> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Güncel Dini Haberler > Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk  (Okunma Sayısı 224 defa)
14 Temmuz 2011, 01:55:29
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 14 Temmuz 2011, 01:55:29 »



Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk   
   
BALIKESİR YENİ ASYA OKUYUCULARININ BARLA ZİYARETİ İZLENİMLERİ...
 
MUHTEŞEM VE MAĞRUR DAĞLAR
Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra Kafile Başkanı Ali Kurnaz, “Şimdi Barla’yı gezip, Üstadın evini ziyaret edeceğiz” dedi. Yola koyulduk. Yönümüzü kasabanın merkezî kısmına doğru çevirdiğimizde muhteşem ve mağrur dağlar sanki bizi selâmlıyordu. Sessiz yolcu, bu dağları uzun uzun seyretti. Barla dağının başı karlı ve dumanlıydı. Onun bu manzarayı huşu içinde seyrettiğini gören yol arkadaşı öğretmen Kâmil, “Her zaman karlı mıdır bu Barla’nın başı?” diye sordu. Arkadaşı cevap verdi. Bu Barla Dağı büyük bir kütledir. Kendine bağlı daha birçok küçük dağlar ve zirveler vardır. Gölün kıyısından itibaren batıya doğru uzanır. En yüksek noktası Barla’nın birkaç kilometre daha gerilerine düşen bu başı karlı zirvedir” dedi. Öğretmen Kâmil sorusuna devam etti. “Yükseltisi nedir?” Arkadaşı: “2734 m” diye cevap verdi. “Oooooo! Bayağı yüksekmiş. Hatta Uludağ’dan bile” dedi.
Barla’nın merkezine yaklaştıkça yavaş yavaş onları bir heyecan sarmaya başlamıştı. Üstad Hazretlerinin yaşadığı mekânları görebilmenin, onun duyduklarını ve düşündüklerini hissedebilmenin heyecanıydı bu.

CENNET BAHÇESİ
Yüksek kaleleri andıran ve insanı kendi hür âlemine çağıran mağrur dağların eteklerine yaslanmış olan tarihî Barla’nın güney kenarı boyunca uzanan derin bir vadi vardı. Bu vadiye yerleşmiş olan dere, o yüksek dağların suları ile besleniyordu. Görünüşe göre seyrek çalılıklarla kaplı dik yamaçlı kayalık bir vadi idi bu. Göle doğru akışlıydı.
Yamaçlarından biri güneye, diğeri kuzeye bakıyordu. Kafile etrafı seyrederek kasabanın merkezi kısmına doğru yürürken, birkaç kişi, sol taraftaki bir binanın yanında bulunan, üzerine güllerin sarıldığı kemerli bir demir kapıyı işaret ederek “Cennet Bahçesi” diye heyecanla bağırdı. Kapının üzerine iliştirilmiş, Üstad Hazretlerinin buraya zaman zaman geldiğini, tefekkür ettiğini ve Risâle-i Nur’un ilk kısımlarını burada yazdığını açıklayan bir levha vardı.
Mermer merdivenlerden heyecanla aşağıya doğru inmeye başladık. O kadar çok merdiven vardı ki sonunda vadinin en aşağı kesimine kadar indik. Bu sırada envaî çeşit ağaçlar, güller ve çiçekler içinden geçtik. Burası serin ve su kaynağının bulunduğu bir yerdi. Bu aşağı kesimde, küçük ve üzerinden geçerken sallanan tahta köprü vasıtasıyla ulaşılan bir kameriye vardı. Vakıf Osman kardeş burada etrafına toplanan gençlere bazı açıklamalar yaparken, sessiz yolcu onları can kulağı ile uzak bir köşede dinledi. Osman kardeş: “Burası, Barla sakinlerinden Sıddık Süleyman’ın bahçesi imiş. Üstad buraya sık sık gelirmiş. 28. Söz burada yazılmış”. Gençlerden biri: “Burası o zamanlar da yine böyle miymiş?” Osman kardeş “Hayır” diye cevap verdi. “Burası daha sonra tanzim edildi ve gördüğünüz bitkilerin çoğu o zaman dikildi” diye ilâve etti. Daha sonra kameriye altında kısa bir ders yapıldıktan sonra tekrar yukarıya tırmanılmaya başlandı. Bu arada gençlerden birisi, üzerindeki meyveleri olgunlaşmış bir kiraz ağacı görünce dayanamayıp yanına yaklaştı ve yanındakilere dönerek “Yemek caiz mi acaba?” diye bir soru sordu. Ancak daha cevabını beklemeden, dayanamayıp, rengiyle, biçimiyle, bütün tabiîliği üzerinde olan bu kirazlardan yemeye başlamıştı bile.
İklimine göre Barla’nın meyveleri kiraz, erik, elma, dut, badem, ceviz ve hünnaptı. Şüphesiz Üstad Hazretleri Barla’da iken “Cennet Bahçesi“ adı verilen bu mekân bu denli ağaçlıklı ve bu düzende değildi. Belki Üstad çok eğimli bir yamaçtan yavaş yavaş vadinin dip kısmına yakın ve bir su kaynağının geçtiği bu bahçeye iniyor ve elma, kiraz, erik ve badem ağaçları arasındaki bir çardağın altında dinleniyor, kuşların ötüşlerini, suyun şırıltılarını, ağaçların rüzgârdaki yaprak hışırtılarını dinliyordu. Ruhunda ve kalbinde taşıdığı cenneti, sanki burada görüyor ve yaşıyordu. “Hem insan olan bir insan diyebilir ki, ‘Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hâne yapmış; güneş benim bir lâmbamdır; yıldızlar benim elektriklerimdir. Yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir’ der. Allah’a şükreder.“ (28. Söz’den).

ULU ÇINAR KAÇ YAŞINDADIR ACABA?
Kafile gayri ihtiyarî birkaç grupa ayrılmıştı. Bir kısmı Cennet Bahçesini dolaşıp dönerken, bir kısmı da Üstad Hazretlerinin ikamet ettiği evini, kimileri de namaz kıldığı camileri geziyordu. Bizim kafile Barla’nın biraz daha içine sokuldu. Hepimizin dikkatini ulu bir çınar ağacı çekti. Ona doğru yürüdük. Birisi “Bu Üstadın çınarı. Üstüne çıkarmış, hatta orada bir de kendine oturacak veya yatabilecek şekilde bir kerevet yapmış” dedi. Hepimiz başlarımızı yukarıya doğru kaldırıp oraya baktık. O kerevet aynen duruyordu. Ulu çınarın çatalındaydı. Bu ulu çınar 35 m kadar boya ve 2 m civarında bir çapa malikti. Bir çokları, “Acaba kaç yaşındadır bu çınar?” diye içinden geçirdi. Sessiz yolcu, en azından 500 var diye düşündü.
Bu her bakımdan bir anıt ağaç ve korunmaya değer bir ağaçtı. Gayet sağlıklı, şen ve neşeli görünüyordu. Şüphesiz ki Üstadın kendi dallarına tırmandığını, bazı gece yıldızları, bazı geceler mehtabı ve gölün üzerine ışıklarıyla çizdiği yakamozları seyrettiğini, bülbüllerin şakıyışlarını dinlediğini ve geceyi bütün ruhu ve kalbiyle tefekkür ettiğini, yaşadığını biliyordu.
Ulu çınar, kollarını uzattığı mütevazı ev, suyu yüzyıllardan beri azalmadan ve kesilmeden akan tarihî çeşme, imanlı ecdaddan miras Yokuşbaşı Camii ve Selçuklu yadigârı unutulmuş Barla sanki yüzyıllardır bir yolcuyu bekler gibiydiler. O yolcu geldi, silkinip uyanan Barla, en güzel, en tatlı meyvelerini onunla verdi.
Barla sokakları gezilirken bütün kafilenin zihninde aynı düşünce ve duygular vardı. “İşte Üstadın kaldığı ev, küçük, mütevazı fakat ne kadar da cana yakın. İşte şırıltılarını dinlediği ve sularını içtiği çeşme. İşte rüzgârda hışırdayan yapraklarıyla adeta zikreden ve üzerinde envaî çeşit kuşların cıvıldaştığı ulu çınar. İşte onun çatalına yerleştirilmiş, Üstadın zaman zaman oturduğu, uyuduğu ve belki de gecelediği kereveti. İşte namaz kıldığı şu ecdad yadigârı cami, dolaştığı şu sokaklar ve başeğmez mağrur bir kale gibi kasabanın üstünde yücelmiş yalçın dağlar… Demek ki bu beldede doğdu Risâle-i Nurlar.”
Üstad Hazretleri Barla’da kaldığı 8-9 sene içinde tabiî ki Barla’nın dağlarını gezmiş ve dolaşmış idi. Barla dağları kayalık, yüksekleri karlı ve buzlu, yaylaları binbir çeşit çiçeklerle süslü, çam, ardıç ve katran ormanlarıyla örtülü, güzel, sarp ve hürriyet havasıyla dolu dağlardı. Onlardan biri de, Barla kasabasının kuzeyine düşen, göl manzarasına hâkim, ormanlarla örtülü Çam Dağı idi. Barla’dan yaya yürüyüşle dört saatte gidilen bu dağda Üstad Hazretleri, bir Katran ağacının çatalına yaptığı kerevetinde birkaç zaman yalnız kalmıştı. Burada tefekkür etmiş ve tabiatın kalbini ve ruhunu tâ derinden dinlemişti. İşte Risâle-i Nur eserleri, bu dağların, bu taşların, bu ağaçların, bu güzel çiçek ve böceklerin, bu suların, gecenin, ayın, yıldızların, bu şafakların, sabahların ve parlayan güneşin sesleriydi, konuşmalarıydı ve insanlara hâl dilleri ile verdikleri derslerdi.
Barla’nın dar ve taş döşeli sokaklarında, yol kenarlarında gül suyu, gül lokumu ve çeşitli Barla hatıraları satan dükkânlarında, köylü kadınların erik, kiraz, badem ve cevizlerinde, hemen hemen her şeyde kafile adeta Üstadı, ondan hatıraları arıyor ve bunları düşündükçe seve seve cömertçe ve gayet içtenlikle alış veriş ediyordu.
Yokuşbaşı Mescidi, Üstadın Evi, Mus Mescidi hep gezilmişti. Dağlar, zirveler hayranlıkla seyredilmişti. Barla’nın nostaljik ahşap evleri, eski çeşmeleri, bahçelerdeki ağaçları, yol kenarlarındaki çiçekleri hepsi istisnasız incelenmişti. Herkes mutlu, heyecan dolu, şevkli ve neşeliydi. Öğretmen Kâmil Barla’nın kirazlarını çok beğenmiş ve 2 kilo kadar satın almıştı. Oracıkta oturacak bir sıra bulmuş, hem kirazlarını yiyor, hem de gelene geçene ikram ediyordu. O sırada oradan geçen suskun yolcu, içinden “Ne kadar cömert bu Kâmil kardeş” diye geçirdi. Öğretmen Kâmil, yol arkadaşının içinden geçenleri anlamış gibi, “Gel kardeş buyur. Sen de al, çekinme tadına bak” diye ona da ikram etti. Arkadaşı elini torbaya daldırdı ve aldığı kirazları yemeye başladı. Bunlar tabiî ki Üstadın da kirazlarıydı.

ÜSTADIN 1950’DEN SONRA KALDIĞI EV
Bir ara vakıf Osman kardeş ortalıkta göründü. Yanında kafilenin gençleri vardı. Etrafına toplanmış, Osman kardeşi dinliyorlardı. Biz de kafilenin bir bölümünü gözden kaybettiğimiz için Osman kardeşin yanına gidip gençlerin arasına karıştık. Osman kardeş önümüze düşerek bize yol gösterdi ve Barla’nın üst mahallelerine doğru ara sokaklardan gitmeye başladık. Dar ve eğri büğrü ara sokaklardan geçerken asırlar öncesi Barlası'nın izlerini kitabesi sökülmüş, suyu kesilmiş bir Osmanlı çeşmesinde, ahşap bir evin görkemli kapısında, bazen de nostaljik, küçük bir ev fırınında gördük. Daha yukarılarda merdivenli bir sokaktan geçerken Osman kardeşin heyecanlı bir ses tonuyla sağ taraftaki, üst katı ahşap olan, düzgün bir evi göstererek “İşte, Üstadın 50’li yıllardan sonra zaman zaman Barlaya geldiğinde kaldığı ev” dediğini işittik. Evi tetkik ettikten sonra bir ziyaretçi “Ne kadar da yeni” deyince, Osman kardeş “Restore edildi” diye bir açıklama yaptı.

SAV  KÖYÜ
Önce Isparta merkeze geldiler. Oradan Antalya istikametine giden yola saptılar. Biraz gittikten sonra sola Savköy yolu ayrıldı. Savköy, Isparta şehrinin sembolü, heybetli Davras Dağının güneybatı eteklerinde, Risâle-i Nur hizmetlerinde adı çok anılan hususiyetli bir köydü. Kafile, belediye bahçesinde kısa bir çay molası verdikten sonra Risâle-i Nur hizmetine bizzat katılmış ve Üstadı görmüş olan yaşlı bir ağabeyin evine ziyarette bulunmak üzere oradan ayrıldı. Köyün henüz değişmemiş dar ve taş meskenli sokaklarından ve sanatlı bir taş minareye sahip Sinan Dede Camii’nin yanından geçerek büyükçe...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk
« Posted on: 20 Nisan 2024, 19:20:13 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk rüya tabiri,Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk mekke canlı, Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk kabe canlı yayın, Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk Üç boyutlu kuran oku Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk kuran ı kerim, Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk peygamber kıssaları,Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğduk ilitam ders soruları, Risâle-i Nur'un doğduğu beldede yeniden doğdukönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes