๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Gıybet => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 11 Haziran 2010, 14:19:20



Konu Başlığı: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: Zehibe üzerinde 11 Haziran 2010, 14:19:20

İftiranın Toplumsal Zararları

 

İftira o, kadar çirkin ve etkili bir silahtır ki tarih bo­yunca İslam düşmanları ve münafıklar, peygamberlere ve onların varisleri olan İslam âlimlerine çeşitli İftiralar atarak onların şahsiyetlerini hedef almışlardır. Bedir savaşında ka­zanılan büyük zaferden sonra İslam hızla yayılıyor ve İsla-mİ hareket her geçen gün biraz daha güçleniyordu. Kâfir güçler, İslam'ı askeri savaşlarla sindirip yok edemeyecekle­rini anlayınca, psikolojik bir savaş için ahlaki bir cephe açtı­lar. Amaçlan kişiliği, güzel ahlakı ve yaşantısıyla halkın kalplerini fetheden Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabını çeşit­li iftiralarla karalayarak onları manen çökertmek ve çığ gibi büyüyen ilahi davanın önünde bir set oluşturmaktı. Tarih boyunca İslam'ın karşı karşıya kaldığı çeşitli karalama kam­panyalarının en tehlikelisi ve en şiddetlisi olan İfk olayının taşeronu münafık başı Abdullah b. Übey b. Selül idi. Hz. Peygamber (s.a.v), Medine'ye gelmeden önce halk ibni Se-lül'ü kral yapmaya karar vermişti. Peygamber (s.a.v), Medi­ne'ye gelince kral olamadı ve bütün çıkarlarının elden gide­ceğini anlayınca müslümanlardan nefret etmeye ve onların aleyhine olacak her çirkin komploda münafıkça görev al­maya başladı. İfk olayına yol açan meseleyi Hz.Aişe (r.a)'nm kendi ağzından dinleyelim:

"Resulullah(s.a.v), bir sefere çıkacağı zaman kadınları arasında kura çekerdi. Kura kime çıkarsa onu birlikte götü­rürdü. Yine bu savaşta da kura bana çıkmıştı. Ben de örtün­me ayetinin inmesinden sonra gerçekleşen bu sefere pey­gamber (s.a.v)'le birlikte katıldım (H.5. yılda yapılan Beni Mustalik Gazvesi). Ben hevdecte (devenin üstündeki örtülü odacıkta) yolculuk ediyordum. Resulullah(s.a.v) savaşı biti­rince geri döndük. Geceleyin yolda Medine yakınlarında bir yerde konaklamıştık. Hareket emri geldiğinde hevdec-ten inerek rahatlamak için kampın dışına çıktım. Dönüp de konakladığımız yere yaklaştığımda gerdanlığımın bir yer­lerde düşmüş olduğunu farkettim. Aramak için geri dön­düm, fakat bu arada kervan hareket etmiş ve ben de arkala­rında yalnız kalmıştım. Hevdeci taşıyan dört kişi, boş oldu­ğunun farkına varmadan onu deveye yüklemişler ve benim içinde olduğumu zannederek yola koyulmuşlardı. O gün­lerde yiyecek kıtlığından dolayı zayıftım. Üstelik ben küçük yaşlarda bir kadındım. Onun için hevdecimi taşıyanlar için­de olmadığımdan şüphelenmemişler. Çarşafıma bürünüp geride kaldığım anlaşılır da gelir beni götürürler ümidiyle yere oturdum. Bu arada uyumuşum. Safvan b. Muattal es-Sülemi ordunun artçısı idi (Ordunun geride kalan eşyasını toplayıp sonra sahiplerine vermekle görevliydi). Uzaktay­ken uyuyan bir insan karartısı görmüştü. Yanıma gelince beni tanıdı. Çarşafımla yüzümü örttüm. Vallahi O,bana tek kelime bile söylemedi."İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Al­lah'tan geldik yine Allah'a döneceğiz)"ayetini okudu. Bundan başka hiçbir sözünü duymadım. Devesini çöktürdü ve kenarda durdu, ben de bindim. Deveyi yularından çekiyor­du. Nihayet mola verdikleri bir yerde orduya yetiştik. Hak­kımda bundan başka bir şey söyleyenler helak olmuşlardır. Günahın büyüğünü de Abdullah b. Ubey b. Selül üstlendi. Medine'ye varınca hastalandım ve bir aydan daha fazla ya­takta kaldım. İnsanlar iftira olayı ile ilgili kişilerin dediko­dusunu yapıyordu. İftira haberi şehirde yayılmış ve Resulullah(s.a.v)'in kulağına da ulaşmıştı. Benimse hiç bir şeyden habepifn yoktu. Resulullah'm eskiden olduğu gibi hastalığımla ilgilenmediğini görüyordum. Yanıma geldiğin­de selam veriyor ve hastalığınız nasıl diye soruyor, sonra da gidiyordu. Çnun bu hali beni şüphelendiriyordu. İyileşin­ceye kadar bir kötülük olduğunu sezmedim. Bir gün ben ve Mıstah'ın annesi Manasi denen yere doğru yola çıktık. Bu­rası tuvaletler yapılmadan önce ihtiyacımızı gidermek ama­cı ile tuvalet olarak kullandığımız bir yerdi. Ancak geceleri oraya gidebilirdik. Ben ve Ümmü Mıstah oraya doğru yol aldık. Bu kadın Ebu Ruhm b. Sahr b. Amirin kızı ve babam Ebubekir(r.a)'m teyzesidir. İhtiyacımızı giderip dönünce, Ümmü Mıstah'ın ayağı eteğine takılıp sendeledi. Bunun üzerine:

"Mıstah helak olsun" dedi. Ben de:

"Ne kötü söz söyledin. Bedir savaşına katılmış bir kişiye böyle söylenir mi? dedim. O da:

"Vay başıma gelenler, onun ne söylediğini duymadın mı?"dedi. Ben:

"Ne soylüyor?"diye sordum. Bunun üzerine hakkımda çıkarılan o asılsız dedikoduyu(ifk) dillerine dolayanların sözlerini bana anlattı. Bunun üzerine hastalığım bir kat daha arttı. Evime döndüğüm zaman Resulullah(s.a.v) de eve geldi ve:

"Hastalığınız nasıl?"diye sordu. Ben de:

"Bana izin ver, anne-babamm yanma gideyim" dedim. Ben bu haberi annemden iyice öğrenmek istiyordum. Baha izin verdi. Kalktım, anne-babamm yanına gittim. Anneme:

"Anneciğim, insanlar benim hakkımda neler konuşuyor-lar?"diye sordum. Annem:

"Kızım, bu konuda kendini fazla üzme. Allah'a and ol­sun ki, kocası tarafından sevilip de ortaklarının, hakkında dedikodu çıkarmadıkları güzel kadın çok azdır" dedi.

"Subhanallah, demek insanlar bunu bile söyleyebilmiş­ler" dedim. O gece sabaha kadar ağladım. Gözyaşlarım hiç dinmedi, gözüme uyku girmedi.

Vahiy gecikince Resulullah (s.a.v) eşinden ayrılmak için Ali b. Ebu Talib(r.a) ve Usame b. Zeyd (r.a)'ı çağırtmış. Usa-me(r.a) Hz. Peygamber (s.a.v)'in ailesinin temizliğini, onlar hakkında beslediği derin sevgiyi belirterek olumlu yönde görüş bildirmiş ve:

'Ta Resulullah, eşini bırakma, Allah'a andolsun ki, onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz" demiş. Ali b. Ebu Talip(r.a) ise:

"Ya Resulullah, Alİah seni sıkıntıya sokmaz. Aişe dışın­da birçok kadın vardır. Onun cariyesinden sor, o size doğ-ruyu söyler" demiş. Bunun üzerine Resulullah(s.a.v) Beri-re'yi çağırtmış ve:

"Ey Berire, Aişe'de seni kuşkulandıracak bir şey gördün mü? diye sormuş. Berire:

"Hayır, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a ye­min ederim ki, onda ayıplayacağım bir davranışa rastlamadım. O evde hamur yoğururken uyuya kalan ve hamurunu koyunlara kaptıran genç bir kadıncağızdır." demiş.

Bunun üzerine Hz.Peygamber(s.a.v) kalktı, minbere çı­karak Abdullah b. Ubey b. SelüTden şikâyet ederek şöyle buyurdu:

"Eşim hakkında dedikodular çıkararak bana eziyet eden bu adamdan beni kim kurtaracak? Vallahi ben, eşim hak­kında iyilikten başka Bir şey bilmiyorum. Sözünü ettikleri adamında sadece iyiliğini biliyorum. Bensiz evime girmiş değildir."     

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz(r.a) ayağa kalkarak:

"Ya Resulullah, vallahi seni ben ondan kurtaracağım. Eğer bu adam Evs kabilesinden ise boynunu vururuz. Eğer Hacrec'li kardeşlerimizden biri ise, ne emredersen, emrini yerine getiririz" dedi.                               

Bu söz üzerine Sa'd b. Ubade(r.a), ayağa kalktı. O Haz-rec'in büyüklerindendi. Salih bir insandı. Fakat kabilecilik duygusuna yenik düştü ve öfkeyle, Sa'd b. Muaz'a şöyle dedi.

"Allah'a andolsun ki, yalan söylüyorsun. Ne onu öldüre­bilirsin ne de buna gücün yeter."

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz(r.a)'m amcasının oğlu Usayd b. Hudayr kalktı ve Sa'd b. Ubade'ye:

"Allah'a andolsun ki, yalancı sensin. Onu mutlaka öldü­receğiz. Sen ise münafıksın ve bir münafığı savunuyorsun" dedi.                                                                         

Bu sözler üzerine Evs ve Hazrec arasında bir kavga çık­tı. Öyle ki birbirlerini öldürmeye bile teşebbüs ettiler. Resulullah(s.a.v), minberde devamlı onları yatıştırıyor ve susturmaya çalışıyordu. Nihayet sustular ve Resulullah(s.a.v)'de minberden indi. O gün hep ağladım.

Gözyaşlarım dinmiyor, bir an bile uyuyamıyordum. Anne ve babam da benimle sabahladılar. İki gece bir gün ağladım. Öyle ki ağlamaktan ciğerlerimin parçalandığını sandım. Anne ve babam yanımdayken ve ben ağlarken Ensar'dan bir kadın eve girmek için izin istedi, izin verdiler. Yanıma gelip oturdu ve benimle beraber ağlamaya başladı. Biz bu durumda iken Resulullah(s.a.v) geldi, selam verip oturdu. Benim hakkımda çıkarılan dedikoduların yayıldığı günden beri yanımda hiç oturmamıştı. Bir ay beklemiş, ama hak­kımda kendisine vahiy inmemişti. Şehadet getirdi ve bana dedi ki:

"Senin hakkında şöyle şöyle sözler bana ulaştı. Şayet suçsuz isen, kuşkusuz yüce Allah seni temize çıkaracaktır. Fakat eğer bir günah işlemişsen Allah'tan af dile ve O'na tevbe et. Çünkü kul günahını itiraf edip Allah'a tevbe eder­se, Allah onun tevbesini kabul eder."

Resulullah(s.a.v) sözlerini bitirince gözyaşlarını dindi. Babama:

"Benim yerime Resulullah'a cevap ver" dedim. Babam da:

"Vallahi, Resulullah'a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Bu sefer anneme:

"Benim yerime Resulullah'a cevap ver"dedim.

Annem de:

"Vallahi, Resulullah'a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Ben o zaman henüz çok genç olduğum için Kur'an'dan çok ayet ezbere bilmezdim. Dedim ki:

"Allah'a andolsun ki, insanların hakkımda konuştuğu şeyleri siz de duymuşsunuzdur. Bu sözler içinizde yer etti ve onun doğruluğuna inandınız. Eğer ben size, suçsuzumdesem bana inanmayacaksınız. Fakat ben, Allah'ın işleme­diğimi bildiği bir günahı işlediğimi söylersem bana inana­caksınız. Vallahi sizinle kendim için Yusuf aleyhisselamın babasının (Hz.Yakub'un) şu sözünden uygun bir örnek bu­lamıyorum:

"Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah'tır."(Yusuf:18)

Sonra yüzümü döndüm ve yatağıma uzandım. Vallahi ben, suçsuz pfduğumu biliyordum ve Allahu Teala'nın da suçsuzluğumu ilan edeceğine inanıyordum. Fakat ben,Al-lah'm hakkımda bir ayet indirerek beni temize çıkaracağını tahmin edememiştim. Durunıumun,Allah'm hakkımda bir ayet indirmesine değmeyecek kadar basit olduğunu zannedi­yordum. Fakat ben, Resulullah(s.a.v)'in Allalj tarafından suç­suz olduğumu gösteren bir rüya görmesini bekliyordum.

Henüz Resulullah (s.a.v) yerinden kalkmamıştı ve ai­lemden kimse dışarı çıkmamıştı ki, Allah u Teala Resulüne ayetler indirmeye başladı.Yüzü her vahiy zamanındaki gibi aydınlanmıştı. Sevinçliydi ve yüzü gülüyordu. Bana söyle­diği ilk söz:

"Ey Aişe, Allah'a hamdet! Kuşkusuz Allah seni temize çıkardı" demek oldu.

Annem de bana:

"Kızım kalk ve Resulullah (s.a.v)'e git (O'na teşekkür et)" dedi.Ben de:

"Allah'a andolsun ki, onun için kalkıp gitmem ve Al­lah'tan başka kimseye hamd etmem. Çünkü benim suçsuz­luğumu vahiyle bildiren O'dur" dedim.

Allah u Teala:

"O ağır iftirayı atanlar,sizin içinizden bir gruptur. Bu ola­yı kendiniz için kötü bir şey sanmayınız. Aksine o sizin için bir iyiliktir. O grubun içinde bulunan herkes payına düşen günahın cezasını görecektir. Suçun büyük bölümünü omuz­larında taşıyan o grubun elebaşısı ise büyük bir azaba çarpı-lacaktır.(Nur:ll) diye başlayan on ayeti indirmişti.(Nur:1121)

Babam Ebubekir, önceden Mıstah'a akrabamız olması ve fakir oluşundan dolayı mali yardımda bulunurdu. Bu ayet­ler inince:

"Vallahi, Aişe'ye attığı iftiradan sonra Mıstah'a hiçbir za­man mali yardımda bulunmayacağım" dedi. Bunun üzeri­ne Allah u Teala şu ayeti indirdi:

"Sizden zengin ve cömert olup akrabalarına, yoksullara, muhacirlere ve Alİah yolundakilere yardım etmeyeceklerine dair yemin etmesinler. Affetsinler, işlenen kusurları görmez­den gelsinler. Yoksa Allah'ın sizi affetmesini istemiyor musu­nuz? Allah affedicidir, merhametlidir."(Nur-22) Bunun üzerine babam Ebubekir:

"Evet, ben, Allah'ın beni affetmesini isterim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti ve dedi ki:

"Vallahi bu yardımı hiçbir zaman kesmeyeceğim."[83]

İslam tarihine ifk hadisesi olarak geçen olayda İslam düşmanlarının iffet ve fazilet sahibi Hz. Aişe'ye çirkin bir if­tira atmaları, insanlara İffet ve hayayı emreden, onları ıslah etmeye çalışan, İslam davasının önderi Hz. Peygam-ber(s.a.v)'i karalamaya yönelik bir saldırıydı. Askeri ve eko­nomik tüm önlemlere rağmen İslam'ın devlet olmasına ve hızla yayılmasına engel olamayan kâfir güçler, tek çareyi müslümanlar arasında fitne ve fesat çıkarmakta bulmuşlardı. İslam'a duyulan sempatiyi yok etmek ve peygambere olan güveni sarsmak için münafıklar öyle korkunç bir plan hazırlamışlardı ki, seçkin sahabeler bile bu iftiradan etkilen­mişlerdi. Bu plan, Medine'yi bir ay boyunca sarsacak ve ba­zı sahabelerin neredeyse helakine sebep olacak kadar usta­ca ve profesyonelce hazırlanmıştı. Bu iftirayı ortaya atan bir kişi ya da birkaç kişi değildi. Bu büyük iftirayı ortaya atan sadece Abdullah b. Ufrey b. Selül değildi. O sadece bu işten çıkar uman bir taşerondu. Bu sistematik ve planlı iftirayı or­ganize edenlfer örgütlenmiş yahudi ve münafık güçler olup o dönemin derin güçleriydi. İftiranın boyutu öylesine bü­yüktü ki, müslümanlar sarsılmıştı. Nitekim Resul-i Ek-rem(s.a.v), minbere çıkarak iftirayı yayan Abdullah b. Ubey b. Selul'den şikâyet ederek şöyle buyurmuştu:

" Ey müslümanlar topluluğu, eziyeti ta aileme kadar uzanan bu adamdan beni kim kurtarır? Vallahi ben, eşim hakkında ha­yırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamı dillerine dolu-yorlar ki, onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. O adam ben olmadıkça ailemin yanına girmezdi."

Bunun üzerine Evs kabilesinden olan Sa'd b. Muaz(r.a) ayağa kalkarak, " O adamın boynunu vuracağını ve Resulullah'a yardım edeceğini" söylemiş, Hazrec kabilesin­den olan Sa'd b. Ubade(r.a) ise kabilecilik duygusu kabardı­ğından Sa'd b. Muaz'ı yalancılıkla suçlayıp bir münafığı sa­vunmuştu. Karşılıklı sözler üzerine Evs ve Hazrec kabilesi arasında kavga çıkmış ve birbirlerini öldürmeye teşebbüs etmişlerdi. Resurullah'm onları yatıştırması sonucu kardeş kanının dökülmesi son anda önlenebilmişti. Nihayet nazil olan ayetler, bu korkunç plana son vermişti. İfk olayı Hz.Ai-şe(r.a)'nın şahsında, Hz.Peygamber (s.a.v)'i ve İslam'ı hedef alan bir iftiraydı. Bu yüzden Allah u Teala bu asılsız sorunu çözümlemek, bu planlı komployu başarısız kılmak, İslama ve islam peygamberine karşı başlatılan psikolojik savaşa müdahale etmek için Hz. Aişe'nin suçsuzluğunu bildiren ayetleri indiriyor, peygamberin ailesini aklıyor ve bu iftira­yı dillerine dolayan münafıkları deşifre ediyordu. Böylesine önemli bir konuda hem o günkü müslümanların hem de peygamber'den sonra gelecek olan müslümanların nasıl bir yol ve nasıl bir tavır takınmaları gerektiği konusunda izle­yecekleri doğru yolu gösteriyordu. Allah u Teala iftira ko­nusunda müslümanları şiddetli bir şekilde uyarmış ve ifti­ra edenler için dünya ve ahirette acıklı bir azab olduğunu buyurmuştu.

İslam düşmanları cahiliye üzerine inşa edilmiş sömürü düzenlerini korumak ve devam ettirebilmek amacıyla İsla-mi hareketi bastırmak ve onu yok etmek için, her türlü sila­hı kullandılar ve her yola başvurdular. İftira olayı, Adem aleyhisselamdan günümüze kadar devam eden tevhid ve şirk, hak ve batıl mücadelesinde İslam karşıtı güçlerin de­vamlı olarak başvurup medet umdukları en büyük silahla­rıdır. İfk olayı ne ilk ne de son iftiralarıydı. Daha önce de Muhammed-ul Emin dedikleri Hz. Muhammed (s.a. v)'i ka­ralamak, kötülemek, halkın gözünde küçük düşürmek ve halkın peygamber hakkında kötü düşüncelere sahip olma­larım sağlamak için Hz. Peygambere bazen kâhin, bazen si­hirbaz, bazen mecnun ve bazen de şair diyerek çeşitli iftira ve ithamlarda bulundular. Mekke'li kâfirler Arabistan'ın çe­şitli yerlerindeki pazarlarda, panayırlarda özellikle de hac ve ticaret için Mekke'ye gelen yabancılara müslümanlar aleyhinde yalan, yanlış propagandalar yaparak İslam ve müslümanlar hakkında çeşitli şüphe ve vesveseler uyandır­maya, fitne ve fesat tohumları ekmeye çalışıyorlardı.

İbn-i İshak, Hakim ve Beyhaki'den nakledilen bir rivaye­te göre;"Kureyşliler büyük bir toplantı düzenlediler ve Hac zamanında Hz. Muhammed (s.a.v) aleyhine geniş çaplı bir iftira kampanyası başlatmaya karar verdiler. Bundan sonra Velid b. Muğire orada toplananlara dedi ki, "Eğer gelen ha­cılara her birirriiz ayrı ayrı şeyler söylersek, kimse bize inan­mayacaktır. Onun için Muhammed hakkında hepimiz aynı şeyi söyleyelim. Kimileri:"Muhammed'in bir kâhin olduğu­nu söyleyelim."dediler. Velid b. Muğire ise dedi ki:"Vallahi o kâhin değildir. Zira biz kâhinlerin nasıl olduğunu biliyo­ruz. Onlar sahtekârdır, her zaman bir şey mırıldanırlar ve laf ebeliği yaparlar. Kur'an'ı Kerim'in bununla hiçbir alaka­sı yoktur." Bazıları:" Muhammed'in mecnun blduğunu söy­leyelim." dediler. Velid b. Muğire dedi ki:"Muhammed, mecnun da değildir. Biz delilerin nasıl olduğunu biliyoruz. Delilikte insanların ne kadar saçma sapan konuştuklarını biliyoruz. Muhammed'in söylediği kelamın bir delinin söz­leri olduğunu nasıl söyleyebiliriz?" Bazıları dediler ki:"O halde hacılara onun şair olduğunu söyleyelim." Velid b. Muğire dedi ki:"O şair de değildir. Biz şiirin bütün türlerini biliyoruz. Onun kelamı, şiirin bu türlerinden hiçbirine uy­muyor." Oradakiler dediler ki:"O zaman ona sihirbaz diye­lim." Velid b. Muğire dedi ki:"O sihirbaz da değildir. Çün­kü sihirbazları biz biliriz ve sihir için hangi yöntemlere baş­vurduklarını da biliriz. Bu unvan da Muhammed'e uymu­yor." Daha sonra Velid b. Muğire dedi ki:"Bu gibi uydurma­lardan hangisini yaparsanız yapın, herkes bunların haksız bir iftira olduğunu sanacaktır. Vallahi, onun kelamı çok cazibeli ve tesirlidir. Onun kökleri çok derin ve dalları meyve­lidir." Bunun üzerine Ebu Cehil, Velid b. Muğire'ye yüklenerek Muhammed ile ilgili mutlaka bir propaganda malze­mesi gerektiğini ısrarla söyledi. Bundan sonra Velid b. Muğire bir süre düşündü. Ve dedi ki:"Gerçeğe yakın bir şey söylemek gerekirse diyebiliriz ki, bu adam(Hz.Muham­med) bir büyücüdür. Biz Araplara deriz ki bu adam öyle bir kelam getirmiştir ki, bunun yüzünden baba oğlundan, kar­deş kardeşinden ve çocuklar büyüklerinden uzaklaşabili­yor." Velid'in bu teklifini herkes benimsedi ve bu iftira üze­rinde anlaştılar. Daha sonra, hazırlanan bu plana göre Hac için gelen hacıların arasına Kureyşli adamlar karıştı ve onlara:"Burada bir büyücü var, ondan uzak durun, zira o ara­mızı bozuyor ve ailelerimizi bölüyor."demeye başladılar."

O halde bizler de Hz. Muhammed'i önder olarak kabul eden İslam davasının fertleri olarak İslam'a, âlimlerimize ve şahsımıza karşı yapılacak her türlü iftiraya karşı daima ha­zırlıklı ve uyanık olmalıyız.

Günümüzde de İslam düşmanları, münafık kişileri kul­lanarak, televizyon, gazete ve dergilerinde İslami cemaatler ve karizmatik âlimler hakkında iftiralarda bulunarak, yalan ve çarpıtılmış bilgilerden oluşan yazılar yayınlayarak, müs-lümanlar arasında ihtilaflar çıkarıp, İslam'a olan sevgi ve güvenlerini sarsmaya çalışmaktadırlar. Böylece insanların içine şüpheler sokarak, Müslümanları zayıflatmak, parçala­mak ve yok etmek isterler. Aslında bu asılsız iftirayı kaleme alan yazarlar bir piyon olup bunları yönlendiren derin odaklardır


Konu Başlığı: Ynt: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: Pelinay üzerinde 06 Ağustos 2015, 02:24:53
Esselamü aleykum ve rahmetullah;İslama karşı olan bu iftira ve ifk saldırıları her zaman olmuştur ve olmayada devam ediyor.
Bizler bunlara karşı uyanık olup inancımızı sağlam tutmalıyız.Allah razı olsun Reyyan abla.çok güzel bir konuya değinmişsin


Konu Başlığı: Ynt: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: İkraNuR üzerinde 25 Aralık 2015, 18:20:56
selamun aleyküm.
iftira atmak çok çirkin bir davranıştır. bizler bu davranıştan uzak duralım inş. islama karşıda iftira atmışlardır fakat bizlerde buna karşı inancımızı yitrmemeliyiz. paylaşımdan dolayı Allah (c.c.) razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: Ceren üzerinde 25 Aralık 2015, 21:45:11
Aleykümselam.İftiranın toplumsal zararları iftiraya uğrayan kişinin toplumun gözünden düşmesi ve dışlanmasıdır.Rabbim bizleri iftira atmakdan ve iftiraya  uğramak dan alı koysun inşallah.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: Mehmed. üzerinde 21 Nisan 2016, 19:38:40
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah. İftiranın toplumun çöküşüne neden olabileceğinisöyleyebiliriz. RRabbim bizleri bu günahı işlemekten muhafaza eylesin. Rabbim paylaşım için razı olsun.


Konu Başlığı: Ynt: İftiranın Toplumsal Zararları
Gönderen: Zehra Hüner üzerinde 15 Ekim 2018, 03:37:33
Rabbim muhafaza eylesin insallah cok cirkin bir durum kimseyi boyle bi durum icinde birakmasin ...Allah razi olsun