๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Mayıs 2011, 15:35:47



Konu Başlığı: Hz. Ali
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Mayıs 2011, 15:35:47
HZ. ALİ (R.ANH)


Baba Adı: Ebû Talib b. Abdülmuttalib.

Anne Adı: Fâtıma binti Esed, b. Hişam b. Abdi Menaf b. Kusay'dır.

Doğum Tarihi ve Yeri: Takriben M 601. yıl veya, 598 yıl diyenler de var. Mekke'de doğmuştur.

Ölüm Tarihi ve Yeri: Hicrî 40. yıl, 17 veya 24 Ramazan diyen ler de vardır. Küfe Miladî 24 Ocak 661. yıl kabri Necef tedir.

Fiziki Yapısı: Kısaya yakın orta boylu, siyah ve iri gözlü, esmer tenli, güzel yüzlü, karnı büyükçe, elleri kolları pazıları oldukça kuvvetli, sık uzun enli göğüslü, sakalı büyükçe, iri omu zlu, boynu gümüş ibrik gibi başının tepesi saçsız, omuz başları dik ve yüksekti.

Eşi: Rasûlüllah (sav)'in kızı

1. Hz. Fâtımatü'z-Zehra,

2. Ümmül Benin binti Haram el Kellabiye,

3. Leyla binti Mesud b. Salih Benî Temim Benî Neşhel,

4. Esma binti Ümeyse,

5. Sabha binti Rebia (Benî Tağlib Kabilesinden)

6. Ümâme binti Ebûl As,

7. Havle binti Cafer (Benî Hanifoğulları'ndan)

8. Ümmü Said binti Urve b. Mesud es-Sekafı,

9. İmrül Kays'ın kızı Mahabba (Benî Kelboğulları kabilesinden).

Oğulları:

1. Hanımı Hz. Fâtıma'dan; Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Musin.

2. Hanımı, Ümmü'l Benin'den; Abbâs, Cafer, Abdullah, Osman (Bunlardan Abbâs hariç hepsi kerbela'da şehid oldular.),

3. Hanımı Leyla'dan; Ubeydullah, Ebû Bekir,

4. Hanımı Esma'dan; Muhammed, Yahya,

5. Hanımı Sahba'dan; Ömer,

6. Hanımı Ümâme'den; (ortanca) Muhammed,

7. Hanımı Havle'den; Muhammed el Hanifıye,

8. Hanımı Ümmü Said'den; Ümmül Hasan, (Nesli Hz. Hasan, Hüseyin, Muhammed el Hanifıye, Abbâs ve Ömer'den devam etmiştir.)

Kızları: Hz. Ali (R.a.)'ın 17 veya 20 kızı vardı.

1. Hanımından; Zeynep, Ümmü Gülsüm,

5. Hanımından; Rukiyye,

8. Hanımından; Büyük Remle, Ümmü Gülsüm, Hz. Ali'nin bize ulaşmamış kızları da vardır. Ümmü Hani, Meymune, Küçük Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Ümâme, Hatice, Ümmü Kerem, Ümmü Seleme, Ümmü Cafer, Cumane, Nefise.

Gazveleri: Bedir, Uhud, Hendek ve sonraki bir çok savaşa katıldı.

Hicreti: Mekke'den Medine'ye hicret eden muhacirdir.

Sahabeden Kiminle Kardeşti: Mekke'de Rasülüllah (sav) ile kardeş ilân edilmişti.

Kabilesi: Ali b. Ebû Talib, b. Abdülmutalib, b, Hişam b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka'b, b. Lüey.

Lakabı/Künyesi:  Ebû Turab, Haydarı Kerar, Ebal Hasen, Esedullahü Galip, Rıdvan.

Kiminle Akrabalığı: Rasülüllah (sav)sin amcasının oğlu ve damadıdır.

Rasûlüllah (sav)'ın amcasının oğlu, damadı ve dördüncü Raşid ha­lifedir. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'l Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; unvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' unvanıyla da anılır.

Hz. Ali küçük yaşından beri Rasûlüllah'ın yanında büyüdü. Sekiz veya On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müs-lümanlığı ilk kabul eden odur. Bir gün Hz. Ali (R.a.) Hz. Peygamber (sav) ile Hz. Hatice namaz kılarlarken yanlarına geldi ve onları o şekilde görünce hayret etti. Sonra sordu:

"Bu yaptığınız nedir ya Muhammed?" Allah Rasûlü (sav):

"Bu, Allah'ın kendisi için seçtiği, peygamberler gön­derdiği dindir. Seni tek olan, ortağı olmayan Allah'a inanmaya, ona ibadete, Lat ve Uzza putlarını inkâr etmeye davet ediyorum. Ya Ali, şayet müslüman olmuyorsan bu hususta kimseye bir şey söyleme!" buyurunca Hz. Ali:

"Bu, şu ana kadar işitmediğim bir mesledir. Babam Ebû Talib'le konuşmadan herhangi bir meselede karar veremem" dedi. Daha sonra babasına danışmaya gitti. Yolda Hz. Ali (R.a.) kendi kendine düşündü ve:

“Rabbim beni yaratırken babama danışmadı. Ben O'nun dinini kabul etmek için ne diye babama danışmaya gidiyorum?" dedi ve daha sonra gelip İman edip müslüman oldu. [74] İman etmek için, İslam'a hizmet etmek için başkasına danışılmaz. Yani iman etmemizi bir başkasının müsaadesine bağlamamız, müslümanlığımızı Allah'ın iradesi dışında başka bir gücün müsaadesine sunmamız, batıl bir davranıştır. Akrabalarımızla birlikte bütün insanlar bize engel olup düşman olsalar bile biz Allah'a imanımızı ve İslâm'a olan tes­limiyetimizi tartışma konusu yapmayız. Eğer siz iman etmek için, İslâm'a hizmet için bir başkasının iznini ve .müsaadesini olmazsa olmaz kabul ediyorsanız, o zaman sizin Allah'tan başka birtakım sahte Rableriniz de var demektir.

Hz. Ali (R.a.) Allah'ın hükmünü, hakimiyetini ve iradesini herşeyin fevkinde görüyordu. O, Allahû Teâla'nın dışında ilahlık iddiasında bulunanlara ve insanları bizi Allah'a yaklaştırırlar gerekçesiyle taptıkları put­lara karşı savaşıyordu. Mekke döneminde her zaman Rasûlüllah (sav)'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır:

"Bir gün Resûl-i Ekrem ile Kabe'ye gittik. Resûl-i Ekrem omuzııma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, emuzıımdcm indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kabe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Rasûlüllah (sav)'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük.” [75]

Örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav), putkıran bir Peygamberdir. Biz de putkıran bir Peygamberin ümmetiyiz. "Mekkî toplumlarda putları kırmak ahmaklıktır" diyen müslümanlar, Peygamberlerini tanımayan ahmaklardır. Mekkî toplumlarda şartlar oluştuğunda putları kırmak, nebevî mücadeleyi ihya etmektir. Bu putlar mutlaka dikili heykeller şek­linde olmayabilir. Günümüzde Allah'ın şeriatına muhalif olarak kağıtların üzerine nakşedilen kul kaynaklı kanunlar da birer putturlar. Onları ortadan kaldırmak, put kırmak cümlesinden sayılır.

Resûl-i Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allahû Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a)'ye bıraktı, AH de bir ziyafet hazırla­yarak Haşimoğullarmı davet etti. Rasûlüllah yemekten sonra:

"Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönde­rilmiş bulunuyorum. İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (R.a.) kalktı ve orada Rasûlullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem,

"Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti. Hz. Peygamber (sav) hicret etmeden önce elinde bulunan ve kendisim öldürm­eye gelen müşriklere ait olan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali (R.a.), Rasûlullah (sav)'ın yatağında yatarak müş­rikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamberi öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatım tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Rivayete göre bunun üzerine şu ayet-i celile nazil olmuştur.

"Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir.”[76]

Zor zamanlarda ölümü göze alarak Rabbani davaya sahip çıkmak, Hz. Ali (R.a.)'ın misyonudur. Hz. Ali (R.a.), Rasûlüllah (sav)'e bey'at etmek­le zor zamanın sözleşmesine imza attı. O, Allah rızasını kazanmak için nefsini sattı. Yani Allah rızası uğruna canını feda etti.

Hz. Ali, Peygamberimizin kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihad harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktalan tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Budöğüşte, hasmı Velidb. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi,Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Rasûlüllah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe doğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu. Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür.

Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı:

"Bismillâhirrahmânirrahîm Muhammed Rasûlüllah...” Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Rasûlüllah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yaz­masını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Rasûlüllah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir. Hz. Ali (R.a.) diyor ki;

"Müşriklerin, Rasûlüllah (sav)'e

"Sen, Rasûlüllah değilsin! Fakat sen, kendi ismini ve babanın ismini yaz!" dediler. Rasûlüllah (sav) de: "Muhammed Rasûlüllah kelimesi­ni silmemi bana emretti. Ben de Rasûlüllah (sav)'e

"Muhammed Rasûlüllah kelimesini silmeme benim gücüm yetmez." dedim. Rasûlüllah (sav):

"Yerini bana göster!" buyurdu. Gösterdiğimde, eliyle onu sildi yerine Muhammed b. Abdullah yazdı.[77]

Allah'ın dininde ekleme ve çıkarma yetkisi sadece Allah ve Rasûlüne aittir. Bugün Allah'ın dini kemale ermiştir. Onda ekleme ve çıkarma yap­mak, Allah ve Rasûlü'nün yetkisine müdahaledir. İşte Fıkhu's sahabe budur. Yani Allah ve Rasûlünün yetkilerine müdahale etmekten kaçın­maktır. Teşri' hakkım/nizam vazetme, hukuk belirleme işini sadece Allahû Teâla 'ya ve O 'nun görevlendirdiği; vahiyle eğittiği ve denetlediği Rasûlü Hz. Muhammed (sav)'e havale etmek, sahabe fıkhıdır. Onlar İslâm'ı böyle anlamışlardı. Dolayısıyla Allah'ın dinine ekleme ve çıkarma hususunda kendilerinde bir yetki görenler ve bu yetkiyi fiilen kullananlar tuğyan edip tağutlaşanlardır.

Hz. Ali (R.a.) hayatı boyunca uluhiyyet hukuku'nun bekçiliğini yaptı. Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kabe'deki bütün putları kırdılar. Mekke'nin fethinden sonra Resûl-i Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Rasûlüllah (sav), Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi etmek ile görevlendir­di. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağ­dur olanların zararlarını telâfi etmesini istedi.

Evet, Halid b. Velid (r.a.), müşrik olan Beni Cezime kabilesini Aîlahû Teâla'ya davet etmek için gittiğinde, kabile içerisinde iman edenlerin olduğunu ve davete icabet edip etmediklerini beklemeksizin emrindeki nüfrezeye saldırı emri verdi. Neticede bir çok kayıp meydana geldi. Durumdan haberdar olur olmaz, Rasûlüllah (sav), Beni Cezime kabilesinin bütün kayıplarını kendilerine temin etti. Hatta kırılan köpek çanaklarını dahi tazmin etti ve ardından, gözyaşları içerisinde

"Allahım! Ben, Halid'in yaptığından beriyim" duasını yaptı.

İslâm toplumu bir erdemliler toplumudur. Bu toplumda yanlışı kim yaparsa yapsın kabul edilmez. Çünkü İslâm toplumu yanlışların değil, doğruların hamişidir. Bu nedenle müslümanlar beşeriyet alemine karşı şunu net bir şekilde ifade edip haykırmalıdırlar: ''Doğrular İslam'a, yan­lışlar ise bize aittir!" Dostlarımızın, dava arkadaşlarımızın yanlışlarını, hatalarım sahiplenip savunmamızın Peygamber (sav)'in ve sahâbe'sinin sünnetiyle bağdaşır bir yanı ve yönü yoktur. Birilerinin indinde suç olsada doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğiz.

Hz. Ali (R.a.) gerek hatalı müslümanların karşısında olsun ve gerekse düşmanın saldırıları karşısında olsun tam bir sabır sembolüdür. Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bul­duğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı. Resûl-i Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak Hz. Ali (R.a.) bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav):

"Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Hz. Ali(R.a.), bu iltifattan çok memnun oldu.

Tevbe suresinin ayetleri nazil olunca, Rasûlüllah (sav) Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerifi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali(R.a.)

"Bu çok güç bir iş" dedi. Rasûlüllah (sav) de:

"Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Hz.Ali (R.a.), siyah bi,r bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadîarı sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

Hz. Ali (R.a.), İslâm'a kabileleri kazandıran bir şahsiyettir. Bu neden­le diyoruz ki; İslâm'a insan kazandırmaya çalışmak, sahabe sünnetindendir. Sahabe yolunda gidenler, İslâm'a adam kazandırmaya çalışan­lardır.

Hz. Ali (R.a.), Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanlann başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir haîife seçildiği sırada Hz. Ali Rasûlullah (sav)'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi. Hz. Ömer (R.a.) devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu. Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devle­tinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikâyetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman (R.a.)'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman (R.a.)'m şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde halledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi. Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafın­dan sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (sav)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendİr. Hatta Rasülüllah (sav)'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insaniarı hakka iletmek için büyük gayretler sar-fetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen, İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesi­ni Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyi b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütü­yordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı. Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı:

"Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.

Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar dinde kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise insanlıkta sizin kardeşlerinizdir.

Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin.

Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulun­malarına dikkat edin.

Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve kork­madan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.

Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.

Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.

Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendileri­ni inandırın.

Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.

El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat stan­dardını artırır.

Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.

Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın.

Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin. "

Hz. Ali (R.a.), bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu. Hz. Ali (R.a.), İslâm'ın bütün güzellik­lerine vakıftı. Çünkü o, Rasûlüllah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hafız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti.

Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı:

"Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.

Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu. Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yanşan, takva sahibi ve son derece cömertti.

Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Rasûlüllah (sav)'a gitti. Rasûlüllah (sav) kızıyla damadının arasına girerek:

"Ben size hizmetçiden daha hayır­lısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahû ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu.

Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali (R.a.) ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi:

"Şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.” [78]

Hz. Ali'nin "Zülfıkâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Rasûlüllah (sav) tarafından hediye edilmişti.Hz. Ali'nin cömertliği, insaniliği, Rasûlüllah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişili­ğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, biri­ni gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi:

"Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.”[79]

Hz. Ali, İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O'nun huzur ve hizmet­lerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu. Mescid-i Nebevi'nin inşaatında çok gayret gösterdi. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalarda bulundu ve fevkalade gayret ve kahramanlıklar gösterdi. Yalnız Uhud Gazasında on altı yerinden yara aldı. Pekçok gazada Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı Hz. Ali'ye teslim etmiştir.

Hz.Ali (R.a.), vahiy kâtipliği yaptı. Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Rasûlüllah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine'de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muha­rebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i Mükerreme feth edilince, Kabe'deki putları imha vazifesi ona verildi.

Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mü­barek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem'e nasib oldu. Rasûlüllah (sav)'in tabutu konulduğu yerde Hz. Ali (R.a.) şöyle dedi:

"Kimse imamlık yapmasın, çünkü Rasûlüllah (sav) sağken imamımız olduğu gibi, ölüyken de imarnımızdır." Bunun üzerine müslümanlar cemaat cemaat giriyorlar, saf saf olup namazını kılıyorlardı. Kimse imamlık yapmıyordu. Cemaat tekbir getiriyor, Rasûlüllah (sav)'in yanıbaşında Hz. Ali (R.a.) de dua ediyordu. [80] Definden sonra halife seçilen Ebu Bekr'e bey'at edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zat­lardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer'in ha­lifeliğine de bey'at edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osman'ın da halifeliğine bey'at edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.

Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osman'ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tanı anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe' ismindeki Yahudi, gece karan­lığında grubu ile birlikte Basrahlarm üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Savaşta Hz. Talha, Zübeyr ve Aişe (R.anha) validemiz ile Hz. Ali (R.a.) karşı karşıya geldiler. Cemel (Deve) Vak'ası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali (R.a.) hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine'ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffîn denilen yerde Hz. Muaviye (R.a.)'nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. İslâm alimlerinden İbn-i Teymiyye (Rh.a.) bu durumu şöyle değerlendiriyor:

"İlim ehli biliyorlardı ki; ne Talha, ne Zübeyr, Hz. Ali (R.a.) ile savaşmak niyetiyle hareket etmemişlerdi. Hz. Ali (R.a.) de onlarla savaşmayı kasdetmiyordu. Fakat Cemel savaşı iki tarafın da ihtiyarı olmaksızın patlak verdi. Onlar masla­hat üzerinde ittifak etmişlerdi. Hz. Osam (R.a.)'ın katillerine had tatbik edeceklerdi. Katiller de Hz. Ali (R.a.)'ın ordusunda bulunuyorlardı. Onlar da, başlangıcında olduğu gibi sonunda fitne koparmak noktasında ittifak etmişlerdi. Talha, Zübeyr ve arkadaşlarına hücum ettiler. Onlar da nefis­lerini müdafaa etmek üzere hücuma karşılık verdiler. Sonra Hz. Ali (R.a.)'a beriki tarafın hücum ettiği haberini getirdiler. Hz. Ali (R.a.) de nefsini müdafaa etmek üzere savaşa girdi. Her iki taraf da nefis müdafaası için savaşa girmişti. Yoksa savaşı başlatmak hiçbir tarafın niyeti değildi.

Siyeri bilen ilim ehlinin çoğu böyle söylüyorlar.[81]

Hafız İbn-i Hacerü'l Askalanî (Rh.a.) de bu hususta şunları kaydediy­or: "Rasûlüllah (sav)'den mütevatir hadisler gelmiştir ki, Ammar (R.a.)'ı baği bir taife öldürecektir. Ve Ammar (R.a.)'ın Hz. Ali (R.a.) ile beraber iken Siffmde öldürüldüğü hakkında ittifak hasıl olmuştur. [82] Hz. Ammar (R.a.)'ın şehadetinden sonra her iki taife de "Tahkim" yani hakem tayini hususunda ittifak ettiler. Hz. Ali (R.a.)'ın tarafından hakem olarak Ebu Musa el- Eş'arî (R.a.) seçildi. Hz. Muaviye (R.a.) tarafından ise Amr İbni As (R.a.) tayin edildi. Tahkim risalesi, Seferin Onüçünde hicretin 37. senesinde yazıldı. İki hakem hükümlerini Ramazan ayında "Dümetu'l Cendel" denilen yerin bir parçası olan "Ezruh" ta ilan edeceklerdi. Her iki hakem de ictihad yolundan ayrılmadılar. Yani fıkhın yolundan çıkmadılar.

Bazıları tarafından ileri sürülen Hz. Ali (R.a.)'in hakemi Ebu Musa el Es'arî (R.a.)'ın,

"şu parmağımdaki yüzüğü çıkardığım gibi Hz. Ali (R.a.)'ı halifelik makamından çıkarıyorum." dedi. Hz. Muaviye (R.a.)'ın hakemi Amr İbni As (R.a.) ise;

"Ben de şu yüzüğü parmağıma geçirdiğim gibi Hz. Muaviye'yi halifeliğe geçiriyorum" dedi." iddiası, gerçekdışıdır. Bu hususta en sıhhatli olanı Halife b. Hayyat ve Darekutnî (Rh.a.) gibi imamlar söylemişlerdir. Onlar diyorlar ki:

“Tarihçiler, yaymak istedikleri fesad için bunları söylediler. Bazı cahiller de bu tarihçilere uydular. İki hakem meseleyi müzakere etmek üzere bir araya geldiğinde Abdullah İbn-i Ömer (R.a.) gibi şerefli insan gruplarları da vardı. Amr İbni Âs (R.a.) de Hz. Muaviyeyi azletti: Darekutnî (Rh.a.), Hudeyin bin Munzire varan bir senedle bunu rivayeti. Hudeyin bin Munzir de bu durumu Hz. Muaviye (R.a.)'a bildirdi.” Kadı Ebu Bekir (Rh.a.) der ki: "İşte işin aslı başlangıcı ve sonu budur. Öyleyse fesatlık yapanların kelamlarından yüz çeviriniz. Hırlayanları şiddetle azarlayınız. Yıkanların yolundan dönüp hidayet edenlerin yolundan gidi­niz. Dinde sabit kadem olan ve önceliğe sahip olan kişilere dillerinizi uzatmayınız. Kıyamet gününde ashaba husumet ettiklerinden dolayı helak olanlarla beraber olmaktan kaçınınız. Çünkü Rasûlüllah (sav)'ın ashabı kimin hasmı/düşmanı ise, o helak olmuştur.”[83] Bu tahkim olayından sonra Hz. Ali (R.a.)'ın, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara haricî denildi. Haricî'ler, her iki tarafı da "tahkim" yoluyla problemlerini çözmeye kalkıştıkları için küfürle itham ediyor­lardı. Sahabe neslinden Hz. Ali (R.a)'den rivayet edilmektedir: Hz. Ali (R.a.), bir gün, mescitte hutbe verirken, ona muhalefet eden hariciler mescidin bir kenarından "Hüküm Allah'tan başkasının değildir” [84] ayetini okuyarak meşhur sloganlarım atarlar. Bu ses Hz. Ali (R.a) kulağına gelince şu mukabelede bulunur: "Bu söz; "Hüküm Allah'dan başkasının değildir", hak bir sözdür, ancak bununla batıl murad ediliyor ancak batıla alet edilmektedir. Bizim üzerimizde siz (hariciler)in üç hakkı var: Biz sizi, Allah'ın mescitlerine gelmekten men edemeyiz, yeterki orada Allah'ı zikredin. Düşmana karşı bizim­le beraber olduğunuz müddetçe sizi ganimetten mahrum edemeyiz. Size karşı kıtal/savaş (ve mücadeleyi) başlatan biz olmayız. [85] Görüldüğü gibi, Hz. Ali (ra)'ın "uhuvvet hukuku"na olan bağlılığı, haksız yere halifeye karşı direnen hariciler için bir hak ve hukuk garantisi olmuştur. [86] İhtilaf halinde de olsak, bize muhalif olan din kardeşlerimizin kardeşlik hukuklarım muhafaza etmekie mükellefiz. Şunu unutmayalım ki; Müsİümanm ihtilaf halinde din kardeşine karşı adaletten ayrılması bir nifak alâmetidir. Hz. Ali (R.a.), ihtilaf halinde bile adaletten ayrılmamıştır. Çünkü adalet, bütün sahabelerin vazgeçilemez vasfıdır.”

Hz. Ali (R.a.), 660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken îbn-i Mülcem adlı bir haricî tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir. Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükümet idaresinde Hz. Ömer'in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti. Hakkında bir kaç ayet-i kerime nazil olup, pek çok hadis-i şerifle medhedildi. Ehl-i sün­netin gözbebeği, evliyanın reisi, kerametler hazinesidir. Adalet, ilim, cömertlik, merhamet ve diğer yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır. Peygamber efendimiz Hz. Ali'ye cömertlerin sultanı manasına "Sultanü’l-Eshiya" buyurmuşlardır. Hz. Ali (R.a.), helal lokma hassasiyetine sahipti. Hz. Ali (R.a.)'a çarşıda, pazarda esnafın yerlerini tecavüz ettik­lerini şikâyet ettiklerinde müslümanlara şu nasihatta bulunmuştur:

“Müslümanların çarşısı, namaz kılanların saflarına benzer. Birinin hakkına tecavüz edenin o günkü kazancı, hakkına tecavüz ettiği kim­seye aittir. Meğer ki bu tecavüzden vazgeçmiş ola!" [87]

Hz. Ali (R.a.), zaman zaman çarşı pazarı elinde kamçı olduğu halde dolaşır, esnafa, Allah'dan korkmalarını, dürüst alışveriş etmelerini tavsiye ederdi. Ve şöyle derdi:

"Alışveriş edin, fakat yemin etmeyin. Yemin malın değerini düşürür, bereketini gideriri.”[88]

Hz. Ali (R.a.) Allahû Teâla'nın ve insanların haklarına riayet ederdi. Şa'bı (Rh.a.) anlatıyor: Cemel vak'asında Hz. Ali (R.a.)'nin zırhı bir başka rivayete göre kürkü kayboldu. Birisi onu buldu ve sattı. Zırh bir Yahudinin elinde görüldü. Hz. Ali (R.a.), Yahudi'yi Kadı Şüreyh'e şikâyet etti. Yargılama neticesinde Kadı Şüreyh, delil yetersizliğinden zırhın Ya-hudiye'ye ait olduğuna karar verdi. Hz. Ali (R.a.) de Kadı Şüreyh'in kararına itiraz etmeden zırhı Yahudiye verdi. Yahudi bunun üzerine Hz. Ali (R.a.)'in adaletine hayran kaldı ve şöyle dedi:

“Halife benimle beraber kadıya geliyor, kadı aleyhine hüküm veriyor ve o da razı oluyor. Vallahi doğru söyledin, müzminlerin emiri. Zırh senindir, devenden düştü ben de aldım" dedi ve

"Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim." dedi.

Hz. Ali (R.a.) de zırhı ona hediye etti. O Sıffın savaşında şehid olun­caya kadar Hz. Ali (R.a.)'den ayrılmadı.[89]

Görüldüğü gibi, Hz. Ali (R.a.), nefsinin aleyhine olsa bile adaletten ayrılmamıştır. O, her halükârda şer'i mahkemenin verdiği karara riayet etmiştir. İşte hukukun üstünlüğüne inanmak buna derler. Müslüman insan, adaletin şahididir. Nefsinin aleyhinde olsa bile şeriat mahkemesine ve şer'i kadı'nın kararına saygı duyar. Çünkü müslüman şeriatın/hukukun üstünlüğüne inanan ve saygı duyan insandır, Şeriat-ı garra'nın üstün­lüğüne inanmayan ve hukuk'a saygı duymayanlar, Ashâb-ı Kiramin yo­lundan ayrılanlardır.

Hz. Ali (R.a.)'a; "Ebu'l Hasan/Hasan'ın babası, Ebu'l-Hüsevin Hüseyn’in babası, Haydar-ı Kerrâr/düşmana tekrar tekrar hamle yapan arslan, Ebu'r Reyhâneyn/iki Reyhân'ın, yani Hasan ile Hüseyin'in babası, Esdullah/Allah'ın arsîanı, Ebu't Türâb/Toğrağm babası gibi isimlerle çağrılmıştır. Hz. Ali (R.a.)'e Ebu't Türâb isminin verilmesinin sebebi şöyle olmuştur: Bir gün Hz. Ali (R.a.), Hz. Fatıma (R.anha)'ya darı idi. Üzülüp mescide giderek, kuru toprak üzerine yattı. Hz. Fatıma (R.a.) hemen Rasûlüllah (sav)'in huzuruna varıp;

"Babacığım! Bir hatâ yaptım, Hz. Ali'yi darıltım, suç işledim" dedi. Rasûlüllah (sav) kalkıp Hz. Ali (R.a.)'ı aramağa gitti. Kendisini mescidde kuru toprak üzerinde yatarken gördü. Kendisine

"Kalk yâ Ebâ Türâb" buyurdular. Bunun için Hz. Ali (R.a.), kendisinin bu isimle çağrılmasını hem isterdi ve hem de severdi. [90]

Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı ve sık sakallı görünüşe sahib olan Hz. Ali, ilim ve amel bakımından en yüksek derecede idi. Allah korkusundan devamlı ağlardı. Namaza durunca, alem alt-üst olsa, haberi olmazdı.

 
[74] Bidaye:2/24; Mecmau'z Zevaid: 9/102

[75] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384

[76] Bakara: 2/207.

[77] İslam Tarihi/Medine Devri/Mustafa Asım Köksal, C:6, Sh: 198-199, İst/1981

[78] İnsan: 5/31

[79] el-Bakara: 2/274

[80] Tabakatü'l Kübra/İbn-i Sa'd; 2/70; Kenzu'l Ummal Fi Süneni Akval ve'l Ef’al: 4/56.

[81] Minhacü's Sünne/İbn-i Teymiyye: 2/185; 3/225

[82] El- İsabe: 2/ 513

[83] El-Avasım Minel Kavasım: 173-178

[84] Yusuf: 12/40.

[85] El-Ümm/İmam-ı Şafii: 4/136, Mısır/1968

[86] İhtilâf Ahlâkı/Mustafa Çelik, Sh:324, Ankara/1996.

[87] Kenzü'l Ummal Fi Süneni Akva'l ve'l Ef’al/: 3/176

[88] El- Müntehab: 5/57

[89] Kenzu'l Ummal: 4/6; Hılyetü'l Evliya veTabakatü'l Esfıya: 4/139

[90] Çehar Yâr-ı Güzin/Şemsüddin Ahmed Efendi/Ter: Mehmed Emre, Sh:145-146, İst/1976.



Konu Başlığı: Ynt: Hz. Ali
Gönderen: Ceren üzerinde 26 Aralık 2018, 17:04:34
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri Hz.Ali gibi Islami hakkiyla yaşayan islama ömrünü veren hizmet eden ve cennet ehli olacak kullardan eylesin inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Ali
Gönderen: Mehmed. üzerinde 27 Aralık 2018, 08:19:55
Ve Aleykümüsselam Rabbim bizleri Peygamberimizin ve sahabe efendilerimizin yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun