๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2011, 16:35:42



Konu Başlığı: Hz. Hatice
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2011, 16:35:42
Hz. Hatice (R.Anha)
 
 



Hz. Hatice, Hz. Muhammed (sav)'in temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanımlarının ilki.

O, Arapların en asil kavmi olan Kureyş kavminden ve Kureyş kavminin de, en asil, pak ailelerinden idi. Babası Huveylid, annesi Fâtıma'dır. [70]

Hz. Hatice'nin baba tarafından soyu Kusay'da Peygamberimizin baba tarafından soyu ile birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Lüey'de bileşmektedir. [71]

Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi. Hz. Muhammed (sav)'in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece kendisine güvenilen bir insan olduğunu öğrenince, O'na ticaret ortaklığı önerdi. Hz. Muhammed (sav) Hz. Hatice'nin bu teklifini kabul etti. Hz. Hatice O'nun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam'a gönderdi. Aynı zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sırasında Hz. Muhammed (sav)'de harikulade hallere şahid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (sav) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (sav) hakkında Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. O'na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Hz. Muhammed (sav)'e evlenme teklifinde bulundu. [72]

Hz. Peygamber (sav) durumu amcası Ebu Talib'e anlattı. Ebu Talib Hz. Hatice'yi Hz. Muhammed (sav) için istedi. İki aile anlaşti. Düğünleri o zamanın örf ve adetlerine göre, Hz. Hatice'nin evinde yapıldı. Düğünde Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin amcası Amr b. Esed birer konuşma yaptılar. İkisi de konuşmalarmda hikmetli ifadelerde bulundular ve evlenecekler hakkında güzel şeyler söylediler. Ondan sonra misafirlere ikram yapıldı, yemekler yenildi. EbûTalib nikâhlarını kıydı. Mehir olarak 500 dirhem altın tesbit edildi. [73]

O zaman, rivayetlerin ekseriyetine göre, Hz. Muhammed (sav) 25 ve Hz. Hatice 40 yaşında idiler. Aralarında 15 yaş fark vardı.[74] Bazı rivayetlerde bu yaş farkının daha az olduğu kayıtlıdır.

Rasûlüllah (sav)'m evlendiği ilk kadm, Huveylid'in kızı Hatice'dir. Hz. Hatice ilk olarak Atik b. Aziz'le evlendi, ondan bir kızı oldu. Onun ölümünden sonra, Temimoğullarından Ebü Hale ile evlendi. Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu. Onun da ölümünde sonra, Rasûlüllah (sav) ile evlen­di. [75]

Hz. Hatice'nin Rasûlüllah (sav)'den Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kasım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi. Kelbî'nin rivayet ettiğine göre, önce Zeynep, sonra Kasım, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Aziz el-Cürcânî de, Kâsım'm Zeynep'ten daha önce doğduğunu nakletmiştir. [76]

Hz. Hatice(r.anha), Rasûlüllah (sav)'e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat olan kişi vas­fını kazandı. Daima Hz. Muhammed (sav)'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile, onun başarılarına katkıda bulun­maya çalıştı.

Hz. Hatice, Rasûlüllah (sav)'e Allah kendisini Peygamberlikle şere­flendirdiği zaman teskin etmek için;

"Ey amcam oğlu, beni melek geldiği zaman haberdar edebilir misin?" "diye sordu. Rasûlüllah (sav);

"evet" cev­abını verdi. Bir gün Hatice'nin yanında iken, ona Cibril geldi ve;

"Ey Hatice! İşte bu Cibril'dir, bana geldi" dedi. Hatice

"Şu anda onu görüyor musun?" diye sordu.

"Evet" karşılığını verdi. Hatice bu kez sağ tarafına oturmasını söyledi. Rasûlüllah (sav) Hatice'nin sağ tarafına oturdu. Hz. Hatice;

"Şimdi görüyor musun" sorusunu tekrarladı. Rasûlüllah (sav) yine olumlu cevap verince, Hz. Hatice örtüsünü çıkarıp attı. O sırada Rasûlüllah (sav)in hâlâ kucağında oturuyordu.

"Onu, şimdi görüyor musun?" diye tekrar sordu. Rasûlüllah (sav) bu kez

"hayır" cevabını ver­ince, Hz. Hatice; "Bu şeytan değil; bu kesinlikle melek, ey amcam oğlu! Sebat et, seni müjdelerim" dedi.[77]

Hz. Hatice (r.anha), Allah'ın selâmına ve Rasûlüllah (sav)'in övgüsüne nail olacak derecede faziletli ve şerefli bîr kadındı. O, imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlüllah (sav); "Hristiyan kadınlarının en hayırlısı İmrân'ın kızı Meryem, müslüman kadınlarının en hayırlısı ise, Hüveyüd'in kızı Hatice'dir" buyurdu. Bu konudaki diğer bir hadisinin meali şöyledir: "Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır. İmran'm kızı Meryem; Firavun'un karısı Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve Muhammed (sav)'in kızı Fâtıma."[78] Bir gün Cebrail (a.s.) Rasûluîlah (sav)'e gelerek şöyle buyurdu:

"Hatice'ye Allah'ın selâmlarını söyle." Rasûlüllah (sav):

"Ya Hatice, bu Cebrail'dir, sana Allah'tan selam getirdi" deyince, Hz. Hatice, Allah'ın selamını büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrail'e de iadei selâm­da bulundu. [79]

Hz. Hatice, semavî dinlerin en mükemmelinin ilk mümini, Son Peygamber'in ilk ve en sevgili zevcesi, malını İslam ve Peygamber uğruna seferber eden ilk insan, Mustafa Ehiibeyti'nin annesi ve nihayet, seyidlerin ve şeriflerin büyük annesi olma gibi eriş ve oluşların sahibidir.

Hz. Hatice'yi bu genel ve mâna çizgisinde tespitten sonra, madde plansnda ve tarihsel açısından ele alacak olursak, ana çizgiler halinde şun­ları görüyoruz:

Miladî asrın başlarında Mekke... Allah kelamının beşiği, iniş yeri olmanın hazırlık sancılan içinde kıvranan on bin nüfuslu bir site-devlet... Kur'an-ı Kerim emanetine iniş yeri olabildiğine göre, coğrafyadan metafiziğe kadar sayısız alanda, birçok meziyetlere sahip bulunduğunu kabul etmek gereken Mekke... "Yeryüzünün göbeği"... "Şehirlerin anası"[80] gibi vasıflarla anılan bu belde, vahye vasıtalık yapacak dili, korkuyu tanımayan insanlarıyla, gerçekten "emin bir belde" idi. Çağımız İslam alimi Muhammed Hamidullah, Mekke ve civarının vahyin inişine Allah'ın takdiri tarafından merkez seçilmesindeki hik­metlere şöyle temas ediyor:

"Dünya yarım küresinde, üç kıtanın kesiştiği yerlerde bir nokta bulmak için haritaya bakalım: Hemen gözümüze çarpan, Asya'nın olduğu kadar, Avrupa ve Afrika'nın da yanıbaşındaki Arabistan Yarımadası olacaktır. İnsan medeniyeti üzerinde iklimlerin de bir tesiri olduğuna bir önem atfedilecek olursa, Mekke-Medine-Taif komşu şehirlerinin teşkil ettiği üçgen üzerinde, insanı şaşırtan bazı şeyler buluruz. Mekke, Afrika çöl­lerini temsil etmekte, Medine, ılık üİkelerin bereketliliğine sahip bulun­makta; Taif, Avrupa'nın güney memleketlerinin iklimini göstermektedir. Daha İslam'dan evvel bile bu üç şehir, pek yakın bağlarla birbirlerine bağlanmış bulunuyorlardı. En azından ayrı menfaatler, onları bir konfe­derasyon halinde toparlamıştı ki, bunda Mekke, ticarî organizasyonuyla birleştirici unsur rolünü oynamaktaydı...

İslam'a beşiklik vazifesi görmüş olan Mekke, Kur'an-ı Kerim'in kendi ifadesine göre, "Ziraat yapılmayan bir vadi"dir. [81] Böylesine bir mülkte, sanayi de söz konusu olamaz. Mekkeliîer, bütün bu söylenenlere rağmen, hiç de göçebe değillerdi. En azından iki bin seneden beri, yerleşik hayat sürüyorlardı. En büyük meşgaleleri de, kervan ticaretiydi. O devirde, Avrupa'nın Hindistan ve Çin ile olan ticareti ise Arabistan üzerinden geçmekteydi. Mekkeli Kureyşliler, İslam öncesi Arabistan'ın milletlerarası ticarî bir organizasyonunun başına yer­leşmişlerdi. Onlardır ki, Bizans imparatoru, Habeşistan hükümdarı, Yemen'in Kindî hümkümdarları ve diğerleri ile ticarî anlaşmalar imza­lamışlardır. Her yıl âdetleri olduğu veçhile Mekkeliîer, Suriye, Irak, Yemen ve Habeşistan'a kervanlarla gidiyorlardı.

Sahil kısımlarındaki bazı bölgeler bir yana, Mekke de dahil, Arabistan'ın büyük kısmı daima müstakil kalmıştır. Roma, Bizans, İran ve diğer bazı ülkeler tarafından birçok teşebbüslerde bulunulmasına rağ­men, yabancıların bu ülkeyi ele geçirmeleri asla mümkün olmamıştır. Evrensel bir hareket için genel karargâh olarak hiçbir yer, Mekke'den 'daha uygun olamazdı.[82]

İşte Mekke... Bu şehrin asalet, nezaket, zenginlik ve cömertliği ile dillerde dolaşan bir hanımefendisi vardı: Huveylid'in kızı Hatîce... Ticaretle uğraştığı için, Tacire, ruh ve madde güzelliklerini benliğinde topladığı için Tâhire diye anılan ve künyesi, Ümmü Hind olan Hatîce...

İslam'ın doğuşundan sonra "müminlerin annesi" unvanıyla anılacak olan Hatice'nin, Son Peygamber'in cedlerinden Kusayy'da, Allah Resulü ile birleşen soyları şöyle: Kendisi, babası Huveylîd, babası Esed, babası

Hatîce, Resûlüllah ile tanışmadan önce, iki evlilik daha yapmış ve bu evliliklerin ilkinden bir oğlu, ikinciden de bir kızı olmuştu. Hz. Peygamber'le tanıştıkları sırada, bütün Mekke ileri gelenlerinin ken­disiyle evlenmek istedikleri, zengin ve asil bir duldu.

Hatîce ile Hz. Peygamber'in münasebetleri, iş münasebetleri şeklinde başladı. En eski kaynağımız İbn İshak'ın beyanına göre, seçkinlik ve dürüstlüğü ile bütün Mekkelilerin dikkatini üstünde toplayan "Abdullah'ın oğlu Muhammed", Hatice'nin ticaret kervanının başına getirilmek üzere bir teklife muhatap oldu. Bir başka rivayete göre bu talep, bir ara maddî sıkıntı içine düşmüş olan Ebû Talip'in teşvikiyle, biz­zat Resûlüllah tarafından belirtildi. Hangi şekli kabul edersek edelim, Resûlüllah'm Hatîce yanında büyük bir itibara sahip bulunduğu anlaşıl­maktadır. Ve Resul, Hatîce'nin kervanı başında ve onun Meysere adlı kölesiyle Huzeyme adlı akrabası yanında, Şam'a doğru yola çıktı. Kudüs yakınlarındaki Busra şehrinde meydana gelen mucize bir olaydır ki, bu yolculuğa insanlık tarihi planında büyük bir önem kazandırıyor ve Hatîce'nin Hz. Peygamber'e duyduğu büyük muhabbet ve hürmeti doruk noktasına ulaştırıyordu. Kaynaklarımızın beyanına göre, kervan Busra'ya indiğinde, geleceğin peygamberi, orada bir ağacın altında konakladı. Yanındaki kiliseden onları gözetleyen bir rahip ne gördüyse gördü ve Meysere'nin yanma gelerek, ona:

"Başınızdaki bu genç adam kim?" diye sordu. Meysere:

"Bu zat, Mekkeli olup Kureyş kabilesindendir." diye cevap verdi.

"Bu zatın gözlerinde, kırmızı kılcal damarlar var mıdır?" Ve Meysere:

"Evet, hem de hiç eksik olmamak üzere." cevabını verince, rahip haykırdı.

"Bu, nebidir ve nebilerin sonuncusudur."[83]

Kervan malları satıldı ve fevkalâde bir kârla geri dönüldü. Hatîce'nin yanına varan Meysere, kâr ve bereket haberler­ine rahip Nastûra'nın sözlerini ekledi. Meysere'yi dinleyen Hatîce, vakit kaybetmeden ünlü bilgin ve şair Varaka'nın yanına koştu. Nevfel'in oğlu Varaka, yörenin en derin bilgini, en güçiü şairlerinden biri, putlara tapmayan bir muvahhit-hanîf ve aynı zamanda Hatice'nin amca çocuğudur... "Varaka, Tevrat ve İncil gibi kitapları okumuştu. O, İbranice de biliyordu. Kitab-i Mukaddes'i incelemiş ve İbranî harflerle Arapça'ya çevirmişti.[84]

Varaka, Hatice'yi dinledikten sonra, gözlerini göklere çevirdi ve derinden bir sesle şu cümleyi söyledi: "Eğer bu söylenenler doğruysa, Muhammed, beklenen resulün ta kendisidir." İbn İshak, Varaka'mn, bek­lenen nebinin kokusunu alan ruhundan o sırada dökülen birkaç kıtaya, eserinde yer vermektedir.[85] Hatice, Varaka'nın bu coşkun anında ona "Muhammed'le evlenmesinin isabetli olup olmadığını" sor­mayı da ihmai etmedi ve şu cevabı aldı: "O, eşi, benzen bulunmayan bir erkektir ve onun başı asla eğiimeyecektir; evlen onunla ey Hatice."

Hatice, yöre geleneklerinin hepsine isyan edercesine ve peşinden koşan onca Mekkeli seçkini itercesine, Hz. Muhammed'le evlenme isteği­ni açmanın yollarını aradı ve bu konuda Yahudi asılh olduğu kuvvetle muhtemel, çok becerikli bir kadım, Münye kızı Nüfeyse veya Nefıse'yi görevlendirdi.

Nüfeyse, Hz. Muhammed'e arlık yaşının ve şahsiyetinin çok iyi bir evSüiğe uygun hale geldiğini, istediği anda dilediği Mekkeli ile hayatını birleştirebileceğini, bunu neden geciktirdiğini anlayamadığını belirterek söze girdi. Resul buna, henüz bağımsız bir yuvayı çekip çevirecek maddî imkânlara sahip bulunmadığı yolunda bir mazeretle karşılık verince Nüfeyse:

"Seni, güzelliği ile tatmine ek olarak bu maddî endişeden de kurtaracak bir kadın çıkarsa ne dersin?" diye konuştu ve Resûl'ün:

"Böyle birisi kim olacak?" sorusuna da

"Hatice" diye karşılık verdi. Resûlüllah'ın, Hatice'nin en zengin Mekkelileri bile reddettiğini, kendisi­ni de kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine Nüfeyse teminat verdi:

"Sen, 'evet' de, gerisini bana bırak."[86]

Ve Nüfeyse, görevini yapmış olmanın sevinci içinde Hatice'ye geldi ve taraflar, evlenme hazırlıklarına başladılar... Şunu da eklemeden .geçmeyelim ki bu becerikli kadın Nüfeyse, yıllar sonra Mekke fethi sırasında Müslüman olacak ve Son Resul'den ikram ve iltifat görecek­tir...

Hz. Resûl'ün Hatice'ye verdiği mehir 20 deve oldu. Evlenme töreninin nasıl kutlandığı konusunda muazzez damadın, misafirlere ikram için iki deve kestiğini belirtmemiz bir fikir verir. Kısaca, törenin, maddesiyle de çok onurlu ve ihtişamlı olduğunu söyleyebiliriz... Mânası yönünden ise çok daha büyük olduğunu belirtmek gerekmez. Bu nikâh sırasında vefalı koruyucu, şefkatli amca Ebu Talib'in yaptığı bir konuşma vardır ki, birçok noktayı atlamamıza rağmen, onu buraya aimadan geçemeyeceğiz. Şöyle konuşuyor Ebu Talib: "Hamd olsun bizi İbrahim neslinden, İsrail, Muadd, Mudar ekininden oluşturan yüce Allah'a... Bizi, yüce mabedi Kabe'nin hizmetkârı, yöneticisi kılan Allah'a hamd olsun... Hamd ediy­orum O'na ki, bizi herkesçe ziyaret edilen, emin ve mahrem bir evle, Beytullah ile lütuflandırmış ve bizi onun çevresindeki insanların başına idareci olarak dikmiştir. Şu yanımızda bulunan, kardeşim Abdullah'ın oğlu Muhammed, kendisiyle mukayese edilecek her insanı geride bıraka­cak ölçüde yüce yaratılıştı bir şahsiyettir. Gerçi, malı-mülkü azdır, fakat iyi bilirsiniz ki, mal ve servet, yok olmaya mahkûm bir gölge, sönüp git­meye mecbur bir varlıktır. Muhammed'in ise nelere dost olduğunu pek iyi bilirsiniz. Ve, o, Huveylîd'in kızı Hatice'ye sevgisini açarak, benim malımdan olmak üzere, ona mehrini verdi. Bütün bunlardan sonra Allah'a yemin ederim ki, bu yüce yeğenimi çok büyük bir gelecek ve muhteşem bir talih beklemektedir.[87] Nikâh kıyılır ve Hz. Peygamber, Hz. Hatice'nin evine taşınır...

Hz. Muhammed (sav)'in görevi üstlenme zamanı yaklaşmıştı. Allah elçisinin içine bir yalnızlık, bir kendini dinleme duygusu düşmüştü. Sık sık Nur Dağı'na çıkıyor, tam tepede seçtiği bir mağarada, Hira mağarasın­da derin düşüncelere dalıyor, göklerin senfonisini, başka bir deyişle gök­ler kadar engin iç âlemini dinliyordu. Hz.Âişe bu gerçeğe ileride şöyle değiniyor: " Nübüvvete yakın zamanlarda Hz. Paygamber'in içine bir yal­nızlık sevgisi düşmüştü. En çok sevdiği şey yalnız kalmaktı.[88] Bu uyguiama bir süre devam etti. "Onun hayatını yazan ilk tarihçil­er, günün ışıması kadar açık ve berrak rüyalar görmeye başladığını naklederler. Gördüğü her rüya ile ilgili olarak, ertesi günlerdeki yaşan­tısında ya bir işarete veya doğrudan rüyasının gerçekleşmesine şahit oluyordu. Bundan başka bazı günler, kulağına garip bir ses geliyor, başını çevirdiğinde kimseyi göremiyor, şaşırıp kalıyordu. Bu görünmeyen sesi giderek daha sık duymaya başladı. Ses, gittikçe daha fazla bir anlam kazanıyordu. Zaman zaman da kayalıkların ve ağaçların kendisini 'ey Allah'ın Resulü, sana selam olsun' diye selamladıklarını duyuyordu.[89]

Nihayet, bir Ramazan ayının 27. gecesi, ayrıntısına burada girmeye­ceğimiz biçimde, vahyin ilk mesajı geldi. Cebrail adlı yüce melek ona seslenmiş, Allah'ın Resulü olduğunu bildirmiş ve "oku" emriyle başlayan ilk vahyi getirmiştir. Taberî diyor ki: "İlahî vahyin ikinci gelişinde şu ayetler inmiştir: "Nûn. Kaleme ve yazdıklarına and olsun."[90] Dikkat edilirse, Kur'an'm ilk iki buyruğu okumak ve kalemle ilgi­lidir. Bu, bizce, mucizevî bir özelliktir.

Hz. Peygamber, "hayatta en çok tiksindiğim şey" diye nitelendirdiği ve cahiiiye inancında kabul edilen şeytanîcinnî illete tutulduğunu sanarak büyük bir korku ve üzüntü içine düşmüştü. Fakat vahyin habercisi Cebrail, kısa bir süre sonra ona tekrar seslenerek: "Sen Allah'ın Resulüsün, ey Muhammed" diye teselli verdi. Bütün bu olanlar, Resul tarafından önce Hatice'ye anlatıldı. Aşk ve bağlılıkların en derini ile sevilen koca, başından geçenleri can yoldaşı eşine anlatınca, asil eş kelimelerin en tatlılarıyla şöyie dedi: "Endişelenme! Allah seni asla kötülükle yüz yüze getirmez: O seni daima hayırla karşılaştıracaktır. Çünkü sen her zaman akrabana yardım ediyor, ailene bakıyor, geçi­mini şeref ve namusunla kazanıyor, insanların doğruluktan ayrılma­malarını sağlamaya çalışıyorsun. Yetimlere sığmak olan sensin. Sözünde sadık, emanete hıyanet etmeyen bir insansın. Hiçbir dayanağı olmayanlar sana koşmakta, muhtaçlara yardım elini sen uzatmaktasın. Herkes senden nezaket ve yardım görmekte.[91] Hatîce, durumu daha aydınlık ve emin bir hale getirmek için amcası oğlu muvahhit-bilgin Varaka'ya koştu. Varaka, Hatice'yi din­ledikten sonra şöyle seslendi:

"Müjde, müjde ey Hatîce! Bu söylediklerin doğru ise Muhammed'e gelen, Musa'ya gelen Büyük Nâmûs Cebrail'den başkası değildir ve Muhammed  âhir zaman  peygamberidir." Ve basiretli Varaka doğruca Hz. Resûl'e gidip onu, Kabe'yi tavaf ederken buldu ve sesiendi: "Hatice'ye anlattıklarım bir de bana anlat." Ve Resul anlattı gördüklerini ve haykırdı Varaka: "Canımı kudretiyle diri tutan Allah'a yemin ederim ki, sen bu ümmetin peygamberisin. Ve sana gelen melek, Musa'ya vahiy getiren Cebrail'dir. Ey Muhammed, sana eza, cefa edecekleri güne ulaşabilseydim de sana yardım edebilseydim!..." Ve Resulü kucakladı Varaka ve başının ortasından öptü. [92]

Hatîce, bu yaptıkları ile yetinmeyerek, şöyle bir basiret örneği de verdi: Resûl'e dedi ki:

"O gelen güç, yine geldiğinde bana haber ver." Ve bir süre sonra Cebrail tekrar geldi. Hatîce, Resûl'ü sağ ve sol yanına alarak sordu:

"Yine burada mı?" Resul:

"Evet!" deyince Hatîce:

"Şimdi iyice yaklaş ve elbisemin içine doğru sokulup bana sarıl!"diye konuştu. Resul söyleneni yaptı. Hatîce sordu:

"Hâlâ burada mı?" Hz. Peygamber:

"Şimdi, gitti." diye cevap verince Hatîce haykırdı:

"Yemin olsun ki bu, şeytan filan değil, doğrudan doğruya melek. Müjde sana, ey Muhammed, sevin ve emin ol, sen nebisin."[93] Ve Hz. Peygamber'in önünde diz çöktü Hatîce ve son Resul ümmetinin ilk ferdi olarak ilk Şehadet kelimesini getirdi. Bir süre geçti aradan... Bir gün, Cebrail'in vadide topuğunu yere vurduğunu gördü Resul... Su fışkırdı yerden ve Cebrail, bu günkü abdest düzeni içinde yüzünü, kollarını yıkadı; başına, ayaklarına mesh verdi. Sonra kalkıp diklendi ve bugünkü namaz düzeni içinde iki rekât eda etti... Resul, verilmek isteneni almıştı. Eve koştu, Hatice'nin elinden tuttu ve Cebrail'in aldığı şekilde abdest aldılar ve onun kıldığı şekilde ilk namazı kıldılar... Son dinin ilk mensu­plarının ilk namazı... Birkaç gün sonra bu iki kişilik sonsuzluk ordusu, İslam ümmetinin ikinci ferdinin şehadet getirmesiyle üç kişiye ulaşacak ve namaz tablosunda üç kişi görülecektir... Üçüncü kişi, o sırada henüz çocuk olan Hz. Ali'dir. Tevhit dininin bu ilk üç neteriyle çizilen ilk namaz manzaralanndaki evrensel ve tanrısal ihtişamı gözümüzde biraz daha can­landırmak için Hz. Ali'nin şu beyanına kulak verelim: "O sıralarda Allah'ın Resulü ile Hatîce Vaîide'nin bir araya geldikleri her yerde, üçüncü şahıs, olarak mutlaka ben vardım. Vahiy ve risalet nurunu apaçık seyrediyor, nübüvvet kokusunu doyasıya kokluyordum." Bu üç kişilik iman ordusunun, o günlerde çizdikleri tablolardan birini, İbn Sa'd'den izleyelim: Afif el-Kindî anlatıyor: "Cahiliye devrinde Mekke'ye gelmiş­tim. Alışverişte yardımcı olması için Abdülmuttalip'in oğlu Abbas'a git­tim. Kabe'nin yanındaydı. O sırada bir delikanlı geldi, Kabe'ye yönelip ellerini kaldırdı. Az sonra bir çocuk gelip aynı şeyleri yaparak onun yanı­na ilişti. Az sonra bir rükû yaptılar,  sonra secdeye kapandılar.  Ben Abbas'a dedim ki:

"Yahu, bu müthiş bir şey! Kim bunlar?" Abbas cevap verdi:

"Elbette müthiş bir şey, o delikanlı, kardeşim Abdullah'ın oğlu Muhammed, o çocuk, kardeşim Ebu Talib'in oğlu Ali, o kadın da Muhammed'in eşi Hatice'dir. Yeğenim Muhammed bize yerlerin ve gök­lerin bir tek Allah'ı olduğunu ve kendisinin o Allah'ın dini üzre bulun­duğunu söylüyor ve bizi o dine davet ediyor. Şu sırada bu dinin yeryüzün­deki müntesipleri yalnız üç kişidir." Afif ilave ediyor: "O sırada içimden dedim ki, keşke dördüncüsü ben olabilseydim."[94]

Hz. Peygamber'in hayatında huzur ve mutluluk vesilesi olarak yer alan Hatîce, Hz.muhammed'in yedi yavrusundan altı tanesinin annesi olma şerefini de taşıyor. Yalnız İbrahimdir ki, Mısırlı Mâriye'den dünyaya geldi. Hz.Muhammed, Hatice'nin bu, "yavruların annesi" olma özelliği­ni, ileride de göreceğimiz gibi, onun meziyetleri arasında sayacak ve muazzez eşine muhabbet ve hürmetini dile getirirken: "Allah bana ondan zürriyet ihsan etti." diyeceklerdir...

Hakim görüşe göre, Hz. Hatîce'den dünyaya gelen çocukların hepsi İslam'dan önce doğdu. Hz. Fâtıma'nin vahyin gelmeye başladığı yıl doğ­duğunu kaydeden kaynaklar varsa da benimsenen görüş, birincisidir. Ancak, Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber'in Hz. Hatîce'den doğan en küçük iki evladından biri olduğundan, vahyin geliş zamanına çok yakın bir sırada doğmuş olacaktır.

Burada şunu kaydetmek durumundayız: Mekke devri olayları, kro­nolojik bir sıraya koyulabilmiş değildir. Bu bakımdan, bu devrede yer alan hemen hiç bir olayı kesin tarihe bağlayamıyoruz.

Hz. Hatîce'den doğan yavruların adları şöyledir: Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah.

Allah Resulü ile Hz. Hatice'nin evlilikleri üzerinden yıllar geçti. Ve nihayet yaratılış kanunlarının, Hatîce Ana'nın bu âlemi terk etmesine ilişkin kısmı hükmünü icra etti. Hicretten kısa bir süre önce, putperest­lerin Allah Resûlü'ne ve Müslümanlara eza ve kötülüklerinin en hızlı zamanında emsalsiz eş hayata gözlerini yumdu. Dost, koruyucu, eş, dert ortağı, ilk iman ortağı, sırdaş... ve daha nice güzel niteliklerin sahibesi Hatîce, göçmüştü... Allah Resulü üzgün, boynu bükük, kederli. Hatice'nin küçük kızı Fâtıma, Peygamber babasının dizlerine kapanıp ağlayarak şöyle diyordu: "Annem nerede, annem nerede?.." Muazzez baba, gözlerinden yaşlar süzülürken cevap veriyordu: "Annen cennette yavrum." Büyük tarihçi İbn İshak, Allah Resûiü'nün Hz. Hatice'nin ölümüyle duçar olduğu kederi ifade ederken şu cümleyi kullanmaktan geri kalmamıştır: "Hatîce, kendisine sığınılan ve kendisiyle teselli bulunan sadık vezîre idi.

Müşrik sürülerin, insafsız saldırıları karşısında Allah Rasûlü'nün eşsiz yardımcısını kaybetmekle düştüğü acının yoğunluğu çok büyüktü. Büyük oluşlar, büyük çilelerin ardından gelir... bir sünnetullah olarak Allahü Teâla, en büyük ıstırapları en büyük doğuşların sancısı kılmıştır. İnsanlık tarihinin en büyük olaylarından biri olan Büyük Hicret de böyle bir destanlık sancıyla doğmuştur. Bunun içindir ki, Hicret'e öngelen günlerde Mekke müşriklerinin, sahabilere ve onların önderi Hz. Muhammed'e reva gördükleri kötülükler, zirve noktasına ulaşmıştır. Hatîce Ana'nm vefatı bu "zirveye uîaşma"mn bir belirtisi idi. Bu belirtiye, aradan 35 gün gibi kısa bir süre geçmeden Resûl’ün sadık koruyucusu Ebû Talib'in ölümü eklen­di... Bu iki ölüm, Allah Resulü ve sahabiler üzerinde öylesine büyük bir etki yaptı ki bu yıla "hüzün" yılı adını verdiler.

Hz. Hatîce bir Ramazan günü vefat etti ve Hacûn mezarlığına sırlandı ve Allah Resulü onun için şöyle buyurdu: "Hatice'ye, içinde yorgunluk ve gürültünün bulunmadığı, inciden bir cennet köşkü müjdelemekle emrolundum." Hz Peygamberi'nin veya ashabın hayatından bahseden hiçbir eser bulunmaz ki, içinde, "Hatice'nin fazilet­lerine ilişkin" bir bölüm taşımasın. Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bu, bir hakkın yerine getirilmesinden başka nedir ki?..

Hz. Muhammed (sav), Hz. Hatice'yi hem bir eş ve hem de bir sadık dâva arkadaşı olarak çok sevmiştir. Hz. Aişe'nin şu beyanı, bu gerçeğe bir örnektir: "Cenabı Resul evden her çıkışında mutlaka Hz. Hatice'yi anardı..." Hz. Aişe şunu da eklemekten çekinmiyor: "Resûlüllah, Hatice'yi o kadar çok anardı ki, Peygamber hanımlarının hiçbirini Hatîce kadar kıskanmazdım. Ve Allah Resulü, benimle evliliğini Hatice'nin ölümünden üç yıl sonra ancak gerçekleşitirdi..." Aynı Aişe, bir yemek sofrasında Hz. Peygamber'in, "Hatîce bana bunu şöyle yapmamı tavsiye etmişti." demesi üzerine, hiddetle sofradan kalktı ve sinirli bir sesle Allah Rasûlü'ne şöyle cevap verdi: "Varsa-yoksa Hatîce. Yeryüzünde bu kadından başka kimse yok mu?.." Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), şöyle cevap vermiştir:

"Hayır, Allah'a yemin ederim ki bana Hatîce'den daha hayırlı bir hanım verilmiş değildir. Ey Aişe, senin kabilen beni yalanladığı zaman o beni tasdik etti, senin kabilen beni horladığı zaman o bana dostluk kucağım açıp destek oldu. Ve Allah ondan bana, hiçbir hanımdan nasip olmayan evlat nimeti ihsan etti." Bu sözler üzerine, Hz. Âişe, şöyle demek zorunda kaldı:

"Bundan sonra hislerimi artık içimde tutacağım. Artık Hatice'yi çirkin bir sözle anmayacağım."[95]

Allah'ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz. Hatice (R.a.), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefat etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defnedildi. [96]



[70] İbn İshak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidullah, s. 60

[71] M. Asım Koksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, 96

[72] İbn İshak, a.g.e., 59

[73] İbn, Sa'd Tabakat, VIII, 9

[74] İbn Hacer, el-İsâbe, 539

[75] İbn İshak, a.g.e., 229

[76] İbn el-Esir, Usdü'l-Gâbe, I, 434

[77] İbni İshâk, a.g.e., 114

[78] İbn İshak, a.g.e. s. 228

[79] İbn Hişâm, es-Sîre,, I, 257

[80] Şûra: 42/7.

[81] İbrahim: 14/37.

[82] Hamîdullah; İslam Peygamberi, 1/19-26

[83] İbn İshak, p.58; İbn Hişam, 1/188; İbn Sa'd, 3/130

[84] Çağatay; Varaka (İslam Anskl.mad.)

[85] İbn İshak, 126

[86] İbn Sa'd, 1/131; İbn Cevzî, 1/73

[87] İbn Sa'd, 1/74; Yakûbî, 2/20

[88] İbn Hişâm, 1/234

[89] Hamîdullah; İslam Peygamberi, 1/79-80

[90] Taberf; Tarih, 2/299

[91] Buharı, bedü'l-vahy

[92] İbn İshak, 157-158; İbn Hişâm, 1/238

[93] İbn İshak, 159; İbn Sa'd, 8/17-18

[94] İbn Sa'd, 8/18

[95] İbn İshak, 331-332; Buharı, fedaailül Hatice