๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Güncel Dini Haberler => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 14 Temmuz 2012, 14:49:42



Konu Başlığı: Mehmet ÇETİN
Gönderen: Sefil üzerinde 14 Temmuz 2012, 14:49:42

Mehmet ÇETİN

Küfre düşme tehlikemiz


Günlük hayat içerisinde hâlet-i ruhiyemizin medcezirleri içerisinde küfre düşme tehlikeleri çok zamandır dikkatimi çekiyordu. Bu sadece bende mi, yoksa başkalarında da var mı? Bu düşünce içerisinde bir arkadaşın derdini dinlerken, dolayısıyla cevabımı da almış oldum.
   
Mü’min her hâli ile mü’min olamayabiliyor; kâmil iman sahibine yakışır davranışta bulunamayabiliyor. Bunda garip bir sır, ince bir hikmet olmalı.
Bir imanî sohbet zemininde arş-ı âlaya yol alan iman sahibi, musîbet karşısında zaman zaman bocalama durumuna düşebiliyor. Bu musîbetin kisvesi, şekli ve şemâili ise, başka şekillerde de olabiliyor. Meselâ, internette iken istenmeyen sahifenin iradeniz dışında açılması ile başlayabiliyor. Yazı yazarken başkalarının gelerek dikkatinizi dağıtması ve buna tepkinizin yapıcı-yıkıcılığıyla devam ediyor. Yan odadan televizyon, dışarıdan çocuk sesleri sizi imtihan ediyor. Yaklaşan borçlarınız, ayın yarısına varmadan biten maaşınızın can sıkıcılığı sıkıntıyı zirveye doğru iter. Zaten bu sıkıntıların bahanesi ile gidemediğiniz ders ve sohbetlerden gelen imanî takviyenin devam etmemesi de, sizi artık savunmasız bırakır.
Bu haliniz çoğu zaman denize düşenin hâlini andırır. Yılana sarılmak an meselesidir artık. Ehemmiyete alınmayan küçük günahlar kurt değil, manevî yılan hükmüne geliveriyor. Bu hal, herbir günah içerisinde küfre giden yolun olduğunu fiilen anlatıyor. Artık işlenen her bir günah kalbi siyahlandıra siyahlandıra imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.
İmanî bir rüknü inkâr etmeden, sadece sıkıntıdan gelen isyanla hareket ve hatta hakaret edebiliyor insan. Artık sıkıntılarını dillendirebilir hâle geliyor ve feryatlar, itiraflar başlıyor:
“Ey Rahîm olan Rabbim! Zaman zaman yaptığım kaçamak günahlar, işlediğim suçlarımla Sana isyanları oynadığımın farkındayım. Doğrusu nefsim rahatladı, ama vicdanen daha beter sıkıntının içerisinde buldum kendimi. Biliyorum beni o bataklıktan Sen kurtardın. Günahlarla boğuşmaktan, küfre gidip gelmekten, yüzümü yerden kaldıramamaktan, dostlarımla kalbî muhabbet edememekten artık yoruldum. Medet ey Allâhım!” şeklinde dile gelen feryatlar, hamdolsun ki tekrar insanı imana kavuşturup, adeta aklımızı başımıza getirip nedametli istiğfarlarla imanı tazeliyor.
Evet, mülkün mâliki Allâh’tır, dilediği gibi tasarruf eder. Hangi ele avuca gelir hâlimiz ile Onun huzuruna çıkıp da hak talebinde bulunabiliriz ki? Hayatın musîbet ve hastalıklarla tasaffî ettiğini yıllardır İkinci Lem’a’dan okuduk, ama uygulamasında sınıfta kaldık. Bildiğimiz ibadetleri yaparken, menfî ibadetleri ise bırakın eda etmeyi, çoğu zaman anlayamadık bile. Anlayamadığımız için menfî ibadet fırsatını değerlendiremedik.
Musîbetlerle geçecek hayatımızda sabır kuvvetini devamlı şimdiki zamanda zinde tutmamız gerekir. Bu noktada iken geçmiş ve geleceği düşünmek, şimdiki zamana tahşidat yapılması gereken sabrı zayıflatır. Elimizde tek ve bir tek kozumuz, silâhımız, sığınağımız, kalemiz, malzememiz, hamimiz, gerekçemiz olan acz ve fakrı niçin unutuyor ve olması gerektiği gibi kullanmıyoruz?
Mevcut demirbaşlarımızı ıslâh edip istimal ederek, büyük şefaatcımız olarak verilen acz ve fakrımızın lisan-ı hâli ile duâ etmeliyiz. Duâ mü’minin tahassüngâhıdır, sığınağıdır. Kulluğun en mühim maksadıdır, direğidir. Bizi, Rab katında en ehemmiyetli kılan hâlimizdir.
Sebeplerin aslında bir sebep veya bahane olduğunu, esas maksadın duâ ve duâya teşvik olduğunu, dolayısıyla Rabbimizin vermek istemesine duânın, istemenin de bir sebep olduğunu anlıyoruz.
Hayatın hangi hâlinde olursak olalım, ubudiyetin ruhu olan duâyı esas etmeliyiz. Başa gelen musîbet ve nimetler aslında duânın hatırlatılmasında kullanılan uyarıcı taşlardır. Sürüden ayrılan koyuna çobanın, ayrılmaması için attığı ve isabet eden taşlardır.
Musîbet taşına karşı sabırlı duâyı şimdiki zamanda sürekli yapana selâm olsun.