๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Güncel Dini Haberler => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 08 Haziran 2012, 15:31:26



Konu Başlığı: Medreseden pikniğe
Gönderen: Sefil üzerinde 08 Haziran 2012, 15:31:26
Sincan Cezaevi’nden Uşak pikniğine

Yüzölçümü olarak 780 bin km²’lik Türkiye’mizde 370 tutuklu ve ceza evi ve bunların içinde inişli çıkışlı 130 bin tutuklu ve hükümlü var. Buralarda kadın ve erkek tutuklu ve hükümlü kişilere hitabımın çoğunda “Medrese-i Yusufiye sakinleri“ ismini kullanıyor ve akabindeki açıklamamda diyoruz ki: Tarihin derinliğinde peygamberler silsilesinde Hz. Yusuf Aleyhisselâm bir iftira ve gadre uğrayarak—sırlar âlemi—rivayetlerde 5 veya 12 yıl civarında, Mısır zindanlarında kalıyor. Yine bazı kayıtlarda kendilerine peygamberlik, kardeşlerinin attığı kuyuda ve diğer rivayetlerde Mısır zindanlarında geliyor.

Mısır’ın daha İslâm olmayan kralının rüyası ve akabindeki gelişmeler, kıtlıklar vesâireler... Kral der ki: “Madem öyle, buraların idare ve hakimiyetini sana versek, neyin ile buraları ıslâh edip kurtaracaksın?” Hz. Yusuf (as) cevabında der ki: “Evvela Allah, sonra da zindandaki kardeşlerimle kurtaracağım. Çünkü onları yetiştirdim, onlar insanlığın son sırrına erdiler, onlar Müslüman oldular vs.” Akabinde zindanlardakiler çıkar ve Hz. Yusuf (as) ile omuz omuza çalışır ve Mısır’ı 7 yıllık kıtlık darbesinin elim neticelerinden kurtarırlar…
Asırlar boyu ve peygamberler silsilesinde bu zindanların adı “Medrese-i Yusufiye” olmuştur. Şimdi öyle mi? Öyle olabilmesi için 1943 yılında Denizli “Medrese-i Yusufiyesinden” bir örnek vermem lâzım. O tarihte büyük gadre uğrayan büyük âlim Hz. Bediüzzaman oradadır. 2-3 adam öldüren katiller gelirler ve derler ki: “Hoca efendi hazretleri, biz ıslâh olmak istiyoruz, el eman” Hz. Bediüzzaman onlara o zindanda telif ettiği “Meyve Risalesini” verir ve “Bunu okuyun kardaşlarım ve size de duâ edeceğim“ der. Aradan bir-iki hafta geçer, aynı kişiler gelirler ve derler ki: “Sultanım, bizim koğuşlarda tahta biti ordusu geziniyor, bizleri rahatsız ediyor, onları öldürsek günahkâr olur muyuz?”
Türkiye’nin en büyük ceza evi olan Ankara-Sincan ceza evinde, gerek kadınlara ve gerekse gençlere verdiğim ayrı ayrı iki konferansta bu hakikatlerin çok vechelerini anlattım. Onlara “Kardeşlerim” diye hitap ettim ve “Ben de sizler gibi buraların hem askerî, hem sivil zindanlarından geçerek geldim, ben de sizlerin kader arkadaşınızım” diyerek, Hz. Mevlânâ’nın “Dünle beraber gitti cancağzım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” ve emsâli söz, âyet ve hadisler söyleyince, dinmeyen alkışlar ile gözyaşları birbirine karıştı. Buradaki derunî mana: Her şekliyle iman vitamini bugünkü anlamda verilmesi vacip ve elzemdir.
Elbette buralara gelmemde ve beni buralara taşıyan zevata, başta Müdür Halid Çanga Beye ve müdür yardımcıları Funda ve Vildan Hanımlara ve cezaevi öğretmeni Tuncay Beylere ve organizatör muhterem Mehmet Şahin ve Erünsal Oztok ve H. Özkan Beylere binler tebrik ve teşekkürler.
Bir gün sonra Sincan’a nuranî ışık tutan Sincan Yeni Asya vakıf binasında gönül dostalarına, hem “medrese-i Yusufiye hatıraları”, hem de “insan ve insan ilişkileri” üzerine bir sohbetimizden sonra sabah namazında fedakâr kardeşlerim eğitimci Erünsal ve hukukçu Ömer beylerin refakatinde Yeni Asya’nın deruhte ettiği Uşak–Kaşbelen Köyü geleneksel pikniğine ulaştık. Orada da ehl-i himmet zevata, başta organizatör Secaaddin Erfidan ve yılların ağabeyi Celal Yıldız ve fedakâr Cemil Beylere, genç Mustafalara ve yağmur altında bizlere muhteşem salonlarını açan köy muhtarı H. Hasan Beylere binler şükranlar…
Diyeceksiniz ki bu pikniklerde ne var? Bunun cevabını sabah bölümündeki açık alanda, konferansımdan önceki sohbetimde ifade ettim. Peygamberlerin ve üstadlarımızın yürüyüşlerinden ve kaldıkları dağ ve tepelerden ve oralardaki manevî hallerden ve ruhaniyetin tecellilerinden kayıtlı kürekli örneklerinden fasıllar geçtik. Buralardaki bir saat şimdiki şehirlerin 10 saatine bedeldir. Aileler, çocuklar ve herkes tıbbî yönden de muhtaçtır. Makalelerimde ve son çıkan eserimde bunların üzerinde uzun uzun durduk. Elbette bizler de bu sayelerde bu beldelere çıkıyor ve teneffüs ediyoruz. Nurun baharında İslâmın inkişafında, melekût âleminin alkışlarına katılmak böyle günlerde çok lâzımdır. Ruhun huzur bulduğu mekânlar, kitapların yazıldığı diyarlar...

yeniasya