๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fıkhus Sahabe => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2011, 16:34:28



Konu Başlığı: Hz. Aişe
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2011, 16:34:28
Hz. Aişe (R.Anha)



Allah Rasûlü Hz. Muhammed (sav)'e ilk iman eden onun en sadık arkadaşı Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk'ın kızı ve Hz. Peygamber'in zevcesi. Hicret'ten dokuz veya on sene önce Mekke-i Mükerreme'de doğdu. Annesi Ümmi Rûmân binti Âmir İbn Umeyr'dir. Hz. Âişe çok küçük yaş­ta müslüman olmuştur.

Resulullah, ilk zevcesi Hatîcetü'l Kübrâ hayatta iken başka bir kadın­la evlenmemişti. Onun vefatından sonra bir süre daha evlenmedi. Resulullah, Hatice (R.anha)'nin ölümüne çok üzüldü. Osman İbn Maz'un'un hanımı Havle binti Hakim, Rasûlullah'a gelerek Ebu Bekr es-Sıddîk'ın kızı Âişe ile evlenmesini teklif etti. Sonra da Rasulullah adına Ebu Bekr'e giderek kızı Âişe'yi istedi.

Hz. Âişe'nin Rasûlullah'a nikâhlanması Hicret'ten iki veya üç sene önce oldu. Kaynaklar, bu nikahlanma sırasında Hz. Âişe'nin yaşının küçük olduğunu kaydetmektedir. Nikâhın kıyılmasından iki yıl kadar zaman geçtikten sonra zifaf vuku bulmuştur. Hz. Âişe'nin o zaman dokuz veya on bir yaşında olduğu rivayet edilmektedir. Bu rivayetleri bazı tari­hçiler cerhetmekte ve Âişe validemizin evlendikleri zaman daha büyük olduğunu ileri sürmektedirler. Âişe validemizden rivayet edilen bir hadiste, Hz. Cebrail Âişe'nin resmini ipek bir hırka içinde Rasûlullah'a getirmiş ve "bu, senin dünya ve ahirette zevcendir." demişti.

Hz. Peygamber (sav)'in bakire olarak nikahladıkları tek zevcesi validemiz Hz. Âişe'dir. Rasûlüllah onu çok severdi. Ona 'Hümeyra' lâk­abını vermiş ve: "Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız buyur­muşlardır. Hazret-i Âişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat meşgul oldu. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım için Peygamber Efendimizin hep yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşriklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz. Âişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Rasûlullah buna müsaade etmemiştir

Âişe 14-15 yaşlarında iken Benu Mustalik (Müreysi') gazâsıriE. Rasûlullah'la beraber katıldı. Gaza dönüşü tuvalet için geride kalması yüzünden iftiraya uğradı; savaşa ganimet için katılan münafıklar Hz. Âişe'nin, gecikmesi sebebiyle, kafilenin ardından yanında Ashâbtan Safvan ile birlikte geldiğini görünce bunu kötü sözlerle ve çirkin bir şek­ilde yorumladılar. Yolda bu dedikodulara bazı müslümanlar da karışınca Hz. Âişe çok üzüldü; Medine'ye gelince hastalandı, iftira ve dedikodu etrafa yayılmıştı. Ateşi yükselerek yatağa düştü. Bu arada kendisini fazla aramayan Rasûlullah'tan izin isteyerek babası Ebû Bekir'in evine gitti. Orada bir müddet kaldı; sabırla bekledi. Bu arada Rasûlullah diğer hanım­larına ve sahabeden en yakınlarına Âişe'nin durumunun ne olabileceğini sordu. Hepsi de Hz. Âişe'nin temiz ve suçsuz olduğunu söylediler; "Peygamberini fenalıklardan koruyan Cenâb-ı Hak, size böyle bir şeyi reva görmez, sabreyleyin" dediler.

Aradan bir ay gibi uzun bir zaman geçinceye kadar danışmalarım sabırla sürdüren Rasûlullah, sonunda Hz. Ebu Bekir'in evine uğradı. Hz. Âişe'yi, anne, babası ve sahabeden bir hanımla ağlar buldu: "Ya Âişe, senin için bana şöyle şöyle söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değilsen; Allahû Teâlâ yakında senin doğruluğunu tasdik eder. Eğer bir günah işlediysen, tövbe ve istiğfar eyle! Alîahû Teâlâ, günahına tövbe edenlerin tövbesini kabul eder." buyurdular. Rasûlüllah'ın mübarek sesini işitince ağlamayı kesen Hz. Âişe babasına bakıp cevap vermesini istedi. Hz. Ebû Bekir ve Âişe'nin annesi böyle söylentilere ve dedi-kodu yapanlara sadece şaşırdıklarım söylediler. Hz. Âişe ise: "Allahû Teâlâ'ya yemin ederim ki kulağınıza gelen lafların hepsi yalandır, iftiradır, Allah biliyor ki benim bir şeyden haberim yoktur. Yapmadığım bir şeye evet dediğimde kendime iftira etmiş olurum. Sabretmek iyidir. Onların söylediği şey için Allah'u Teâlâ'dan yardım bekliyorum." dedi. Günahsız olduğundan, kalbinin temizliği ile ve kendinden emin olarak bekledi.

Bu sırada Hz. Peygamber (sav)'in yüzünde vahiy alâmetleri belirdi. 'Hz. Ebû Bekir, Rasûlüllah'ın başının altına bir yastık koyup üzerine çarşaf örterek beklediler. Vahiy tamamlanınca Rasûlullah terlemiş yüzünü örtünün altından kaldırarak: "Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahû Teâlâ seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu." deyip Kur'an'daki Nûr Suresinden, o an nazil olunan 10 ayeti okudu. Hz. Ebû Bekir hemen kalkıp kızı Âişe'yi başından öptü, "Kalk, Resulullah'a teşekkür et." dedi. Kendisi için ayet ineceğini aklından geçirmeyen Âişe şaşkınlık içinde: "Hayır kalkmam baba vallahi kalkmam. Allah'u Teâlâ'dan başkasına şükretmem. Çünkü Rabbim beni Ayet-i Kerîme ile methetti." dedi. Ama, çok sevindi, iftirada bulunanlar zamanla hakîr ve zelil oldular.

Peygamberimiz (sav) 632 senesinde hastalanınca son gününü Hz.'Âişe validemizin evinde geçirdi. Rebiü'levvel ayının onikinci pazartesi günü öğleden önce mübarek başı, Hz. Âişe validemizin göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etti. Resulullah'ın vefatından sonra Ashâb-ı Kiram, Hz. Aişe validemize müminlerin annesi adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir. Hz. Âişe de, sahabe içinde, kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir.

Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası’dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.

Durum böyle endişe verici bir hal alınca Ashâb-ı Kiram'in büyük­lerinden bir kısmı Mekke'ye giderek o sırada hac için oraâa bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendi­lerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Rasûlüllah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti. Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zor­layarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Aişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun buiarak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.

Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşımzdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanîar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısın­dakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.

Bu vak'ada Hz. Aişe'nin içtihadı Hz. Ali'nin içtihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, mü'minlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Aişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahabel­er birbirlerini çok severlerdi.

Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhı hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (R.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi. Küçük yaşlarda iken Aişe'nin eğitim ve öğretimiyle bizzat babası Hz. Ebû Bekir (R.a.) ilgilenmiştir.

Bütün müminlerin annesi olan Aişe validemiz daha küçük yaşlarda iken okuma yazma öğrenmiş, zekâsı ve kabiliyeti ile etrafının dikkatini çekmiştir. Öğrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Hafızası çok kuvvetli idi. Akıllı, zeki, âlime, edibe, iffet sahibi bir hanım idi. Pek çok konulan şiirle anlatan sanatkârca bir ifadeye sahipti. Ashâb, karakter ve hafızasına güvendikleri ayet-i kerime ile övüldüğünü bildikleri için birçok meseleyi ondan sorar ve öğrenirlerdi.

Hz. Âişe validemiz babası Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Osman'ın hilâfetleri zamanında Hz.  Peygamber'den işittiklerini  müslümanlara anlattı. Devamlı oruç tutar ve daima gece namazı kılardı. Hz. Aişe fıkıh ve ictihadda keskin, kuvvetli görüşe sahiptir. Fıkıh ilminin kurucuların­dan sayılır. Devrinin üstün âlimlerinden ve Fukahâ-i Seb'adandır.

Hz. Aişe, güzel ahlâklı, merhamet dolu, cömert ve ibadete düşkün, çok zeki bir sahabeydi. Hepsinin başında en mümtaz vasfı ise İslâm'a ve ilme olan büyük hizmeti idi. Müslüman bilginler arasında yaygın bir rivayete göre fıkıh ve dinî ilimlerin dörtte birini Hz. Aişe nakletmiştir.

Ebû Musa el-Eş'ârî: "Bizler, müşkül bir mesele ile karşılaştığımızda gider Hz. Aişe'ye sorardık." demiştir.

Abdurrahman b. Avf'ın oğlu Ebû Seleme: "Rasûlullah'ın sünnetini Hz. Aişe'den daha iyi bilen; dinde derinleşmiş, Ayet-i Kerîme'lere bu derece vâkıf ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mahir bir kim­seyi görmedim." demiştir.

İmam Zührî: "Eğer zamanının bütün âlimlerinin ve peygamberim­izin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Aişe'nin ilmi yine daha ağır basardı" derdi.

Atâ b. Ebî Rebâh; "Hz. Aişe, ashâb içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi." demiştir.

Tabiinden Mesruk; "Allah'a yemin ederim ki, Ashâb-ı Kirâm'ın ileri gelenlerden bir çoğu gelir Hz. Aişe'den Ferâiz'e ait sorular sorar ve öğrenirlerdi." demiştir.

Hz. Aişe Peygamberimizden ikibinikiyüzon hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Ashâb ve Tabiin'den bir çok kimse hadîs nakietmişlerdir. Sahih hadis kitapları Hz. Aişe'nin fetvaları ile doludur. Ahmet b. Hanbel Müsned adh eserinde de Aişe'nin rivayet ettiği hadislerinden uzun uzun bahseder. Hz. Aişe'nin naklettiği hadislerden bazıları:

"Ey Âişe, Allah, kullarına lütuf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davramlmasım sever."

"Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidierın derecesini bulur."

"Resul-i Ekrem (sav) 'in en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olanı idi, az olsa bile."

"Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır."

Hazret-i Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Cebrail hiç durmaz komşu hakkına hürmet olunmasını bana tavsiye ederdi. Hatta ben yakında komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım."[97]

Hz. Peygamber'in üçüncü hanımı olan Ebu Bekir kızı Aişe, Peygamber hanımı olmanın bahtiyarlığına, sadece kadınlık meziyetlerini değii, İslâm tarihinin en ünlü erkeklerinin bile pek azma nasip olan birçok seçkinliği ve eylemi de eklemiş ender kişiliklerden bindir. İslâm ilimler tarihi, Hz. Âişesiz düşünüldüğünde, telafi edilmeyecek eksiklikler arz etmekte ve bu büyük "mü'min annesi", yeri doldurulmaz bir değerler toplayıcısı halinde tarihe geçmiş bulunmaktadır.

İnsanlığın en büyük evladı, Son Peygamber Hz. Muhaınmed, İslâm'a, malları ve canlarıyla erişilmez hizmetler veren sahabeler kadrosunu öyle bir eğitime tâbi tutmuştur ki, onların her biri bu eğitimin ayrılmaz parçalarından birini temsil etme noktasına gelmiş ve her birinin doldurul­maz bir yeri olduğunu kabul zorunlu olmuştur. Bunu söylerken, Kur'an'da tanıtılmış bulunan, "müellefetül-kulûb", yani kalpleri İslam'a ısındırılmak üzere nimetlendirilen ve İslâm bünyesinde sayılan kişileri, sahabe kavramının dışında tuttuğumuzu bir kez daha belirtmek isteriz.

Kur'an tarafından bütün müminlerin anneleri olarak nitelendirilen[98] Peygamber hanımları, Allah Elçisi'nin sürekli beraberinde olmak ve ona sayısız hizmetler vermiş olmakla da seçkinleşmişlerdir. Fakat onların bütün yücelikleri bu kadar değildir. Onların her biri, daha başka meziyetlerle de İslâm'ın varlık yapısında bir yer tutmakta, birer sahabi olarak da, az önce işaret ettiğimiz "ayrılmaz parçalık" görevini yapmış bulunmaktadırlar. O halde, onların yücelik ve saygınlıkları, Peygamber eşi olmaya ilaveten, sahabilikle de taçlanmıştır.

Bu iki boyutlu üstünlüğe, Hz. Hatice ve Hz. Âişe gibi bazı mü'min anneleri daha başka meziyetler ilave ederek, Peygamber hanımları içinde de ayrı bir mevki sahibi olabilmişlerdir.

Hz. Hatice, Peygamber hayatındaki yeri, İslâm'ın yayılıp yerleşme sürecindeki hizmet ve yaşama çizgisi ile kendine has ve kimseyle paylaşılamayacak bir yere sahiptir.

Hz. Hatice'yi, bir Peygamber hanımı olarak, Hz. Aişe izlemektedir. İlave edelim ki, genel değerlendirme açısından geçerli olan bu tespit, özel bazı meziyetler bakımından Hz. Aişe lehine bir sıra değişikliğine sebep olabilmektedir. Bu özel meziyetleri biz, "Hz. Âişe'nin bilginliği ve öğreti­ciliği" şeklinde özetliyoruz. Alimlerin çoğunluğu, Peygamber evi hanım­ları arasında üstünlük bakımından önce Peygamberimizin kızı' Hz. Fâtıma'yı, sonra eşi Hz. Hatice'yi, daha sonra da öteki eşi Hz. Âişe'yi kaydederler. Bu üç seçkin kadının, üstünlük ve faziletleri ayrı ayrı anlatılmıştır. Faziletten maksat, ilmî seçkinlik, dinî hizmet, Hz. Peygamber'in talimat ve tebligatını yaymak ise, bu hususta hiç kimse Hz. Âişe'ye denk olamaz.[99] Tarihe "Müslümanların annesi ve Son Peygamber'in eşi" olarak geçmiş bulunan Hz. Aişe, Arap Yanmadası'nın Mekke şehrinde doğup büyüdü. Annesi, Kinane soyundan Ümmü Ruman, babası Teym soyundan Ebu Bekir diye tanınan Abdullah, lakabı Sıddıka ve Hümeyra, unvanı Ümmül Müminîn'dir. Anne ve baba tarafından, Mekke'nin ileri gelen ailelerinden olan Âişe, yaşadığı kentin iffet, cömertlik, asalet ve bilgi ile seçkinleşmiş bir kişisi olan Ebu Bekir evinde doğup büyüdü ve bu evde, devrinin ve çevresinin en iyi terbiyesi­ni alarak yetişti. Bir rivayete göre İslam'ın zuhurundan dört yıl sonra, diğer bir rivayete göre ise çok daha önceki bir tarihte doğmuş olan Aişe, Son Peygamber'in ilk bağlıları arasına giren babasından, çok küçük yaşlarda İslâm terbiyesini de alarak yetişti.

Eşi Hatice'yi kaybeden Son Peygamber, kendisine hem ev işleri ve çocukların bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm'a davet faaliyet­lerinde destek olacak eşlere ihtiyaç duydu. Bunun için, bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde'yi, öte yandan da en yakın arkadaşı ve iman dostu olan Ebu Bekir'in kızı Âişe'yi istetti. Ebu Bekir, kızım daha önce­den Mut'ım adlı bir hemşehrisinin Cübeyr adlı oğluna söz verdiğini, bu kişinin isteğinden vaz geçmesi halinde Hz. Peygamber'in isteğine olum­lu cevap vereceğini bildirdi. Esasen Mut'ım ailesi, bir Müslüman olan Ebu Bekir'in kızını almaktan vazgeçmişti. Bu aile putperest idi ve bu ailenin hanımı: "Bu Müslüman kız evime girerse oğlumu dininden eder." diye endişeleniyor ve kocasına: "Bu kızı evime sokmam." diyordu.

Burada bir noktaya dikkat çekmek isteriz: Asrı saadet adlı eserin mütercimi merhum bilgin Ömer Rıza Doğrul'un da üzerinde ısrarla dur­duğu bu nokta şudur: Genel kanaat, Hz. Aişe'nin Hz. Peygamber tarafın­dan istendiği zamanda altı yaşlarında olduğu yolundadır. Fakat şu Mut'ım olayı, Doğrul'un da isabetle belirttiği gibi, bunun kabul edilmesini zor­laştırıyor. Çünkü Hz. Peygamber'in isteği, İslâm'ın zuhurundan on yıl sonradır. Âişe o sırada altı yaşmdaysa nübüvvetten dört yıl sonra doğmuş olmalıdır. Daha ilk günlerde Müslüman olmuş bir Ebu Bekir'in, putperest bir aileye kzmı gelin vermek üzere anlaşmış olması, bu şartlar altında nasıl mümkün olabilir? Anlaşılan odur ki, Âişe, Ebu Bekir'in Müslüman oluşundan epey önce, bir putperest aile tarafından istenmiş ve babası da bunu kabul etmiştir. Eğer bu istek, Ebu Bekir'in Müslümanlığı kabulün­den sonra olsaydı, Peygamber dostu bir Ebu Bekir, kızını bir putperest ail­eye asla vermeye kalkmazdı. O halde, Âişe, Müslümanlığın zuhurundan önce doğmuş ve hatta, o sıralarda, bir aile tarafından gelin edilmek üzere istenecek duruma gelmişti. Bunu, Arap Yarımadası iklim şartları içinde düşünürsek, Aişe'nin İslâm’ın zuhurundan en az beş, altı yıl önce doğmuş olduğunu kabul gerekir. Buna göre de, Aişe'nin, Hz. Peygamber tarafın­dan istendiği sırada, en az on dört, on beş yaşlarında olması icap eder.

Ebû Bekir, Mut'ım ailesiyle konuştu ve onların, eski taleplerinden vaz geçtiklerini öğrendikten sonra Hz. Peygamber'e, isteğinin kabul edildiği­ni bildirdi. Ebu Bekir bu arada Allah Elçisi dostuna şunu sordu: "Biz seninle kardeş değil miyiz? Peki, nasıl oluyor da sen benim kızımla evlen­mek istiyorsun?" Ebu Bekir, Araplar arasında ki "Birbirini kardeş eden kişilerin kızları onlar tarafından eş olarak alınamaz." geleneğine işaret ediyordu. Her söz ve davranışı, ya bir yaratılış kanununu yeniden belirleyen veya bu kanunlara ters düşen âdeti yıkmak olan Hz.Peygamber gülümsedi ve Ebu Bekir'e dedi ki: "Sen benim kan bağıyla kardeşim değilsin, din kardeşimsin. Bu benim, Âişe'yi istememe engel değil.[100] Hemen işaret edelim ki, Hz. Peygamber-Aişe evliliği, bundan başka daha birkaç putperest âdetin yıkılmasına yarayacak ve Müslümanlara örneklik edecektir.

Hz. Peygamber, Âişe ile Sevde'yi aynı zamanda isteyip nikahlamasına rağmen, Âişe ile evliliği üç yıl sonra olacaktır. Sebep olarak, genellikle Aişe'nin küçüklüğü gösterilmektedir. Küçüklüğü ifade için hangi yaşı esas alırsak alalım, Aişe'nin o sıralarda kız arkadaşları ile ev dışında oynamaktan büyük zevk alan bir çocuk veya genç kız olduğu kesindir. Diyor ki: "Allah Rasûlü'ne nikâhlandığımda ben ev dışında kız arkadaşlarımla salıncak oynuyordum. Saçlarım örgüler halinde omuz­larımdan asılıyordu. Nikahlandıktan sonra annem beni dışarı bırakmaz oldu. Ve annem bana Allah Elçisi ile evlenmiş bulunduğumu belirtti." Aişe'nin bu oyun merakı burada bitmeyecek ve hayatı boyunca oyundan zevk almaya ve oynamaya devam edecektir. Kütübi Sitte'den Ebu Davud'un bildirdiğine göre, Hicretin 7. yılında vuku bulan Hayber Seferi'nden, hatta bir ihtimale göre, daha ileri bir zamanda meydana gelen Tebük Seferi'nden sonra Medine'ye evine gelen Hz. Peygamber, Âişe'yi arkadaşlarıyla birlikte oynarken buldu. Ortada kanatlı bir de hayvan vardı. Hz. Peygamber bunun ne olduğunu sorduğunda Âişe:

"Bu attır." cevabini verdi. Hz Peygamber:

"Atın kanadı olur mu?" dediğinde ise Âişe şöyle söyledi:

"Neden olmasın, ey Allah Rasûlü, Hz. Süleyman'ın atı kanatlı değil miydi?" Hz. Peygamber bu zeki cevabı çok beğendi ve gülümsedi... Aişe'nin oyun ve eğlence merakı Peygamber evinde de tabii imkânlar ölçüsünde, giderilmiştir. Bütün güzellikleri, en mükemmel anlamda ben­liğinde toplayan Allah Rasûlü, elbette ki oyun ve latifenin de en mükem­mel biçimde örneklerini veriyordu. O bu yolda, en büyük peygamber olmanın gerektirdiği tavır ve tarza uyarak, ümmetine örnek oluyordu. Latifeyi çok severdi. Bir yerde: "Ben de şakalaşır, latife ederim, fakat bunları yaparken de yalnız gerçeği söylerim." buyuruyor. Oyuna gelince, Hz. Peygamber'in hayatlarında oyun da vardı. Güreşirdi, hem de Arap Yarımadası'nın en büyük pehlivanını yere serecek kadar ustalıkla koşardı. Bu koşular zaman zaman eşi Âişe ile olurdu. Bundan bin beş yıl Önce bir çöl okyanusu içinde: "Çocuklarınıza yüzme öğretiniz, bir babanın çocuğuna olan borçlarından biri de ona yüzme öğretmelidir." diyerek sporun önemine peygamber sözüyle dikkat çeken, odur.

Hz. Peygamber'in, Aişe'nin oyun ve eğlenmesine katılımı bazen karşı­lıklı masal ve hikâye anlatmak şeklinde de oluyordu. Şimdi, nikahlanma noktasında bıraktığımız Peygamber-Âişe beraberliğine dönelim. Nikâhtan üç yıl kadar sonra, büyük Hicret meydana geldi. Zulüm ve işkenceden kaçan Müslümanlar evlerini, mallarını Mekke'de bırakıp iman ve canlarını kurtarmak için Medine'ye göçtüler. Medine onlara kucak açtı, iman kardeşleri Medineli Müslümanlar tüm varlıklarını onlar­la paylaştılar. Ancak Medine'nin yumuşak ve rutubetli iklimi Mekkeli Müslümanlara çok dokunmuştu. Birçoğu hastalandı. Hastalananlar içinde Ebu Bekir ve Âişe de vardı.

Hastalık devresi geçince Ebu Bekir, Hz. Peygamber'in huzuruna çıkıp şöyle dedi:

"Ey Allah Resulü, neden nişanlını kendi evine almıyorsun?" Yüce Peygamber'in cevabı şu oldu:

"Mehir meselesi, ey Ebu Bekir. Âişe'nin mehrini ödeyecek durumum yok şu sırada." Ve borç verilen para alındı ve Âişe'nin mehri ödendi. Ve Aişe, Hicret'in üstünden birkaç ay geçtiği bir sırada Hz. Peygamber'in evlerine geldiler.

Nikâhları Şevval ayında kıyılmıştı üç yıl önce, düğünleri de Şevval ayında yapıldı. Her davranışı, insanlık için bir veya birkaç ölçü getiren Hz. Peygamber'in bu "Şevval ayında nikahlanıp evlenme" davranışı da bir ölçü getirdi. Bir bâtıl ve hurafeyi yıkmaktı bu... Araplar, Şevval ayın­da nikâh ve düğünü uğursuz sayarlardı. Sebep de bu ayda görülmüş olan büyük bir salgın hastalıktı. Aişe diyor ki:

"Allah Rasülü ve benim mutlu nikâh ve evliliğimiz bu hurafeyi yıkmıştır." Gerçekten de sahabeler bun­dan sonra eskinin aksine, Şevval ayında daha çok düğün yapar oldular. [101]

Yine bir hurafeye uyularak, düğün alayının önüne ateş yakılır ve yeni evliler ilk beraberliklerini evlerinin dışında bir çadırda geçirirlerdi. Bunun aksini yapmak, uğursuzluk sayılırdı. Hz. Peygamber-Âişe evliliği bunun da aksini gelenekselleştirdi. Muazzez Rasûl, yeni eşiyle doğruca evine indi. Ve düğün alayı önünde ateş yaktırmadı. Böylece, bir düğün aracılığıyla, birkaç musallat hurafe, aynı anda yıkılmış oluyordu.

Hz. Rasûl'ün Âişe Valide'yi getirdiği ev, kaynaklarda şu şekilde anlatılıyor: "Hz. Âişe'nin gelin olarak geldiği ev bir konak, bir saray değildi. Allah Rasûlü'nün Benu Neccâr mahallesindeki Mescid-i Nebevî çevresinde çok sayıda küçük odacıkları vardı. Hz. Âişe'nin meskeni, bu küçük odalardan biriydi. Bu odacık, Peygamber mescidinin doğu tarafına düşüyordu. Odanın kapısı mescide açılıyordu. Hz. Âişe'nin bu ikametgâhı, Peygamber mescidinin bir sahanlığı sayılabilirdi. Öyle ki, Allah Elçisi, Âişe Valide'nin odasından mescide çıkar, itikâfa girdiği zamanlar­da elini odaya uzatır ve bir şey isterdi. Odanın genişliği 6-7 arşından ibaretti. Duvarlar topraktan, tavan hurma ağaç ve yapraklarmdandı. Yağmurların sızmaması için tavanın üstüne bir kilim örtülmüştü. Yükseklik bir adam boyundan biraz fazla idi. Kapıda bir öttü asılıydı.

Bu odanın bütün eşyası bir sedir, bir hasır, bir yatak, bir yastık, un ve hurma koymak için birer çanak, bir su kabı ve su içmeye yarayan bir kâseden ibaretti. Bu odacık bir nur kaynağı idi, fakat burada maddî anlamda bir kandil yakmak, ev sahibinin genellikle gücü dışında kalıyor­du."

Daha ilk andan itibaren dikkat çekmektedir ki, Peygamber evinin, dünya nimetleri bakımından durumu, iyi olmak bir yana, sıkıntılarla doludur. Bu evin taşıdığı engin ve ölümsüz mutluluğu fark edebilmek için madde zevklerinin üstünde ve ötesinde birtakım yetenekler ve zevkler gerekir. Peygamber hanımlarının, genelde bu zevkleri ve yetenekleri taşıyan kişiler olduklarını söylemek borcundayız. Ancak bunun kadar gerçek bir nokta daha vardır: Mü'minlerin anneleri, nihayet birer kadın olarak Peygamber evindeki açık yoksulluk ve maddi sıkıntıdan zaman zaman şikâyetçi olabilmiş ve hatta Allah Elçisi'ne karşı tavır ala­bilmişlerdir. Zengin ve itibarlı bir ailenin üzerinde titrenen bir çocuğu olarak büyüyen Âişe, bu tavır almada elbette pay sahibi olacaktı. Fakirliği öven, dünya nimetleri yerine sonsuzluk nimetlerini koymanın değerini gösteren bir çok hadisin kendisine hitaben söylenmiş olması da gösteriy­or ki, Hz. Âişe, sözünü ettiğimiz noktada Hz. Peygamberin dikkatini çekecek bir davranış sergilemiştir.[102] Ama tekrar belirtelim ki, bütün Peygamber hanımları gibi o da bu duygu ve arzularına mağlup olmamış, sonsuzluğu tercih etmede Hz. Peygamber'le beraberliğini zedelememiştir.

Kendisini sevmeyi, yoksulluk ve dünya nimetlerinden mahrumiyetle âdeta eşleştiren Allah Elçisi, bu gerçeği, hayat arkadaşı Âişe'ye de açıkça bildirmişti. Şöyle diyor eşine hitaben:

"Ey Âişe! Eğer benimle olmak istersen şu dünyadan nasibin, bir yolcunun, bineği üstünde yiyebile­ceği şey kadar olsun. Zenginlerle oturup kalkma sakın. Yamatıp giymedikçe bir elbiseyi eski diye atma sakın."

Allah Elçisi, ele geçen bütün nimetleri başkalarına dağıtıp inkılabın çilesini, ev halkıyla birlikte göğüslemeye devam ediyordu. Yoksulluğuna ek olarak, hastalanmış da bulunan kızı Fâtıma'nın, alman esirlerden bir yardımcı istemesini reddetmiş, süslü püslü giysilerle gördüğü Hasan ve Hüseyin'e dönüp bakmamış, dikkat çekici perdeler asıldığı için, Hz. Ali'nin evine girmemiş bir Peygamberdin bu konuda ne kadar kararlı olduğu ortada idi. Bu tavır, Ali-Fâtıma ailesince, şikâyet konusu yapıl­mamışsa da, Peygamber hanımları aynı kararlılığı gösterememişlerdir. Onların şikâyetlerini tahrik eden söylentiler de vardı. Sahabe hanım­larının zaman zaman, Peygamber evi sakinlerine, neden diğer Müslümanlara açılan imkânlardan yararlanmadıklarını sorduklarını ve bu durumu hayretle karşıladıklarını görmekteyiz. Eskimiş giysileri yamadığım gören bir sahabe hanımı Hz. Âişe'ye şöyle demişti:

"Allah size onca imkânı vermişken, bundan yararlanmıyor, böylesine sıkıntılara katlanıyorsunuz!..." Hz. Âişe'nin cevabı şu oldu:

"Sen beni rahat bıraksana. Eskisi olmayanın, yenisi hiç olmaz."

Kısacası, Peygamber evinde sergilenen tavır, dünya nimetlerinde başkalarını kendine tercih, çile ve gayrette ise kendini öne sürme tavrıy­dı. Bunun, bütün peygamberlerin tavrı olduğunu Kur'an bize gösterdiği gibi, Son Peygamber de bu evrensel gerçeğe leke düşürmemek için akla gelebilecek en büyük titizliği göstermiştir,

Madde ve ruh alanlarında önder olan peygamberlerin, nimetleri baş­kalarına, zahmet ve çileyi kendilerine ayırmalarının adı Kur'an'da işardır, İsar, bizzat Kur'an'ın ifadesiyle, "başkalarının mutluluk ve rahatını, kendi mutluluk ve rahatına tercih etmektir."[103] İsarın bir davranış tarzı ve ahlak gerçeği olarak belirginleşmesi, İslâm düşüncesinde fütüvvet diye ifade edilmiş ve fütüvvetin en mükemmel temsilcisi olarak da Hz. Ali gösterilmiştir. Peygamberlerin ve peygamber­liğin ayırıcı niteliklerinden biri olan îsar ahlakı, insanoğlunun en güvenilir önder ve koruyucularının peygamberler olduğunu gösteren, sarsılmaz delillerden biridir. Kur'an, ardından gidilecek kişilerin, "davet için ücret istemeyen elçiler" olduklarını belirtir. [104]

Böyle bir çağrıyı üstlenen önderin iki niteliği vardır: îsar ve evvâhhk. Gerçekten de Kur'an, peygamberlerin nitelikleri arasında onların evvâhlıklarını da koymaktadır. Peygamberler tarihinin damga şahsiyetlerinden biri olan Hz. İbrahim'in kişiliğinde örnekfeştirilen evvâhhk, îsar ahlâkının psikolojik temelini vermektedir. îsar ise evvâhlığın sosyolojik görünüşüdür. Nedir evvâhhk? Evvâh; çok inleyen, ağlayan ve başkalarının dertleri yüzünden hep kederli ve bağrı yanık olan kişi demektir. Kıır'an'a göre, peygamberin bir niteliği de evvâh olmasıdır. O bütün insanlık için didinen, gam çeken bir evvâhtır.

İsar ve evvâhlığın gerektirdiği ahlâk ve davranışta temel prensip hep vermek ve hiçbir şey istememektir. İslâm düşüncesinde, Cüneyd el-Bağdadî tarafından, "cennete giden yolların en kestirmesi" olarak tanım­lanan bu tavır, günlük hayatta şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Önderin, hitap ettiği toplumdaki hayat seviyesinin en alt basamağında yaşaması. Hz. Peygamber ve onun Ehîibeyti'nin hayat düsturları bu olmuştur. İnsan ruhuna saltanat kuran düşünceler, ya doğrudan peygamber öğretisi, yahut da dolaylı olarak o öğretiden kaynaklananlardır. İnsanoğlu, yalnız ve yal­nız bu düşüncelere gönülden bağlı kaldı. Bunun içindir ki, bilim, sanat, teknik vs. gibi alanların, insanlığa birçok yenilik hediye eden dehaları, hiçbir zaman peygamberleri ikinci plana itemedi ve itemeyecektir. Anlaşılan odur ki, ehramları yapan deha Musa'nın, Roma dehası İsa'nın ve günümüzün göklere tırmanan ilim ve teknik fethinin babaları da Muhammed'in arkasında kalmaya ve onların erişilmez saygınlıklarını, gıpta ile seyretmeye mahkûmdurlar. Bu neden böyledir? Cevap, İsar ve evvâhlık gerçeğinde aranmalıdır. İnsanoğlu, peygamberlerin benlik­lerinde kendisi için feda olan bir ruh, bütün nimetleri başkalarına, bütün ıstırapları kendine ayıran bir gönül bulmaktadır. Bütün nimetleri başkalarına, bütün çileleri kendine ayırmak, peygamber tipini, hükümdar ve filozof tipinden ayıran temel özelliktir ve az önce sıraladığımız ilim, sanat ve teknik üstünlükler, işte bu özelliğe yenik düşmektedir. Kur'an bu niteliğe Yâsîn Suresi, 21.ayette dikkat çekmektedir. Bu özelliğin evrensel çapta sahibi bulunan Son Peygamber, insanoğluna verdiği onca hizmet karşılığında insandan yalnız hatırlanmak, yalnız sevgi beklemiştir. [105]

Son Peygamber'in, şuraya kadar belirtmeye çalıştığımız tavrı üzerinde, daha aydınlatıcı bilgiler vermek için kaydedeceğimiz bazı tablolar bize, konumuz için Hz. Âişe bahsinde de ilginç anekdotlar sunacaktır. İşte birkaçı: Hz. Âişe anlatıyor: "Ensardan bir kadın evimize gelmişti. Hz. Peygamber'in yattığı yatağı gördü. Birbirine dikilmiş iki deri parçasıydı. Kadın hemen evine gidip içi yün doldurulmuş bir yatak getirdi Hz. Peygamber için. Allah Elçisi eve geldiklerinde bu yatağı görüp ne olduğunu sordular. Ben, durumu anlattım. Hz. Peygamber, yatağın der­hal geri gönderilmesini emredip şöyle buyurdular: "Allah'a yemin ederim ki, ey Âişe, eğer ben istesem Ailah benim için şu dağlan altın ve gümüş haline getirir."

İçlerinde Hz. Âişe'nin de bulunduğu birçok sahabe bize haber veriyor­lar ki, Allah elçisi, bütün hayati boyunca hep maddî sıkıntı içinde olmuş­tur. Bunda şaşılacak bir taraf yoktur. Çünkü Hz.Peygamber ve Ehlibeyt'in aile reisi Ali, bütün zamanlarını İslâm'ı yaymak için didinmekle geçiriyorlardı. Kendileri için, aile ocaklarından kalan bir iki şey dışında tek gelir kaynağı, harp ganimetleri ve sadaka mallarından alacakları pay ola­bilirdi. Harp ganimetleri, Hz. Peygamber devrinde önemli bir yekûn tut­mamıştır. Kaldı ki gerek Hz. Peygamber gerekse Hz. Ali, akıl almayacak kadar cömert olduklarından ellerine geçen ganimet paylarını, kısa sürede yoksullara veya İslâm için çalışanlara dağıtıyorlardı. Bunları sakiayarak nemalandırmak veya ihtiyaçları için kullanmak yönüne asla git­memişlerdir. Sadakalara gelince, bunlara el sürmeyi, kendine ve aile fert­lerine bizzat Hz. Peygamber yasaklamıştır. Yığılmış zekât hurmalarından, bir tanesini ağzına koyan küçük torunu Hasan'ın ağzından o hurma tanesini kendi elleriyle çıkarıp torununu azarladığını biliyoruz. Hal böyle olunca, Peygamber evindeki günlük hayatın, maddî sıkıntılarla geçmesinde garipsenecek bir yan kalmaz. Yine sahabelerden öğreniyoruz ki, Hz. Peygamber bu dünyadan ayrıldıklarında, özel zırhı, birkaç ölçek buğday karşılığı, bir Yahudi tüccarda rehin bulunuyordu. Yıllarca onun hizmetinde bulunmuş Enes b. Mâlik anlatıyor: "Hz. Fâtima, Allah Elçisi'ne bir gün bir parça ekmek getirmişti. O, bu ekmeği yemiş ve şöyle demişti: 'Ey Patıma. Babanın ağzma üç günden beri ilk giren ekmek bu oldu."

Aişe, vefatlarından sonraki yıllarda bir gün ağlıyordu. Sebebi sorul­duğunda şu cevabı verdi: "Yemek yiyip karnınım doyduğunu hisset­tiğimde hep böyle ağlarım. Çünkü Allah Elçisi ve çektikleri aklıma gelir. O, peygamberler peygamberi, bazen aylar geçerdi de ekmekten bile doymazdı.[106]

Birkaç tablo ile örnekleştirmeye çalıştığımız maddesel sıkıntılar yönü buydu Peygamber evinin. Bu sıkıntılara katlanıyordu Aişe. Aişe ki baba ocağında çok itinalı bir şekilde beslenip büyütülmüş seçkin Mekkelilerden biridir. Ve bu seçkin aile kızı, çektiği onca sıkıntıya rağmen hep veren el olabilmiş ve gururundan asla fedakârlık göstermemiştir. Kaynaklar, onun hediye dahi kabul etmediğini belirtmektedir. O, daha değerlisi ile karşılık vermeyeceği bir hediyeyi asla kabul etmemiştir. Bir keresinde, Irak tarafından gelen ganimetler arasında çıkan bir inciyi, gazi­lerin de oluruyla ona göndermişlerdi. Hz. Aişe, devrin halifesi Ömer tarafından gönderilen bu inciyi almakla birlikte, şöyle demekte gecik­memiştir: "Rabbim, beni Ömer'in hediyelerini almak için yaşatma.

Hz. Âişe'nin cömertliği, sahabiler tarafından çeşitii vesilelerle dile getirilmiş ve herkesçe gıpta ile izlenmiş bir keyfiyet olarak karşımıza çık­maktadır. Esasen bu, bütün Peygamber evi sâkinlerinin ortak tavrıdır. Ancak, zengin ve itibarlı bir aile içinde yetişen Aişe Valide, bu peygam­ber huyuna çok daha rahatlıkla ve çok daha ileri boyutlarda ısınabilmiştir. Aişe Valide cömertliğine örnek olacak birkaç söz ve anekdot vererek bu konuyu aydınlatalım:

Sahabilerden biri şunu söylüyor: "Aişe çok cömertti. Onun yetmiş bin dirhemlik bir parayı, kendisini tanımasınlar diye, örtüsünün arkasına sak­lanarak dağıttığına şahit olmuşumdur." İslâm tarihinin en büyük kaynaklarından biri olan İbn Sa'd'da şu satırları okuyoruz: "Bir yerden, Peygamber evine gönderilen hediye iki torba parayı, hemen o gün yok­sullara dağıttı. Ramazandı. Akşam, iftar sofrasında çok basit şeylerin yer aldığını gören yardımcısı kadın, şunu söylemekten kendini alamadı: 'O dağıttığınız paranın bir tek dirhemiyle şu sofranıza çok güzel yiyecekler alabilirdiniz...'Âişe dinledi ve şu cevabı verdi: 'Böyle bir şey aklıma bile gelmedi.

Onun, Peygamber evindeki bu yücelik belirtisi tavrı, muazzez eşinin bu âlemi terk etmesinden sonra da aynen devam etmiştir. Biz onun, ken­disine kamu kaynaklarından bağlanan paranın, yıllığını birden alıp hemen dağıttığını biliyoruz. Ve biliyoruz ki, dünya malı adına sahip olduğu tek şeyi olan evini satıp parasını yoksullara dağıtmıştır. Tarihçi İbnül Cevzî onun bu niteliklerini şu cümle ile ifadeye koyuyor:

Sahabeler içinde ondan daha cömerti yoktu.[107]

Hz. Âişe'nin büyük ruh zenginlik ve asaleti, bir kadın olarak, ev içinde zaman zaaman kızgın ve incitici tavırlar takınmasını engellememiştir. Bu tavırların Hz. Peygamber'i, gerçekten üzenleri olduğunu da söylemek durumundayız. Ancak şunu da eklemek gerekir ki, bu üzüntü ve kırgın­lıklar çok kısa sürüyor ve aile içi huzur ve anlaşma, galibiyetini hemen koruyordu. Bir keresinde Âişe'nin odasına, gözlemesi için bir esir kon­muş, Âişe kadınlarla söze daldığından, esir fırsat bulup kaçmıştı. Hz. Peygamber içeri girip esirin kaçtığını görünce kızmış ve "Ne yaptın sen Âişe, ellerin kirilsin." demiş, ardından da evden çıkıp gitmişti. Döndüğünde eşinin ellerini birbirine sürterek hiddetli bir halde dolaşıp durduğunu gören Hz. Peygamber bunun sebebini sordu ve şu cevabı aldı: "Bana beddua ettiniz. Şimdi ben hangi elim kırılacak diye beklemektey­im." Hz. Peygamber, bu sözü duyunca üzüldü ve bedduasının hayırla sonuçlanması için dua etti.[108]

Kaynakların tetkiki gösteriyor ki eşler arası dargınlık hallerinde, Âişe'nin babası Ebu Bekir, bazen kızının lehine ağırlığını koyabiliyordu. Yine böyle bir müdahale sırasında Hz. Peygamber, bunalmış olacak ki, Ebu Bekir'e şöyle dedi: "Kızın Âişe yüzünden beni suçluyor musun, ey Ebu Bekir?" Bu sözdeki serzeniş gerçekten ağırdı ve Allah Elçisi'nin iyice rahatsız olduğunu gösteriyordu. Ebu Bekir bunu derhal anladı ve hatasının büyüklüğü altında ezildiğini göstermek için de elleriyle göğsüne, başına vurmaya başladı. Bu derin pişmanlığı gören yüce Peygamber, her zamanki gibi affını kullanarak şöyle dedi: "Ben bunu yapmanı istememiştim, ey Ebu Bekir."

Hz. Peygamber, insanların en mükemmeli, en iyi huylusu olarak dargınlık ve kızgınlıkları en kısa zamanda unutur ve anlaşmaya, tatlılığa çevirirdi. Eşini kızgın gördüğü zaman, tatlı sözlerle onu teskin eder, gön­lünü alırdı. Bir keresinde şöyle demişti Hz. Âişe'ye: "Ben senin, bana kızgın olduğun zamanla, benden memnun olduğun zamanı hemen anlarım. Kızgın zamanlarında yeminlerinde 'İbrahim'in Rabbine yemin ederim ki dersin. Oysaki memnun olduğun zamanlarda, 'Muhammed'in Rabbine yemin olsun ki...' diye söze girersin. Âişe Valide bu tesipiti doğruladı ve memnuniyetini ifade etti.

Allah Elçisi, Âişe'nin gençlik heyecanıyla izah edilebilecek birçok ti­tizliğine, duygusallığına, ilahî yumuşaklığı ve engin müsamahası ile yak­laşır, gerginlik belirten dakikaları, sahneleri bir sıkıntıya meydana verme­den ortadan kaldırırdı. Eşinin oyun, eğlence cinsinden makul isteklerine olumlu cevap verir, hatta zaman zaman bu oyun ve eğlencelere, kendisi de katılırdı. Kaynaklar, Rasûl'ün bazen Âişe'ye, güzel şark1 söyleyen şarkıcılar tavsiye ettiğini bile yazmaktadır. [109]

Hz. Âişe'nin de, muazzez eşine karşı tavrı, genelde buydu. Cömertlik, dostluk ve hizmetin en büyük temsilcisi Allah Elçisi, sık sık misafir getirirdi eve. Âişe bu misafirlere, memnunlukla yemek hazırlar, sofra kurardı. [110]

Hz. Peygamber-Âişe arası kırgınlık ve dargınlıklar bahsinde, Şiî kay­naklar tarafından  ısrarla öne  sürülen ve esas  gerçeklerden  biri  gibi savunulan husus, Hz. Âişe'nin Ehlibeyt'i sevmemesi, Ali'ye, Fâtıma'ya karşı olması şeklinde ifade edilebilir. Böyle bir iddiaya haklılık tanımak kolay değildir. Şunu hemen söyleyelim ki, kaynakların, Ehlibeyt, özellik­le Ali ve Fâtıma hakkında kaydettikleri en övücü sözlerden birçoğunun sahibi, Hz. Âişe'dir. Bir Peygamber hanımı ve sahabelerin ilk sıralarda gelen bilginleri arasında yer almış bir şahsiyet olan Hz. Âişe'nin, bazı kişisel kırgınlıklarım, Ehlibeyt gibi bir grubun yüceliğini inkâra sebep yapması düşünülemezdi ve böyle bir şeyin olmadığı da apaçıktır. Bugün, Ali-Fâtıma bahsinde, bu iki yüce şahsiyetin üstünlüklerini, İslâmî belge halinde ispata yarayan ve Peygamber sözü olarak kaydedilen beyanların sahibi, Hz. Âişe'dir. Onun, her nedense Ali'ye karşı kırgın ve soğuk bir tavır içinde olduğu kesindir, ama bu ne onun Ali'ye, ne de Ali'nin ona saygısına gölge düşürmüştür. O kendisine sorulan soruların birçoğunu cevaplamak için Hz.Ali'ye gönderirdi. Çünkü onun erişilmez ilmî gücünü takdir etmekteydi. Onların almış bulundukları Muhammed! terbiye, duy­gusal ve kişisel tutumların, evrensel gerçekleri ve yetenekleri inkârlarına asla müsaade etmez ve etmemiştir. Şuraya kaydedeceğimiz, Hz. Âişe kay­naklı birkaç söz, bu tespitimizin doğruluğunu göstermeye yeter kanısın­dayız. Diyor ki Hz. Âişe: "Allah Rasûlü katında insanların en sevimlisi Fâtıma ile onun kocası Ali idi." Ve "Allah Elçisi'nden sonra en mükem­mel insan, Fâtıma idi."[111]

Bu sözler de göstermektedir ki, Hz. Âişe, Ali'ye karşı soğukluk ve kırgınlığım Ehlibeyt'in kadrini inkâra asla vesile yapmamıştır. O, ruh ve bilgisinin büyüklüğüyle uyumlu olarak kişilerin haklarını ve gerçekleri oldukları gibi dile getirmekten geri kalmamıştır. Duygular ve hatalara gelince, bunlar insanın ayrılmaz parçalarıdır. Ve Hz. Âişe de hata etmiştir. Ve yaptığı hataları bizzat kendisi ifadeye koymuştur. Özellikle, Hz. Ali'ye karşı tavır alışından duyduğu pişmanlık çok derindir. Bize düşen, insan­ların kalplerinde dönüp duran şeyleri araştırmak değil, onların tarihe mâl olmuş şer'i şerife uygun söz ve tavırlarını esas almaktır. Bu ölçüde hareket ettiğimizde Âişe ile Ehlibeyt arasında kin ve çekişmenin varlığını kabul etmemiz mümkün olmamaktadır. Esasen, Allah Elçisi Hz. Muhammed'e sevgi ile, Ehlibeyt'e kinin bir gönülde birleşmesi İslâm gerçeğine ve yaratılış kanunlarına ters düşer. Ve biz, Hz. Âişe'nin Allah Rasûlü'nü, Allah Rasûlü'nün de onu sevdiğini kesinlikle bilmekteyiz. Bu tespit, bütün sahabe kadrosu için geçerlidir. Sonradan gelen bazı "gayretlilerdin sahabe yaftası yapıştırdıkları "müellefetül kulüp" ile, irtidat vs. gibi sebepler yüzünden sahâbelik vasfını yitirenlerin durumu, elbetteki istisnadır. Onlar, ister Âişe savunucusu, isterse Ehlibeyt müdafii olarak ortaya çıksınlar, esasta Muhammedi olan her şeye yabancıdırlar. Tek gayeleri, çıkarlarıdır.

Âişe-Rasûl beraberliğinde, tamamen duygusal planda kalan ve Hz. Âişe'nin genel tavır ve tespitlerine asla etki etmeyen bir nokta daha vardır. Bütün kaynaklarda dikkatimizi çeken bu nokta Hz. Âişe'nin, bir kadın, eşini sevgilerin en yücesiyle seven kadın olarak diğer Peygamber hanımlarına duyduğu kıskançlıktır. Hemen söyleyelim ki, insan gerçeği ve fıtrat kanunları karşısında bu keyfiyet bir kadın için eksiklik değil, meziyet ve fazilettir. Özellikle, kendisini sevmek Allah'ı sevmenin en emin delili olan Son Peygamber'le ilgili bir kıskançlık en büyük meziyetlerden biri olarak değerlendirilmelidir. Kıskanılan eşin, bundan zaman zaman şikâyetçi olması, hatta rahatsızlık duyması, bu gerçeği değiştirmez.

Konuyu bu şekilde belirledikten sonra, Hz. Âişe'nin, özellikle Hz. Hatîce söz konusu edildiğinde çok kıskanç bir hanım olduğunu söyleye­biliriz. Hatice bahsinde de görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, ilk eşi ve kader arkadaşı Hatice'ye daima en yüksek mevkii tanımış ve hiçbir eşine, ona  verdiği  değeri  vermemiş,  duyduğu  saygıyı  duymamıştır.. Onun erişilmez yeri ve değeri saklı kalmak şartıyla, Âişe Valide diğer bütün Peygamber hanımlarından önde gelmektedir: Bilgi, zekâ ve güzellik bakımından. Şunu da ekleyelim: Hz. Âişe, Hz. Peygamber eşleri içinde okuma-yazma bilen üç kişiden biri olarak da seçkindi. İleride de görüleceği gibi, Zeynep ve Hafsa Valideler, güzellikte onunla aynı çizgide görülmekle birlikte, Âişe Valide onları bu bakımdan da daima ikinci planda bırakmıştır. Hz. Peygamber, Hz. Âişe'nin bu seçkinliğini her zaman ifade etmiş ve daha uzun süre onunla birlikte olmayı yeğlemiştir. Çağrılı bulunduğu yerlere genellikle onunla gitmiş ve bazen, çağrıya olumlu cevap vermeyi, Âişe'nin de davet edilmesi şartına bağlamıştır. Âişe de bu sıcak ve sürekli ilgiye her zaman layık olmaya çalışmış ve daima karşılık vermiştir. Gece ve gündüz, normal zamanlarda ve seferlerde hep Allah Rasûlü'nün yanında olmuştur. Rasûl ile bütün ibadetlerde beraberdi. Onunla, namazlarının hemen tamamında beraber olurdu. Oruç, umre ve hac gibi ibadetlerde de Hz. Peygamberdin yanından ayn lmamıştır. Ramazan sonlarına doğru,, mutlaka itikâfa giren Allah Elçisi, hemen bütün itikatlarında eşi Aişe'yi de yanında aynı şeyi yapar halde bulmuştur.

Hz. Âişe'nin Allah Elçisi ile bu yakından ve sürekli beraberliği, diğer Peygamber eşlerince anlayışla karşılanmakla birlikte, zaman zaman onların şikâyetlerine de yol açmıyor değildi. Hatta, bir keresinde bu anneler birleşerek, Hz. Fâtıma'yı Hz. Peygamber'e göndermiş ve Âişe'ye gösterilen ilginin kendilerine gösterilmesini de istemişlerdi. Fâtıma, duru­mu Hz. Peygamber'e söylediğinde: "Sen de benim sevdiğimi sevmez misin?" sorusuna muhatap olmuş ve geri dönmüştü. Hanımlar bu kez, Peygamber katında itibarı olan bir başkasını, Peygamber eşi Ümmü Seleme'yi göndermişlerdi. Ümmü Seleme durumu Hz. Peygamber'e anlattığında o, şu cevabı vermiş ve bahsi kapatmıştır: "Ey Ümmü Seleme! Âişe konusunda beni daha fazla sıkıştırma. Bilirsin ki, ilahî vahiy bana hep onun barınağında inmektedir."[112]

Bütün bu seçkinlik ve itibar, Hz. Âişe'nin yüce Peygamber'e olan derin sevgisi yüzünden, yine de onu doyurmuyor ve diğer eşleri her fır­satta kıskanıyordu. Kaynaklar bu konuda bize açık ve ilginç bilgiler vermektedir. Birkaçını buraya alalım:

Faziletler âbidesi ve Allah Elçisi'nin gönlünde her zaman müstesna bir yerin sahibi olan Hz. Hatîce, öylesine çok anılır, öylesine çok sevilir ki Hz. Peygamber tarafından, onun ölümünden sonra Rasûl evine gelmiş bulunan Âişe, yine de Hatîce kıskançlığım derinden hisseder.

Buharı, eserinin tatavvu, farz olmayan ibadetler, İmam Mâlik ise gece namazı bahsinde bize şunu bildiriyorlar: Allah Rasûlü sık sık namazına kalkardı. Yine bir gece namaza kalkmışlardı. Hz. Âişe uyandığında Peygamberimizin odada olmadığını gördü ve onun öteki hanımların yanma gitmiş olduğunu düşündü. Kendisinin ifadesiyle buna çok kızdı ve hemen Peygamber'i aramaya koyuldu. Bir de ne görsün, Allah Elçisi gece karanlığında bir köşeye çekilmiş, secdeye kapanmış halde Allah'a yalvarmaktadır. Hz. Âişe, büyük bir pişmanlık duydu ve yerine döndü. Ne gariptir ki bu pişmanlık Âişe'nin, daha başka gecelerde yine aynı tavrı sergilemesine engel olmayacaktır.

Allah Elçisi eşini, sevgilerin en derini ile seven Âişe Valide zaman zaman sorardı: "Ey Allah Elçisi, cennette senin hanımların kimler ola­cak?" Yüce Peygamber tebessüm eder ve şöyle cevap verirdi: "Sen de onlardan birisin ey Âişe."

Hz. Âişe'nin, Allah Rasûlü'nü kıskanması bazen çok güzel latifelerin meydana gelmesine de sebep oluyordu. Ömrünün son yıllarına doğru bir gün, Allah Elçisi, eşiyle konuşuyordu. Âişe başının çok ağrıdığını söyle­yerek alnını ovdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Âişe, eğer sen benden önce ölürsen, seni kendi ellerimle yıkar, kefenler ve mezara indiririrm." dedi. Hz. Âişe şöyle konuştu: "Evet öyle. Bunu yapar, ardından da benim odama yeni bir hanım getirirsin." Hz. Peygamber bu sözden çok hoşlandı ve tatlı tatlı güldüler. [113]

Hz. Âişe, Peygamber eşinin, bütün sevgisini kendi üstünde toplamak isterdi. Bu, bir sevgi kanunu olduğu kadar, bir kadınlık tabiatıdır da. Bunun için o, sık sık kendi farklı yanlarını ifadeye koyar, diğer hanımlara üstünlüklerini sayıp dökerdi. Bir yerde şöyle diyor:

"Benim, öteki Peygamber hanımlarına on tane üstünlüğüm vardır.

1.  Evlendiği tek bakire hanım benim,

2. Anne-babası Muhacir olan tek eşi benim,

3. Allah benim doğruluğumu ilahî vahiy ile ispatlamıştır. (İfk olayı),

4. Cebrail  benim  resmimi  bir  kap  içinde  Peygamber'e  gösterip Bununla evlen demiştir,

5. Rasûl, bir tek kaptaki sudan yalnız benimle yıkanmıştır,

6. Ben önünde iken namaz kıldığı halde başka biri olunca kılmazdı,

7. Benimle birlikte olduğu zamanlarda ona vahiy gelirdi,

8. Ruhunu teslim ettiğinde başı benim kucağımdaydı,

9. En son cinsel ilişkiyi benimle kurmuştur,

10. Benim odamda defnedilmiştir."



[97] Siyeru A'tamu'n Nubelâ/Zehebî; Sireti İbn-i Hişam; Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetü'l Evliya; El-İsabe Fi temyizi Sahâbe/İbn-i Hacerü'l Askalani; Suverun Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Refat el- Başa, Beyrut/ty; Meşhur Kadınlar/Mehmed Zihni Efendi/Ter.Bedreddin Çetiner, İst/19823

[98] Ahzab: 33/6.

[99] Nedvî; Âişe, 267/268

[100] Taberî, 3/161 vd.

[101] Buharı, nikâh

[102] Tirmîzî. zühd; İbn Sa'd, J/981 vd

[103] Haşr: 59/9.

[104] Yâsîn: 36/21.

[105] Şûra: 42/23.

[106] İbn Sa'd, 1/390

[107] Ahkâmu'n-Nisa,43

[108] İbn Hanbel, 6/52

[109] Buharı, hüsnül muâşere

[110] Ebu Davud, edeb

[111] Ebu Nuaym; Hilye, 2/42; İbn Abdrabbih; el İkd, Fâtıma bahisleri

[112] Nesâî, nisa

[113] Buharı, marza
 


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Hadice üzerinde 03 Mayıs 2011, 18:33:07
Emeğine sağlık Sitretül Münteha kardeşim  ALLAH razı olsun...içim ürperek duygulanarak okudum inşaallah o peygambere yakışır şekilde ümmet oluruz..Rabbim onun al ve ashabının şefaatına nail eylesin cümlemizi..bizler buluyoruz birde eksik arıyoruz tatında tuzunda  halimize ne kadar şükretsek az.....

"Hz. Fâtima, ALLAH Elçisi'ne bir gün bir parça ekmek getirmişti. O, bu ekmeği yemiş ve şöyle demişti: 'Ey Patıma. Babanın ağzma üç günden beri ilk giren ekmek bu oldu."

Aişe, vefatlarından sonraki yıllarda bir gün ağlıyordu. Sebebi sorul­duğunda şu cevabı verdi: "Yemek yiyip karnınım doyduğunu hisset­tiğimde hep böyle ağlarım. Çünkü ALLAH Elçisi ve çektikleri aklıma gelir. O, peygamberler peygamberi, bazen aylar geçerdi de ekmekten bile doymazdı.[


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 15 Ocak 2015, 18:03:36
bu konuyu bilmiyordum ama güzel konu olmuş ALLAH razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Emirhan8a üzerinde 19 Mart 2015, 01:26:04
Bu sırada Hz. Peygamber (sav)'in yüzünde vahiy alâmetleri belirdi. 'Hz. Ebû Bekir, Rasûlüllah'ın başının altına bir yastık koyup üzerine çarşaf örterek beklediler. Vahiy tamamlanınca Rasûlullah terlemiş yüzünü örtünün altından kaldırarak: "Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahû Teâlâ seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu." deyip Kur'an'daki Nûr Suresinden, o an nazil olunan 10 ayeti okudu. Hz. Ebû Bekir hemen kalkıp kızı Âişe'yi başından öptü, "Kalk, Resulullah'a teşekkür et." dedi. Kendisi için ayet ineceğini aklından geçirmeyen Âişe şaşkınlık içinde: "Hayır kalkmam baba vallahi kalkmam. Allah'u Teâlâ'dan başkasına şükretmem. Çünkü Rabbim beni Ayet-i Kerîme ile methetti." dedi. Ama, çok sevindi, iftirada bulunanlar zamanla hakîr ve zelil oldular.
Paylaşım için teşekkürler ALAH razı olsun...


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Ceren üzerinde 19 Mart 2015, 11:57:55
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.Hz.Aişe hakkında bilmediğim bir çok şeyi öğrenmiş olduk.Ve müminlerin annesi olarak da bilinen Hz.Aişe Peygamber efendimizin eşi ,Hz.Ebubekirin kızı idi.İslam yolunda hizmet eden temiz ve dindar bir kadındı.Rabbim bizleri Hz. Aişenin yolunda gitmeyi nasip etsin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: İkraNuR üzerinde 21 Mart 2015, 11:39:19
bu konuyu bilmiordum sizin sayenizde bilinçlenmiş oldum. Teşekkür ederim. Allah sizlerden razı olsunn.


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Pelinay üzerinde 21 Mart 2016, 19:04:50
Hz. Aişe...
Rasulullahin kor dugum gibi seviyorum dedigi hanim,Muminlerin annesi,hem zekihem ifferli,ayni zamanda alime ve fakih.
Allah onlardan razi olsun.bizleri de seffatlerine mahar eylesin insallah.


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 21 Mart 2016, 19:59:02
Esselamu aleykum;
Peygamber efendimiz sav in hayatında bir sürü kadın olmuştur ve hepsine ayrı ayrı değer vermiştir...Hz.Hatice ilk eşi olmasına rağmen Hz.Aişe yi de sevmektir...Rabbim hayırlı eş nasip etsin inşallah herkese...


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: sultan aktay üzerinde 24 Mart 2016, 16:22:47
ve aleyküm selam
allah c.c paylaşım için razı olsun
beni bu konu hakkında bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim
peygamberimiz (s.a.v) efendimiz kadınlara saygılı davranmıştır


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Damla üzerinde 24 Mart 2016, 16:29:34
#Esselamu aleykum..Hz.Aişe de Allah a.c. yolunda kimselerdendi..Rabbim Allah yolunda olan kimselerden eylesin bizi inşAllah..Rabbim razı olsun..#


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: sultan aktay üzerinde 25 Mart 2016, 17:36:15
ve aleyküm selam allah razı olsun paylaşım için


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Büşra 8 üzerinde 25 Mart 2016, 18:20:48
Esselamun aleykum
Rabbim bze hz Aişe annemiz gibi olmayı nasip etsin amin


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Hatice 08 üzerinde 25 Mart 2016, 18:30:04
Bismillah
Allah cc.razı osun inşAllah emeğinize sağlık


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Aişe
Gönderen: Mehmed. üzerinde 24 Aralık 2018, 22:57:02
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun