๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 05 Mayıs 2011, 15:49:03



Konu Başlığı: Hz. Huzeyfa bin Yemân
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 05 Mayıs 2011, 15:49:03
Hz. Huzeyfa Bin Yemân (R.Anh)


Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor: "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Ashâb-ı Kiramdan bir grup olarak Rasûlüllah (sav)'ın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı.

Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların hu halini haber verdi. Rasûlüllah efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki:

"Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeye­ceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın."

Rasûlüllah (sav)'ın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Rasûlül­lah efendimiz benim için duâ etti:

"Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altın­dan koru! "

Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihayet müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş  yakmışlar,   başında  ısınıyorlardı.   Ebû  Süfyân  o  zaman  henüz Müslüman olmamıştı.

Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vur­mak istedim. Tam atacağım sırada Rasûlullah (sav)'ın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hadise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim. Dinen görevlendirilen müslüman görevlinin kendi görev alanının dışına çıkmaması esastır.

Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesaret buldum. Müşriklerin yanı­na sokulup ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Alllahû Teâlâ'nın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağım yapıyordu. Rüzgârda, kap kaçakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüy­or, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki:

İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun!

Ebû Süfyân, aralarına bir yabancının girdiğini sezer gibi olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân:

"Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum," di­yerek devesine bindi.

Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.

Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Rasûlüilah (sav)'ın yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvari şeklinde melekler çıktı. Bana dedilir ki:

Rasûlülîah'a haber ver. Allahû Teâlâ düşmanı perişan etti!

Rasûlüllah (sav)'ın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıy­ordu. Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı.

Huzeyfe bin Yemân, Ashâb-ı Kiram arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur. Peygamberimiz ona, Ashâb-ı Kiram arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkannak isteyen münafık­ların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir. Bundan başka vuku bulacak hâdiseleri de bildirmişti.

Ashâb-ı Kiram arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o, Rasûlüllah (sav)m verdiği sırlarla dolu idi. Rasûlüllah gizli kalması lâzım olan bir çok şeyi, Hz. Huzeyfe'ye söyledi.

O ve Ebû Hüreyre buyurdular ki:

Server-i âlem, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi lâzım olanları size bildirdik. Lâzım olmayanları, sakladık, bildir­medik.

Hz. Huzeyfe, Peygamber efendimizin sağlığında Hendek'ten sonraki savaşların hepsine katıldı. Rasûlüllah'ın vefatından sonra Hz. Ebû Bekir, onu ordu kumandam ta'yîn etti. Dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman'a gönderdi. Kendisine katılan İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâm'a döndürdü. Bundan sonra Umman'da, önce zekâtları topla­makla, sonra da vâü olarak vazifelendirildi. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irak'ın ve İran'ın fethinde bulundu.

Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm san­cağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde bulunarak, Nusaybin valiliğine tayin olundu.

Hz. Ömer yeni bir vali tayin ettiği zaman, oranın halkına mektup yazarak, "Yeni vali, adaletle hükmettiği müddetçe; siz de onun emir­lerine uyunuz" derdi. Hz. Huzeyfe'ye verdiği mektupta ise şöyle yazdı:

"Ey Nusaybin halkı! Bu gönderdiğim vâiinin, bütün emirlerine uyun. Her isteğini yerine getirin."

Nusaybinliler, yeni valilerini karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu. Selâmlaştılar. Sonra halîfenin emirnamesini gösterdi. Onlar da dediler ki:

Hz. Ömer'in emirleri, başımız üzerine!  Sen de hoş geldin, safa geldin. Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle. Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir!

Yeni vali tebessüm ederek şu cevabı verdi:

"Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sadece, kendimin ve hay­vanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem."

O şehirde, epeyce müddet bulundu. Görevini, kusursuz yapmaya çalışıyordu. Bilhassa Cum'adan önce, Müslümanlara vaz ve nasihat eyler­di. Bir defasında buyurdu ki:

"Ey Mü'minler! Fitne, önce kalblerde filizlenir. Su katılmamış şarap bile; fitne kadar, insan kalbini çelemez, bozamaz. Sizler, fitneye doğru gitmeyiniz. Allah'a yemîn ederim ki fitne insanları; selin, çöp­leri sürüklediği gibi sürükler götürür!.."

"Yâ Huzeyfe! Fitneden nasıl kurtulabiliriz? "

"Duâ eden, kurtulur. "

"Ne zaman duâ edelim?"

"Namazdan sonra. Çünkü kulları, güzelce abdest alıp, namaza durdukları zaman; Cenab-ı Hak da namaz kılanlara yönelir. İşte o anlarda duâ ediniz! Fakat sizler; hayırlı kimseler olmak istiyorsanız; geçici olan dünya için âhireti terketmeyiniz!"

Hz. Huzeyfe, Medâyin şehrinde uzun müddet valilik yaptı. Oranın halkı, onun idaresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmiş­lerdi. Nihayet bir akşam, Hz. Ömer'den haberci geldi. Artık, Huzeyfe'nin Medine'ye dönmesini istiyordu...

Emir üzerine hazırlandı, helâllaştı, vedalaştı ve yola çıktı. Dönüşünü bekleyenler arasında, halife de bulunuyordu. Az çok yaklaşınca, Halife dikkatle baktı. Gördü ki; Medâyin valisi gönderdiği gibi dönüyor! Bunca yıl sonra; aynı hayvan üzerinde, aynı sâde elbiseler içinde. Yan yana geldiler ve sel âml aş ti lar, kucaklaştılar. Halife sevinçle:

"Sen, benim kardeşimsin. Ben de, senin kardeşinim," diyerek, hislerini belirtti.

Hz. Ömer halifeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenazenin namazını kılmadığını görerek, ona sordu:

"Niçin cenaze namazını kılmadın?" Rasûlullah (sav)'ın sırdaşı Hz. Huzeyfe dedi ki:

"Rasûlullah efendimiz, bana o kişinin münafık olduğunu açık­lamıştı. Bunun için onun namazını kılmadım.

"Allahın Rasûlü münafıklar arasında Ömer’i de saydı mı yâ Huzeyfe?"

"Hayır, yâ Ömer."

"Peki memurlarım arasında münafık var mı?"

"Sadece bir tane var. Ancak ismini söylemeye memur değilim."

Huzeyfe hazretleri, Hz. Ömer'in bütün ısrarına rağmen ismini söyle­memiştir. Sonra o münafık Hz. Ömer tarafından uzaklaştırılmıştır.

Bundan sonra Hz. Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenazeye gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münafık olduğuna işaret sayardı.

Birgün Hz. Ömer, huzurunda bulunan ba'zi Ashâb-ı Kirama sordu:

Rasûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı?

İçlerinden Huzeyfe dedi ki:

"Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü aynıyla benim hatırımdadır." Rasûlüllah (sav) buyurdu ki,

"Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur."

Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum.

Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok. Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var.

Yâ Huzeyfe! Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?

Ey mü'minlerin emîri! O kapı kırılacak.

Bu cevap üzerine Hz. Ömer:

Desene ümmet-i Muhammed kıyamete kadar bir araya gelemeyecek! diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Daha sonra Huzeyfe'ye o kapının ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

"O kapı Hz. Ömer idi."

Hz. Ömer'in bunu bilip bilmediği sorulunca da:

"Akşam ve sabahın olacağını bildiği gibi biliyordu," cevabını vermiştir.

Nitekim daha sonra Hz. Ömer şehid edilmiş, Hz. Osman devrinin son­larında alevlenen fitne târih boyunca bitmemiştir. Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:

Herkes Rasülüllah efendimize hayırdan sorardı. Ben ise ilende hâsıl olacak fitnelerden sorardım. Çünkü bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum. Dedim ki:

"Yâ Rasûlallah, biz, Müslüman olmadan önce kötü kimselerdik. Allahû Teâla, senin şerefli vücudun ile İslâm nimetini, iyiliklerini bizlere ihsan etti. Bu saadet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?"

"Evet gelecek."

"Bu serden sonra, hayırlı günler yine gelir mi?"

"Evet gelir. Fakat o zaman bulanık olur."

"Bulanıklık ne demektir?"

"Benim sünnetime uymayan ve benim yolumu tutmayan kimseler ortaya çıkar. İbâdet de yaparlar. Günâh da işlerler."

"Bu hayırlı zamandan sonra, yine şer olur mu?"

"Evet,  Cehennemin  kapılarına  çağfranlar  olacaktır.  Onları dinleyenleri Cehenneme atacaklardır."

"Yâ Rasûlallah! Onlar nasıl kimselerdir?"

"Onlar da bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar."

"Onların zamanlarına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz?"

"Müslümanların cemâ'atına yapış ve onların imamına tâbi ol!"

"Müslümanların bir cemaatı ve imamı yoksa ne yapalım?"

"Bir kenara çekil. Aralarına hiç karışma, ölünceye kadar yalnız yaşa. Velev ki bu bekleyişin bir ağacın kökünü kemirmek kadar zor olsa da."[131]

Huzeyfe, Hz. Osman 'in halifeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi. Buradaki hizmetlerinin yanında mühim bir hizmeti de, Kur'ân-ı Kerîm nüshalarının çoğaltılmasına sebep olma­sıdır. Çünkü o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde, Kur 'ân-ı Kerîm'in değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur'ân-ı kerîmin Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını Hz. Osman'a teklif etti. Bunun üzerine Hz. Osman, Kur'ân-ı Kerîm nüshalarını çoğaltıp; belli merke­zlere gönderdi.

Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hz. Osman şehid edildiğinde Medine'de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça iler­lemişti. Dördüncü halîfe Hz. Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice ihtiyarlamıştı. Müslümanlar akın akın ziyaret ediyorlardı. Bir arkadaşına 300 dirhem vererek buyurdu ki:

"Bu parayla, kefen alıverin."

Desenli bir kumaş getirdiler. Onu görünce:

"Bu kefen değil, gömlek içindir. Kefen, boydan boya iki bez parçası olur," dedi.

Sonra da yavaş bir sesle buyurdu ki:

"Hem sizin  arkadaşınız iyi bir Müslüman ise, Cenâb-ı Hak; kabirde o kefeni, daha iyisiyle değiştirir. Kötü ise, daha kötü şeylere hazırlanmalıdır."

Hz. Ali'nin hilâfetinin 40. günü, 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu.

Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle dua etmiştir:

"Dost anî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allalıim, fa­kirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır."[132]

Müslümanın hayat merkezinde "hesap günü şuuru" vardır. Müs­lüman, her an hesap vermeye hazır olan kimsedir. O, kendi inancınatkarşı sadakat sahibidir.

Dâvasına karşı sadakati olmayan dâva adamının imam sakat demektir. İman sadakatsizliği kaldırmaz. Huzeyfe bin Yemân hazretlerinin mü­nafıkların listesini tutması, dâva adamının sadakat dosyasının temiz olması gerektiğini gösterir.

İslâmî hizmette bulunan dâva adamlarının sadakat dosyalarının .tutul­ması, şahsiyet inkılabına duyulan ihtiyacın bir göstergesidir. Şahsiyet in­kılabım garantilemeyenier, İslâmî hizmetleri sürdüremezler. Bu noktada bakıldığında görülecektir ki; sahabe fıkhı, bir çare fıkhıdır. Huzeyfe bin Yemân hazretleri, cemaat ile ilgili rivayet ettiği hadiste çaresizlik anların­da hep çareyi aramış ve bulmuştur.

İslâmî hayat, boşluk kabul etmez. İslâmî hizmetleri sürdürenler, kendi­lerini ve etraflarında toplanmış olanları meşru işlerle meşgul ettiremezlerse, şeytan ve taife-i şeytan onları gayr-i İslâmî şeylerle meşgul ettirir. Bu nedenle diyoruz ki; çaresizlik içinde kıvrananlara çare olup problem­lerine meşru çözüm çareleri bulduğumuz oranda sahip oluruz. Problem­lerini çözemediklerimize biz sahib olamayız. Dolayısıyla fıkhu's sahabeyi idrak edenler, biçareye çare olup çözüm bulanlardır.



[131] Sahih-i Buhari, Fitenul

[132] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândellevî; Hilyetül.Evliya; El-İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Ref at el- Başa, Beyrut/ty