> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Güncel Meseleler > Güncel Dini Haberler > Kürsülerin dili
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kürsülerin dili  (Okunma Sayısı 226 defa)
04 Ocak 2012, 17:04:50
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 04 Ocak 2012, 17:04:50 »



Kürsülerin dili    
   
Süleymaniye, Fatih, Bayezıd gibi selâtin camileri ziyaret ettiğimizde içerisinde tarihî iki veya üç vaaz kürsüsü görürüz. Bildiğiniz gibi bu kürsüler, bir zamanlar o camilerde aynı anda birden çok hocanın farklı konularda dersler verdiğini göstermektedir.
 
 İsteyenler bir kürsüden Fıkıh dersi dinlerken, bir kısmı da diğer kürsüde Siyer-i Nebî anlatan hocayı dinleyebiliyorlardı.
Bu gelenek Peygamber Efendimizle (asm) başlayan bir sünnet geleneğiydi. Efendimiz (asm), lüzum hâsıl olduğu zamanlarda ahiret ve dünya ile ilgili konularda bilgiler verir, Ashabının en mahrem soruları da dahil cevaplandırır, onlar da “sanki başlarının üzerinde bir kuş varmış” da onu ürkütmeme titizliği içinde müteyakkızâne dinlerlerdi. Kültürümüzde “halka dersleri, minder dersleri” tâbir olunan sohbetlerin başlangıcı bu sohbetlerdir. Efendimizden (asm) sonra, tabiîn döneminde Ashabın ilimde râsih, üstün olanları Efendimizden (asm) öğrenmiş oldukları bilgileri yine mescidlerde, öğrenmek isteyenlere aynısıyla anlatırlardı. Bu âlî bilgileri alanlar da, bir an önce, ilmi nakletme titizliği içerisinde etrafını saranlara ve talebelerine öğretirlerdi. Mescidlerde olağanüstü kalabalık, talebe kitleleri oluşurdu. Daha sonraki Emeviler, Abbasiler, Selçukiler ve Osmanlılar dönemlerinde yapılan büyük, muhteşem camilerde bu dersler yüksek kürsüler üzerinden verilmeye başlandı. Selçuklularda ve Osmanlılarda kürsü dersleri kesilmeksizin olanca canlılığıyla devam etti. Daha doğrusu Müslümanların ilim merakı, öğrenme aşkı bu kürsüleri boş bıraktırmıyordu. Cumhuriyet dönemine kadar bu usûlle ilim öğretisi devam etti. Bu dönemde kürsüler uzun süre sessizliğe büründü, ama sonra yine başladı, devam etti.
Şu güzel insanları görmedik, ama isimlerini duyduk. Hacı Cemâl Efendi, Abdurrahman Güzelyazıcı gibi Hoca Efendiler bu kürsü derslerini devam ettiren bahtiyarlardanmış. Sabah namazları sonrasından başlayan vaazlarıyla Reisü’l-Kurra Gönenli Mehmet Efendi, zaman zaman Erzurumî konuşmalarıyla Osman Demirci Hoca Efendi, sahaf olarak bildiğimiz Enver Baytan Hoca Efendi, Seyfeddin Alkan Hoca Efendi, Timurtaş Hoca Efendi, İmdat Kaya Hoca Efendiler, benim hayat kesitimde yer almış bahtiyarlardır. Bunlar ve daha zikredemediğim bir çokları bu kürsülerin dili olarak cemaatleri dalgalandıran, kitleleri gözyaşlarıyla yıkayan, camiden camiye koşturan bahtiyarlardı.
Kimi kalbine gömülür, dertlerini, daha doğrusu ümmetin dertlerini gözyaşlarına yükler, karşısındaki muhteşem kalabalığın kalplerini yıkar. Kimi, başına gelecekleri de göze alarak, ince mesajlarla idarecilere göndermeler yapar, kafalarda pencereler açar. Kimi, kürsüleri yumruklayarak yüksek, gür sesleriyle öz eleştiri yapar, Müslümanların hâl-i pür melâlini anlatırken kubbelerde aks-i sedalar bırakır. Kimi de vaazlarına biraz aktüalite katarak en ciddî konularda bile, cemaatine gülme seansları yaşatırdı.
***
Bir zamanlar İstanbul kürsülerinden hitap eden, ateşîn vaazlarıyle cemaati arkasından koşturan hocalardan birisi de adını andığım rahmetli Timurtaş Hoca Efendiydi. Nerede vaaz ediyorsa o vakit, Cuma günü veya kandil geceleri insanlar o camiyi eskilerin deyimiyle lebâlep doldururdu.
Son yıllarında Anadolu yakasında, Ümraniye’de görev yapmıştı. Bir süre başkanlığını yaptığım Ümraniye Diyanet Vakfı’nın mütevellisiydi. Zaman zaman hatıralarını bizimle paylaşırdı.
12 Eylül döneminde Selimiye Kışlası’na götürüldüğünü, orada karşılaştıklarını anlatmıştı. Maocularla aynı koğuşta kalmış. Onlarla ilginç diyalogları, sohbetleri olmuş. Onlardan birisi sormuş:
“Hoca buraya neden düştün?” Hoca Efendi de:
“Peygamberimizin (asm) içkiyle ilgili: ‘Allah içkinin kendisini, içeni, sunanı, satıcısını, satın alıcısını, imal edeni, imal ettireni, taşıyanı, taşıttıranı lânetlemiştir.’ 1 sözlerini cemaate anlattığımdan dolayı” diye cevap vermiş. Maocu muhatabı:
“Nasıl olur, Müslümanın dinini öğrenmesi yasaklanır mı?” diye şaşkınlığını belirtmiş. Timurtaş Hoca da ona şöyle bir soru sormuş:
“Sen buraya düştüğüne pişman mısın? ‘Keşke komünizm suçu işlemeseydim’ diyor musun?” demiş. Maocu genç:
“Ne demek Hoca, öyle iş olur mu? Biz buraya balta girdik ustura olarak çıkacağız” dediğini nakletmişti.
Bir gün Hoca üzgündü, dedi ki:
“Elime bir bilim ve teknoloji listesi geçti, listede 100 kişinin ismi var. İçinde bir tane olsun Müslüman ismi geçmiyor, bu durum beni kahretti. Hocam biz nereye gidiyoruz? Daha doğrusu bir adım ileri gidemiyor, ilerliyemiyoruz?” dedi. Timurtaş Hoca’yı kahreden bu acıyı hissetmeyen samimî bir Müslüman var mıdır acaba? Bu acıyı her mahfilde iliklerimize kadar devamlı hissettik, ama ne yazar ki?

***
Harf inkılâbı yaparak alfabesini değiştirmiş, aynı anda beşyüz yıllık medeniyetinin alfabesiyle okuma-yazmayı şiddetle yasaklamış, kitap okuyanı, yazanı takibata almış, İstiklâl Mahkemelerinde yargılamış bir milletin mûcit olmasını mı bekliyorsunuz? Bunun vebalini İslâm’a ve Müslümanlara yıkmak yavuz hırsız pişkinliği değil midir? Osmanlı medreselerinde eğitim almış ilim adamlarının hemen hemen hepsine yeni eğitimde görev vermekten şiddetle kaçınılmış. Uzun bir dönem yurt sathında sadece lâtin harflerini okuyup yazmak öğretmen olmak için yeterli sayılmış. Anadolu’nun önemli bir kısmı bu “eğitmen”lerden ders almış. İnsanımızın büyük bir kısmı da köy camilerinden, yine sadece Kur’ân-ı Kerim okuyabilen hocalardan öğrendikleriyle yetinmiş. Köyü kasabası cehalet, istibdat ve keyfilik kokan, fen ve sosyal ilimlerde yetersiz, din ilimlerinde yetersiz bir ülkede teknoloji olur mu?
Geçmiş yıllarda yeni bir icat ve teknoloji çıktığında dini temsil eden kimselere hitaben: “Hocam, bu icat Kur’ân’da var mıdır?” sorusuna Hoca Efendilerin “Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bu kitaptadır.” 2 âyetinden hareketle: “Elbette” diyerek, nasıl da canhıraşane cevaplar bulmaya, vermeye çalıştıklarını, bazen de muhataplarını ikna edici olamadıklarını hatırlıyoruz. Elbetteki kaynaklara inerek, Kur’ân-ı Kerim’e göre zamanı okuyan hocalarımız, lütf-u İlâhî olarak bu memleketten hiç eksik olmadılar. Ama onlar bir elin parmakları kadardı, onların da bahtına sürgün edilmek düşmüştü. Bu memleket insanları en âlî, en yüksek bilgileri, o hocalardan öğrendiler. Onlar yeryüzünün kandilleri, irfan yıldızlarıydı.
***
O devirlerde ve şimdi de tahdîs-i nimet olarak ifade etmek gerekir ki, bu tür soruların cevabını, yaygın bir kesimin “başucu kitabı” olan Risâle-i Nur’da, Kur’ân-ı Kerim’in tefsirlerinde bulmak mümkündü. Şu suâl ve cevapta olduğu gibi:
“İki mühim suale karşı iki mühim cevap
Birincisi: Eğer desen: ‘Madem Kur’ân beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet harikalarını açıktan zikretmiyor; yalnız gizli bir remizle, hafî bir ima ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtarla iktifâ ediyor?’
Elcevap: Çünkü medeniyet-i beşeriye harikalarının hakları, bahs-i Kur’ânî’de o kadar olabilir. Zira Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubudiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyleyse, şu havârık-ı beşeriyenin o iki dairede hakları, yalnız bir zayıf remiz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünkü onlar daire-i Rububiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.
Meselâ, tayyare-i beşer Kur’ân’a dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevki ver.” Elbette, o daire-i Rububiyetin tayyareleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.”
Eğer beşerin tahtelbahirleri âyât-ı Kur’âniyeden mevki isteseler, o dairenin tahtel-bahirleri, yani, bahr-i muhit-i havâîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır.”
Eğer elektriğin parlak, yıldız-misal lâmbaları hakk-ı kelâm isteyerek âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü ziynetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: “Işığın nisbetinde bahis ve beyana girebilirsin.”
Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı san’at cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara “Susunuz,” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-ü ihtiyarıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nazik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nazenin cihazlar kadar acip olamaz.” 3 “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar.” 4
***
İslâm medeniyeti tarihine baktığımızda, Müslümanlar ilmin sadece nazarî bilgileriyle yetinmeyip uygulamasını da yapmışlar. Teknolojinin temellerini de yine onlar atmışlardır. Maalesef bugüne kadar, bunu ders kitaplarımızda gösteren bir siyasî iradeyi her ne kadar görememiş olsak da, küçük bir araştırma sonucu aşağıdaki kaynaklara ulaşmamız mümkündür. Ancak, Gülhâne parkında, Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocanın büyük ve uzun süreli araştırma, gayret ve katkılarıyla İstanbul Belediyesinin açmış olduğu, “İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi” bu konuda bizlere tatminkâr bilgiyi verecek düzeyde olup, bugünkü Müslümanlar için de bir morâl kaynağı niteliğinde, mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir, diyebiliriz.
“Binaenaleyh, hiç çekinmeden günümüz medeniyetinin İslâm araştırmalarının temelleri üzerine bina edildiğini söyleyebiliriz. Bu konuda birkaç isim, söylediklerimizin şahidi olarak hatırlanacaktır: Ali b. Rabban et-Taberi, Razi, İbn Cülcül, İbn Cezzar, İbn Sina, el-Mes’udi, el-Biruni, İbn Hazm, İbn Rüşd, el-Gazzali, Ebu’l-Fida, İbnu’n- Nefis, Abdülaziz es-Sivasi, Geredeli Murad, Hacı Paşa, Mukbilzade Mü’min, Sabuncuoğlu Şerafeddin Ali, Ak Şemseddin, Ali Kuşcu, Mirim Çelebi, İbn Kemal, Ebu Suud Efendi vs. gibi bir çok âlim, çalışmaları ile bütün dünyaya ışık tutmuşlardır.
“Müslüman âlimlerin bu çalışmaları, yavaş yavaş günümüz Batı âlemi tarafından da anlaşılmaktadı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kürsülerin dili
« Posted on: 26 Nisan 2024, 12:40:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kürsülerin dili rüya tabiri,Kürsülerin dili mekke canlı, Kürsülerin dili kabe canlı yayın, Kürsülerin dili Üç boyutlu kuran oku Kürsülerin dili kuran ı kerim, Kürsülerin dili peygamber kıssaları,Kürsülerin dili ilitam ders soruları, Kürsülerin dili önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes