Konu Başlığı: Fıkhus-siyre Gönderen: Safiye Gül üzerinde 08 Ekim 2010, 11:20:20 FIKHU'S-SİYRE Fıkhu's-Siyre kitabının, yeniden gözden geçirilmiş ve düzeltilmiş ilaveli onuncu baskısını neşretmek bize nasipmiş. Allah'a ham-dediyaruz; Onun Nebisi (s.a.v.)'in hayatım, hayatımızda uygulanmasını bize öğretecek bu emin eseri neşretme fırsatını verdi. Çünkü, günümüz insanı çok yönlü fikir emperyalizmi ve şaşırtıcı beyanların etkisiyle bunalmıştır. Dinin emirlerini, neden ve nasıl uygulayacağını kestirememektedir. Zira. «kitab ve sünnete dönüş» iddiasında bulunanlar bile Hicretin 7. asrındaki (îbn-i Teymiye v.b.) zevatın dediğinden öteye geçmiyor. Çok kere de müsteşriklerin sinsi telkinlerini ilmi ve fikri görüş diye saçıyorlar... Gerçek sünnet yolunu sürekli kaybettiriyorlar. Bu eserde ise sahih hadislerden süzülen bir hayat ve o kutsal hayatın bize düstur olan uygulamaları sunuluyor. Sunulan esaslar, üstün bir metodla işlenip hazmettiriliyor. Müellif bu yolda, emek, ilim ve ihlâsla yürüyor. Müellif Dr. M. Said Ramazan günümüzün sayılı âlimlerinden, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Profesörü. Babası da büyük âlim. Müellif ilmini ondan ve merhum Hasan Haben-neke'den almış. Ezher'de doktora yapmış. Eserinde de Mustafa Sabri Efendinin Mevkıfü'l-Akl (ve diğer muteber kaynaklar)a atıflar var. Bununla, Osmanlının son Şeyhul-İslâm'ı vasıtasıyla Osmanlı ulemasına da mirasçı olduğuna işaret etmek isteriz. Eseri islâm dünyası tasvib ve Şeriat Fakültelerinde ders kitabı olarak kabul etmişlerdir. Ülkemizde ise, yaşıyan ulema bu bitabı heyecanla karşılamış ve okuyucuya tavsiye etmiş, bu yüzden kitab feısa zamanda birkaç baskısını bitirmiştir. Gençliğin sohbet hitabı oluvermiştir. Yayınevimiz, bu hayırlı hizmete vesile olan her samimi mü'mi-ne duacıdır. Tevfik ve hidâyet Allah'tandır. Gonca Yayınevi[1] Türkçe Onuncu Baskı İçin Fıkhu's-Siyre, Siyretten; Mesel-i A'lâ (en yüce Örnek) olan Muhammedi hayattan; din düsturlarını süzüp canlı örneklerin üzerine okunaklıca yazmaktır. Bu başarı ilk kez Dr. Bûti'ye nasib oldu. İkinci n&sipli de biziz; tercüme edenler... Üçüncüsü yayıncıdır demek yerinde olur. Ancak esere lâyık olan bir yayın tarzı, bu baskıda bulundu: Kağıdı, cildi, kapak düzeni, iş düzeni ve içindeki sonsuz çizgisindeki kronolojik özet veren tablo... Ve yazarın, son baskıda eklediği «Râşid Halifeler- donemi... Onuncu baskının en mühim yeniliği tabiatıyla bu kısımdır. Çünkü bu otuz yıllık dönem, Mukaddes Hayatın ve Medine İslâm Devletinin, her yönüyle ve her çağa örnek olacak gelişmeleriyle bir bütünleyici-sdydi ve zaruretti. Hele İmamet, Şûra ve bunların uygulanışıyla, şartlara göre alacağı biçim, artık tartışmaya yol bırakmayacak tarzda verilmekle; tslâm aydınının son bes-on yıldır karara başlayamadığı sorulanna cevap getirmiş oluyor. Hakk rızâsına muvafık kılıp, İslam gençliğine şifa eylesin, Âmin. Ali NAR (1 Rebiul'evvel 1413) 20 Ağustos 1992[2] Takdim 1- Kitab Hakkında A) Tür Olarak: «FIKHU'S-SİYRE», Slyretten çıkarılan Fıkıh demek olur. Bu bir ilim dalı ve yazı türüdür. Arap âleminde, Özellikle Üniversitelerin Şer'iyye Fakültesi ve bölümlerinde apayrı bir ders olarak izlenir... Mes'ele, Resûlullah'ın bizzat yaşadığı ve uyguladığı Din ahkâmını süzüp çıkarmaktır. Onun kendi hayatında ve çevresindeki insanlar üzerindeki uygulamalarını anlatan bir disiplindir bu. Tabiatıyla bu uygulamalardan hükme varılırken, Kur1-an-ı Kerim'den alınır temeller. Ulema ve müfessirlerin de yorumlan-na başvurulur. Bu kitab böyle bir türdür. Türkiye'de ilk defa böyle bir kitab tercümesi yayınlanmakta. Te'lif olaraksa, tabii hiç yoktur... B) Konu ve Metod Olarak: Dr. Saİd Ramazan'in bu eseri türü içinde de bir üstünlüğe sahib ki; dili sade, üslûbu kolay, hükümleri emindir. Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat çerçevesinde, tavizsiz ve ifrat-sız; en doğru bilgiyi, en emin irşadı vermeye çalışır. Çünkü müellif, Um i yy e sınıfında, sayılı kişilerden olduğu gibi, babası Molla Ramazan yoluyla da «Bâtın ilmine- sâhib... Kitab, adından da anlaşılacağı üzere herşeyden Önce, bir «Siy-ret-i Nebidir. Yâni, Resûlullah'ın hayatını anlatır. Dr. El-Bûtİ'nin bu eseri (Kendisinin de önsözünde belirttiği gibi) en mühim olayları özet olarak almış, onların yorumunu yapmıştır. Bu Özet tarih İse, tamamen sahih nakillere dayanmaktadır. Başta Buhârl ve Müslim olmak üzere, sahih hadis ki tablan, tbn-i İs hâk, İbn-i Sa'd, tbn-i Hişâm... gibi mu'teber siyer ve tabakat kitablan kaynaktır... Yorumlardan sonuca varırken de, en mu'teber tefsir kitablanyla, büyük fukahâmn içtihadlan dayanaktır... Hemen kaydedelim ki, müellif Şâfiiyyü'l-mezheb olduğundan, o mezhebin görüşünü daha çok zikretmektedir. Ancak, sonuçlar genel çerçevede bulunmakta ve farklı olan öbür mezheb görüşleri de özellikle kaydedilmektedir. C) Fayda ve Verim Olarak: Yorum kısmında ele alınan hususlar: a) Olaylardan ve Resûlullah'ın uygulamalarından çıkarılan fık-hl hükümler. b) Alınacak ders ve ibretler. c) Ahlâki prensipler. d) O konuda, günümüzde tutulacak yolun ne olduğunun tesbiti... Bu tesbit açısından bu kitab; günümüz müslümanlarımn, yıllardır aramasına rağmen; içerden veya dışardan bir türlü edinemediği bir eserdir. Özellikle gençliğe her yönüyle güvenilerek tavsiye edilebilecek, vakit kaybettirmeyecek eser... Öbürlerine benzemez... Çünkü, çoğunda hayata ve günümüze ışık tutan özellik yok. Bazısında ise, çare diye; dini tahrif ve tahrip edici gariplikler] keyfi iç-tihadlar görülüyor... Bu kitab, genç müslümanin örnek Hayattan alacağı hareket tarzı ve ölçüleri (ttikadî ve fikri yönden doğruluğundan emin olarak) vermektedir. Ferden okumada olduğu kadar, derslerde de okunup açıklanmak için yegâne ve aranan eser olacak insâallah... Hattâ iddia ediyoruz ki, Din Eğitimi yapan okullarda da. «öğretmen Kitabı», «Yardımcı Ders Kitabı»; Yüksek Okullarda (tlâhiyat Fakülteleri..,).ise, doğrudan, Ders Kitabı olarak takibe elverecektir, tlim ve tarafsız zihniyet sahibi, faydalıyı arayan öğretim üyeleri bunu uygulayacaktır, ümidindeyiz!.. Müellifini de tanırsak, isin ciddiyeti bir kat daha anlaşılır. [3] 2- Müellif Hakkında A) Öz Geçmişii Üstad Dr. Muhamrned Said bin Molla Ramazan El-Bûtİ (1929 M., 1347 H.), Ceziretü İbn-i Amr (Yâni Türkiye'nin güneyinde ve Irak sınırındaki Cizre kasabasında) doğdu. 1933 yıllarında M. Said Ramazan henüz 4 yaşındayken ailesi hicret edip Şam'a yerleşti. Babası Molla Ramazan da tanınmış bir ilim adamı olup, Şam uleması arasında üstün bir mevki ve saygı duyulan bir hüviyyete sahihtir... Çünkü ilimde olduğuna eş, mânâda da o çevrede, Turûk-ı Âliye'den birinin mürşididir. Rüknüddin semtinde, kendi adıyla anılan mescid civarında oturur... Üstad Said Ramazan, ilk ve orta tahsilini Şam'da tamamladı. Fakat ilmi ve mânevi gelişmesinin başı ve en büyfUt payı babası Molla Hamazan'a bağlıdır. Bütün dinî ve mânevi sermayesini ilkin, babasından aldı. Daha sonra da o gün için Suriye ve Şam'da bulunan büyük ulemadan feyz aldı. Özellikle, Şeyh Hasan Habenneke'-den aldığı feyizle dini ilimlerini bütünlemiş oldu... Lise tahsilini Şam'da bitiren M. Said Ramazan, yüksek öğrenim için, Mısır'a Ezher Üriiversitesi'ne gitti. 1955 tarihinde buradan mezun olunca, Suriye'ye döndü ve Humus ilinde bir müddet öğretmenlik yaptı. Daha sonra, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'ne Asistan olunca, Fakülte onu doktora için Ezher'e gönderdi. Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nde doktorasını tamamlayarak, «Bi Takdiri Mümtaz» dereceyle doktor oldu. 1955'te tamamladığı doktorasına ilâveten de, 1966 yılında «Eğitim Sertifikası»na hak kazandı. Şam'a dönünce, Yrd. Profesörlük göreviyle Şer'î ilimleri okutmaya başladı. Bir müddet sonra, Fıkıh kürsüsü başkanı ve Dekan ilmi işler yardımcısı oldu. Nihayet, Şeriat Fakültesi Dekanı oldu. Bu vazifesi 1980'lere kadar devam etti. Şu an ise, Kürsü başkanlığı vazifesini sürdürmektedir. Üstad M. S. Ramazan, bütün bu vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede intişar eden çeşitli gazete ve özellikle ilmî dergilerde. Ünü, fikri ve edebî yazılar neşretmekteydi. Yine, çeşitli seviyede, halka ve gençliğe hitaben konferanslar vererek, camilerde geniş çaplı sohbetler düzenleyerek halkı irşad ediyor, kültür ve inanç yönünden genç müslümanları eğitiyordu... Dersleri, sohbet ve konferansları da, umumiyetle, yazdığı Ümi eserlere istinad ediyordu. Yani, şu sunduğumuz, «Fıkhu's-Siyre» ile itikadî konuları ele alan «Kübra'l-Yekiniyyât» kitablanndaki konuları izah ve yorumlan çevresinde, müslüman halkın din ve dünya ufkunu aydınlatmaya uğraşıyordu... öte yandan da tabii; ilmî, fikrî ve edebi olmak üzere yeni eserler vermeye halen devam etmektedir... Eserlerinde ele aldığı başlıca konular: Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat... Yirmi beşten fazla eserinden bazılarına birer cümleyle işaret ediyoruz: [4] B) Başlıca Eserleri : 1- Fıkhu's-Siyre, büyük bir cilt. (Siyret ve fıkıh konusunda.) 2- Kübrâl-Yekiniyyât, büyük bir cilt. (îtikadi konuda büyük isbat yollarını işler.) (Bu iki eseri, 3- El-Maddiye el-Cedeliyye. (Diyalektik Materyalizmi tenkid.) 4- EtrTerbiyetü'l-îslâmiyye. (îslaml Eğitim Sistemi.) 5- Nİzamütl-tktisadi'l4slaml. (İslâm İktisat Sistemi...) 6- El-La Mezhebi yy e. (Telfiki reddeden eser. D. A. Kayapınai tarafından Türkçeye çevrildi ve neşredildi.) 7- Ebhas'ün fi'l- Kunme. Bu, «Zirvedeki meselelerimiz» anlamına bir seridir. Ufak çapta, ancak her biri büyük bir mes'-eleyi vermektedir. Bu kitablara kendisi: «Tevcih, yönlendirme- kitabları adını vermektedir... Bir iki örnek verelim: - Hakeza Felned'u ile'l-îslâm», («İslam'a Da'vet Metodu- adıyla çevrildi. Madve Yayınlarında çıktı.) - Müşkilâtü'ş-Şebab, Gençliğin Problemleri. (Madve neşretti.) - İla Külli Fetatin Tü'minu Billân-, Allah'a İnanan Her Genç Kıza Hitab... El-Bûti, Arapça, Türkçe, Farsça ve bir iki Batı dilini bilmektedir. Üstad EL-BÜTÎ, bu hüviyyetiyle, dünya çapında ilmi konferanslara ve birçok kongrelere de katılmıştır. Katıldığı bu ilmi kongrelerde, mutena bir yer tutmaktadır. Ezcümle 1981 yıllarında da bu tür bir kongre için Türkiye'ye gelmişti. Bir önemli duruma da işaretle muhterem Dr. M. Sald Ramazan El-BûtTnin hâl tercümesini bitirmek isterim: Babası, kendisini ilim ehli olarak yetiştirirken, kendisi de evlâtlarım ilimle teçhiz etmiştir. Bu da ayrı bir özellikti... Bu kısa bilgiyi kendilerinin lütfettikleri mektubla, bizim 1975'-lerdoki Şam seyahatimiz esnasında, konferanslarını dinleyip, kendilerini ziyaret ettiğimizde edindiğimiz malûmat ve eserlerinden tanımamıza bağlı olarak sunduk. Ehl- sünnet yolunun belli başlı âlimlerinden ve savunucularından olan bu zâtın öbür eserlerini de genç kabiliyetlerden, dilimize kazandırmalarını beklemek hakkımızdır sanırım. [5] Hak rızâya muvafık olur inşâattan. Flkhu's-Siyre Ve Tercümesi İçin 1- Muhterem Ekrem DOĞANAY şunları yazdı Elhamdülillâhi Rabbil âlemin. Vessalâtü vesselâmü ala Seyyİdl-n& Muhammedln ve ala âlihî ve sahbihi ve seUim. «Fıkhu's-Siyre» adındaki kitab, gerçekten şaheserdir. Muhterem Üstad Dr. Said Ramazan. el-Bûti'nin kaleme aldığı bu hoş kitabın Arapça nüshasını mütalâa ettim. Ve âzami derecede yararlandım. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin hayatım ve siyretini veciz bir şekilde ve i'tinâlı bir biçimde kaleme almış, bil'âhere konunun hikmetlerini, hükümlerini ve ibretâmiz cihetlerini de Öz olarak hatırlatmış, bereketli öğütlerde bulunmuştur. Müslümanlar, kâmil mü'min olmak ve müşteki olup durdukları hal-i perişanlıktan kurtulmak için, tek rehberimiz Hz. Muhammedi (s.a.v.) Efendimizin siyretini, yüce ahlâkını bilmek, bellemek ve O'nu nümûne4 imtisal kabul ederek, prensiplerini hayatlarında tatbik etmek zorundadırlar. Biz, onu, hattâ onun feyz ü bereket dolu tedrisat halkasında ve daima taht-ı terbiyesinde yetişmiş bulunan, en hayırlı asrın en güzide insanları olan sahâbe-i kiram hazerâtını kendimize örnek alacak olursak, cihana örnek oluruz. Zayi etmiş olduğumuz mefahir ve ihtişamımızı yeniden elde etmiş bulunuruz. Esefle İfade etmek gerekir ki, bu sahada şimdiye kadar tatminkar bir eser Türkçe olarak telif edilmemiştir. Telif edilenler İse. vahyi akla uydurmaya, mu'cizeleri alelade olaylar gibi göstermeye çalıştığı İçin, heykel gibi ruhsuz ve tesirsiz kalmıştı, tşte «Fıkhu's-Siyre» açUnı taşıyan kitab böyle bir boşluğu doldurmuş, mübrem bir ihtiyaca cevab vermiştir. Onu mütalâa ettiğim zaman; «Keşke bu güzel kitabı tercümeye biri tasaddi etse de, müslüman kardeşlerimize ithaf eylese...» diye temenni etmiş ve buna son derece lüzum hissetmiştim, Allah'a şükürler olsun ki, bu kitabın da, bu sahada liyakati olan ve ilmî, fikrî birçok eserler te'lif ve terceme ederek faydalı hizmetler vermiş bulunan Muhterem Ali NAR Bey ve bir arkadaşı tarafından teroeme edilip, bilhassa, genç kardeşlerimizin istifadesine sunulduğunu öğrendim. Ve buna çok sevindim.. Aslına uygun biçimde ve selis bir ifadeyle terceme edilip, kardeşlerimizin istifadesine, manevi bir hazine olarak takdim edilmiştir. Tercemeyi de kısmen okudum, dostlarıma almalarım tavsiye ettim. Hattâ birçok yakınıma birer tane aldırmış oldum... Muhterem ve faziletli müellif ve mütercimlerden Allah razı olsun. Sa'ylerini meşkûr buyursun. Daha nice eserler telif ve terceme ederek bereketli hizmet vermeye muvaffak eylesin. Âmin.» 2- Muhterem Halil Günenç de şunları yazdı: Bismillâhirrahmanirrahıym «îslâmî ilimlerin her dalında değerli eserler yazıldığı gibi, Peygamber (s.a.v.) hayatını, güzel ahlakını ve cihadını anlatan «Siyer* dalında da değerli eserler yazılmıştır. Bunların başında, Siyret-i tbn-i Hişâm, Siyret-i tbn-i tshâk ve Şifâ gibi kitablar gelmektedir. Böyle olmakla beraber, her asırda insanlar için en güzel numune ve en doğru ölçü olan Peygamber (s.a.v.)'in hayatını ve yüce şahsiyetini tahrif etmeden olduğu gibi anlatmak, zihinlere takılan şübheleri izale etmek gerekmektedir. Asrımızda yaşayan ve nice ilmî eser veren muhterem Dr. M. Said Ramazan el-Bûtî bu vecibeyi yerine getirdiği gibi, öncekilere de yeni bir halka ekledi. Ve garazkâr müsteşrikler Üe uşaklarının yaptığı tahrifin üzerine bir çizgi çekti. Bu eserin diğer eserlerden faklı tarafı; olup bitenleri serdettik-ten sonra, tahlil ederek konunun özünü okuyucuya sunmasıdır. Allah müellife uzun ve bereketli ömür versin. Mütercimlere de yaptıkları bu hayırlı işten dolayı bol bol ihsanda bulunsun. Âmin.» [6] Yeni Baskıya Önsöz[7] Allah'ın bana, yazıp yayınlamayı nasib ettiği kitablar arasında; halk nezdinde tutunup faydalanılması bakımından, bu hitabımın derecesine ulaşan olmadı. Kanâatımca bunun baş sebebi de; Peygamber Hayatı kitabında kullandığım metoddur. Tahrife varan yanlışları önleyici tedbir alarak çağdaşlarımızın eserlerinin uğradığı felâketten koruma cehdi-mizdir. Yani dejenere üslûb ve uydurma yazım tarzlarından sakınmamız. .. İlmî tedbir olarak da; Siyret kitabının nasıl yazılması gerektiği ve bu hayat olaylarının günümüz insanının ihtiyacına cevap verici yorumun yapılma usûlüne dair yazdığım özel ve uzun mukaddimelerden de anlaşılacağı üzere; emsalinden ayrıdır bu kitab... Hele bir de çağımızda Resûlullah'ın (s.a.v.) hayatını -doğrudan veya dolaylı olsun- işleyenlerin düştüğü bir hatâ var ki, ondan şiddetle sakınmış ve okuyucu aklını da koruyucu tedbir almışız: Yâni Peygamber'i rastgele bir insan gibi ele alıp anlatma yanlışından... İsterse onu; en büyük kahraman, yegâne dâhi, en yüce ahlâk önderi, en büyük zâhid göstersin. Vahiy ile hareket eden peygamberlik yönünü ihmâl ettikten sonra, ferisi fâni lâflar olurdu... Çünkü o zaman onun sözü de, koyduğu düsturlar da evrensel ve ebedi olamazdı. Çünkü, insanlığa yön veren ve akıl dağıtan çok liderler, düşünür ve ahlâkçılar gelip geçmiştir. Ama çağını aşanları bile sonraki dönemlerde sadece birer masal kahramanı gibi anılıp geçilme durumuna düşmüştür. Halbuki Resûlullah'ın getirdiği ve hayatı boyu uyguladığı dünya görüşü, bütün esas ve teferruatıyla yaşamakta ve yaşanmak borcundadır. O da, ilâhi kaynaklı olması nedeniyledir. Vahiyle, Allah'ın lütfettiği ilimden gelmesi sebebiyledir. Şu bir gerçektir hi; insanın seviyesi, kültürü ne olursa olsun, gerçeği, faydalıyı ve güzeli kabullenir. Yanlış ve bâtılı ise hep dış-laya gelmiştir. Bu mazhariyette: «Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeğe çabalıyorlar. İnanmazlar dirense de Allah nurunu tamamlar âyetinin sırrının tecellisinden bir. iz gördüğümü de kaydetmek isterim. Çünkü apaçık bir başka durum da, günümüz insanının artık, lâf kalabalığı ve malzeme yığınından çok gerçeğe ve anlaşılır olan gerçeğe meylettiğidir, fiünkü yalancı şafaklardan, göz dolduran işlerden insanlık yeterince ders almıştır artık. Kitabın bu baskısına gelince; bütün öbür dikkat ve düzeltmelerin ötesinde; İdeal Hilâfet Dönemini hısa ve öz olarak - Sekizinci Bölüm halinde - eklemiş olmamızla ayrıcalık taşımaktadır. Tabiatıyla; kitabın genel üslûb ve usûlünü takibetmekle birlikte, her Halifenin dönemindeki olayları da, kendi işaret ve karakteri içinde verdik ve yorumlarını, değerlendirilmesini de o günlere dair kaynaklardan süzdük. Böylece de, bu araştırmamızın asli hedefi olan; Resûlullah'ın ilâhi nizam için, örnek hayatıyla birlikte, onun uzantısı olan Râşid Halifelerinin uygulamalarını ve fıkıhta kaynak ve dayanak olacak gelişmeleri bütünleştirmiş, çabamızın meyvesini tam olgunlaştırmış olduğumuz ümidindeyiz. Bu bir başarı ise, başında da, sonunda da Allah'ın inayetine bağlıdır. Bana bu başarıyı ihsanına İlâveten bir ihsan daha niyaz ederim ki; beni ihlâstan ayırmasın; kalbime kendi rızâsından başka bir emel girmekten korusun. Kesin kanâatim, şüphesiz bilincim bu ki; her işin sebebi onun elindedir. Onun dışında da kudret ve yetki sahibi yokturl Şam: 15 Ramazan 1411 1 Nisan 1991[8] Dördüncü Baskının Önsözü Okuyucu bu yeni baskıda, öncekilere nazaran herhangi bir fazlalık göremiyecek. Düzeltme ve bazı zaruri düzenlemelerin dışında bir değişiklik ve yenilik de göremiyecek... (Bu gerçek ama), ben de bu yeni baskıya kadar geçen süre içinde hep, değerli okuyuculardan, kitabımın asıl çatısı üstüne, yeni, güzel bir biçim verebilmek için faydalı uyarı ve öğütleriyle beni yönlendirmelerini bekleyip durmuştum. Ama muhtaç olduğum bu mülâhazaları ikram etmek yerine, okuyucularımın, çoğu, haket-mediğim övgüler yazmakla yetindiler. Az bir kısmı da, mes'eleleri daha geniş tutmaya veya siyer olaylarından ne varsa hepsini, hem de bütün ibretli yönleriyle (izahlarını) eklemeye zorluyordu beni. Evet, farkındayım, ben bu kitabıma siyer olay ve bahislerinin ancak en önemlilerini ve vesikalar yönünden en sıhhatlilerini tes-bit etnns bulunuyorum. Bunun dışında daha çok sayıda olay ve vak'alar var... Ama ben bundan fazlasına açılmamayı şu iki sebeb-ten ötürü uygun buldum: Birincisi: Bu konuda -öyle mes'eleler var ki; okuyucunun onlardan dersler ve ibret alması, sezmesi gerekir ve mümkündür. Ama ondan tahliller yaparak birtakım hüküm ve prensipler çıkarmaya elvermez. Ve görüyorsunuz ki; bizim metodumuz, birçok tarih ve siyer hadisesini biriktirip takdim etmek yerine, önemli olaylardan hüküm ve hayat ölçüleri çıkarmak tarzındadır. Dolayısıyla, siyerdeki birçok olayı konu edinmiyor, onları asıl ihtisas sahasına, herşeyi bütün tafsilât ve genişliğiyle ele alan Siyer ve islâm Tarihi'ne bırakıyoruz. İkinci olarak da: Ben, bu tür kitapların, çeşitli seviyedeki okuyucu tarafından bıkkınlık gelmeden okunulacak ve faydalanılacak ölçüyü aşmaması görüşündeyim. Bu tarzıyla kitaptan beklenen verimi, okuyucu kolay ve bütün olarak elde eder. Ve özet de olsa, eksiksiz bir şekilde; Peygamber'in hayatında canlı olarak temsil edilen, billûrlaşan İslâmi yapıya ait bilgiyi kazanması mümkün olur Yani, kitabı, bütün olayları kuşatacak şekilde geniş tutsak ve hele olaydan da, şerh ve izanıyla hükümler elde etmeye kalksak, her okuyucunun kolaycacık okuyacağı sınırı çoktan aşar-, güttüğümüz ders verme hedefini de kaybederdi. O zaman çok az kişi okur ve istifade eder çoğunluk ise ancak bir miktarım okuyup bırakırdı. Nitekim bu hususa, ikinci baskının önsözünde de etraflıca temas etmiştim. Binaenaleyh, Allah'tan bu çalışmamı kendi rızâsına muvafık kılmasını, yazarına ve okuyucusuna faydalı olmasını temenni ediyorum.. Ve muhterem okuyuculardan da yine kıymetli görüş ve tavsiyelerini esirgememelerini rica ediyorum. Sahibim Allah'tır. O ne güzel hami ve yardımcıdır. [9] İkinci Baskının Önsözü 1- «Fıkhu's-Siyre» kitabının bu ikinci baskısını da; birçok bahisler ekleyerek, bazı bölümlerini yeniden düzenleyip genişleterek, Resülullah'm hayatını araştıran ve ondan ders ve öğütler edinmek isteyen kimselerin faydasına sunuyorum. Ve ümid ediyorum ki; bu haliyle kitab, tam olmaya oldukça yaklaşmıştır. Aslında mutlak ke-mâl'in hududu erişilmezdir. Kusursuz ve hatasız kul eseri de düşünülemez. Bunu Cenâb-ı Hak ancak, en yakınları olan Nebilerine ikram etmiştir. Bu meziyyet onlara mahsustur. Zira onlara Allah bunu ikram etmekle, kendi aklı ve içtihadıyla yürüyen kişi ile, vahiy ve ilhanuyla Allanın Hakk'a irşad buyurduğu kişilerin arasındaki müthiş farkı göstermiş oldu... Aynı zamanda olgun akıl ile açık ve saf görüşten hangisinin daha üstün olduğunu da../ 2- Evet ben, yeni bir branş olarak, Siyret-i Nebeviyye ve ona bağlı konuda kitab yazmaya ve bu konuda asrımızda yazılmış eserlerdeki müthiş hatâları düzeltmeye teşebbüs ettiğimin şuurunday-dım. Doğulu - Batılı birçok yazarın kasten yaptığı sayısız hatâ ve iftiraları, ondokuzuncu asrın sonunda başlayıp günümüze dek süren ve belli ekollerce de yönlendirilip beslenen, korunan bu tahrifat plânlarının perdesini yırtmak emelindeydim. Konu ve hedef bunca Önemli idi ama, yine de bu kitabımın daha ilk baskısının bu kadar kısa zamanda tanınıp tutulacağını, Arap ve tslâm ülkelerinde kapışılacağını ümid etmemiştim. Bu bölümleri yazarken takip ettiğim yolu beğenen okuyucularımdan bana gelen teşekkür mektublarından anladım ki; artık bu «kol, kendi ismine, kurucularına ve propagandacılarına, meftun olmuş bir avuç insanın dışında hiç kimseyi tuzağına düşürememlş. Ve yine anladım ki, Hz. Peygamber. (s.a.v.) *in hayatında zuhur eden hakik^tlar, şerefli ve parlak olarak devam edecekler, ayrıca bağımsız akıl, o hakikatlan oyuncak haline getirmeyi hedef alan herhangi bir tahlil veya te'vile aldanmadan onlara inanmaya ve onlara doğru meyletmeye devam edecektir! 3- Araştırmacıların ve düşünürlerin tümü bilmektedir ki, o dönemde bu ekolün doğuşunun en önemli sebebi, Avrupa'daki ilmî uyanış hareketinden müslüman Arap kafaların çoğunluğuna sirayet eden şu Batı hayranlığıdır. Bu kafalar, Batı hayranlığının etkisi altında, Müslümanların Avrupalılar gibi kalkınmalarının tek yolu, Avrupalıların Hıristiyanlığı anladıkları gibi onların da Müslümanlığı öyle anlamaları, islâm'ın gaybî hakikatlarını maddî ilimlerin buluşlarıyla izah etmeleri, ilmin tesbit edemediği gayba inanmamaları, keşif ve icadlarm doğrulamadığı herhangi bir mucizeyi kabul etmemeleri gerektiği vehmine kapıldılar. Müslümanlar bunları yaptıkları takdirde - onlara göre - Batı'nm ilimde ilerlediği gibi onlar da ilerlemiş olacaklar ve kalkınma ve teknolojide onların seviyesine çıkmış olacaklar... Bundan dolayı bu ekolün ileri gelenleri, Dinde reform fikrini ortaya attılar. Halbuki, islâm Dini hiçbir zaman bozulmadı ki, reforma veya reformcuya ihtiyaç duysun. Evet, Hüseyin Heykel'in «Hz. Muhammed'in Hayatı» adlı kitabı, bu konuda ilk yapılan denemeydi. Bu adam, kitabında, Hz. Peygamber'in hayatını, ilmin direktifinin dışında anlamak istemediğini açıkça ilân etmişti. Bunun için de o diyordu ki; Hz. Muhammedin hayatında ne mucizeler, ne de olağanüstü olaylar vardır; onun hayatında tek bir mucize vardır ki, o da Kur'an'dır, yalnızca Kur'an... Yazar bu konuda, 1. Busuri'nin şu beytini delil olarak ileri sürdü: O bizim inanmamızı şiddetle arzuladığından, .Aklın kavrayamadığı şeyle bizi imtihan etmedi...» Ama yazar aynı kasidenin şu beytini görmemezlikten geldi: «Ağaçlar, O'nun da'vetine secde ederek icabet etti, Ayaklan yoktu ama kökleri üstüne yürüyerek geldi. O dönemdeki Ezher Rektörü Şeyh Mustafa Merağî, Hüseyin Heykel'in bu kitabına bir takriz yazarak ve atılan bu ilk adımı tebrik ederek, kitabın her türlü yanlış ve kusurlardan uzak olduğunu ısrarla belirtti. Onu Muhammed Ferid Vecdi izledi. Bu zât da, kitab veya sünnette sabit olan haber-i sadıka ters düşmeyi gerektirse bile islâm'ı ve Hz. Peygamber'in siyretini pozitif ilmin metoduyla kavramaya çağıran sürekli makaleler neşretmeye başladı. M. Ferid Vecdi «pozitif ilmin metodu» kavramıyla, mütevatir haberle sabit olsa bile aklın, mucizelere, olağanüstü olaylara ve gaybi konulara boyun eğmemesini kastediyordu. Ona göre sanki ilim, sadece duyu ve algılarımızın alanına girmeyen herşeyi inkâr etmekle gerçekleşiyor. 4- o vakit Mısır'daki İngiliz işgalinin, kalem sahihlerinden ve düşünürlerinden bir grup tarafından benimsenen, İslâm hakkındaki bu yeni anlayışı nasıl istismar ettiği ve müslümanların kalbindeki dinî duyguyu zayıflatmak için nelere başvurduğu herkes tarafından bilinmektedir. Dindeki mucize fikrini temelinden inkâr eden bir kişinin gönlünde hangi dini duygu kalır? Din, Nebilere ve Resullere gelen îlâhi vahiy mucizesinin dışında birşey midir? Sömürge eğitimi, müslümanlarla îslâmî eğitim metodunun arasını açıp, oraya başka bir eğitim metodu koydu. Bu eğitim metodunun her yönü, kendisinin köklü bir Avrupa metodu olduğunu isbat etmektedir. 5- Sonra zaman geçip, seneler birbirini kovaladı, nihayet her insaflı araştırmacı tarafından bu ekolün; ne dürüst bir ilmi arattırma ve incelemeye, ne de bağımsız bir düşünceye dayandığı, aksine o ekolün sadece bir kısım müslümanlardaki aşağılık duygusunun ve Batı hayranlığının doğurduğu bir reaksiyon oluşu anlaşıldı. Onları bu duruma getiren şey, içinde bulundukları bir kısım özel şartlar sebebiyle, Avrupai yaşayış biçimini öğrenmeleri ve o hayatın zevk ve çekiciliğine gönüllerini kaptırmalarıdır. Böylece onlar kendi içlerindeki aşağılık duygusunu, akıllarına musallat olan bir hâkim yaptılar. Bununla da, dışı (dinî reform), içi -Avrupa'nın kalkınması karşısında bir çöküntü ve aşağılık duygusu- olan fikrî bir ekol oluşturduklarını zannettiler. Yine bu ekolün bağlılarının ve propagandacılarının zannetiği veya zannettiril diki eri üzere; Avrupalüarmkine benzer bir kalkınmaya dahi ulaşamadıkları her araştırıcı tarafından görüldü. Dinde reform yapma hareketinin sonucu da iki hakikati birden kaybetmek olmuştu; yâni ne din gerçeği üzerinde kalabildiler, ne de ilmi bir ilerlemeye ulaşabildiler. 6- işte bu yüzdendir ki bu kitabı yazarken hedef olarak, bu fitne ekolünün kalıntılarını temizlemeyi seçmiş bulunuyorum: Bir müslümanın, Hz. Peygamber'in hayatım, büyük bir dahînin veya yüksek rütbeli bir komutanının hayatını anlamaya uğraşması gibi davranması bir an bile yakızmaz. Bu gibi gayretler bir inatlaşmadan veya Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatına anlam veren büyük hakikati basitleştirmekten başka bir" şey değildir. Bu açık hakikatlar isbat etmiştir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) her türlü aklî, ruhf ve ahlâki olgunluk ile yüce sıfatların tümüyle muttasıf idi. Fakat bütün bunlar onun hayatındaki tek büyük hakikattan kaynaklanıyordu. Bu tek büyük hakikat ise, onun Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber oluşudur. Teferruatı aslın yerine koyarak, sonra da mutlak olarak aslın varlığını bilinemezi ikten gelmek çok garib ve abesdir... Kuşkusuz bunu kabullenmemek, yalnızca bakışı asla çevirmekle olur. Yine bir müslüman madem ki, Resûlullah'ın siyretini inkâr etmiyor ve onu anlamaya uğraşıyor, o halde onun, Hz. Peygamber'in ( hayatındaki yegâne mucizenin Kur'ân-ı Kerim olduğunu düşünmesi gereksiz olur. Ama bu siyretin varlığını inkâr ediyorsa, yine Kur'-an'ın mucize olduğunu da inkâr etmesi gerekir. Çünkü Resûlullah*-ın diğer mucizeleri de ancak bize Kur'ân-ı Kerîm mucizesinin geldiği metod ve vasıta ile ulaştı. Bunu te'vile, öbürünü de nefsin nevasına teslim etmeye, maksada uydurmaya kalkışmak, son derece yapmacık ve basit bir inceleme tavrıdır. Gurur sahibi ve aklından emin kimse buna teşebbüs etmez... 7- Bu çalışmamı rızâ ve hamaset ile karşılayan okuyucularımdan gördüğüm alâka şuna delildir: Müsteşriklerden, müstağrib-lerden ve onların çok cahil olan bağlılarından, tslâm'a fikrî saldırıda bulunanların uzun zamandan beri, büyük bir gayretle yazdıkları kitablar ve sarfettikleri çabaları, herhangi bir hakikati bâtıla çevirmeye veya bâtılı hakka döndürmeye sebeb olamamıştır. Fikrî hakikati da anlaşılmaz hâle getirmek mümkün değildir. Fikri haki-kata tuzak kurmak veya onu bâtıla çevirmek yalnızca geçici bir -zaman için olabilir. Kısa bir zaman sonra tuzak ortaya çıkar, karışıklık ortadan kalkar ve hakikat yeniden ufukta doğar. Araştırmacılar ve düşünürler bundan ibret, alırlar. O ibret de onları daha çok dikkatli olmaya ve uyamk davranmaya götürür. Şu son yıllarda, müslümanların kendi Islâmi metodlanndah uzaklaştıklarını söyleyen bir kısım kimselerin sözü her ne kadar doğru olsa da bugün yeni doğmakta olan İslâm! gençliğin, yakın geçmişte müslümanların sahib olmadığı düşünceye, dikkate ve Is-lâmî şuura sahib olduklarına kesinlikle inanıyorum. Çok uzun zaman geçmeden, sonunda bu şuurun müsbet ve aksiyoner bir harekete dönüşeceğini, inhirafın düzeleceğini, eğriliklerin giderileceğini, îslâmî yapının yeniden eski haline getirileceğini göreceğiz... 8- Diğer taraftan bu kitabı yazarken, her ne kadar özelliği ve faydası olsa bile Soyut tahlil v© edebî üslûbu bırakarak, ahkâm ve kaideleri çıkarmak İçin akademik metodu tercih ettim. Zaten bu kitabı sunduğum ortam (üniversite ortamı) da Akademik metodla uyum halindedir. Okuyucularımın ihtilâflarına rağmen bu metodu beğenmeleri beni daha çok dikkat etmeye ve konuları daha çok genişletmeye şevketti. Gerçi ben konunun hakkını veremiyeceğimi ve tam lâyık çalışmayı yapamıyacağımı biliyordum. Bunun sebebi Öncelikle benim aczim ve kusurum dur, ikincisi de; ahkâm ve mesâilin ayrıca onlarla ilgili olan diğer hususları açıklarken, okuyucuya kitabı okurken sıkıntı veren bir sınıra varmasını istemeyişimdir. Z'ra ben istiyorum ki okuyucu kitabı az bir gayretle baştan sona kadar okusun. Gerçekten kitab bu sınırı aştığı zaman, benim görüşüme göre yararı azalır, genel durumlarda okumak ve öğrenmek için ele alınan kolay anlaşılır bir kitab olma yerine, ihtiyaç duyulduğu zaman yardımına başvurulan kaynak bir kitab olur. 9- Ancak birtakım insanlar var ki; yaptığım bu çalışma onlara pek ilginç gelmedi. Aksine onların bazıları, mücerred bir ilmî araştırma yaparak meydana çıkarmaları gerekirken, kitabı eleştirip, kin ve düşmanlık elbisesi giydirilmiş bir ekol meydana getirdiler. Ben istedim ki, araştırma sırasında yaptığım bir hatadan veyahut bir delil veya hüküm açıklarken düştüğüm yanılgıdan dolayı uyarılır isem, bu uyarıyı yapan kişiye teşekkür edeyim ve ona hayır duada bulunayım. Fakat ben bu iyi niyetime karşılık, ipe sapa gelmez sözlerle karşılaştım. 10- Resûlullah ile tevessül etmenin (diri veya ölü olarak) meşru olduğunu açık bir şekilde, Resûlullah'm işaretinde ve Ashabının tatbikatında gördüm. Çürülülmesi mümkün olmayan delilleri arzet-tikten sonra da bu konuyu karara bağladım. Yine Resûhıllah'm siyretinde, gelen adama hürmeten ayağa kalkmanın meşruiyetini en açık bir şekilde gördüm. Bunun üzerine de delillerini belirtip, ulemanın ve sahîh hadîslerin, gelen adama kalkmakla oturan kişinin yanında durmak arasındaki farkı zikrettiği şekilde açıkladım. Sonra da bu tür ayağa kalkmanın, sahîh hadislerde açıklanan şartlara uyulduğu takdirde, meşruiyetini yazdım. Yine Resûlullah'ın siyretinde sehven veya kasden geçirilen namazın kaza edilmesinin meşru oluşunu gördüm, pelillerini sıraladıktan sonra, onların ışığı altında hükmü yazdım. Deilleri dayandığımız usullerinin dışında bir yoruma elverir görsek, o şeklini de söyleyebiliriz. Delillerin ve esasların yol verdiği şeye uyarız. Fakat biz bugün, cumhûr-u ulema ve mezheb itnamlarina muhalefeti kendilerine yeni bir mezheb olarak seçen heveskâr-ları taklid etmek pahasına, ahkâmın ve delillerin bize ifade ettiği mânâları görmemezlikten gelemeyiz!.. Ve yine aklın kabullendiği ilmî bir bahsin, nefsimizde kökleşen taassuba dönüşmesinden Allah'a sığınırız. 11- Vallahi, çok isterdim şu kendi ferdi görüş ve düşünceleriyle halkın aklını meşgul edip, zamanını israf etmekte olan bu klik; bu fâsid işi bırakıp, günümüz insanını ve m üs 1 um ani arı düştüğü müthiş âfetten kurtarmaya gayret etsinler. Onların çok girift problemlerini çözmek için, çetinler çetini bu iş için, bizimle el birliği çalışsınlar... Ama ne yazık ki, bunlar hâlâ, hiç de yeni olmayan eski tartışmaların bir başka ağızla tekrarlarından ibaret dedikodular peşinde, zamanın ve olayların kaynatıp köpürttüğü, din ve iman avcılarının da akıllara zerkettiği bu dedikodularla uğraşıyorlar. Sonuç olarak da, gönüllere kin ve düşmanlık etmekten başka da bir şey elde edememekteler. Bu kimseler, Allah rızâsına çalışma iddialarında samimi olsalar, bana kalırsa; bizim görüşümüze gelecek, öbür mezheblere gönül vermişleri de kendi haline bırakacaklar. Artık halk üzerine hâlâ kin, husûmet ve fikirleri tahkir ile baskı yapmaya da devam etmi-yeceklerdi. Halbuki, bizden önceki m üs lüm anların cumhuru, itikadı olsun, amelî olsun, kesin mes'elelere tutunmakta ittifak ederler, bu gibi hususları savunma ve korumada yardımlaşırlardı. Yine, zannî hususları araştırırken ve içtihad yapmak isterken de, hiçbiri diğerine müdahale ile fikri baskı yoluyla birbirinin görüşünü etkilemeye, böylece de bağlanmakta olduğu mezhepten ayırmaya uğraşmazlardı... Halbuki, o cumhûr-u ulema böyle bir şey yapsa, İslâm birliği daha beşiğinde boğulurdu. Ve bugün sahibi bulunduğumuz o müthiş güç ve tslâm medeniyetinden elimize hiçbir şey ulaşamazdı. 12- Ben okuyucuyu bu bahis münâsebetiyle mezkûr kliğe karşı çıktığım mes'eleler üzerinde tekrar araştırmaya da'vet ederim. Aynı zamanda mes'eleyi anlamakta kendime rehber edindiğim cumhûr-u müsliminin görüşüne, delillerinin kuvvet ve doğruluğuna dikkatle bakmaya çağırırım. Tabii bu deliller, belli beyyineye dayalı ve kendisiyle de istidlal kabil olmalıdır. Artık bundan sonra, nefsini taassuba kaptırmadan, aklının ve fikrinin tatmin olacağı şeye meyletmesinde beis yoktur. Geriye bir tehlike kalıyor ki o da; aklî görüşün zamanla nefiste gizli bir taassuba dönüşmesidir. Yoksa iki kişinin bir mes'elede ikna edici delilleri olduğu müddetçe değişik görüşlere varmakla ihtilafa düşmüş olmaları bir tehlike değildir. Allahü Teâlâ'dan, bizi en uygun yolla, Hakk'a vardırıp toplamasını, amellerimizi de rızâsına uygun kılmasını niyaz ederim. Çünkü Allah her yakarışı duyar ve karşılık verir. Dr, M. Said Ramazan el-Bûti 10 Eylül 1968 Şam: 18 Cemadiyel'ûlâ – 1388[10] [1] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 5. [2] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 6. [3] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 9-10. [4] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 10-11. [5] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 11-12. [6] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 14-15. [7] Bu mukaddime özetle aktarıldı. (Müt.) [8] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 17-18. [9] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 21-22. [10] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 23-29. |