๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Mayıs 2011, 15:24:35



Konu Başlığı: Hz. Muğîre Tebni Şube
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Mayıs 2011, 15:24:35
Hz. Muğîre-Tebni Şu'be (R.Anh)


Meşhur Arap dâhilerinden Mugire der ki: Biz Araplar içinde, dinine son derecede bağlı ve Lât putunun hizmetçisi bir kavimdik. Kavmimizin Müslüman olduğunu görecek oisam bile, onlara tabi olmayacağımı sanırdım. Mâlikoğullarından bir heyet, Mısır meliki Mukavkıs'a gitmek ve hediye sunmak üzere hazırlanmışlardı.

Onlarla birlikte ben de, gitmek üzere hazırlanmıştım. Amcam Urve bin Mes'ûd'a danıştım. Gitmekten men etti ve dedi ki:

Kardeşlerinden hiç kimse senin yanında değil!

Ben, onun sözünü dinlemedim. "Mutlaka gideceğim!" dedim. Onlarla birlikte yola çıktım. Nihayet, İskenderiye şehrine vardık.

Mukavkis, bana baktı ve birisine, kim olduğumu ve ne istediğimi öğrenmesini emretti. O kimse, benden sordu. Ben de kim olduğumu ve kendisini görmeye geldiğimi haber verdim. Bunun üzerine Mukavkis, kiliseye indirilmemizi ve orada ağırlanmamızı emretti. Ağırlandık.

Sonra, Mukavkis bizi çağırdı. Mâlikoğullarının liderine baktı. Onu, yakınına getirtti. Birlikte oturdular. Sonra, ona sordu:

"Bütün bunlar, Mâlikoğullarından mıdırlar?"

“Evet! Ancak, bîr tek kişi müttefiklerdendir.”

Sonra beni gösterdi. Oradaki cemaatten, Mukavkis'a en önemsiz olanı ben idim. Sonra aralarında şu konuşmalar geçti:

“Sizinle benim aramda bulunan Muhammed ve Ashabının, sizi takip­lerinden nasıl kurtulabildiniz?”

“Onlardan korkumuzdan ötürü, deniz yolunu tercih ettik!”

“Onun, sizi kabule davet ettiği şey hakkında ne yaptınız?”

“Bizden hiçbir kimse Ona tabi olmadı!”

“Niçin tâbi olmadı?”

“O, şimdiye kadar ne atalarımızın, ne de hükümdarların tutmamış olduğu, sonradan çıkma bir din getirdi bize! Biz, atalarımızın tuttukları dine bağlıyız!”

“Onun davetini, kavmi nasıl karşıladı?”

“Ona, kavim'in gençleri tabi oldular ve Onu, kavminden ve başka Araplardan olan muhaliflerine karşı korudular. Aralarındaki çarpışmada bir kere kavmi, bir kere de O yenildi!”

“Siz, Onun kabule davet ettiği şeyleri, bana dosdoğru haber verir misiniz?”

“O, atalarımızın yapa geldikleri ibâdeti bırakmaya ve kendisine hiçbir şeyi şerik koşmadan bir Allaha ibâdet etmeye, bizi davet ediyor. Namaz kılmaya ve zekât vermeye davet ediyor!”

“Namaza ve zekâta mı dediniz? Bunlar için vakit ve adet belli edilmiş midir?”

“Geceli gündüzlü her gün, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakit­lerinde olmak üzere, beş kere namaz kılarlar.

Her yirmi miskal doldukça, altından kırktabirini, beş deveyi buldukça bir koyun zekât verirler! Bütün malların zekât nisablarını bildirdiler.”

Mukavkis, Mâlikoğullarının namaz vakitleri ve zekât nisabi hakkında verdikleri bilgiler üzerine, sorularına şöyle devam etti;

“Onun, almış olduğu zekâtı, nereye koyduğunu, nerelere harcadığını biliyor musunuz?”

“Yoksullara veriyor.  Hısım ve akrabayı görüp gözetmeyi, verilen sözde durmayı emrediyor. Faizi, zinayı, içkiyi ve Allahtan başkası adına kesilen kurbanın etinden yemeyi yasaklıyor!”

Onların bu cevapları üzerine Mukavkis dedi ki:

“O halde, O, bütün insanlara gönderilmiş bir Peygamberdir! Eğer O, Kiptîlere ve Rumlara gelmiş, erişmiş olsaydı, onlar, Ona tabi olurlardı. Çünkü, isa bin Meryem, onlara bu hususta emir vermişti. Kendisinden önce gönderilmiş olan Peygamberler de, Onu tarif etmişler ve sıfatlarını bildirmişlerdir.  Şu'be Neticede zafer Onun olacak, kendisine kimse karşı koyamayacak, dîni­ni, ayakların bastığı her yere eriştirecek, kavmi Onu, mızrakları ile koru­yacaktır!”

Mâlikoğulları dediler ki:

“Bütün halk, Onun dînine girmiş, Onun yanma toplanmış olsalar da, biz, Onun dînine girmeyiz, yanına varmayız!”

Mukavkis hayretinden başım salladı ve aralarında şu konuşma geçti:

“Siz boştasınız ve oyalanıyorsunuz. Peki, Onun, kavmi arasındaki soyu sopu nasıldır?”

“O, kavminin soy sop yönünden en üstünü ve seçkinidir.”

“Mesih yani Hz. İsa ve bütün Peygamberler de, böyle, mensup bulun­dukları kavimlerin soy sop yönünden üstün ve seçkinleri arasından seçilip gönderilmişlerdir. Onun, sözlerindeki doğruluğu nasıldır?”

“Doğru sözlülüğünden dolayı Ona Emîn adı takılmıştır.”

“Bakınız şu işinize! Aranızdaki işlerde doğru ve doğru sözlü olan bir kimsenin, Allaha karşı yalan söyleyebileceğini mi sanıyorsunuz? Ona tâbi olan kimlerdir? Gençlerdir!”

“Mesîh ve daha önceki Peygamberlere ilk tabi olan, bağlananlar da, gençlerdi! Tevrat sahibi olan Medine Yahudileri, Ona karşı ne yaptılar, nasıl davrandılar?”

“Ona aykırı davrandılar. O da, üzerlerine yürüyüp onları öldürdü ve esir etti. Her tarafa dağıldılar.”

“Onlar kıskançlık yapıyorlar, Onu kıskanıyorlardı.”

Mâlikoğulları, hediyelerini Mukavkis'in önüne koydular. Mukavkis, sevindi  ve adamlarına,  onların alınmasını, kendilerine bahşişler verilmesini emretti. Bahşiş verilirken onların bâzısını bâzısına üstün tuttu.

Bana gelince, kıstılar. Söylemeye değmez az ve ehemmiyetsiz bir şey verdiler. Sonra Mukavkis'in huzurundan çıktık.

Hz. Muğire diyor ki: Mukavkis'tan işittiğimiz sözlerden, Muhammed aleyhisselâma karşı rezil rüsva ve süklüm püklüm olduk. Kendi kendimize, "Yabancı hükümdarlar bile Onu tasdik ediyorlar da, bizler, Onun akrabası ve komşuları olduğumuz ve dâvetçisi evlerimize kadar geldiği hâlde, Onun yanma uğramryoruz!" dedik. Yerlerimize döndük.

İskenderiye'de oturduğum müddetçe, girmedik kilise bırakmadım. Karşılaştığım bütün Kibtî, yâni Mısır halkından ve Rum din adamlarından Muhammed aleyhisselâmm sıfatını sordum.

Bunlardan biri de, Ebû Guseym kilisesi reisi Kibtî papazı idi. Kibtîler onun rızâsını ve duasını almak için yanına gelirlerdi. Ben, ibâdete ondan daha düşkün bir kimse görmemiştim. Kendisine dedim ki:

“Peygamberlerden, gelmeyen kim kalmıştır? Bana haber ver!”

“Olur! O, Peygamberlerin sonuncusudur, Onunla, İsa bin Meryem arasında, Peygamberlerden hiç kimse yoktur. İsa Peygamberin, kendisine uymayı bize emretmiş olduğu Peygamber, Odur!”

“O Peygamber, ümmîdir ve Araptır. Onun ismi, Ahmed'dir, Kendisi, ne uzun, ne de kısa boyludur. Onun gözlerinde biraz kırmızılık vardır.”

Kendisi, ne çok beyaz, ne de esmerdir. Saçını uzatır, elbisenin kalınca olanından giyer, yemeklerden bulduğu ile iktifa eder, kılıcını boynunda taşır, kendisiyle çarpışmaya kalkmadıkça, kendiliğinden, kimse ile çarpışmaz.

Onun yanında, kendilerini Ona feda eden, Onu, kendi evlâtlarından ve babalarından daha çok seven Eshâbı bulunacaktır.

“O, Selem ağaçlarının yetiştiği yerden, Harem'den çıkacak, bir Harem'e gelecek, çorak ve hurmalık bir yere hicret edecektir. İbrahim aleyhisselâmm dîninde bulunacaktır!”

“Bana, Onun sıfatını biraz daha açıklasan olur mu?”

“O, kendisinden önceki Peygamberlerde bulunmayan birtakım haslet ve imtiyazlarla, kendisi mümtaz kılınmıştır. Her Peygamber, yalnız kendi kavmine gönderildiği halde, O, bütün insanlara gönderilecektir!”

“Bütün yeryüzü Ona mescid ve temiz kılınacaktır. O, namaz vaktini nerede idrâk ederse, orada namazını kılacaktır.”

Hâlbuki kendisinden önceki Peygamberler, namazlarını, kiliseler ve havralardan başka yerlerde kılamazlardı! Hz. Mugire diyor ki:

“Onun ve başkalarının bütün bu söylediklerini aklımda tuttum.”

Mâlikoğulları, ailelerine hediyeler satın aldılar. Sevinçli idiler. Onlardan hiç kimse de, bana hiçbir fedâkârlıkta bulunmadılar.

Yola çıktılar ve yanlarına da, içki aldılar. İçki içiyorlardı. Her türlü rezaleti yapıyorlardı.

Taife dönünce, kavmime, Mukavkis'in beni hor, hakîr gördüğünü haber verecekler diye, Mâlikoğullarını öldürmeyi tasarladım. Irak'ta Bassak nehri yanında bulunduğumuz sırada, yalandan hastalandım ve başımı bağladım. Bana, "Neyin var?" diye sordular.

Ben de, "Başım ağrıyor!" dedim. Şaraplarını ortaya koydular ve beni çağırdılar. Onlara dedim ki:

Başım ağrıyor, ben, içemeyeceğim. Fakat, sizinle oturur, size içirebilirim.

Hiç itiraz etmediler. Oturdum, onlara içirdim. İçtikçe iştahlandılar ve daha çok içtiler. En sonunda sarhoş bir hâlde sızıp kaldılar.

Ben de, onların üzerlerine çöküp, hepsini öldürdüm. Yanlarında bulu­nan bütün malları alıp, Medine'ye geldim. Peygamberimizi, mescidde Eshâb-ı kiramla birlikte otururken buldum. Üzerimde yolcu elbisesi vardı. Kendisine, İslâm selâmı ile selâm verdim. Hz. Ebû Bekir bakınca, beni tanıdı. Bana dedi ki:

Urve'nin kardeşinin oğlusun galiba?

Ben de, "Evet! Allahtan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlullah olduğuna şehâdet ediyorum!" dedim. Rasûlullah efendimiz buyurdu ki:

“Allaha hamdolsun ki, seni hidâyete kavuşturdu, İslâmiyete ulaştırdı.” Hz. Ebû Bekir sordu:

“İskenderiye şehrine emniyet ve selâmetle vardınız mı?”

“Evet!”

“Seninle birlikte bulunan Mâlikoğulları ne yapıyorlar, nasıllar?”

“Onlarla bizim aramızda olan, bâzı Araplar arasında olan şeydir. Biz, şirk  dînindeydik. Onları, öldürdüm.   Elbiselerini soyup Rasûlüllah efendimize getirdim. Beşte birini çıkarsın, yahut onlar hakkında ne yap­mayı uygun görürse, öyle yapsın. O, müşriklerden bir ganimettir. Ben, artık Muhammed aleyhisselâmı tasdik eden bir Müslümamın!” Rasûlullah efendimiz buyurdu ki:

“Senin Müslümanlığını kabul ettim. Fakat, onların mallarından ne bir şey, ne de beşte bir alırım. Çünkü, o, bir gadrdır, yâni zulümle, hileyle alınmıştır. Gadrde ise, hayır yoktur!”

Peygamber efendimiz böyle buyurunca, dedim ki:

“Yâ Rasûlallah! Ben, ancak kavmimin dîninde bulunduğum sırada onları öldürmüş, sonra da, Müslüman olup, şimdi huzurunuza gelmiş bulunuyorum!”

Rasûlullah efendimiz tekrar buyurdu ki:

“İslâmiyet, kendisinden önce olup bitenleri düşürür, siler!”

Mukavkis'in söylediklerini, Kibtî, yani Mısırlı ve Rum din adamlarına sorduğum soruları ve onlardan işittiklerimi Peygamber efendimize haber verdim. Resûlullah efendimiz çok memnun oldu ve bunları, Ashabının da işitmelerini istedi. İki, üç gün de, onlara anlattım.

Hz. Muğire, Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin yanında bulunup, Ona hizmet etti. Seriyyelerde kumandanlık ve mücahitlik yaptı. Bey'at-i Ridvânda bulundu. Hudeybiye antlaşmasında Peygamberimizin yanında olup, hizmetindeydi.

Mekke'nin fethine, Huneyn gazasına ve Tebük seferine katıldı. Tâif'te, kabilesi İslâmiyet ile şereflenince, amcası Urve şehîd edilip, Sakîfliler de zulüm, işkence ve tecâvüze uğradı.

Sakîfliler durumu Rasûlullah'a arz ettiler. Sakîf temsilcileri, Medine'den ayrıldıktan iki veya üç gün sonra Hz. Mugîre, eline, bir balta aldı. Rabbe'nin üzerine çıktı. Kendi kavim velcabîlesi olan Muattiboğulları, Urve bin Mes'ûd gibi vurulur, öldürülür korkusuyla silahlanarak Hz. Mugîre'nin yakınında, dikilmiş duruyorlardı.

O sırada, Ebû Süfyân da oraya geldi. Müşrik kadınları gelip başlarını 3çniışlar, erkeklerinin, kılıçla çarpışmaksızın, Rabbe'yi, Müslümanlara teslim ettiklerine yanıyorlar, ağlıyorlardı. Köleler, çocuklar, erkekler, perıç kızlar gelmişlerdi. Herkes, Lât'ın yıkınından dolayı endişeli bulunuyordu.

Hz. Mugîre, elindeki balta ile, Lâfa bir darbe indirdi. Ebû Süfyân dedi ki: Vah vah sana! Eyvahlar olsun sana!

Hz. Mugire titrer gibi yaparak arkasının üzerine yıkıldı. Tâif halkı, bir­den çığlık kopardılar. Dediler ki:

“Allah, Mugire'yi rahmetinden uzak etsin! Rabbe, onu öldürdü!”

Hz. Mugire'nin yıkılıp düştüğünü görmelerine çok sevindiler. Dediler ki:

“Sizlerden, ona yaklaşmayı, onu yıkmaya kalkışmayı göze alabilecek kim var? Vallahi, ona güç yetirilemez! Hayır! Siz, Rabbe'nin, kendisini ^uyamayacağını, savunamayacağını sanıyordunuz! İşte o, kendisini korumuş ve savunmuştur!”

Mugire, bir müddet o hâl üzere kaldıktan sonra, silkinip oturdu. Sonra tâif halkına seslendi:

"Ey Tâifliler! Araplar, "Arap kabileleri içinde sizlerden daha akıllı bir kabîle yoktur" derlerdi. Meğer, Arap kabileleri içinde sizden daha ahmak bir kabile yokmuş!

Yazıklar olsun size! Lât ve Uzzâ dediğiniz nedir ki? Şu taşlar gibi birer taştırlar! Taştan, kerpiçten ibarettirler! Onlar, kendilerine kim tapıyor, kim tapmıyor bilemezler!

“Yazıklar olsun size! Lât, hiç işitir mi? Hiç görür mü? Hiçbir yarar veya zarar verir mi? Geliniz, Allahın affına ve lütfuna sığınınız! Ona ibâdet ediniz!”

Hz. Mugîre, Tâiflilere, putların hiçbir şey yapamadıklarını belirttikten sonra, yamndakiîerle birlikte Rabbe'yi yıkmaya, taşlan, birer birer yere indirmeye devam etti. En sonunda, onu yerle bir edince, Tâifliler şaşırıp kaldılar.

Lât'ın kapıcısı ve bakıcısı olan Aclân bin Attâb, Mâlikoğullarındandı. Ondan sonra bu hizmeti, oğulları görmekte idi. Lât'ın bakıcısı diyordu ki:

Göreceksiniz ki, temeline inilince, temel öyle bir kızacaktır ki, o kızgınlıkla, onları yerin dibine batıracaktır!

Hz. Mugire bunu işitince, temelini de kazmaya başlayıp, adam boyu­nun yansına kadar kazdı. Temeline kadar indi. Orada bulunan, altın ve gümüşleri çıkardı.

Putun bulunduğu yerdeki mallar, bir araya toplanınca, Hz. Mugire, Ebû Süfyân'a dedi ki:

“Rasûlullah efendimiz, bu maldan, Urve ile Esved'in borçlarını öde­meyi sana emretmişti.” Bunun üzerine, onların borçlarını ödediler.

Hz. Mugire, Tâif'i küfür karanlığından nura kavuşturup, Mekke'ye, Rasûlullahın yanına döndü. Veda haccına katıldı. Rasûlullahın âhirete teşriflerinde teçhiz ve tekfinde vazife aldı. Peygamberimiz kabre indirildikten sonra, üzerine toprak atılırken yüzüğünü düşürdü. Hz. Ali'ye durumu arz edip, kabirden yüzüğünü almak istedi. Müsaade verilince, kabre inip, yüzüğünü alırken, Peygamberimizin ayaklarını sıvazladı. Böylece Rasûlullahın mübarek bedenine son defa elini süren kişi oldu.

Bundan dolayı, "Rasûlullahtan son ayrılan insan benim" derdi.

Kureyşli müşrikler, Benî Sakîf kabilesi reisi olan amcası Urve bin Mes'ûd'u elçi olarak gönderdi. Urve, konuşma esnasında cahiliyye âdetinde olduğu gibi, Peygamberimizin sakalını tutup, okşamak istedi.

Hz. Mugire, amcası Urve'ye kılıcının ucuyla müdâhale ederek, Resûlüllahın mübarek sakalına dokunmaktan menetti. Amcası, onun Rasûlullah'a olan sevgisi, muhabbeti ve bağlılığı karşısında hayrete düştü.

Hz. Mugîre, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinde, yalancı peygamberlik iddi­asında bulunan Müseylemetül-Kezzâb ve dînden dönen mürtedler üzer­ine gönderilen orduda vazife aldı. Yemâme harbinde mürtedlere, Şam ve Yermük'de de Rumlara karşı savaştı. Yermük'de bir gözü yaralandı. 

Hz. Ömer'in hilâfetinde Irak'ta yapılan fetihlere de katıldı. İran'daki Sâsânî İmparatorluğunun sonunu getiren Kadisiye Meydan Muharebesi öncesinde, Müslümanların sefirliğini yaptı. Zulüm üzerine kurulan İran Sâsânî kumandanlık sarayının şaşaası ve kumanda heyetinin süslü elbiselerine karşı, Mugire'nin sâde kıyafeti ve vakarlı hâlini gören İran kumandanları şaşırdılar.

Hz. Mugire, Sa'd bin Ebî Vakkâs tarafından sefir olarak gönderilmişti. İranlılar, sert konuşup, Müslümanları korkutacaklarını zannettiler. Söz sırası Mugire'ye gelince, o, büyük bir cesaretle konuşmaya başladı ve şöyle dedi:

İ”slâmiyet'in esaslarına göre, herkes Allahu Teâlâ indinde bir kul olarak eşittir. Hiç kimsenin diğerine karşı bu hususta bir imtiyazı yoktur.”

Mugire hazretlerinin bu sözlerini dinleyen İran heyeti, şaşkın bir vaziyette birbirlerine bakıp, ne söyleyeceklerini ve ne yapacaklarını şaşırdılar ve telâşa düştüler. Telâşı ve şaşkınlığı daha çok artan İran Başkumandanı Rüstem, yakut, inci ve elmaslarla süslü olan kılıcını Hz. Mugire'ye göstererek dedi ki:

“Sefir  hazretleri,  bu  kılıç  çok  insanlar  tarafından   birçok  kere öpülmüştür.”

Bu söz karşısında büyük bir dahî olan Hz Mugire şöyle cevap verdi:

“Senin kılıcını öpenler, yaltakçılık yaparak kılıcını değil, onun kınını öpmüşlerdir.”

Sonra kendi kılıcını göstererek dedi ki:

“Bu kılıç ondan daha keskin ve daha çok bilenmiştir.”

Bu görüşmelerden sonra anlaşmaya varılamadı ve yapılan Kadisiye Meydan Muharebesinde, Müslümanlar galip geldi. Bu savaşta, Hz. Mugîre büyük bir kahramanlık göstermiştir. Mugire hazretleri bir kadınla evlenmek istemişti. Peygamber efendimiz Mugîre'ye buyurdu ki:

“Onu gördün mü?”

“Hayır yâ Rasûlallah.”

“Onu gör! Zira birbirinizi görmeniz, aranızdaki muhabbeti artırır.” Hz. Mugire buyurdu ki:

"Bir kimse evine girdiği zaman selâm verirse, şeytan, "Artık, benim burada duracak bir yerim kalmadı" der.

Sofraya oturup yemek yemeye başladığı zaman, Allahû Teâla'nın adını anarsa, yâni Besmele-i şerîfeyi söylerse, şeytan bu sefer de, "Benim bura­da ne duracak yerim, ne de yiyecek bir şeyim kaldı" der.

Su içeceği zaman, Allahü teâlânın adını anarsa, şeytan bu sefer de şöyle der: "Artık burada benim için ne durak, ne yemek, ne de içmek kaidi." Şeytan, bundan sonra eli boş olarak çıkar gider.

Hz. Mugire, dâhi olup, teşkilâtçı bir Sahabeydi. Zekâ ve aklını, meşhur dâhilerden Halîfe Hz. Muâvıye de takdir ederdi. Büyük meseleleri üstün görüşüyle hemen hâlledip, en sıkışık durumlarda bile bir çıkar yol bulur­du.

Dini ilimlere vakıf ve tedbir sahibiydi. Pek çok talebe yetiştirip, bun­lara dînî ilimleri öğretip, hadis-i şerif rivayet etti. Yüzotuzüç hadis-i şerif rivayet etti.

Vefatına kadar Küfe valisi kaldı. Kûfe'de 670 senesinin Şaban ayında, yetmiş yaşında taundan vefat etti. [14]

Müslüman insan, inancı dairesinde meşru olan her vazifeyi icra etme­ye hazır olan insandır.



[14] Hayatis Sahabe/M. Yusuf Kândehievî; Hilyetü'l Evliya; El-İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverıın Min Hayalü's Sahâbe/Abdurrahman Refat el- Başa, Beyrut/ty.