๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Güncel Dini Haberler => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Nisan 2012, 16:27:54



Konu Başlığı: 3 din İslam şehirlerinde bir arada yaşamıştır
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Nisan 2012, 16:27:54
3 din İslam şehirlerinde bir arada yaşamıştır


İslam İşbirliği Örgütü (İİT) Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Suriye'de yaşanan olayının bir mezhep çatışması değil, ülkede çoğunluğu oluşturan halkın 40 yıllık bir despotizmin sona ermesi ve demokrasi talebi olduğunu söyledi.
Suudi Arabistan Başmüftüsü Şeyh Abdül Aziz Bin Abdullah'ın "Arap Yarımadası'ndaki tüm kiliselerin yıkılması gerektiği" açıklamasını da değerlendiren Prof. İhsanoğlu, bunu bir devletin veya heyetin değil, kişisel bir görüş olarak gördüğünü belirterek, İslam medeniyetinin önemli başkentleri olan Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul'da 3 dine ait mabetlerin aynı şehirde bir arada bulunduğunu hatırlattı.

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Ortadoğu'da yaşanan sürecin 'Arap Baharı' olarak isimlendirilmesine de karşı çıkarak, buna olsa olsa diktatörlüklerin devrildiği bir sonbahar denebileceğini; baharın ve demokrasinin biraz zor geçecek kıştan sonra geleceğini ifade etti. İşte Prof. İhsanoğlu'nun sorularımıza verdiği cevaplar:

-Suriye'deki durumun mezhep çatışmasına doğru gittiğine dair kaygılar var. Siz, böyle bir endişe görüyor musunuz?

-En son görmek istemediğimiz budur, mezhep çatışmasıdır. Aslında Suriye'de olup bitenlerin mezhep çatışmasıyla alakası yoktur. Suriye'deki hadise çoğunluğunu teşkil eden halkın demokratikleşme talepleridir. Yani anayasal rejimin demokratik temeller üzerine kurulması ve bir azınlık iktidarının oligarşinin ilelebet hükümran olmamasıdır. Yani insan hak ve hürriyetlerinin tesis edilmesi, çok partili bir siyasi sistemin kurulması ve iktidarın seçimle el değiştirmesi; 30 sene 40 sene bir hanedan despotizmine son vermektir. O bakımdan Suriye'deki hadisenin temeli budur. Bunu mezhep çatışmasına dönüştürmek yapılabilecek en büyük suçtur. Ve Suriye halkına, devletine ve milletine ve tüm bölgeye yapılabilecek en büyük darbedir. Maalesef bazı faktörlerden dolayı bu gibi konular işlenmektedir.

Ama biz İİT olarak şunu söylüyoruz. Biz 8 mezhebi eşit saydık. 2005'de Mekke'de yapılan olağan zirvede ilk defa İslam tarihinde dört Sünni mezhep olan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hambeli ile Caferi, Zeydi (ki bu ikisi Şii mezheptir), Zahiri ve İbadi mezhebini eşit sayarak çağdaş İslam tarihinde ilk defa icmali ümmet halini sağladık. Ayrıca 2006'da Irak'ta çatışan Sünnilerle ve Şiilerin liderlerini bir araya getirerek,10 maddelik bir anlaşma çevresinde fikir birliğine varmalarını sağladık. Ve o günden bu güne aralarındaki çekişme bitmiştir. İİT'nin Mekke belgesi olarak kabul edilen bu anlaşma bugün Irak'taki Sünni-Şii barışının temelinde sağlam olarak duruyor. Bir hadise olduğu zaman herkes buna atıf yaparak tekrar doğru yola yöneliyor. Biz Suriye'de hadisenin bu şekilde hal almasının karşısındayız. Herkes bu hassasiyete saygılı olmalıdır. Çünkü; böyle yanlış bir güzergaha girilmesi tüm bölgeyi etkileyecektir.

-Şu anda Şii ağırlıklı yönetimleri olan üç ülkenin (İran, Irak, Lübnan) bu konudaki tavırları mezhep çatışması kanaatini güçlendiriyor. Bu konuda bu ülkelere de verilebilecek bir mesaj var mıdır?

-Hemen şunu belirteyim 2005'teki zirve kararının altında İran'ın da imzası vardır. O zirveye İran Cumhurbaşkanı da katılmıştı. Biz diyoruz ki İslam İşbirliği Teşkilatı çerçeve olarak tüm bu ihtilafların çözülebileceği bir platformumdur. Her kesi bu konuda işbirliği davet ediyoruz.

-57 Müslüman ülkeyi temsil eden İslam İşbirliği Örgütü, İslam dünyasının orta yerinde kanayan bir yara olan Suriye krizinde ne tür girişimlerde bulundu? Neden daha aktif rol üstlenmiyor? Çünkü İslam ülkeleri kendi içindeki problemi çözemeyince kimsenin istemediği dış müdahale gündeme geliyor?

-Hükümetler arası bir kuruluş olarak Birleşmiş Milletler'den (BM) sonra dünyada üye sayısı yönüyle en büyük ikinci teşkilatız. Fakat şunu da bilmek lazım ki uluslar arası bütün teşkilatlar içinde sadece Güvenlik Konseyi'nin müeyyide uygulama yetkisi vardır. O da Güvenlik Konseyi'nin o beş daimi üyesinin anlaşması neticesinde olabiliyor. Onun dışında hiçbir uluslararası teşkilatın veya gücün güç göndermek, baskı uygulamak, ambargo koymak, asker göndermek gibi bir yetkisi bulunmuyor. Tüm bunlar ancak Güvenlik Konseyi'nin kararıyla olabiliyor. Bunun dışında başka bir teşkilat böyle bir durumu yapamaz.

Bunun dışında örgüt olarak yapılması gereken her şeyi yapıyoruz. İlk günden beri biz bu akan kanın karşısında durduk. Ve her zaman hükümete iktidara gereken mesajları gönderdik. Tabi biz bunu yaparken, daha çok sessiz diplomasi üslubunu tercih ediyoruz.

Mesela Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'e özel bir temsilciyle mesaj gönderdim. Dediler her zaman işte reform yapacağız, muhalefetle diyaloga gireceğiz. Daha sonra Arap Ligi inisiyatifi geldi. Bakanlar kurulumuzu topladık. Ve bir takım kararlar aldık. Suriye hükümeti bu toplantıya katıldı ve imzasını attı. Ama uygulamadı. Şimdi gele gele Kofi Annan'ın altı maddeden oluşan teklifine geldi. Biz de buna destek verdik. Ayrıca Rusya'dan Şam üzerinde etkili olan gücünü kullanması istedik. Gerçekten Rusya, Şam üzerinde etkisi olabilecek yegane güç kanaatimizce Rusya'dır. Bu ülkeye gönderdiğimiz mesaj da budur: Lütfen gücünüzü kullanınız. Burada insani değerler alt üst olmakta. Böyle bir kan dökülmesi hiç kimsenin menfaatine değildir. Bu Orta Doğu'daki barışı ve huzuru çok derin etkileyecektir. Binaenaleyh Rusya'nın müspet bir müdahalesi çok gerekli bir husustur. Bugün yapabildiğimiz girişimlerin en önemlilerinden ilk defa Suriye'ye 12 ay içerisinde bir insani yardım heyetinin girmesidir. Bu da teşkilatımızla Birleşmiş Milletleri'nin (BM) işbirliği sayesinde oldu. BM, ancak bizim vasıtamızla oraya girebildi. İki hafta kaldı. Heyet, başta Dera, Humus ve Hama olmak üzere muhalefetin idaresi altında olan bölgeleri de gezmiştir. Tabi çok mufassal bir rapor hazırlandı. Bir milyon kişinin mağdur olup yardıma ihtiyaç duyduğu tespit edildi. Şimdi oraya yardım göndermek için bir kampanyası başlattık. İlk kafileler harekete geçti. İşlin gerçeği çok şey yapılıyor.

Maalesef Şam, iktidarı vakit harcıyor ve bir taraftan da vakit kazanmaya çalışıyor. Bugün her eksimin hem fikir olduğu altı maddeden oluşan Kofi Annan planı yavaş yavaş erimeye başladı. O da bundan sonraki safhanın daha da kanlı olacağını gösteriyor.

-Gelinen noktada süreç bir dış müdahaleye kadar gider mi?

-Açıkçası biz dış müdahalenin karşısındayız. Çünkü dış müdahale göstermiştir ki hiçbir zaman problemlerin çözümüne bir çare değildir. Bilakis sorunun daha vahim bir hal almasına yol açıyor. İşte Irak ve işte Afganistan. Ve daha önce Somali'de ve daha dün denebilecek Libya'da çok yanlış etkiler yapıyor. Eğer Suriye'ye dış müdahale olursa bu sefer tüm bölge ateşe bürünür. Bu bakımdan dış müdahaleye karşıyız. Çözümün muhakkak siyasi olması lazım. Yönetime baskı icra etmek suretiyle olacaktır.

TÜRKİYE'SİZ ÇÖZÜM OLAMAZ

-İslam dünyasında görüştüğünüz birçok liderin Türkiye'nin siyasetiyle ilgili görüşü nedir? Türkiye'den daha neler bekleniliyor?

-Tabi, Türkiyesiz bir çözüm olamaz. Çünkü Türkiye hem komşudur hem bölgenin önemli bir ülkesidir. Ve bugünkü stratejik konumuyla, dış politikada etkinliğiyle onsuz bir çözüm olamayacağı her kes hem fikirdir.

'Arap Baharı' denilen süreç bir yılı doldurdu. Bütün bu süreci artı ve eksileriyle nasıl değerlendiriyorsunuz? Orta Doğu daha da özgürleşiyor mu, yoksa daha kaotik bir hal mı alıyor?

-Öncelikle şunu belirteyim, her zaman şu bahar kelimesine karşı oldum. Bu Arap baharı değildi; bu Arap despotlarının sonbaharıydı. Ve bu sonbaharda despotlar bir bir gidiyor. Bahar daha sonra gelecektir. Bu çok uzun bir son bahardır. Ardından uzun bir kış gelecek. İşte biz bazı ülkelerde bu kışı yaşamaya başladık. Tabi bu kış uzun olacaktır. Çünkü demokrasiye ulaşmak bir günde olmayacaktır. Eğer biz bugün demokrasinin nimetlerinden istifade ediyorsak bunun arkasında çok acı bir tarihimiz var. Çok ağır sancılardan sonra doğum olmuştur. Bu doğum böyle rahat olmuyor. Yani demokrasiye giden yollar böyle rahat engebesiz yollar değildir. Böyle çiçeklerle güllerle bezenmiş yollar değildir. Bu yollar kan ve göz yaşları ile dolu yollardır.

İhtilallar, isyanlar, iş savaşlar, Avrupa, Amerika bunları yaşadı. Biz buna benzer Tanzimat'tan ve I. Meşrutiyet'ten II.Meşrutiyet'e kadar yaşadıklarımız bilinen hadiselerdir. Onun için Arap ülkeleri bir günde o demokratik olgunluğa varacaklarını sanmak biraz yanlış olur. Onun için bahar tabiri yanlış bir tabir. Tabi bunlar ihtilal değil. Bunlar halk hareketleridir. Bu tabii olaylar gibi bir deprem gibi tektonik tabakalarda enerji birikiyor ve patlama noktasına geliyor. Bu patlamalar oldu. Ve bu patlamalar yıkıcı patlamalar, yıpratıcı patlamalar. Bir fikir etrafında halk hareketi birleştirilmiş bir lider kadrosunun öngörüsüyle vizyonuyla hareket etmiş ihtilaldı. Fransız İhtilalı'dır, Amerikan İhtilalı'dır, Rus İhtilalı'dır, hatta İran İhtilalı'dır, Çin İhtilalı'dır bunlar ihtilaldı. Yani bunlar birikmiş enerjinin patlamasıdır; tsunami ve zelzele gibi.

Onun için zaman alacaktır. Mesela son olarak Mısır, Tunus ve Libya olanlar, bunlar diktatör rejimlerinden kurtuldu ama buralarda demokratik rejimi kurmak zaman alacaktır. Bence doğru yolda gidiliyor. Bunun sancıları olacaktır. Buna hazırlıklı olmak lazım.

'3 DİNİN MABEDLERİ İSLAM ŞEHİRLERİNDE BİRARADA YAŞAMIŞTIR'

İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Suudi Başmüftüsü'nün büyük tepki çeken "Arap Yarımadası'ndaki tüm kiliselerin yıkılması" gerektiği sözleriyle ilgili ise şu değerlendirmeyi yaptı:

"Kanaatime göre bu şahsi bir görüştür, bir devletin veya sorumlu heyetin görüşü değildir. İslamiyet'in, özellikle ehli kitap dinlerine ve mabetlerine olan saygılı tavrı dinen ve tarihen çok iyi bilinen bir gerçektir.

Hz. Ömer'in Kudüs ziyaretinden sonra Hıristiyanlara verdiği kiliselerle ilgili 'ahitname' İslam tarihi boyunca bu konuda temel teşkil etmiş, Osmanlı'da da bu ilke uygulanmıştır. Bu belge, İslam hukukunun bu konudaki temel çerçevesini de çizmiştir. Bu hukuki çerçevenin yanı sıra fiili olarak da tarih boyunca İslam şehirleri ve hilafet başkentleri olan; Şam, Bağdat, Kahire ve İstanbul'da 3 dine ait mabetler aynı şehirde içinde yasamıştır ve bu dinlere sadık olan insanlar, huzur ve barış içinde yaşamıştır. 21. yüzyılda yaşarken bu çok parlak ve güzel örnekleri göz önünde bulundurmak gerekir."

Cihan