๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Gönüllerin Gülü => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Temmuz 2010, 18:32:29



Konu Başlığı: Tebliğ Tehditle Önlenebilir mi ?
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Temmuz 2010, 18:32:29
Tebliğ Tehditle Önlenebilir mi ?

Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatın içindeki hâli, olaylar karşısındaki tutumu, O’nu tanımakta en büyük yardımcıdır. Örnek olması açısından İslâmiyet’i tebliğ yolundaki tavrı, metodu ve karşılaştığı zorlukları nasıl yendiği incelendiğinde O’nun büyüklüğü açıkça görülür. O’na göre Allah’ın dininden tâviz vermek mümkün değildir. Kararlılığı, görevini yerine getirmedeki sebatı din ile ilgili her şeyin ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir. İslâmiyet’in yayılmaya başladığı ilk zamanlarda Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) inananların sayısının günden güne artması, Mekkeli müşrikleri rahatsız ediyordu. Müslümanlara çeşitli eziyetler yapmalarına rağmen bu yeni dinin yayılmasına engel olamıyorlardı.

Sonunda müşriklerin güçlü ve zengin olanları toplandılar ve Peygamberimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) amcası Ebû Tâlib’e gidip, O’nu korumaktan vazgeçmesini istemeye karar verdiler. O devirlerde Araplar arasında akrabalık her şeyin üstünde tutuluyordu. Hâşimoğullarından olan Hz. Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) bütün sülâle koruyordu. Akrabalık dinden önce geliyordu. Müslüman olmadığı hâlde Ebû Tâlib, yeğenini himaye ediyordu. Bütün sülâle içinde sadece Ebû Leheb adındaki amcası Hz. Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) korumuyordu, hatta müşriklere yardım ediyordu. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebû Tâlib’e şöyle şikâyet ettiler: “Kardeşinin oğlu bizim dinimizin aleyhine çalışıyor. Putlarımızı kötülüyor, atalarımızın doğru yolda olmadığını söylüyor. Ya Muhammed’i bu işten vazgeçir ya da sen O’nu korumaktan vazgeç.” Ebû Tâlib, onları başından tatlı sözler söyleyerek savdı ve yeğenini korumaya devam etti. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de halkı İslâm Dini’ne çağırmayı sürdürdü.

Durumun değişmediğini gören müşrikler tekrar Ebû Tâlib’e bir heyet gönderdiler. Heyettekiler şöyle dediler: “Biz artık sabredemiyoruz, ne olursa olsun. Eğer sen, Muhammed’i vazgeçirmezsen, biz senden vazgeçeriz. Her ne pahasına olursa olsun, aramızdaki davayı halletmek istiyoruz.”

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu duruma çok üzüldü. Kendisini büyüten amcasının O’nu terk etmek üzere olduğunu anladı. Mekkeli müşrikler ve şimdi de amcası Allah’ın emirlerini duyurmayı bırakmasını istiyorlardı. Fakat Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Allah’tan ve O’nun emirlerinden vazgeçmeyi düşünmüyordu. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), vazifesini yerine getirecekti. Amcasına: “Ey babam yerinde olan amcam! Ben, Allah tarafından O’nun emirlerini duyurmakla görevliyim. O’nun emirlerini yerine getirmeye mecburum. Ben kendiliğimden bir şey yapmıyorum. Bir elime Güneş’i, diğer elime Ay’ı verseler görevimden ayrılmam. Ya Allah bana bu peygamberlik vazifesini yapmakta yardım eder ya da ben bu uğurda feda olurum.” dedi ve kalkıp yürüdü.

Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) böyle üzülmesi Ebû Tâlib’e çok dokundu. Çünkü O’nu kendi çocuklarından daha çok severdi. O’nun üzüntülü olarak gitmesine dayanamadı, geri çağırdı ve: “Sen işine bak oğlum. Ben sağ oldukça onlar Sana bir şey yapamazlar, kılına bile dokunamazlar.” dedi. O’nu asla bırakmayacağına dair bir de şiir söyledi. Şiirin bir bölümü şöyle: “Çocuklarımızı ve eşlerimizi unutarak, Muhammed’i korumak için canla başla savaşarak ölmedikçe biz onu asla teslim etmeyiz.”

Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), görevini yerine getirmek için en yakınlarını bile terk etmeyi göze almıştı. O, bir peygamberdi ve O’nun getirdiği din bütün dünyanın daha doğrusu Müslüman olan herkesin mutluluğunu temin edecekti. Bu dini insanlara ulaştıracaktı. Kendisine neye mal olacağı hiç önemli değildi. Önemli olan tüm insanların dünya ve âhiret kurtuluşunu sağlamaktı.