> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Fıkhus Sire > Savunma harbi dönemi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Savunma harbi dönemi  (Okunma Sayısı 4626 defa)
07 Ekim 2010, 11:48:02
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 07 Ekim 2010, 11:48:02 »



BEŞÎNCÎ BÖLÜM


SAVUNMA HARBİ DÖNEMİ


Giriş
 

«Savunma Harbi Dönemi» başlığı altında sunduğumuz savaş­lar, tiilen savunma harbleridir. Bu savaşların tümü -görüleceği gi­bi- puta tapıcılann başlattığı düşmanlıklara veya müslumanların aleyhine yaptıkları ittifaklara karşı koymaktır. Bundan dolayı Asr-ı Saâdet'tekî tslâmi da'vet dönemlerinden sadece bir tanesini temsil eder bu savaşlar. Daha sonra İslâm'daki cihad hükmünün aldığı son şekli açıklamaktan uzaktır bu savaşlar. Zira bu savaşlar, yuka­rıda sadece bir bölümünden söz ettiğimiz, da'vet dönemlerinden bi­ridir. Meselâ: Gizlice da'vet dönemi, sonra açıktan barışçı bir da'vet dönemi gibi...

Biz tslâmî hükmün tümünü, mâkabliyle birlikte teşekkül eden son merhale şeklini, Hudeybiye anlaşmasını takib eden olaylarda göreceğiz. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu merhaleye, Benî Kurayza sa­vaşından dönerken buyurduğu ve Buhâri'nln rivayet ettiği: «Şimdi biz onlara savaş açıyoruz, artık onlar bize savaş açamıyacak» hadi­sinde İşaret etmişti.

Şimdi biz, İslâm da'vetinin ilk yıllarındaki savunma dönemi olaylarını sunacağız. Onları sunarken konuyu uzatacak ihtilaflara veya lüzumsuz açıklamalara girmeksizin, ilgili hükmü veya gerekli öğüdü ve dersi belirtmekle yetineceğiz. [1]

 
Savaşa Başlama
 
-Resûlullah (S.A.V.)'ın Yaptığı İlk Savaş-
 

önceki konularda demiştik ki, eser ve hadislerin delâlet ettiği en sahih görüşe göre savaşın meşru kılınmaya başlaması, ancak Hicret'ten sonra olmuştu. Bu meşruiyet, Resûlullah'ın Medine'ye hic­retinden on iki ay sonra Safer ayının başlarında konuşulmuştu. Resû-lullah (s.a.v.) ilk defa, o zaman savaşmak gayesiyle çıkmıştı. O va-kitki Gaza, «Veddan Gazvesi» idi. Resûlullah (s.a.v.} Kureyş ve Ham-za oğulları oymağıyla savaşmayı aklına koymuştu. Fakat Resûlullah savaşa gerek görmedi. Hamza oğulları, onunla anlaşma imzaladı. Hz. Peygamber ve Ashabı da savaşmaksızın Medine'ye geri döndüler. [2]

 

1- Büyük Bedir Gazvesi
 

Savaşın Sebebi:
 

Resûlullah (s.a.v.), Ebû Süfyan bin Harb'in başkanlığında Şam'­dan gelmekte olan, Kuroyş'in bir ticaret kervanının haberini almıg-tı. Resûlullah (s.a.v.) müslumanları, Mekke'de bıraktıkları mallarına karşılık bu kervanın mallarını ele geçirmeye da'vet etti.

Mü'minlerin bir kısmı bunu hafif bulurken, diğerleri ise ağır buldular. Çünkü onlar bu konuda savaşı akıllarından bile geçirmiyorlardı.

Ebû Süfyan Mekke yolunda iken durumu araştırdı. Ona, müs-lümanların kervanı ele geçirmek için yola çıktıkları haberi ulaş­mıştı. Bunun üzerine o, hemen Zamzam bin Amr el-Gıffâri'yi, Ku-reyş'e durumu bildirmek ve kendi mallarına sahip çıkmaları için adam hazırlamalarım haber vermek üzere, elçi olarak gönderdi.

Haber, Kureyş'e ulaşmıştı. Onlar da hemen sür'atle savaş ha­zırlığı yaptılar. Hepsi savaşmak maksadıyla dışarı çıktı. Hattâ Ku-reyş'in ileri gelenlerinden bir tek kişi bile geride kalmadı. Sayılan bin savaşçıya yakındı.

. Resûlullah (s.a.v.) da, Ramazan ayından birkaç gece geçmişti ki, ashâbıyla birlikte çıktı. İbn tshâk'ın rivayetine göre sayıları üç-yüz ondört kişi idi. Yetmiş tane de develeri vardı. Ashâb-ı Kiram'-dan, her deveye ikişer üçer kişi nöbetleşe biniyordu. Onlar Kureyş'-in durumunu ve savaşa çıktıklarını bilmiyorlardı. Ama, Ebû Süf-yân kervanım kurtarmayı başarmıştı. Çünkü o. Bedir suyunu sol­da bırakarak Mekke'ye giden sah;i yolunu tutmuş; kervanını ve ti­caretini tehlikeden kurtanncaya kadar koşmuştu.

Kureyş'in, müslümanlar üzerine yürüyüş haberi de Hz. Peygam-tter'e gelmişti. Bu haber üzerine Hz. Peygamber (s.a.vj, hemen be­raberindeki Sahâbe-i Kiram ile istişare etti. Muhacirler güzel söz söylediler. Muhâc-rlerden Mikdâd bin Amr söz alarak şöyle konuş­tu: «Yâ Resûlâllah! Allah sana, ne emrefcüyse, yerine getir. Biz se­ninle beraberiz...» Fakat Hz. Peygamber devamlı, E^sâr'a doğru ba­kıyor ve onlara: «Ey nâs; siz de bana bir işaretle bmlununuz!» diyor­du. Bunun üzerine de Ensâr'dan Sa'd bin Muâz ayağa kalkıp,  «Yâ

Resülâllah! Vallahi galiba bizi kasdediyorsun,» dedi. Peygamberimiz de: «Evet» buyuranca, Sa'd bin Muâz:

«— Biz sana iman ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin de hak ve gerçek olduğuna şehadet ettik. Biz, bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere, sana kesin söz verdik. Nasıl istersen öyle yap, biz seninle beraberiz. Seni, Hak din ve Kitab ile gönderene andolsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, mutlaka biz de seninle bir­likte dalarız...» dedi.

Resûlullah (s.a.v.), Sa'd'ın sözünden çok hoşlandı. Sonra şöyle buyurdu: Haydi yürüyünüz. Yüce Allah iki taifeden birini muzaf­fer kılacağını bana va'detti. Vallahi şimdi ben sanki, Kureyş kav­minin, harb meydanında vurulup düşecekleri yerlere bakıyor, onları görüyor gibiyim...»

Sonra Resûlullah (s.a.v.) etrafa gönderdiği gözcüler kanalıyla, Kureyş'in sayısını ve durumunu araştırmaya başladı. Sonunda müs-lümanlar, Kureyş'in sayısının dokuzyüzle bin arasında olduğunu, müşriklerin liderlerinin tümünün aralarında bulunduğunu öğren­diler.

Ebû Süfyan da kervanı kurtarmayı başardığından, Kureyş'in Mekke'ye geri dönmesi için haberci göndermişti. Fakat Ebû Cehil: «Vallahi Bedir'e (her yıl burada panayırlar kurar, toplanırlardı) va­rıp, orada üç gün kalarak, develer boğazlayıp, yemekler yiyip, şa­rap içip, cariyelere şarkı söyleterek eğlenmedikçe geri dönmeyece­ğiz. Başımıza birikecek olan Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bun­dan sonra artık, hep bizden çekinirler...» diyerek yürümeye ısrar etti.

Nihayet müşrikler yürüyerek, vadinin en uzak bir kıyısına ge­lip karargâh kurdular. Hz. Peygamber (s.a.v.' ise, Bedir suyunun en yakın bir yerinde konakladı. Habbâb bin Münzir, Peygamberi­mize-. «Ey Allah'ın elçisi! Bu karargâh yaptığın yer sana Allah'ın inmeni emrettiği; bizim için, ileri gidilmesi veya geri çekilmesi ca­iz olmayan bir yer midir? Yoksa şahsî bir görüş neticesi, bir harb ve harb tedbiri olarak mı seçtin?- diye sordu. Hz. Peygamber de: «Ha­yır, şahsî bir görüş neticesi harb tedbiri icabı olarak seçildi» buyur­du. Bu sefer Habbâb: «Yâ Resülâllah, o haldf burası karargâh ola­rak inilecek bir yer değildir. Sen halkı buradan hemen kaldır. Ku­reyş kavminin konacağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz ya­pıp, onu su ile dolduralım. Sonra müşriklerle çarpışalım. Biz susa­dıkça havuzdan su içeriz. Onlar İse su bulup içemezler ve müşkil duruma  düşerler...»   dedi.  Bu sözler  üzerine,  Peygamberimiz   (s.a. v.) kalktı ve Habbâb'ın tavsiye ettiği yere gidip,  oraya karargah kurdular[3].

Sa'd bin Muaz, Resûlullah'a, Medine'de kalan müslümanlann yanına sağ salim olarak dönmesi ve onu kaybetme bahtsızlığına uğramamalah için; kendisine, içinde emniyetle oturacağı bir gölge­lik yapmasını teklif etti. Resûhıllah (s.a.v.) da bunu uygun bul­dular. Sonra Resûlullah (s.a.v.) ashabını, Allah'ın kendisini destek-liyeceğine ve yardım edeceğine ikna etmeye çalıştı. Hattâ O şöyle buyuruyordu: «Falanın vurulup düşeceği yer şurasıdır, falan vu­rulup düşeceği yer burasıdır (yâni müşriklerden!..) Resûlullah bu­nu derken elini gösterdiği yerlere koyuyordu. Onlardan hiçbirisi de Resûlullaah'ın elini koyduğu yerlerin ne ilerisine, ne de gerisine, tam gösterdiği yerlere düştüler...[4]

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Bedir savaşında, Ramazan ayının onye-disinde. Cuma gecesi akşamleyin dua ederek, Allah'a yalvarmaya başladı. Duasında şöyle diyordu: «Allah'ım! Kibir ve böbürlenmekle gelen şu Kureyş'tir, sana meydan okuyor. Resulünü yalanlıyorlar!.. Allah'ım! Bana yapmış olduğun yardım va'dini yerine getir. Allahım! Onları sabahleyin helak eyle...»

Hz. Peygamber (s.a.v.) devamlı, ellerini semaya açmış, huşu Ünde tazarru ederek Allah'a yalvarıyordu. Nihayet Hz. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Peygamber'e acıyarak, arkasma sokulup şöyle dedi: «Ya Resûlâllah! Rabbına niyaz ettiğin yetişir. Nefsi myed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; O, sana olan va'dini muhakkak yerine getirecektir».

Müslümanlar da Allah'tan yardım istiyorlar, zafere ulaştırma­sını diliyorlar, yalvarışlarında samimi olduklarını belirtiyorlardı.[5]

Müslümanlarla müşrikler arasında çarpışma, Hicret'in İkinci yı­lının Ramazan'ının 17. günü, Cuma sabahı başladı. Peygamberimiz eline bir avuç ince kum alıp Kureyş müşriklerine karşı dönerek: Kara olsun, yüzleri!» deyip etrafa saçtı. Saçtığı ince kumdan göz­lerine ve yüzlerine dolmayan hiçbir müşrik kalmadı. Yüce Allah da müslümanlar tarafım, savaşan meleklerle takviye etti[6]. Savaş müslümanların lehine büyük bir zaferle sonuçlandı. Bu çarpışmada, müşriklerin ileri gelenlerinden yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kada­rı da esir alındı. Müslümanlardan da ondört kişi şehid oldu.

Bu savaşta öldürülen müşriklerin cesedleri -onların arasında, Kureyş-in liderleri de bulunmaktaydı- Bedir kuyusuna atıldı. Resû-lullah (s.a.v.) kuyunun kenarında durup: «Ey falan oğlu filân! Ey falan oğlu filân!..» diye babalarının ve kendilerinin adları ile ça­ğırarak; «...Biz, Rabbimizin bize va'dettiğini gerçek olarak bulduk. Siz de putlarınızın size va'dettiği şeyi hak olarak buldunuz mu?» di...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Savunma harbi dönemi
« Posted on: 19 Nisan 2024, 10:27:03 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Savunma harbi dönemi rüya tabiri,Savunma harbi dönemi mekke canlı, Savunma harbi dönemi kabe canlı yayın, Savunma harbi dönemi Üç boyutlu kuran oku Savunma harbi dönemi kuran ı kerim, Savunma harbi dönemi peygamber kıssaları,Savunma harbi dönemi ilitam ders soruları, Savunma harbi dönemiönlisans arapça,
Logged
07 Ekim 2010, 11:50:30
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 07 Ekim 2010, 11:50:30 »

(sa.v.) Cumartesi akşamı Uhud'dan geri döndü. As-hâbıyla birlikte geceyi Medine'de geçirdi. Müslümanlar da geceyi, yaralarını tedavi etmekle geçirdiler. Resûlullah (s.a.v.) Pazar günü sabah namazını kıldırınca Hz. Bılâl'e, bağırarak şöyle söylemesini emretti: «Resûlullah (s.a.v.) size düşmanı takib etmenizi ve dün savaşta bulunanların dışında kimsenin bizimle birlikte çıkmamasını emrediyor1» Hz. Peygamber (s.a.v.) henüz bağı çözülmemiş sanca­ğını istedi. Onu Hz. Ali'ye verdi. Müslümanlar aralarında yaralılar ve düşkünler olduğu halde yola çıktılar. Ta, Hamrâu'l-Esed'e kadar gelip karargâhı kurdular  Burası, Medine'ye on mil uzaklıktaki bir yerdi. Müslümanlar burada büyük büyük ateşler yaktılar. Ta uzak yerlerden görülsün ve sayılarının çok kalabalık olduğu sanılsın di­ye böyle yaptılar.

Ma'bed bin Ma'bed el-Huzaî, - henüz o gün Huzaa müşriklerin­den biri idi - yanlarından geçti. Sonra onlardan uzaklaşıp aşarak müşriklerin yanına geldi. Müşrikler Uhud'da kazandıkları başarı­nın gururu, sevinci ve şamatası içinde idiler. Müslümanların işini bitirmek için tekrar Medine'ye dönmeyi müzakere ediyorlardı. Saf-van bin Ümeyye ise onları bundan vazgeçirmeye uğraşıyordu. Ebû Süfyan, Ma'bed'I görünce: «Ey Ma'bed! Geriden, geldiğin yerden ne haber var?» diye sordu. O da: «Yazık size! Muhammed ile ashabı, şimdiye kadar bir benzeri daha görülmemiş sayıda asker toplayıp peşinize çıktılar. Size olan kızgınlıklarından dolayı ateş püskürü-yorlar! Onlarda size karşı bir benzeri daha görülmemiş bir kızgın­lık var!» dedi. Yüce Allah da bu sözlerle müşriklerin kalblerine bü­yük b'.r korku düşürdü. Onlar da hemen Mekke'nin yolunu tutarak, sür'atle kaçtılar. Resûlullah (s.a.v.), Hamrau'l-Esed'de pazartesi, sa­lı ve çarşamba günlerini geçirip sonra Medine'ye döndü[37].

 
İbretler Ve Öğütler
 

Uhud savaşı her asırdaki müslümanlar için önemli dersleri ih tiva ediyor. Uhud savaşının, açıkladığımız şekil üzere vuku bulma­sının hikmeti şudur: Orada müslümanlara, düşmanla yaptıkları sa­vaşlarında, zafere nasıl ulaşılacağını, hezjmet ve dağılma tehlikele­rinden nasıl korunulacağını öğreten pratik dersler veriliyor. Şimdi biz, bu büyük derslerin üzerinde durup sırayla düşünelim:

1- Yine burada Resûlullâh'ın kendisi için edindiği bir pren­sip ortaya çıkıyor. O da müşavere ve araştırmayı gerektiren her işte, ashâbıyla müşavereye başvurmasıdır. Fakat biz burada, Be­dir Savaşı öncesinde vuku bulan müşaverede göremediğimiz ayrı bir özellik üzerinde duracağız. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ashabın, gö­rüşlerinden vazgeçip, pişman olmalarına ve uygun gördüğü takdir­de Medine'de kalmasını rica etmelerine rağmen; savaş hazırlığını bitirip, zırhını giydikten sonra, düşmanı karşılamak için Medine dı­şına çıkmadan geri dönme fikrine katılmadığını gördük. Halbuki Resûlullah (s.a.v.) müşavere ânında Medine'de kalma fikrine mey­lediyordu ve öyle görünüyordu.

Bundaki açık hikmet, belki de; savaş için gerekli hazırlığı yap­tıktan ve Resûlullah silâhını alıp zırhını giymiş bir vaziyette, asha­bının ve kavminin içinde göründükten sonra, artık iş; yeniden mü­nakaşa etmenin, istişare ölçülerini aştığını gösteriyordu. Özellikle de, müşavereyle birlikte, o kadar büyük bir sebat isteyen savaş ka­rarlarında, yine savaş için gerekli hazırlığı yaparak onların yanına çıktıktan sonra Resûlullah'ın, Medine dışına çıkmayı' ertelemesin­den, bir irade zaafı ve bocalama anlamı çıkacaktı. Bu ise çok kere anlamsız korku ve endişeden kaynaklanıyor. Bunun i.in, Hz. Pey­gamber (s.a.v.) kavminin şamatasına ve kendi aralarındaki itham­lara aldırmaksızın kesin tutumunu belirten bir ifade ile onların sö­züne: «Bir peygambere zırhını giydikten sonra düşmanlarıyla savaş­madan onu çıkarıp yerine koyması yaraşmaz[38] diye cevab verdi...

2- Bu savaşta münafıkların hali iyice açığa çıkmıştı. Bu da tabiîdir. Hani bu savaş, birçok gaye ve hikmetleri ihtiva etmekte­dir. En önemlilerinden biri de mü'minleri, aralarına katılmış bulu­nan münafıklardan arındırmaktır. Bunun arkasında da müslüman-lar için büyült faydalar vardır. Nitekim sonunda durum onların ya­rarına tecelli etmişti.

Abdullah bin Ubey bin Selûl'ün, Medine'den çıktıktan sonra üç-yüz kişilik taraftarıyla birlikte, Resûlullah ve ashabından nasıl ay­rılıp gittiğini görmüştük. Kendi itirafına göre bunun zahirdeki sebe­bi; Resûlullah (s.a.v.)'in, yalnızca toy delikanlıların görüşünü alıp, kendi gibi yaşlılardan, düşünce ve kanaat sahibi kişilerin görüşü­nü almayışıdır. Ancak için hakikatında kendisinin, mü'minlerin ya­nında savaşmayı istememesi var. Çünkü o kendisini, tehlikeli ve meçhul işlere atmayı arzu etmiyor... Münafıkların en bariz özellik­lerinden biri de işte bu: İslâm'ın helâl kıldığı ganimetleri almayı ama, bu uğurdaki zarar ve yorgunluklardan uzak durmayı ister­ler!... Onların islâm'dan beklediği yalnızca iki şeyden birisidir: Bek­ledikleri ganimeti almak, çekindikleri zorluk ve meşakkattan kaç­mak.

3- Hz. Peygamber (s.a.v.), bu savaşta müslümanların sayısı­nın azlığına rağmen, gayr-i müsümlerden yardım istemeye razı ol­madı. İbn Sa'd'ın Tabakat'ındaki rivayetine göre, Resûlullah (s.a. v.) şöyle buyurmuştur: «Ehl-i şirkten birine karşı, diğer ehl-i şirk­ten yardım istemeyiz[39]». Müslim de şu hadîsi rivayet etmiştir: Resûlnilullah ts.a.v.) Bedir günü, kendisiyle birlikte savaşmak için arka­sından gelen bir adama: «Sen Allah'a inanıyor musun?» diye sor­du. O da: «Hayır», deyince, Resûlullah (s.a.v.) : «Öyle ise hemen geri dön. Ben ebediyyen bir müşrikten yardım istemem» buyurdu.

Ulemadan büyük bir çoğunluk, buna binâen, savaşta kâfirler­den yardım istemenin caiz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Bu hususta Imâm-ı Şafii, bir ayırım yaparak şöyle demiştir: «Devlet başkanı, kâfirin müslümanlar hakkında iyi niyetli ve emanet sahi­bi olduğuna kanaat getirirse ve o andaki ihtiyaç kâfirden yardım istemeyi de gerekli kılıyorsa, yardım istenebilir. Aksi halde olmaz'».

Bu görüşün bütün deliller ve kaidelerle ittifak halinde olduğu muhtemeldir. Zira Hz. Peygamber'in Huneyn günü, Safvan bin Ümey-ye'nin yardımını kabul ettiği rivayet edilmiştir. Bu duruma göre, bu mes'ele, siyaset-i şer'iyye diye isimlendirilen şeyler çerçevesine gir­mektedir. Resûlullah'ın Bedir ve Uhud'da yaptığıyla Huneyn'de yap­tığının arasındaki farkı, inşâallah münasip yerinde açıklayacağız.

4- Üzerinde düşünmeye değer hususlardan biri de Semûre bin Cündeb ile Râfi bin Hâdic'in durumlarıdır. Halbuki her ikisi de he­nüz onbeş yaşlarım aşmamış çocuklardı. Savaşa katılmak için, ken­dilerine izin vermesi için nasıl da gelip Resûlullah'a yalvarıyorlar. Hangi savaşa? Ölümün kol gezdiği savaşa. Taraflar arasında mu­vazenenin bulunmadığı bir savaşa. Müslümanların sayıları yediyü-zü ğeçmiyorken kâfirlerin üç bin kişiyi aşan bir güce sahip olduğu savaşa...

Hakikaten, İslâm'a fikri saldırıda bulunanların bazısı bu gibi olaylar üzerinde dururken-, Arapların ardı arkası kesilmeyen harb-lerin gölgesinde yaşayan bir millet, yâni savaş ortamında gelişmiş, varlığını sürdürmüş millet olduklarını sanmış; bunun için de o sa­vaşlara, onlara göre korkudan uzak ve bütünüyle benimsenen bir durum olarak bakmışlardır. Bu son derece garib bir görüştür.

Şübhe yok ki bu tahlili yapan kişiler; bu sözleri söylerken, hay­ret verici bir ısrar içinde-, Abdullah bin Ubey bin Selûl ve arkadaş­larından üçyüz kişinin, sırf rahatları ve savaşın doğuracağı tehli­kelerden uzak kalmak niyeti, yâni korkudan ötürü geri döndükle­rini görmezlikten geliyorlar!.. Ve yine bu tahlilin sahipleri: yaz sıcağının ortasında Medine'nin gölgesini, meyvalarını ve sularını tat­mak isteyen, «bu sıcakta savaşa çıkmayınız!» diyerek, Resûlullah'ın savaşa çıkma çağrısından yüz çeviren bu münafıkların savaştan ka­çışlarını da görmezler. Müşriklerin sayılan kabarık, müslümanla-rın sayıları az ve kalblerine de korku düşmüş olduğu halde, Bedir savaşında müşriklerin yenilgilerini de görmemezlikten gelirler... Halbuki müşrikler de savaşların gölgesinde doğmuş, o çilelerle bes-lenmş ve onların zorluklarını küçümsemiş olması gereken aynı Arap soyundan idiler.

Apaçık bir olayın vereceği hükmü kabulîenmcyip kaçırmak, in­saflı bir kişi için oldukça zordur. Şöyle ki: Bu gibi çocukların, ölü­mün üzerine doğru koşmalarındaki sır, yalnızca kalbe kök salmış, üzerine de şiddetli bir peygamber sevgisi yerleşmiş yüce bir iman duygusudur. Bu iman ve bu sevgi' nerede bulunursa; böyle yiğitlik ve ölümün üzerine yürüme, orada kendini gösterir. Nerede, kalb-deki muhabbet azalır, iman da zayıflarsa; hemen orada atılganlık tembelliğe ve çekingenliğe, ölümün üzerine doğru yürüme de, kor­ku ve ürkekliğe dönüşür...

5- Resûlullah'ın, ashabının saflarını düzene korken, onlara sa­vaş vaziyeti aldırırken, müslümanların arkalarına gerekli muhafız­ları yerleştirirken ve okçulara savaş meydanındaki arkadaşlarının durumunu nasıl görürlerse görsünler; kendisinden bir emir alma­dıkça kesinlikle yerlerini terketmemelerini emrederkenki halini dü­şünerek diyoruz ki; bâris bir hakikat ortaya çıkar ve arkasından da diğer birçok önemli olaylar aydınlığa kavuşur!

O bariz hakikat, onun savaş ânında gösterdiği askeri meha-retidir. Resûlullah (s.a.v.) savaş plânlarını ve taktiğini tensipte, kur­maylıkta önde gelmektedir. Şübhesiz ki Allahü Teâlâ onu bu saha­da nâdir bir dehâ ile mücehhez kılmıştır Fakat biz diyoruz ki, bu dehâ ve meharet, ancak onun semavî risâlet ve nübüvvetinin ar­kasından gelir. Resûlullah'ın savaş tekniğinde ve diğer hususlarda mahir ve dâhi olmasını gerekli kılan şey, Nübüvvet ve Risâlet mer­kezidir. Nitekim aynı merkez onun her türlü zelle ve sapmadan uzak ve masum olmasını gerekli kılmıştı. Biz bu hususu bu kitabın bi­rinci bölümünde açıkladık. Artık tekrarına gerek yoktur.

Resûlullah (s...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes