> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Fıkhus Sire > Davetin tamamlanması
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Davetin tamamlanması  (Okunma Sayısı 2716 defa)
07 Ekim 2010, 10:49:39
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 07 Ekim 2010, 10:49:39 »



YEDİNCİ BÖLÜM
(DAVETİN TAMAMLANMASI)


1- İslam Esaslarını Anlatmak İçin Resûlullah'ın Elçiler Salması
 

«Senetü'l-Vüfûd» yâni hey'etlerin ard arda gelip Besûlullah Cs. a.v.) 'a teslim olup müslümanlıklarmı ilân ettikleri senedir. O da sü­rekli, elçilerin; dört bir yana gönderiyor; özellikle de yarımada sat­hındaki (insan gruplarına) îslâm'ı tebliğ, esas ve hükümlerini ta'-lim programları uyguluyordu. Ve kısa zamanda İslâm tüm yarımada­ya olduğu gibi, çevre ülkelere de yayıldı. Bu durumda ayrıca, bu insanlara islâm'ı açıklayıp öğretmek de gerekli oldu. Yâni tebliğ ta­mam olunca eğitim gerekti. İslâm gerçeğini herkese kavratmak şart İdi. îman kalblere iyice yerleşecekti böylece... Bu cümleden olarak Resûlullah (s.a.v.), Hâîid bin Velid'i Necrân'a, Hz. Ali (r.a.)'yi Ye-men'e gönderip, onlara islâm'ı tebliğ, prensip ve hükümleri ta'lim etmelerini emretti[1]. Aynı şekilde Ebû Mûsâ el-Eş'ari'yi ve Muâz îbn Cebel'i de Yemen'in değişik kesimlerine göndermişti. Onlara şu" ten-bihte bulunmuştu Resûlullah (s.a.v.) : «Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, ürkütmeyin, hizmet edin[2]». Ayrıca Muâz'a şunu söy­ledi: «Sen kitab ehlinden bir kavimle karşılaşırsın. Onlara rastladı­ğında önce, Allah'ın birliği ve Muhammed'in, O'nun Resulü olduğu­nu kabule çağır. Bunu kabul ederlerse, hemen onlara, beş vakit na­mazın üzerlerine farz olduğunu, geceli gündüzlü kılınacağını bildir. Bunu da benimserlerse; bu sefer de, sadaka (zekât)'in farz olduğu­nu, zenginlerden alınıp fakirlere dağıtılacağını bildir. Bunu da benimserlerse; o zaman artık onlara iyi davran, hoş muamele et. Mazlumun bedduasından da sakın ki, onunla Allah arasında perde yoktur[3]».

İmâm Aıhmed ise Müsned'inde; Resûlullah (s.a.v.) 'in Muâz ile bir­likte Medine dışına çıktığı, Muâz binekte, O yerde olduğu halde ona direktiflerini bildirdiğini nakleder. O şöyle demiştir: «... Muâz! Bel­ki de sen bugünden sonra beni göremezsin, bir daha. Kimbilir, sen mescidimi ve kabrimi ziyaret edersin belkit..» Bunun üzerine Muâz, Resûlullah'tan ayrılışına ağladı.

Muâz Yemen'de, Resûlullah'ın vefatından sonra da biraz kaldı. Ve olay böylece O (s.a.v.)'nun haber verdiği gibi tecelli etmişti. [4]

 İbretler Ve Öğütler
 

Şunu önemle ve dikkatle aklımıza yazmak zorundayız ki; Re-sûlullah (s.a.v.)'ın bu (ve benzeri) elçileri göndermesi, İslâm'a da'-vet ve onun esaslarını öğretmek için muallim hey'etlerini etrafa yay­ması; müslümana açıkça gösterir ki; îslâm'ı tebliğ, onu öğretme ve benimsetme, her yer ve her çağda, her müslümamn boynuna borç­tur. Ve asla bundan muafiyet yoktur. Günümüz insanlarının çoğu­nun yanıldığı gibi bir gün olup bu vazifenin sakıt olacağı asla düşü­nülemez!..

Sonra, İslâm, sadece dille söylenip geçilir diye birşey de yok. Tıpkı hayatımızda bazı kolay yönlerini yapıp geçmekten ibaret ol­madığı gibi... Bu din asil ve şerefli idi. Bizim hayatımızda taklit ve âdet haline dönüştü. Danasını söyleyeyim; din, sadece bizim ferdi uygulamamız, sonra da kapımızı kapatıp kimseyle ilgilenme­memiz biçiminde bir anlayışı da asla benimsemez. Hâsılı, İslam'ın getirdiği sorumluluk, müslümandan asla sakıt olamaz. Aksine her halükârda onu yaymak, duyurmak, sevdirmek, yaptırmak için de­mirden çarık giyip köy köy, ülke-ülke dolaşıp bu yolda emek vermek zorundadır, müslüman.

Bu, bizim boynumuza Resûlullah fs.a.v.Vın astığı kutsal emâ­nettir. Ve bu hiçbir asırda üstümüzden atamayacağımız, her yerde takibe mecbur olduğumuz ödevdir.

Bütün ulema, özellikle dört mezhebin imamları şunda ittifak et­miştir: islâm devletinin hakknı vermek için tslâm ülkesi içinde de, dışında da tebliğ her müslümamn üzerine farz-ı kifâyedir. Hiçbir imam da bu sorumluluğun düştüğü veya sınırlandığım söylemez. Ancak, belli bir teşkilât, elemanlarını çıkarıp belli programlarla mem­leketin her yerinde da'vet ve tebliği yürütüyor; deliller koyup dine yöneltilen şübhe ve fitneleri bertaraf ederek, İslâm'ı savunabiliyor-larsa; vazifeyi «kifâye» noktasında yerine getirdiği düşünülebilir. Ve artık öbür ferdlerin bu tür faaliyete girmemesi hoş görülebilir. Ak­sine aynı belde veya öbür İslâm ülkelerine kâfi hizmeti götüremi-yorsa; o zaman bütün ülke insanları mes'ul olur.

Cumhûr-u Eimme ve fukahânın sahih kanaati ise; bu sorumlu­luğun sadece erkeklerin boynunda değil, kadınların da erkekler gi­bi mes'ul oldukları yönündedir.   Hattâ hür veya köle olmuş farkı yoktur. Yeter ki mükellefiyet şartlan üzere bulunsun. Ve da'vet ve tebliğ ödevini yapabilecek gücü bulunsun. Çeşitli yönleriyle kabili­yet ve vasıtalarla sahip olsun[5].

Resûlullah (s.a.v.)'m, Muâz ve Ebû Musa'ya yaptığı diriltici öğü­de gelince; da'vetinin, da'vet ve tebliği ânında takınacağı tavır ve uyacağı âdâb-ı muaşeret ilkelerini sunmaktadır bize:

Bunlardan biri; daima kolaylığı tercih etmek, şiddetten sakın­maktır. Müjdeleyici olmayı, korkutuculuğu çok az denemeyi ilke al­maktır. Yâni Resûlullah'ın «Tenfir» sözüyle belirttiği, ürkütücü ol­mamak.

Bunu Resûlullah (s.a.v.) uygulama ve örnekle de açıklıyor. Ve Muâz'a emrediyor: Önce halkı şehadeti kabule çağıracak. Buna ka­bul gösterirlerse, o zaman namaz kılmayı teklif edecek. Bunu da kabul ettiler mi, artık zekât vermeye da'vet edecek vs... Ancak tabii, kolaylaştırmak ve müjdelemek, hiçbir zaman şer'İ hududu aşıp, mubah göstermek anlamına gelmez. Kolaylaştırmaktan maksad, mat-lûb olan bazı hükümlerden fedakârlık yada ciddiyetsizlik demek ol­maz. Halka kolaylık adıyla dine tasallut yapılamaz elbette... Yine bu kolaylık, ne olursa olsun günahı ikrar anlamına hiç gelmez. An­cak, meşru olan hâl çarelerinden halka kolay geleni sağlamak ola­bilir Vesileler arasında seçme imkânı varsa ona yol vermek ola­bilir Yoksa kişinin kendiliğinden durum icad etmesi değil. Allah'a çağrının âdabından biri de, (bu aynı zamanda emirliğin ve idareci­liğin de gereğidir) kime olursa olsun zulmetmekten sakınmaktır. Özellikle de halkın elinden, haksız yere malını almak gibi... İşte bu en tehlikeli zulüm türündendır. Gerçek mes'uliyetten ve Allah tc.c.)'-m murakabesinden gafil olan her da'vetçinin düşebileceği hatâdır bu. Tıpkı idareci ve sultanların sık uğradıkları gibi.

Resûlullah (s.a.v.) kendisim Yemen'e gönderirken Muâz (r.a.) da, şu iki özelliği kendisine şiar edinmişti: Da'vet sıfatı, valilik ve emirlik sıfatı. Ve Resûlullah ts.a.v.) özellikle de, hangi suretle olur­sa olsun zulme düşmemesi üzerinde şiddetle duruyor.

«Mazlumun duasından sakın ki; onunla Allah arasında hiçbir perde yoktur!» [6]

 
2- Veda Haccı Ve Hutbesi
 

İmâm Müslim, Câbir (r.a.)'den senediyle rivayet etti: «Resûlul­lah ts.a.v.î Medine'de tam dokuz sene kaldı, hacc etmedi. Nihayet onuncu yılda, halka Resûlullah'ın haccedeceği duyuruldu. Bunun üzerine halk akın akın Medine'ye geldi. Resûlullah'a uyup, onunla haccetmek istedi. Ve Resûlullah (s.a.v.) Zilkade'den beş gece kalmış­ken[7] Medine'den yola çıktı. Üevesi Beyda'da çökünce, onun önün­deki binekli ve yaya yürüyenlere baktım gözümün erebildiği kadar... Sağı böyle, solu böyle, arkası böyle, ucu bucağı yoktu kalabalığın... Resûlullah ise aramızda, ona Kur'an inip durur.

Bu hususta râviler ihtilâf ettiler: Medine ehli Resûlullah (s.a.v.) -m Hacc-ı tfrad yaptığını, başkaları ise Hacc-ı Kıran yapıp hacla um­reyi birleştirdiğini, bir başka grup ise Temettu'a niyetle umre için Mekke'ye girdiğini, haccı ona ilâve ettiğini söyler...

Resûlullah Mekke'ye üst yandan, Kedâ tarafından girdi: Bent Şeybe kapısına vardı. Beyt-i Haram'ı görünce; «Yâ Rab! Bu beyt'in şerefini, ta'zimini artır. Bereketlendir, heybetlendir. Onu ta'zim eden, Hac ve Umre ile ona gelip teşerrüf eden, ciddiyet ve takva ile saygı ve hürmet gösterenleri artır[8]» diye dua etti.

Böylece Resûlullah (s.a.v.) gitti, haccını yapıp halka hac menâ-sikini öğretti. Sünnetlerini yaparak açıklamış oldu[9]".

Ve Resûlullah Cs.a.v.) Arafat'ta, çevresine toplanmış muazzam müslüman cemaa­ta, son derece şümullü hitabede bulundu. Metni şöyleydi:

-Ey insanlar! Sözümü dinleyin. Bilmem, ama belki de bu sene­den sonra burada sizinle buluşamam... Ey insanlar! Kan ve malı­nız birbirinize haramdır. Tıpkı şu gün, şu ay, şu şehriniz gibi ha­ram... Dikkat edin, câhiliye döneminden ne kaldıysa hepsi ayağımın altındadır. O dönemden kalan her türlü kan dâvaları da lağvedil­miştir, tik kaldırılan kan dâvası da, îbn Rebia bin Hâris'in kamdır. Câhiliye faizleri de iptal edilmiştir, ilk iptal edilip yok sayılan faiz de Abbas bin Abdülmuttalib'inkidir. Çünkü bunların hepsi mülga­dır:

însanlar! Artık şeytan şu ülkenizde kendisine uyulmaktan ebe­diyen ümidini kesmiştir. Ama basit sanılan hususlarda olsun yaptıklarınızda ona itaat olunursa bundan memnun olur. O halde din konusunda ondan sakının... İnsanlar! Nesi' küfre bir ektir. İnkar­cılar, insanları bununla azdırırlar: Yâni (haram ayları) bir yıl he­lâl, bir yıl haram sayarlar. Maksadlan Allah'ın haram kıldıklarına ilâve yapmak. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığı­nı da haramlaştırmış olurlar. Zaman döndü dolaştı Allah'ın yeri gö­ğü yarattığı noktaya vardı:

Bir yıl on iki aydır. Bunun dördü haram aydır. Üçü ard arda gelir; Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb-i Mudar ise Cemâdi ve Şa­ban arasındadır.

Kadınlar hakkında Allah...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Davetin tamamlanması
« Posted on: 29 Mart 2024, 08:59:40 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Davetin tamamlanması rüya tabiri,Davetin tamamlanması mekke canlı, Davetin tamamlanması kabe canlı yayın, Davetin tamamlanması Üç boyutlu kuran oku Davetin tamamlanması kuran ı kerim, Davetin tamamlanması peygamber kıssaları,Davetin tamamlanması ilitam ders soruları, Davetin tamamlanmasıönlisans arapça,
Logged
07 Ekim 2010, 10:50:49
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 07 Ekim 2010, 10:50:49 »

içindir. Çünkü, geçmiş üm­metlerin hemen çoğu bu yüzden küfre sürüklenmişlerdi.

Bu suretle, halkın, kabirler üzerine mescid bina edip, kabrin çev­resinde namaz kılmasının da, (isterse mescid saymasın), yine kab­rin yanında namaz kılmasının yasak olduğu açıklık kazanmış olu­yor. Kabir yanında namaz kılma hakkındaki ulemanın görüşü ise; haramhk ve mekruhluk arasındadır. Mekruh görenler kabre karşı kılınmada daha şiddetli davranıyorlar. Yâni kabir, kıble ile namaz kılan arasında kalırsa buna hiç cevaz vermiyorlar. Fakat namaz her halükârda sahihtir. Çünkü yasaklığm bâtıl olmayı gerektirmediği de bir gerçek. Tıpkı gasb edilen arazide namaz kılmanın hükmüne ben­ziyor.

imam Nevevî şöyle diyor: Müslümanların sayısı çoğalıp da sahâbe veya tabiîn, mescidin genişletilmesini düşününce, Resûlullah'-ın zevcelerinin odaları da mescidin içine katılmıştır. Bu odalardan biri de şübhesiz, Resûhıllah (s.a.v.) ile iki sahabesi Hz. Ebû Bekir ve Ömer (r.aJ'in kabirlerinin bulunduğu Hz. Âişe'nin odasıydı. Bu durumda; kabri çevreleyen bir yüksek duvar yapıldı. Maksad orası mescidden ayrılmış olsun, böylece namaz hususundaki mahzur da ortadan kalkmış oldu. Daha sonra da çepeçevre duvarlarla onu ta-mamiyle bir ayrı yapı hâline getirdiler ki; artık kimse ona doğru namaza durma yanılgısına düşemezdi[52].

5- Sekerât-ı mevt hâlinde bile Resûlullah'ın şuurunun kaybolmaması:

Yukarıdaki anlatılanlardan, onun son ânına kadar şuur ve dü­şüncesinin kaybolmadığını, ihtimam ve dikkatlerinin bile yerinde ol­duğunu anlayabiliyoruz. Nitekim son günü pazartesi sabahında ce­maat sabah namazı için saf bağladığında, O (s.a.v.), Hz. Âişe'nin (r.a.) odasından mescide giren kapının perdesini açıp cemaatı seyretmiş ve tebessümle memnuniyetini izhar buyurmuş. Hz. Ebû Bekir nama­za geliyor sanarak geriye çekilip safa geçmek istemiş. Cemaat, ne­rede ise onu görüp sevinmekten ötürü namazlarını bozacak olmuş­lar. O (s.a.v.) ise, eliyle işaret ederek; namazınızı kılın tamamlayın demek istemişti. Sonra da perdeyi indirip odasına dönmüştü.

Onun bu anda bile düşüncesi, zihni hep ümmet: ile meşguldü. Kendinden sonra onların ne hâle gelebileceklerini düşünüp hesap ediyordu. Meselâ O'nun, saf halinde, huşu içinde, Allah huzurunda namaz kılan ashabına bakıp tebessüm etmesini düşünelim. Demek O'nun nizamının gereği olarak bir lider peşinde saf tutan bu cema­ate sevgisi, tebessümünde çağıldamaktadır. Bunu biz açıkça görüyo­ruz.

Allah bilir ki: Resûlullah (s.a.v.) son dakikalarını geçirirken, as­habına Allah'ın rızasını, onların bu en büyük ni'metle ni'metlenme-sini son bir defa daha istiyordu. Yine kendisini de, onlara bıraktığı hak nizam, onlara gösterdiği dosdoğru yolda kalacaklarına ikna et­mek istiyordu. Ve kanaat getirmişti de. Ve Yüce Rab, O'na gönlünü yatıştıracak hali böylece göstermiş. Şad olmuştu. O derece ki; O, has­talığın en şiddetli ânında, ölüm dakikalarında, sahabesi O'nun yü-r zünde memnuniyet, neş'e ve sürür görmüş; o haliyle artık herkes O'nun tamamen iyileştiğini ve artık hiçbir eleminin kalmadığını bile sanmıştı.

Pek tabiî sonra anladılar, O'nun ölüm öncesinde kendilerine son defa bakmış olduğunu. O (s.a.v.) son defa zihninde ashabını, onların şahsında tam ümmetini görüp tescil ediyordu. Allah ile kendi ara­larındaki ahd üzere olduklarına şâhid olmak için. Ümmeti ile dün­yadaki ilişkisini kesip vedalaşması, Havz kenarında onları beklemek­te olduğunu anlatmak içindi.

Hikmet-i ilâhî bu müşahede ve bu vedalaşmayı da namaz ânın­da dilemiş ve öyle kılmıştı, tlâhl irade bunun son sözleşme olmasını dilemişti...

Müslüman kardeşimi Ahd odur ki; Resûlullah (s.a.v.) seni onunla tanır ve o halinden memnun olup tebessüm eder!.. [53]



[1] îbn Sa'd'ın Tabakat't, İbn Htşâra'm SIyret'i ve Buhâri'den Halid bin Velid'in Yemen'e gittiğini nakleder.

[2] Müttefekun aleyh.

[3] Müttefekun aleyh.

[4] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 455-456.

[5] Mugni'l-Muhtâc: 4/221 ve Ahkâm-1 Sııltanlye'ye bakınız.

[6] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 456-457.

[7] Râviler, günün isminde de ihtilâf etmişlerdir. İbn Hazm'e göre Perşembe günü yola çıkmıştı Resûlullah (s.a.v.). Başkaları İse, Cum'a günü diye an­latır. Doğrusu ise, İbn Sa'd'ın Tabakat'ında nakledildiği gibi Cumartesi ol­duğudur. İbn Hâcer de Fethül-Kadir'de bunu savunur. Çünkü, Perşembe Zilhicce'nin ilk günü İdi. Bu durumda Zilka'de 29 gün olur. Resûlullah'ın Zilka'de'den beş gün kalmışken çıktığım iddia edenlerce, bu ayın 30 gün olduğu kanaatine göredir.

[8] İbn Sa'd ve Taberânî rivayetidir.

[9] Veda Haccı, Hadfc-i Müslim: 4/37'yö bak.

[10] Burada, yanlarına girmesini ho§ görmediğiniz demektir. Yoksa, zina kaste­dilmiyor.

[11] Bu ilci paragraf fbn Sa'd'ın Tabakat'ında var.

[12] Hutbe metnini S. Müshanl'den aldık. Ancak «Rabbinize kavuşacaksınız... Kim duyarsa» kısmını Buharl'den ekledik. Yine cüzi bazı cümleleri de İbn tstiâk ve İbn Sa'd'dan ekledik.

[13] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 457-460.

[14] Fethü'1-Bârl: 8/74'e bakınız.

[15] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 460-463.

[16] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 463-465.

[17] Kurtubî,  Ahk&mü'l-Kur'aniyye:   8/137-138.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 465.

[18] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 465-466.

[19] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 466.

[20] Mâide sûresi, âyet: 3.

[21] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 466-468.

[22] Çünkü Üsâme o zaman 18 - 20 yaslarında idi.

[23] Müttefekun aleyhtir. Lâfız Müslim'e ftlt: 7/131.

[24] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 469.

[25] İbn îshâk. İbn Sa'd, Ahmed; bir benzerin! de Ebû Dâvud, Nesâİ, İbn Mâce, Hz. Aişe ve Ebû Hüreyre hadisinden nakletti. Ancak hepsi de Müslim ve Ma-lik'in Ebû Hüreyre'den naklinden ayrıdır. Şöyle ki, orada Efendimizin me­zarlığa gittiği ve: «Esselâmü aleyküm ey mü'mln milletin evi. tnşaallah biz de size kavuşacağız. Kardeşlerimizi görmenin istiyâkındayım» dedi. Ben İse biz senin ihvanın değil miyiz? dedim. «Üstelik bir de ashâbımsımz buyur­du...» diye geçiyor. Bazılarına göre bunların farkı yoktur. Hepsi vefat arefe-sine alt. Ama böylece onun geceleri Baki1 mezarlığına çıkıp İstiğfar ettiği sa­bit oluyor.

[26] İbn îshâk, îbn Sa'd ve Ahmed de benzerini nakletti.

[27] Buhârî rivayetidir.

[28] Müttefekun aleyhtir. Lâfız Müslim'den.

[29] Müttefekun aleyhtir.

[30] Müslim; B. Fazl-i Ebûbekr; 7/UO ve Buhâri

[31] Buhâri, vefâfc bahsi: 5/138.

[32] Müttefekun aleyhtir.

[33] Buhâri, namaz bahsinde, Müslim de istihlâf bahsinde, Mâlik İse cemaat na­mazı bahsinde... bu hadisi zikrederler. Tuhaftır ki. Şeyh Nasır, GazalI'nln «Fıkhu's-Siyre» kitabının hadislerini tahric ederken, bu hadîsi sadece, İmâm Ahmed ve İbn Mâce'ye nlsbet etmiş ve Ebû tshâk es-Sebiî arada bulundu­ğundan, za'fma kail olarak tenkid yoluna girmiştir. Halbuki hadis mütte­fekun aleyhtir. Ve başka yollardan isnad-ı sahihtir. Sadece Ahmed ve îbn Mâce'nin rivayetinde Şeyhayn'İn rivayetinden farklı olarak: «Ebû Bekir'in vardığı âyetten başlamak istedi» rivayeti vardır. Her halükârda, hâdise bir, hadis de birdir. Onun için, sahîh ve müttefekun aleyh yolu varken zayıf yollu zikir ve dolayısiyle, hadîs ulemasının tenkid ettiği bir durum çıkarmak İlmî anlayışa yakışmaz...

[34] Müttefekun aleyhtir.

[35] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 469-473.

[36] Enbiyâ sûresi, âyet: 34.

[37] Buhâri ve Müslim rivayetidir.

[38] Buhârî; Vefat bahsinde nakletti. Ayrıca Kitâbü'r-Rikak'm Sekerât-ı mevt babında da geçer. 7/192. Tirmizİ, Nesâî ve Ahmed ise, başka bir tarikten, «Sekerâtî'l-mevt'te bana yardım et, yâ Rab!» şeklinde nakleder. Zayıf, İd­diaları yersizdir. Çünkü Buhâri bunu sahih olarak nakletmiş, ayrı yollar­dan gelenler de onu te'yid etmiştir.

[39] Buhâri ve Müslim rivayet etti. Lâfız Buhârî'nindir.

[40] Buhâri rivayetidir.

[41] Al-i İmrân süresi, âyet:  144.

[42] İbn İshâk ve öbürleri rivayet etti. Buhâri ise ulak tefek kelime farkı ile rivayet etmiştir.

[43] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 473-475.

[44] Enbİyâ sûresi, âyet: 24-25.

[45] Taberî Tarthi: 3/22.

[46] Isrâ. sûresi, âyet: 82.

[47] Nevevî Şerhi'ne bak: 14/118.

[48] Nevevi'nin Müslim Şerhi'ne bak: 14/169.

[49] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 475-479.

[50] Bakara sûresi, âyet: 102.

[51] Nevevi'nin Müslim Şerhi, 14/175'e bakınız.

[52] Nevevi'nin Müslim Şerhi: 5/13, 14.

[53] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 479-485.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes