değinen Obama ABD’nin hiçbir şekilde terörü desteklemeyeceğini, PKK ile El-Kaide’nin ortak düşman olduğunu söyledi. Ermeni soykırımı iddiaları hususunda Obama, bu sorunu Türkiye ile Ermenistan’ın bir araya gelerek yapıcı bir şekilde çözmeleri gerektiğini ifade etti.  ABD ile Türkiye arasında “model ortaklık” kavramını gündeme getiren Obama, bu kavramın çerçevesini ise şöyle çizdi: Yalnızca ikili ilişkileri geliştirerek değil, birlikte çalışarak Batı ile Müslüman dünya arasında birlikteliği sağlamak. Bu açıklama Türk-ABD ilişkilerinin stratejik ortaklık boyutundan sıyrılarak, yeni bir zemine oturtulduğunun ifadesi. Obama’nın ABD’de başkan seçilmesi özellikle Müslüman dünyada ilgiyle izlenmişti. Obama’nın Türkiye ziyareti de aynı şekilde ilgiyle karşılandı. Zira Obama’nın, dolayısıyla ABD’nin yeni dönemde nasıl bir politika izleyeceği tüm dünyanın gündeminde. Obama verdiği mesajlarla neo-conlar gibi çatışmacı bir siyaset izlemeyeceğinin işaretlerini vermiş oldu. Ama ortada değişmeyen bir gerçek var: ABD’nin çıkarları. Kim başkan olursa olsun bu çıkarları gözetmek zorunda. Obama da yöntemi farklı bile olsa bu çıkarları gözetecek. İlerleyen süreç ise bu yöntemin ne kadar başarılı olacağı sorusunun cevabını veren günler olacak.

GENELKURMAY KONUŞTU
Başbuğ Mesaj Verdi


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay’ın yıllık bilgilendirme toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplum nezdindeki itibarını ve güvenilirliğini sarsmayı amaçlayan iki önyargılı yaklaşım bulunduğunu söyledi. Orgeneral Başbuğ bunları, demokratlık kisvesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı sistematik muhalefet ve bu kurumu din karşıtı olarak gösteren kötü niyetli kampanyalar olarak sıraladı. Ordunun halkın vergileriyle oluştuğunu ifade eden Başbuğ, askerlikte güven-itimat ilişkisinin çok önemli olduğunun; bunun da toplumun güven ve itimadı, sivil ve askerî liderlerin güven ve itimadı, ast rütbeli personelin güven ve itimadı olarak üç şekilde kategorize edilebileceğinin altını çizdi. TSK’nın din karşıtı bir kurum olmadığını ifade eden Başbuğ, sivil-asker ilişkilerinde gücün sivillerde bulunduğunu, ancak askerlere sağduyulu yaklaşılması gerektiğini belirtti. Ordunun da demokrasiye ihtiyaç duyduğunu, komutanların karar alırken astlarının düşüncelerini de dinlemesi gerektiğine dikkat çekti. Başbuğ’un açıklamalarının en ilginç olanı “Türkiyelilik” vurgusuydu. Başbuğ, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran gücün “Türkiye halkı” olduğunu vurguladı. Bazı dinî cemaatlerin siyasî aktörlüğe soyunduğuna da değinen Başbuğ, bu dinî cemaatlerin önündeki tek engel olarak TSK’yı gördüklerini söyledi. Başbuğ’un açıklamaları kamuoyunda bir süredir tartışılıyor. Bu açıklamalarda kullanılan bazı ifadelerin bir özeleştiri niteliği taşıdığı söyleniyor. Başbuğ’un ifadelerinde ne kadar samimi olduğu ve bu açıklamaların ne kadar gerçekçi olduğu ise TSK’nın uygulamalarıyla ortaya çıkacak.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI MI, İTTİFAKI MI?
Medeniyetler İstanbul’da Bir Arada


Samuel Huntington tarafından ortaya atılan ve 11 Eylül saldırılarının ardından kitaplaştırılan “Medeniyetler Çatışması” tezi, son dönemde dünyada birçok saldırının temel nedeni olarak anılıyor. Bu tez yalnızca Doğu ile Batı arasındaki bir mücadeleden değil; Hindistan, Çin, Türkiye ve Arap Dünyası ile Avrupa ve Amerika’daki ülkelerin çeşitli sebeplerle bir mücadele ortamında bulunduğundan bahsediyordu. Yani aslında yalnızca Hıristiyan Dünyası ile İslam Dünyası’nı karşı karşıya getirmekle kalmıyor, tüm dünyada kaotik bir ortamın oluşacağını öngörüyordu ve bu tez aydınlar tarafından yıllardır tartışılıyor. İşte buna alternatif sunmak amacıyla 2005 yılından beri yapılan “Medeniyetler İttifakı Toplantısı” Türkiye ve İspanya’nın öncülüğünde İstanbul’da gerçekleştirildi. Toplantıya aralarında Ermenistan, Karabağ ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin bulunduğu onlarca devletten temsilciler katıldı. Başbakan Erdoğan toplantıda yaptığı konuşmada “Hepimiz küresel uyum ve barış için çalışan bir ailenin fertleriyiz. Nasıl bir aile dayanışma, kader birliği üzerine kuruluysa bizim de kader birliğimiz aynıdır. Dinî konular kimsenin tekelinde değildir. Sınırlı imkânları en iyi şekilde kullanmak, somut adımlar atmak, önyargılardan arındırılmış sevgi ve hoşgörülü bir dünya hazırlamaktır” diye konuştu. Erdoğan konuşmasını Mevlana’nın “Gel ne olursan ol yine de gel” sözleriyle bitirdi. Toplantıda medeniyetlerin barış ve huzur içerisinde, çatışmadan aynı platformda buluşabilecekleri noktasına vurgu yapıldı. Medeniyetler İttifakı toplantıları şu an ortaya somut bir şeyler koymadı. Ancak alınan kararlar uygulama alanı bulursa bu toplantılar bir anlam ifade edecek…

KAOS DEVAM EDİYOR
Irak’ta Bombalar Patlıyor


Irak üst üste gelen bombalı intihar eylemleri ile sarsılıyor. Son zamanlarda yaşanan bombalı intihar eylemlerinde yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Saldırıların Sünni halka yoğunlaştığı bildiriliyor ve zaman zaman camiler de hedef alınıyor. ABD askerleri de yaşanan intihar saldırılarından endişeli. Pentagon’un, Amerikan güçlerinin işgal altında tutulan Irak’tan çekilmeye başlamasıyla “asilerin” saldırılarının da artacağı öngörüsünü taşıdığı ifade ediliyor. ABD’nin Irak’a girdiği 2003 yılından bugüne ABD ordusu önemli kayıplar verdi. Irak’a “demokrasi götürme” vaadiyle giren ABD’nin ardında bıraktığı kan ve gözyaşından başka bir şey olmadı. ABD Irak’tan çekileceğini yaklaşık 3 yıldan beri söylüyor. Ancak hâlâ çıkamadı. Pentagon yetkililerinin yaptığı açıklamalar göre ABD Irak’tan çekilmek için Irak Hükümeti’nin istemesini bekliyor. Irak Hükümeti’nin ise buna hiç niyeti yok. Çünkü ABD askerlerini iktidar muhafızları gibi görüyorlar. Irak’ta kargaşa devam ediyor. ABD askerleri bölgeden çekilmedikçe de devam edeceğe benziyor.

Rasmussen’den Özür Yok

Özellikle “Karikatür Krizi”ndeki tutumu ve Roj TV’nin yayınına destek vermesi nedeniyle Türkiye’nin tepkisini çeken Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen NATO Genel Sekreterliği’ne seçildi. Bu duruma karşı çıkan Türkiye’yi ikna etmek için araya AB ve ABD girdi. Türkiye daha sonra Rasmussen’in Genel Sekreter olmasını kabul etti. Barack H. Obama’nın Başbakan Erdoğan’a bazı hususlarda güvence vermesi Türkiye’nin ısrarını kırdı. Rasmussen NATO’nun yeni Genel Sekreteri olarak elinden gelenin en iyisini yapacağını ifade ediyor. Türkiye’nin endişelerini anladığını ve görevi boyunca Türkiye ile iyi ilişkiler kuracağını söyleyen Rasmussen, Türkiye’nin stratejik olarak iyi bir müttefik olduğunu ve aynı zamanda Avrupa ile Ortadoğu arasında köprü rolü oynadığını vurguluyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy de Rasmussen’in insan haklarına saygılı bir isim olduğunu dile getirdi. Türkiye’de yapılan Medeniyetler İttifakı Toplantısı’na katılan Rasmussen, Karikatür Krizi ile ilgili yaptığı açıklamada bunun bir hata olduğunu dile getirdi, ama özür dilememekte ısrar etti. Roj Tv meselesi için de bu kanalın PKK bağlantısı bulunması halinde kapatılacağını söyledi. Rasmussen karikatür krizi sırasındaki tutumunun hakaret olarak algılandığını, ancak bunun bir yanlış algılama olduğunu ifade etti.  Rasmussen’in bu açıklamaları getirildiği yeni görevin sorumluğunu hissederek söyledi belki de. Karikatür krizi ile ilgili ağzından “özür” kelimesinin çıkmaması ve ifade özgürlüğünün açık ve net bir diyalog için ön şart olduğuna ısrarla vurgu yapması İstanbul’daki tavrının pek de samimi olmadığını gösteriyor. NATO’nun yeni Genel Sekreteri Rasmussen’in bu tavrının değişmemesi halinde Türkiye’nin tepkisinin bugünkünden daha sert olacağı konuşuluyor.