๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 04 Mayıs 2011, 16:02:17



Konu Başlığı: Hz. Üseyd bin Hudayr
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 04 Mayıs 2011, 16:02:17
Hz. Üseyd Bin Hudayr (R.Anh)


Medine'ye İslâmiyeti öğretmek için gelen Mus'ab bin Umeyr Me­dine'de fevkalâde bir gayretle çok kimsenin müslüman olmasını sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Mu'âz'ın teyzesinin oğlu olan Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşmişti. Bu sebeple Sa'd bin Mu'âz, o zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak adet olduğu için, bu işe mani olma teşebbüsünde de bulunamadı.

Ancak bir kabile reisi olarak bu işe de el koymak istiyordu. Bu mak­satla kabilesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:

“Sen, işini iyi bilen, kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın! Zayıflarımızın  inançlarını  bozmak  için  mahallemize  gelmiş  olan bu adamı, yanımıza gelmekten men et! Es'ad bin Zürâre akrabam olmasay­dı, bu işi kendim hallederdim.”

Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu eve giderek dedi ki:

“Sizi, bize getiren sebep nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı boza­caksınız? Eğer, hayatından olmak istemiyorsan yanımızdan ayrılıp gider­sin.”

Mus'ab bin Umeyr, ona yumuşak bir sesle cevap verdi:

“Hele biraz otur, sözümüzü  dinle!  Beğenirsen  kabul edersin, beğenmezsen dinlemekten yüz çevirirsin.”

Mus'ab bin Umeyr ona, Kur'ân-ı Kerim okudu. İslâmiyeti anlattı. Onun tatlı konuşması, insanın kalbine işleyen sözleri ve hoş sesiyle okuduğu Kur'ân-ı Kerîm âyetleriyle, kendinden geçen Üseyd bin Hudayr dedi ki:

“Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce söz. Bu dîne girmek için ne yap­mak lâzımdır?”

Ne yapması lâzım geldiğini anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, Kelime-i Şehâdet söyliyerek müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde olduğu hâlde Mus'ab bin Umeyr'e şöyle dedi:

“Arkamda bir adam var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o müslüman olursa, Medine'de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz.”

Sonra kalkıp süratle gitti. Doğruca Sa'd bin Mu'âz'ın yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.

Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanı­na koştu. Sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.

Mus'ab bir Umeyr, ona da gayet yumuşak konuştu ve oturup biraz din­lemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.

Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyeti anlattı ve Kur'ân-ı Kerîmden bir miktar okudu. Kur'ân-ı Kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birdenbire değişiverdi. O da orada müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve rahatlığın şevkiyle derhal kavminin yanma gidip, onlara müslü­man olduğunu söyledikten sonra sözlerini şöyle tamamladı:

Hepiniz îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!

Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabul etti. O gün kabilesin­den iman etmedik kimse kalmadı.

Üseyd bin Hudayr bütün güç ve kuvvetini, maddî ma'nevî imkânlarını İslâm uğrunda kullandı. Medîneli Müslümanlardan 75 kişi ile ikinci Akabe bey'atına katıldı. Peygamberimizin bu Müslümanlar içerisinden seçtiği on iki temsilciden birisi de Üseyd bin Hudayr'dır.

Hz. Üseyd, Rasûlüllah efendimizin bütün savaşlarında yer aldı. Canını ve varlığını bu yola adadı. Uhud savaşında Evs kabilesinin sancağı Hz. Üseyd'de idi. Bu savaşta cesaret ve şecaat örnekleri gösterdi. Yedi yerinden ağır bir şekilde yaralandı.

Mücahidler Medine'ye döndükten hemen sonra, Peygamber efen­dimiz, müşriklerin geri dönüp Medine'ye baskın yapma ihtimalini göz önünde tutarak, Hz. Bilâl'e, "Rasûlüllah düşmanınızı takip etmenizi emrediyor!" diye seslenerek müslümanlara duyurmasını emretti.

Dertlerini unutturdu.Bu sırada Üseyd yaralarını tedavi ettirmek istiy­ordu. Rasûlullah'm da'vetini işitince dedi ki:

“İşittim, Allah'ın Rasûlünün emrine boyun eğiyorum!”

Sonra Üseyd bin Hudayr, silâhını eline aldı. Yaralarının tedavisine ehemmiyet vermeyerek Peygamberimizin yanına geldi. Hazır olduğunu söyledi. Cihâd da'veti ve Rasûlullah'ın emri, ona, bütün dert ve yaralarını unutturmuştu.

Uhud savaşından sonra bir gün Mekkeliler Peygamber efendimizi öldürmesi için bir bedeviyi kiralık katil tuttular. Bedevi Medine'ye gel­erek Peygamber efendimizin bulunduğu yeri öğrendi. Peygamber efendimiz bu sırada Abdülesheloğullarının yanında idi.

Ashâb-i Kiram Peygamberimizin mübarek sohbetini tatlı tatlı din­lerken, bedevi girdi. Peygamberimiz adamın durumundan şüphelenmişti. Buyurdu ki:

“Şu adamın niyeti kötü. Suikastte bulunmak istiyor.” Az sonra bedevi yaklaşarak sordu:

“Abdülmuttalib'in torunu hanginizdir?” Peygamberimiz;

“Abdülmuttalib'in oğlu benim,” diye karşılık verdiler.

Bedevî, kötü maksadını gerçekleştirmek üzere Resûlüllaha doğru iler­lerken, Üseyd bin Hudayr eteğinden tutarak hızla çekti. Bir anda bede­vinin, elbisesi içerisinde gizlediği hançeri ortaya çıktı. Hz. Üseyd, adamın yanına vararak onu te'sîrsiz hâle getirdi. Bedevî, "Canımı bağışla, yâ Muhammed!" diye bağırıyordu.

Peygamber efendimiz bedeviye buyurdu ki:

“Bana doğrusunu söyle, buraya niçin  geldin? Eğer doğrusunu söylersen doğruluk sana fayda verir. Yalan söylersen bu senin için iyi olmaz. Yapmaya kalkıştığın işten zâten haberim var.”

Bunun üzerine bedevî, kendisinin müşrikler tarafından kiralandığını itiraf etti. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz, ken­disini öldürmeye gelen bedeviye;

Ben seni serbest bırakıyorum. Nereye gitmek istersen git, yahut senin için bundan daha hayırlı olanı tercih et! buyurarak onu İslâma da'vet etti.

Bedevî Peygamberimizin bu âlicenaplığı karşısında, hiç tereddüt etmeden:

Allah'tan başka ilâh yoktur. Sen de muhakkak Allah'ın Resulüsün, diyerek Müslüman oldu.

Hendek savaşının uzaması üzerine Resûlüllah efendimiz, çeşitli kabilelerden meydana gelmiş olan müşrik ordusunu zayıf düşürerek morallerini bozmayı plânladı. Bunun için, Gatafanların kumandanı Uyeyne bin Hisn ile Haris bin Avf'a şöyle bir haber gönderdi:

Müslümanları muhasaradan vazgeçip, yurtlarına döner giderlerse, kendilerine, Medine'nin yıllık meyve mahsûlünün üçte birini veririm. Fakat onlar üçte bire razı olmadılar ve mahsûlün yarısını istediler. Peygamberimiz daha fazla vermeyince, sonunda buna razı oldular. On kişilik bir heyetle Peygamberimizin huzuruna geldiler. Ne hakla ayaklarım uzatıyorsun Onlar Resûlüllahla görüşürlerken Üseyd bin Hudayr bir vesileyle Peygamberimizin yanma girdi. Uyeyne bin Hisn'in Rasûlullahın karşısın­da ayağını uzatarak saygısız bir şekilde oturduğunu gördü. Bu saygısızca davranışa tahammül edemedi ve sert bir şekilde çıkıştı:

“Topla ayaklarını! Rasûlullahın önünde ayaklarını ne hakla uzatıyor­sun? Eğer Resûllahın huzurunda olmasaydın, vallahi şu mızrağımı sana saplardım.”

Gatafan kumandanının ne maksatla geldiğini öğrenince de Peygamberimize hitaben son derece saygılı bir şekilde dedi ki:

“Yâ Rasûlallah! Bu, Cenâb-ı Haktan gelen bir emir ise onu yerine getiriniz. Eğer bu işin altında ulvî bir gayeniz varsa, dilediğinizi yapın. Ona da bir diyeceğim yoktur. Şayet bunlardan başka, bize zarar gelmemesi için buna başvuruyorsanız, vallahi bizini onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yoktur. Onlar ne zaman bizden birşey koparmayı umdular ki, şimdi umabilsinler.”

Üseyd bu sözleriyle, Allah Rasûlünün yapılmasını arzu ettiği bir işi, nefsi istemese de teslimiyetle kabul edeceğini ortaya koyarak, Resûlüllaha olan bağlılığını açık bir şekilde göstermiş oldu. Diğer taraftan, bu sözler, onun, Allah ve Rasûlünün yolunda her türlü tehlikeyi göze alacağının ve müşriklere hiçbir şekilde tâviz vermeye yanaşmaya­cağının da bir ifadesiydi.

Üseyd bin Hudayr'ın bu konuşması Rasûlüllahı sevindirdiği gibi, orada bulunan Sahâbîleri de gayrete getirdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Gatafanlılarla anlaşmaktan vazgeçti.

Uyeyne bin Hisn ile Haris bin Avf, son derece ümitsiz ve üzüntülü olarak oradan ayrıldılar. Ashabın ihlâs, sabır ve metanetlerini, Peygamberimizin emirlerine göre hareket etmekten vazgeçmeyeceklerini görünce, Medine'yi  hiçbir şekilde  ele  geçiremeyeceklerini  anladılar. Karargâhlarına gittiler.

Kabilelerinden neticeyi soranlara da şöyle itirafta bulundular:

Meseleyi halledemedik. Biz, son derece basiretli, ileri görüşlü ve Peygamberleri uğrunda canlarım seve seve feda edebilecek bir kavim gördük. Biz de mahvolduk, Kureyşliler de mahvoldular.  Kureyşliler Muhammed'e birşey yapamadan dönüp gidecekler. Muhammed de Benî Kurayza Yahûdîlerinin üzerine düşecek. Gebersinler, Cehenneme gitsin­ler. Muhammed bize Yahudiler gibi zp.arlı değildir. Böylece Peygamberimizin düşündüğü gerçekleşmiş oldu. Gatafanlılar muhasaradan vazgeçerek yurtlarına döndüler.

Üseyd bin Hudayr, Mekke'nin fethine de katıldı. Hz. Ebû Bekir ile bir­likte Peygamberimizin hemen yanıbaşında yer aldı. Huneyn ve Tebük savaşlarında Evs kabilesinin sancaktarlığını yaptı.

Peygamber efendimizin, "Ne iyi kimsedir!" şeklinde methine mazhar olan Üseyd bin Hudayr'ın sesi çok güzeldi. Bu sesini Kur'ân-ı kerîm oku­makla süslerdi. Okumaya başladığı zaman bambaşka bir âleme giderdi.

Bir gece hurma sergisinde Bakara sûresini okuyordu. Yanında bağlı bulunan alı birden şahlandı. Hz. Üseyd okumayı kesti, at sakinleşti. Tekrar okumaya başladı, at yine şahlandı. Üseyd sustu, at da sakinleşti. Üseyd tekrar okumaya başladığında at yine şahlandı. Ondan sonra da artık okumaktan vazgeçti.

Atının yanına gitti, başım kaldırdı, semâya baktı. Birden şaşırdı. Çünkü, başının üzerinde gölgeye benzer bir sis içinde kandiller gibi birçok parıltılar gördü. Daha sonra bu gölge tabakası, içinde ışık manzûmesiyle birlikte semâya çekilip gitti ve görünmez oldu.

Hz. Üseyd, sabah olur olmaz hemen Peygamberimize koştu ve durumu anlattı. Rasûlullah efendimiz buyurdu ki:

“Ey Hudayr'ın oğlu! Bilir misin, onlar nedir?”

“Hayır, yâ Rasûlallah!”

“Ey Üseyd, onlar meleklerdi. Senin Kur'ân-ı Kerîm okuyan sesine gelmişlerdi. Sesini dinliyorlardı. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, insanlar da kendilerini seyrederlerdi. Onlar insanlar­dan gizlenmezlerdi.”

Üseyd bin Hudayr, ilimden bir hakikat öğrenebilmek için, ba'zan geç saatlere kadar Rasûlüllahla sohbet ederdi. O meseleyi öğrenmeden rahat edemezdi.

Hz. Üseyd, Kur'ân-ı kerîm okumak ve dinlemekten, Rasûlüllahın soh­betinde bulunmaktan o derece huzur duyuyordu ki, adetâ bunlar ondan bir parça olmuştu. Bir sözünde, bu durumunu şöyle ifâde eder:

Bütün arzum, ömrümü üç hâl üzere geçirmek ve bu hâllerden hiçbir zaman  ayrılmamaktır. Bunlar: Kur'ân-ı kerîm okuduğum veya dinlediğim zamanki hâlim. Rasûlüllah (sav)'m hutbesini, ko­nuşmasını dinlediğim zamanki hâlim ve bir cenazeyi  gördüğüm zamanki hâlim.

Bir gün, yine bir arkadaşıyla birlikte Rasûlullahın sohbetinde bulun­muşlardı. Huzurdan ayrıldıklarında ortalık iyice kararmıştı. Ellerindeki baston ışık vermeye, yollarını aydınlatmaya başladı. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra ışık ikiye ayrıldı. Her biri kendi bastonunun aydınlığın­da yürüyerek evlerine gittiler.

Hz. Âişe-i Sıddîka buyurur ki: Ensârdan üç zât var ki, fazilet yönünden hiç kimse, onların üstünde sayılmazdı. Bunların üçü de Abdülesheloğullarından olup, Sa'd bin Mu'âz, Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin Bişr idi. Hz. Üseyd, Hicretin 20. yılında, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında vefat etti. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. [177]

Sahabe nesli, hayırlı işlerin takibçisidir. Hayrda yarışmak, birr ve tak­vada birleşip yardımlaşmak, sahabenin sürekli üzerinde bulunduğu bir hâldir. Sahabenin izinde gitmek istiyorsak başka bir ifadeyle sahabenin fıkhından nasiblenmek istiyorsak, hayr işleyelim, hayırlı işleri takip ede­lim, hayırlı hizmetlerde müslümanlara ortak olalım, hayrda yarışanları destekleyelim, birr ve takvada kardeşlerimizi yardımsız bırakmayalım.



[177] Siyenı A'lamu'n Nubelâ/Zehebî; Sireti İbn-i Hişam; Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetü'l Evliya; El- İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Ref'at el- Başa, Beyrut/ty