๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 16:23:55



Konu Başlığı: Hz. Seleme bin Hişam
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Mayıs 2011, 16:23:55
Hz. Seleme Bin Hişam (r.anh)



Muhacir bir sahabedir. Rasûlüllah (sav) ile birlikte İslâm inkılab çalış­malarına katılmıştır. Mekke ufuklarını aydınlatan hidâyet nuru, kalb ve gönüllere yansıyınca, İslâmiyetin şifa bahşeden berrak menbaına her geçen gün birkaç kişi daha yanaşıyor, o âb-ı hayata dalarak yudumluyor, ruhlarını paslandıran cehalet ve zulüm kirlerinden kurtularak huzura kavuşuyorlardı.

İnsanlık, o sıralar o kadar zavallılaşmış ve gülünç bir hâle düşmüştü ki, her türlü aşağılıkları işliyorlardı. İşte onları, şirkin, küfrün ürkütücü pençesinden alıp, İslâmiyetin munis ve şefkatli sînesine, merhametli kucağına da'vet eden yüce Rasûl, insanlığın hakîkî kurtarıcısı olduğunu ispat ediyordu.

İslâmiyet sayesinde insanlar arasında o kadar kuvvetli, sağlam bir yakınlık ve kardeşlik kurulmuştu ki, küfür cephesinde kalanlarla, îmân safında bulunanlar arasında daha önce mevcut olan kan bağı akrabalık münâsebetlerinden hiçbir eser kalmamıştı. Müşrik baba, mü'min oğlunu en büyük düşman biliyor, îmânsız kardeş, İslâmiyeti seçen kardeşini en azılı hasım olarak görüyordu.

Bu ibretli tablo Hişâm'ın beş oğlu arasında çok açık bir şekilde müşahede ediliyordu. Seleme ile Haris Peygamber efendimizin yanında yer alırken, aynı babadan gelen Ebû Cehil, Âs ve Hâlid nasîbsiz güruhu­nun elebaşısıydılar.

Büyük kardeşi Seleme'nin îmân ettiğini duyunca, Ebû Cehil'in hısım­lığı   hasımlığa  çevrilmiş,  kendi   ailesinden  bir  ferdin,  Peygamber efendimizin safına geçmesini hiç hazmedememişti. Onu vazgeçirmek için her türlü yola başvurdu. Fakat bütün çabaları boşa çıktı. İmanın ulvi haz­zını tadan kimsenin, tekrar dönüp küfrün zehirini ağzına alması mümkün müydü?

Hz. Seleme, zalim kardeşinin hareketlerine daha fazla tahammül edemedi. Habeşistan'a hicret etti. Böylece her ne kadar yer ve yurtların­dan ayrı düşmüşler ise de can ve dinleri emniyette idi. Bu Müslümanlar hicret edefi üç ay olmuştu. Receb, Şaban ve Ramazan aylarını orada geçirmişlerdi. Kulaklarına şöyle bir haber geldi:

"Mekkeliler iman etti, Velîd bin Mugîre Müslüman oldu.”

Bunun üzerine kendi aralarında, "Bunlar Müslüman olduktan sonra Mekke'de Müslüman olmayacak kim kaldı? Bize kendi kavim ve kabilemiz arasında yaşamak daha iyidir" diyerek bir kısmı geri dön­meye karar verdi. Fakat Mekke'ye yaklaşıp da duydukları haberin asılsız olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğradılar. Mekke'ye, gelişigüzel girmek mümkün değildi. Mekke'ye girmek demek, müşriklerin reva göre­cekleri eza ve cefaları peşinen kabul etmek demekti. Böyle bir tehlikeyi savuşturmak için ekserisi Mekke'de bulunan akraba ve yakınlarının himayesine girmeyi düşündüler. Böyle olunca bir çeşit mülteci gibi kabul edileceklerdi. Nitekim bir kısmı öyle yaptı.

Bazıları da himayeye girmediler ve Mekke'ye gizliden girerek uzun müddet geldiklerini sezdirmediler. Fakat bunların bir kısmı, bir süre gizlendilerse de müşrikler tarafından yakalandılar. İşte, Seleme bin Hişâm, Velîd bin Velîd, Hişâm bin As, Abdullah bin Süheyl ve daha birkaç sahabe bu tutulup hapsedilen Müslümanlardandı.

Uzun müddet en yakınları tarafından işkenceye tabi tutulan ve zulmün her türlüsüne mâruz kalan Hz. Seleme, Iyaş ve Hişâm Medine'ye hicret emri çıkınca bile esaret zincirinden kurtulamadı. Hattâ bu yüzden Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına da katılamadı. Öz kardeşi Ebû Cehil, Hz. Seleme bin Hişâm'ı işkenceden işkenceye sokuyordu. Yoruluncaya kadar dövüyor, türlü hakaretler ediyor, aç susuz bırakarak günlerce acı ve ızdırap içine atıyordu.

Bütün bu zulümleri yapmasmdaki maksadı, "Belki tahammülsüz kalır da, dininden vazgeçer" düşüncesinden ortaya çıkıyordu. Halbuki Hz. Seleme'de kâinata meydan okuyacak kadar kuvvetli bir iman; bitip tüken­mez bir Rasûlüllah sevgisi vardı.

Uzun yıllar îmânında en ufak bir tereddüde kapılmadan, usanıp bık­madan, sabır ve azim içinde, reva görülen işkencelere aldırmadı.

Bu iman fedailerinin acıklı hâlini bilen, onların çektiği sıkıntıyı kendi ruhunda da hisseden Resûl-i Ekrem efendimiz, bir ay müddetle her sabah namazında şu duayı tekrar ederdi:

“Allah’ım, Velîd bin Velîd'i kurtar! Allah’ım, Seleme bin Hişâm'ı kurtar! Allah’ım, Iyaş bin Rebia'yı kurtar! Allah’ım, mü'mmlerin zayıf olanlarını kurtar!"

Mekke müşriklerinin elinde bulunan bu üç sahabe birbirlerinin amca çocuklarıydı. Mugîre üçünün de dedesiydi. Velîd bin Velîd, Müslüman olup Mekke'ye gidince hapsedilmiş, Iyaş bin Rebia hicret esnasında Ebû Cehil tarafından kandırılarak götürülüp işkenceye tâbi tutulmuştu. Bu üç sahâbî de bir aradaydı. Üçünü birbirlerine bağlamışlardı.

Hz. Velîd bir fırsatını bularak kaçıp Medine'ye geldi. Peygamber efendimiz, Velîd'e diğer kardeşleri Seleme ile Iyaş'ın durumunu sordu. Hz. Velîd, onların ayaklarının birbirine bağlı bulunduğunu, şiddetli azâb ve işkence içinde kıvrandıklarını haber verdi.

Peygamberimiz, bu mağdur Müslümanları müşriklerin ellerinden kur­tarmak istiyordu. Bunun için bir defasında sordu:

“Bunları kim kurtarıp Medine'ye getirir?” Hemen ayağa kalkan Hz. Velîd dedi ki:

“Onları ben kurtarıp size getiririm, yâ Rasûlallah!”

Mekke'ye giden Hz. Velîd gizlice şehre girdi. Mahpuslara yemek götüren bir kadından Hz. Seleme ile Hz. Iyaş'ın bulundukları yeri öğren­di. Geceleyin oraya varan Velîd, bağlandıkları ipi kesti, onları devesine bindirerek Mekke'den çıkardı.

Mazlumların kaçtıklarını öğrenen müşrikler peşlerine düştülerse de, onları ele geçiremediler. Hz. Velîd kurtardığı iki arkadaşıyla birlikte

Medine'ye geldiğinde yürümekten ayak parmakları parçalanmış, kanlar kalmıştı. İki mümtaz sahabenin kurtulduğunu öğrenen Peygamber. O zaman Rasûlüllah'a şu âyet-i kerime indi:

"Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etmezler, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de bunları yaparsa kıyamet günü ağır cezaya çarptırılır.” [104]

İbn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'ı tefsir etme hususunda son derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: Mescitteydim. Orada Kur'ân'ı kendi re'yiyle tefsir eden bir adamı gördüm ve hemen oradan ayrıldım.” Bu adam:

"Göğün açık bir duman ile geleceği günü bekle, o insanları sarar, bu, acıklı bir azaptır.”[105] âyetini tefsir ederken, kıyamet gününde herkesin nefesini tıkayacak ve onları nezleye uğratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir insanın bilmediği bir şey için Allah bilir, demesi, onun ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureyş'in Rasûlüllah'a karşı son derece şiddetli davrandıkları zamanlarda inmişti.

İbn Mes'ud, Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlüllah'dan öğrenenlerdendi. Onun için kıraatinde başka bir mükemmellik vardı. Rasûlüllah onun kıraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte İbn Mes'ud, güzel sesle Nisa sûresini okuyordu. Rasûlüllah (sav) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte mescide gelmiş ve onu zevkle dinledikten sonra şöyle demişlerdi:

"İbn Mes'ud! Ne dilersen dile nail olursun!”

Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmiş ve Rasûlüllah'dan duyduklarını İbn Mes'ud'a müjdelemek istemişti. İbn Mes'ud ona:

"Ebu Bekir seni geçti" demişti. Hz. Ömer de:

"Allah Ebu Bekir'den razı olsun, onun daha önce sana geldiğinden haberim yoktu" demişti. [106]

Gerçekten İbn Mes'ud'un kıraati son derece güzeldi. Rasûlüllah (sav), Kur'ân'ı ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek isterdi. İbn Mes'ud, bir gün Rasûlüllah'a:

"Biz Kur'an'ı sizden okuduk, sizden öğrenmedik mi?” demiş, Rasûlüllah da şöyle buyurmuştu:

"Evet ama ben Kur'an'ı başkalarından dinlemek isterim.”

İbn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlüllah'ın huzurunda Nisa sûresin­den bir bölüm okuyordum.

"Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz, seni de onların üzerine şâhid getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nice olacak?”[107] ayeti kerimesine geldiğim zaman, Rasûlüllah'ın gözleri yaşarmıştı.

İbn Mes'ud, Rasûlüllah'a yakınlığı dolayısıyla son derece geniş bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bilmediği yoktu" dersek mübalâğa etmiş olmayız. Bununla beraber o, asr-ı saâdet'e ait rivayetlerde son derece ihtiyatlı davranırdı. Amr b. Meymun şöyle der: "Abdullah ile tam bir yıl kaldım. Bu müddet içinde onun 'Rasûlüllah buyurdu' dediğini duy­madım. Şayet böyle bir söze başlarsa bütün vücudu ürperir ve alnın­dan terler akardı.”[108]

Rasûlüllah (sav) adına konuşmak kolay bir şey değildir. Kişi heran müfteri durumuna düşebilir. Bu nedenle kişi Rasûlüllah (sav) adına söylediği şeyin sahih olup olmadığını kontrol etmelidir. Bu imanı bir meseledir. Bilerek kasden Allah Rasûlü adına söz uydurmak insanı İslâm dininden çıkarır.

İbn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlüllah'ın hadislerini rivayet ederken son derece dikkatli olmalarıydı. O, talebelerine derdi ki: "Rasûlüllah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve risâlet şanına en lâyık, ümmetinin hidâyetine en faydalı ve takvaya en uygun olanını gözetiniz.”[109]

Rasûlüllah (sav)'in her hadisi herkese söylenmez. Akli seviyesi kaldıramayanlara hadis okuyup onları hadislerle başbaşa bırakmak, onların fitneye düşmesine sebeb olmaktır. Fitneye sebeb olmamak için Rasûlüllah (sav)'in hadislerini insanların seviyesine indirmeden insan­ların seviyelerini yükseltmek suretiyle, onları Rasûlüllah (sav)'in hadis­lerini anlayacak seviyeye getirmek gerekir. Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'in talebelerine yapmış olduğu tavsiyelerinden bunu anlıyoruz.

İbn Mes'ud'un, çok ihtiyatlı davranmasına ve talebelerine de hadis rivayeti konusunda sıkı sıkı tembihlerde bulunmasına rağmen, ondan çok hadis rivayet edilmiştir. Üstelik o, çok rivâyetiyle tanınan Muksirun sahabelerden biridir. Buna rağmen İbn Mes'ud, mutlak hadis rivayet etmez, onun rivayetleri çoğunlukla Rasûlüllah'dan öğrendiği farzları açıklayan ve dini emirlerin kolayca anlaşılmasına yardımcı olan talimatlardır.

Sahih hadis kitapları ve müsnedlerde ondan rivayet edilen hadislerin toplamı sekizyüzkırksekizdir. Bunların altmış dördünü Buharı ve Müslim müştereken rivayet  ederler.  Ayrıca  yirmibirini  Buhârî,  otuzsekizini Müslim nakletmiştir. Böylece Buhârî, İbn Mes'ud'dan toplam seksen beş, Müslim, toplam doksandokuz hadis rivayet etmişlerdir.

İbn Mes'ud, fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fıkhının temel taşıdır. Önce de belirttiğimiz gibi, o, bütün Küfe eyaletinin kadisıydı. Onun içindir ki İbn Mes!ud, hal­ka, fıkıh meselelerini ve içtihadlarını öğretir, bütün mürâacatiarım cevap­lar ve problemlerini hallederdi. Irak kıtasının bütün âiimleri, İbn Mes'ud'u rehber tanırlardı. Çünkü fıkıhta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. İbn Mes'ud'un başlıca talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid, özellikle fıkıh ilmindeki derinlikleriyle şöhret kazanmışlardı. Bunlardan sonra İbrahim en-Nahâî, Küfe fıkhına genişlik vermiş ve Irak fakîhi unvanını almıştı. İbrahim en-Nahâî'nin bütün dayanağı İbn Mes'ud'un içtihadlarıydı. İbn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâdb. Süleyman'a intikâl etmiş, ondanda İmâm-ı A'zam E bit Hanîfe'ye geçmişti. İmâm-ı A'zam bunları genişletmiş, ilim ve içtihadıyla yaymıştı. Böylece İslâm âleminin önemli bir bölümü, bunların ilminden yararlanmıştır

Abdullah İbn Mes'ud, kıyas ile muasırlarının birçok problemlerini çözmüş, bu kaidenin yerleşmesinde son derece büyük hizmetlerde bulun­muş ve böylece usul-u fıkıh ilminin ortaya çıkmasına, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur. İbn Mes'ud, bu suretle kıyas'ın en önemli esaslarını tesbit etmiştir. İbn Mes'ud'un bu önemli fıkhî görüş ve içtıhadlan Mısırlı âlim Muhammed Ravvâs Kal'aci tarafından "Mevsû'atu Fıkhî Abdullah İbn Mes'ud”[110] adıyla toplanmış ve ilim hayatına kazandırılmıştır.

Hz. İbn Mes'ud'un muasırları ondan birçok meselelerde faydalan­mışlardır. İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî; "Ashâb içinde fıkıh meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş'ari, Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'tur" der. İmam Şa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fıkhî meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanının bütün âlimleri Abdullah İbn Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu bir zattır." derdi.”

İbn Abbas da, İbn Mes'ud hakkında şöyle der: "Kur'ân'ın en büyük tercümanıdır." İbn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame, dimağının tazeliği, malûmatının genişliği ile seçkindi. İbn Mes'ud, onun kendisinden daha çok malûmatlı olduğunu söylerdi.

İbn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'ı Kerim, hadîs ve fıkıh okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka oluştururlardı. Ondan ders okuyanlar arasında büyük şöhret kazananlar da vardı. Alkame, Meşruk, Esved, Abîde, Kadı Şüreyh, Ebu Vâil bunlar arasındadırlar. Her biri büyük bir âlim olan bu zatlar arasında özellikle Alkame, daima İbn Mes'ud'u hatırlatan bir sima olmuştu. İbn Mes'ud yola çıktığı zaman tale­belerinin çoğu onunla beraber hareket ederler ve ona yoldaş olurlardı.

Bir gün Habbâb b. Eret, İbn Mes'ud'un son derece geniş olan ders halkasına gelmiş, oraya devam eden gençlerin çokluğundan memnun olmuş ve İbn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormuştu. İbn Mes'ud da Alkame'yi göstermişti. Hz. Habbab, Alkame ile görüşmüş ve onun malû­matının genişliğinden çok derin bir zevk duymuştu.

İbn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir iştiyakla dinlerler ve ders­lerini aşk ve şevkle alırlardı. Başlıca talebelerinden olan Şakik der ki: "Mescitte İbn Mes'ud'u bekler, onun derse çıkması için yolunu gözetlerdik. Bir gün biz böyle bekleşirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmiş ve bize:

“Dilerseniz evine gidip bakayım, evdeyse alıp getirmeye çalışayım” demiş ve gitmişti. İbn Mes'ud gelmiş, bize:

“Ben sizi bıktır­mamak için gelmedim. Rasülüllah bize vaazlarını fasıla ile verirdi. Çünkü bıkkınlığa uğramamızı istemezdi.” demişti."

İbn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve yaşayış tarzını bizzat Rasûlüllah'dan öğrenmişti. Çünkü o, Rasıılüllah'ın en yakın dostlarmdandı. Her zaman Rasûlüllah'ın yanına girer, hizmet­lerini görür, ayakkabılarını çevirir, önünde yürür, yıkanacağı zaman perde tutar önünde siper olurdu. Rasûlüllah ona, kayıtsız şartsız bir müsaade vermişti. İbn Mes'ud'a:

"Her zaman yanıma girebilirsin, ancak benim mani olacağım zamanlar hariç" derdi. [111]

Bunun içindir ki onun, Rasûlüllah'ı yegâne uyulacak insan bilmesi, onun her haliyle hallenmesi kadar tabii bir şey olamaz. İbn Mes'ud, Kûfe'den ayrıldığı hâlde ünü orada uzun zaman yaşamış; herkes onun ilim ve irfanının yanı sıra takvasını, iffetini, güzel huyîuluğunu, kalbinin rikkatini ve övgüye değer ahlâkını anmaya devam etmişti.

Sahabe, Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için kötülüklerden nehyeder, Allah için iyilik işlemeye insanları teşvik eder, Allah için isteyene verir ve Allah için hareket edenin yanında yer alırdı. Sahabe fıkhı, bir manada hayatı bütünüyle Allah için kılmaktır. Daha doğrusu hayatı Allah için kılmanın bilgisidir. Sahabelerin sevgileri, buğzleri, infakları, emretmeleri ve nehyetmeleri bizim için birer örnektir.



[103] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetü'l Evliya; El-İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Ref'at el-Başa, Beyrut/ty.

[104] el-Furkan: 25/67.

[105] ed-Duhan: 44/10.

[106] İbn Hanbel, Müsned, 1, 454.

[107] en-Nisâ: 4/41.

[108] İbn Sa'd, Tabakat, 111, 156.

[109] İbn Hanbel, Müsned, I, 385.

[110] Abdullah İbn Mes'ud'un Fıkhî Ansiklopedisi, Kahire 1984.

[111] İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154.



Konu Başlığı: Ynt: Hz. Seleme bin Hişam
Gönderen: Ceren üzerinde 31 Aralık 2018, 14:17:43
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri hz.seleme bin hisam gibi islam yolunda hizmet eden peygamber efendimizin yolunda giden kullardan olalim inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Seleme bin Hişam
Gönderen: Mehmed. üzerinde 31 Aralık 2018, 15:08:43
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri İslam a hizmet edenlerden eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Seleme bin Hişam
Gönderen: Sevgi. üzerinde 01 Ocak 2019, 01:21:48
Aleyküm selam Muhacir bir sahabedir Efendimiz le birlikte İslam inkılabına katkıda bulunmuştur