> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Din ve Mezheb Eserleri > Fıkhi Mezhepler Tarihi > İmam Şafi ve Mezhebi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İmam Şafi ve Mezhebi  (Okunma Sayısı 2695 defa)
22 Ocak 2010, 20:21:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 22 Ocak 2010, 20:21:53 »



İmam Şafiî ve Mezhebi






İmam Şafiî (150 ?204h.)

Doğumu Ve Nesebi

Gençliği Ve Yetişmesi

İmam Mâlikin Himayesinde.

Vazifeye Tâyin Edilişi

Mihneti

Şafiî´nin İlme Tekrar Dönüşü.

Beytü´l-Harâm´â Gelîşî

Bağdad´a Tekrar Gelişi

Bağdad´tâ Kısa Bîr Îkâmeti

Şafiî Mısır´da.

Şafiî´nin İlmi

Îlme Yönelişi Ve Çağı

Şafiî´nin Şahsiyet Ve Karakteri

1- İdrâk Ve Hafıza Gücü.

2- İfade Gücü.

3- Basiret Ve Fîraseti

4- Îhlâsı

Şafiî´nin Görüşleri

Hilâfet Hakkındaki Görüşü.

Şafiî´nin Fıkhı

Şafiî Fıkhının Kaynakları

1, 2- Kîtab Ve Sünnet:

Şafiî´nin Sünneti Müdâfaası:

3- İcmâ´

4- Sâhâbîlerîn Sözleri

5- Kıyas.

Şafiî´nin Îstihsân´ı Îbtali

Şafiî´nin Usûl-İ Fıkıh Çalışmaları

Şafiî´nin Mezhebi

Şâfii Mezhebinde Tahric.

Şafii Mezhebinde Müctehîdler.

Şafiî Mezhebinin Yayılışı






İMAM ŞAFİÎ ve MEZHEBİ[1]

İmam Şafiî (150 ?204h.)



Hicri II. asrın son yıllarında Beytullah´ı ziyarete gidenler, tavaf sırasında etrafa göz atınca, esmer benizli ve boyu Uzuna yakın bir delikanlı ile karşılaşır, genç ve yaşlı talebeleri onun etrafında hal-kalanmış görürdü. Bu delikanlı onlara, fakîh ve muhaddislerden dinlemeye alışık olmadıkları bir üslûpla şer´î hakîkatları anlatıyordu. Irak gibi re´y fıkhının hâkim olduğu ülkelerden gelenler de, Medine gibi muhaddislerin fıkhının hâkim olduğu yerlerden gelenler de aynı durumla karşılaşıyorlardı.

Hac ibâdeti için ve bu arada hadîs bilgisini artırmak maksadıyla buraya gelen İmam Ahmed b. Hanbel, îmam .Şafiî´yi görmüş ve arkadaşı îshak b. Râhûye (Râhveyh)´ye: «Birinin dersini dinledim, ondan daha akıllı hiçbir kimse görmedim.» demiş ve onu alıp götürmüştür. Arkadaşı kendisine; İbni Uyeyne ve emsalinin hadîsini bırakıp bu delikanlıyı mı dinleyelim? diye sorunca Ahmed b. Hanbel şöyle cevap vermiştir: «Bu delikanlının aklından faydalanmazsan onun yerini tutacak başka birini bulamazsın. Âli hadîsi kaçırır-san, nazil hadîsi de kaçirmazsm ya!»[2].

îşte bu delikanlı îmam Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî el:Kuraşî´dir. Usûl-i Fıkıh ilmini kurup ilk önce tedvin etmek ve esaslarını açıklamak şerefine ulaşan odur. Kendinden sonraki nesiller, ilmi, ondan miras olarak almışlardır.[3]



Doğumu Ve Nesebi



Bütün rivayetler, İmam Şâfii?nin 150 H. yılında Gazze şehrinde doğmuş olduğunda birleşir. O, kıyas İmamı ve Irak fakîhlerinin başı olan İmam Ebu Hanîfe´nin vefat ettiği sene dünyaya gelmiştir. Bâzı yazarlar hayâle kapılarak, Şafiî´nin, Ebu Hanîfe´nin öldüğü gece doğduğu ve böylece yeryüzünün fıkıh İmamlarından hiçbir zaman hâli kalmadığı düşüncesini uyandırmak istemişlerdir. Böyle bir iddia, herhangi bir temele dayanmadığı gibi bir fayda da sağlamaz.

İttifakla rivayet edildiğine göre Şafiî´nin babası Kureyş kabilesine mensup olup Peygamber (S.A.V.)´in dedesi olan Hâşim´in kardeşi Muttalib oğullarına dayanır. Onun şeceresini tarihçilerin çoğu şöyle anlatır.- Muhammed b. îdrîs b. Abbas b. Osman b. Şâfi´ b. Sâ-ib b. Ubeyd b. Abdiyezid b. Hâşim b. Muttalib b. Abdimenaf. Bu silsilede alman Muttalib, Abdumenaf m dört. oğlundan biridir. Abdumenaf´uı oğulları şunlardı: 1 ? Muttalib, 2 ? Hâşim, 3 ? Abduşems ?Bu Emevîlerin dip dedesidir?, 4 ? Nevfel ?Bu da Cübeyr b. Mut´im´iri dedesidir?.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz´in dedesi^Abdulmuttalib´i yetiştiren, adı geçen Muttalib´dir. Muttalib oğulları hem câhiliye, hem de islâm çağmda Hâşim oğullarının yardımcısı idiler. Hattâ Kureyşli-ler, Mekke´de insanları Allah yoluna çağıran Peygamber´e yardım ettikleri ve Peygamber´e karşı kendilerini desteklemedikleri için Ha-şimîlerle bütün münasebetlerini kestikleri zaman, Muttalib oğulları Hâşimîlerle birlik olmuşlar, Şi´b[4] de yaşamışlar ve Hâşimîlere uygulanan zulüm ve işkenceye onlar ila aynı şekilde katlanmışlardır. Yalnız Uz. Peygamber´in amcası olan Ebu Leheb, bu boykot sırasında Kureyşlilere katılmıştır.

Bu sebeple Peygamber (S.A.V.), Muttalib oğullarına da Hâşim oğulları gibi ganimetten hisse ayırmıştır. Rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz, Hâşim oğullan gibi Muttalib oğullarına da ganimetten hisse verdiği zaman Umeyye ve Nevfel oğulları da aynı şekilde hisse talep etmişlerdir. Cübeyr b. Mut´im bu konuda şöyle bir rivayette bulunmuştur:

Peygamber (S.A.V.), Hayber´de elde edilen ganimetlerden Hâşim oğullan ile Muttalib oğullarına «Akrabalığı olanlarda ayrılan hisseleri verince ben ve Osman b. Affâri gidip; Yâ Resûlullah, dedik, onlar Hâşim oğulları olarak senin kardeşlerindir. Üstünlükleri inkâr, edilemez. Çünkü, Allahu Teâlâ, seni onların içinden seçmiştir. Ancak sen, Muttalib oğullanna da hisse verdiğin halde bizi bıraktın. Biz ve Muttaliboğulları akrabalık yönünden aynı derecedeyiz. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Çünkü onlar hem câhiliye, hem de islâmiyet devrinde bizden ayrılmadılar» ve iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek, «Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları bu bakımdan aynıdırlar» diye ilâve etti.

Şafiî´nin anası Yemenli olup Ezd kabîlesindendir. Kureyş kabilesine mensup değildir. Oğlunun yetişip olgunlaşmasında onun büyük bir payı vardır.[5]



Gençliği Ve Yetişmesi


Şafiî, Rureyşli bir babadan doğmuş, fakat beşikte iken onu kaybetmiş ve bu yüzden fakir olarak büyümüştür. Annesi, oğlunun ne-seb ve kendisini belki ihtiyaçtan kurtaracak olan hukukunun Ku-reyşlilerce tanınmayacak şekilde zayi olacağından korkmuştur. Bu sebeple oğlunu MekkeTdeki makamına sahip kılmak için gayret sar-fetmiştir. Hatîb Bağdadi, «Tarihu Bağdad» adlı eserinde Şafiî´ye dayanan bir senedle şöyle rivayet eder:

«Ben Yemen´de doğdum[6]. Anam, hukukumun zayi olmasından korktu ve bana; ailenin yanına gidip onlar gibi olman daha iyidir; çünkü ben nesebini kaybedersin diye korkuyorum, dedi ve yol hazırlığımı yaptı. Ben de Mekke´ye geldim. O zaman yaklaşık olarak on yaşımda idim. Bir akrabamın yanına indim ve ilim tahsiline başladım.»

Buna göre diyebiliriz ki: İmam Şâfii çocukluğunda, yüksek bir soya mensup olduğu halde fakir ve yetim çocuklar gibi yaşamıştır.. Yüksek soya mensup olan fakir çocuklar, gençlik çağlarında genel olarak bir eğitim bozukluğu olmazsa, soylarının tesiriyle yüksek işlere yönelirler. Şafiî´nin eğitiminde herhangi bir bozukluk veya gayri tabiîlik olmadığı için kendi özünden gelen bir insiyakla yüksek hedeflere yönelmiştir. Fakirliğine rağmen yüksek bir soya mensup oluşu, kendisini insanlara yaklaştırmış, cemiyete karışmasını sağlamış ve böylece içinde yaşadığı ortamın duygularına o da katılmıştır.

Şüphesiz bütün bunlar Şafiî´nin ruhunu içtimaî bir terbiye ile geliştirmiştir. Bu terbiye sayesinde O, insanlarla kaynaşmış, cemiyeti ve halkın duygularını yakından tanıyabilmiş tir. Çünkü cemiyeti yakından tanımak; toplumu ilgilendiren, toplumla ilgili muameleleri, toplumu´tanzim ve ferdler arasındaki ilişkileri sağlam esaslara göre tesis etmekle uğraşan kişiler için zarurîdir. Keza, şeriatı tefsir ve şeriatın hükümlerini çıkarıp ölçülerini ortaya koyma işi, cemiyeti yakından tanımayı gerektirir.

Şafiî´nin ruhunda yüksek işler yapma istidadı mevcuttu. Anası da oğlunu Gazze´den Mekke´ye gönderirken onu bu yola teşvik etmiş ve gerekli sebepleri hazırlamış, Şafiî de, ileride hedefine ulaşmıştır.

Şafiî, önce Gazze´de iken ilim tahsiline başlamış ve Kur´an-ı Ke-rîm´i hıfzetmiştir. Mekek´ye gelince de büyük hadis üstadlanndan Peygamberin hadislerini tahsile koyulmuştur. O, hadis-i şerifleri hem yazmak, hem de ezberlemek için büyük gayretler´ gösteriyordu. Hadîsleri elde ettiği şeylere yazıyordu. Bazan onları saksı üzerine, bazan da deri üzerine yazıyordu. O, hükümet konağına gidip öteki yüzüne yazı yazmak için kullanılmış kâğıt isterdi.

Henüz çocuk yaşta, iken tahsilini ilerletince, Arapçada derinleşmek cihetine gitti; böylece şehir ve kasabalardaki yabancılarla meydana gelen karışma yüzünden Arap dilini tahrip eden yabancı kelimelerin tesirinden kurtulmaya çalıştı. Bu maksatla Şafii, çöle gitti ve HUzeyl kabilesinin içinde yaşadı. O, bu konuda şöyle der: «Ben Mekke´den çıktım, çölde Hüzeyl kabilesinin yanma gittim. Bu kabilenin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım. MeMçe´ye döndüğüm zaman birçok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip oh ustum.»

İmam Şafiî çöldeki haber, rivayet ve şiirleri ezberlemiş, Hüzeyl kabilesinin şiirinde ihtisas sahibi olmuştur. Hattâ câhiliye ve ilk îs-lâm asrının sanat ve edebiyatını rivayet eden el-Asma´î der ki: «Huzeyl kabilesinin şiirlerini Muhammed b. İdris isimli bir Kureyş genci sayesinde düzelttim.».

Şafiî, çölde bulunan iyi şeylerin hepsini öğrenmiştir. O, Arapçayı öğrenip incelerken aynı zamanda ok atmayı da öğrenmiş; hattâ bu konuda en yüksek mevkii ihraz etmiştir. Öyle ki on defa ok atsa hepsim hedefe isabet ettirirdi. Onun, bâzı talebelerine şöyle söylediği rivayet edilir: «Benim için iki mühim şey vardı: Biri ilim, diğeri de ok atmak. Ok atmak hususunda onda - on isabet kaydedecek bir dereceye geldim.» İlim konusunda bir şey söylememiş, fakat hazır bulunanlardan birisi; «Vallahi, sen, qk atma maharetinden daha çok ilme sahipsin.» demiştir. Bundan anlaşılıyor ki İmam Şafii, çağının en üstün eğitimi ile yetişmiştir. Bundan sonra kendisini bütünü ile ilme verip Mekke´deki fakih ve muhaddislerden fıkıh ve hadis tahsil etmişti...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İmam Şafi ve Mezhebi
« Posted on: 19 Nisan 2024, 18:43:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İmam Şafi ve Mezhebi rüya tabiri,İmam Şafi ve Mezhebi mekke canlı, İmam Şafi ve Mezhebi kabe canlı yayın, İmam Şafi ve Mezhebi Üç boyutlu kuran oku İmam Şafi ve Mezhebi kuran ı kerim, İmam Şafi ve Mezhebi peygamber kıssaları,İmam Şafi ve Mezhebi ilitam ders soruları, İmam Şafi ve Mezhebiönlisans arapça,
Logged
22 Ocak 2010, 20:37:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 22 Ocak 2010, 20:37:27 »

Şafiî´nin İlmi


İmam Şafiî, insanların dikkatini aklı, ilmi ve belagatı ile kendi üzerine çekmiştir. Bağdad´ta iken, buranın fakîhleri ile yaptığı münazaralarda onların dikkatini üzerine çekmiştir. Bu sırada O, İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî´den ilim tahsil eden bir delikanlı idi. Beytu´l-Harâm´ı hac maksadıyla ziyarete gelen ve Uz. Peygamber´in hadîslerini hayatta bulunan tabiîlerden öğrenmek isteyen bilginlerin dikkatini çeken yine Şafiî idi. O, ikinci olarak Bağ-dad´ı, ulaşmış olduğu ilmin semereleriyle doldurmuştur. Şafiî, Beytu´1-Harâm´da iken İslâm hukukunun esaslarım, usûl-i fıkıh kaidelerini tesbit ediyor ve âlimlerin re´ylerini görülmemiş bir şekilde karşılaştırarak inceliyordu. O, daha sonra Mısır´a gelmiş ve buradaki insanları, geniş ilmi ile kendisine çekmiştir. Gerçi Mısır*daki-lerin de kendilerine göre bir .üstünlükleri mevcuttu.

Şafiî´yi ilim tahsil ettiği hocaları övmüş, kendisiyle münakaşa eden arkadaşları ona hoca muamelesinde bulunmuş ve öğrencileri onun çok zengin ilim mirasını gelecek nesillere aktarmışlardır.

Hocası İmam Mâlik, Süfyan b. Uyeyne ve Müslim b. Halid ez-Zencî, onun akli gücünü övmektedir. Abdurrahman b. Mehdi, Şafii´nin «Usûl» hakkındaki «er-RisâIe»sini okuduktan sonra: «İşte bu, gerçekten anlayışlı bir delikanlıdır.» demiştir. Şafiî´nin talebelerinden Muhammed b. Abdülah b. el-Hakem de şöyle demektedir. «Şafiî olmasaydı beri, bir kimseyi nasıl reddedeceğimi öğrenemezdim. Bildiklerimi hep onun sayesinde öğrendim. Bana kıyası öğreten o rahmetlidir. O, sünnete bağlı, her türlü fazilete, keskin ve açık bir dile, sağlam bir kafa ile üstün bir akla sahipti.»

Talebesi Ahmed b. Hanbel de şöyle der: «Peygamber (S.A.)´den şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: «Allahu Teâlâ, bu ümmetin dî nini doğru olarak uygulamak için her yüz yılda bir şahıs gönderir.» Birinci yüzyılın başında bu şahıs Ömer b. Abdilaziz olmuştur. İkin ci yüzyılın başında da bu şahsın Şafiî olacağını umuyorum.»

İşte bu ilim adamlarının şahadetleri, İmam Şafiî´nin ilim, fazilet ve üstün bir kavrayışa sahib olduğunu açıkça göstermektedir. Gerçekten Şafiî, kendisini böyle yüksek bir mevkie getiren ilim vasıtalarının hepsine sahipti. O, Kur´an ilmini, Kur´an´m mâna, gaye ve sırlarını hakkıyla öğrenmişti. Bir talebesi şöyle der: «Şafiî tefsire başlayınca, Kur´an´ın inişine şahid olmuş gibi davranırdı. Şafiî, Hadîs ilmini de hakkıyle elde etmişti. O, Mekke´de bulunan tabiîlerin hayatta olanlarından birçok hadîs rivayet etmiş ve ilk hadîs kitabı olan el-Muvatta´ı da bizzat İmam Mâlik´ten okumuştur. îmam Muhammed´den tahsil gördüğü sırada, Iraklıların ilmine sahip olmuş ve bu ilmin de râvîleri arasına katılmıştır.

Bununla birlikte Şafiî, re´y´e dayanan fıkhı da tehsil etmiş; fıkıh, kıyas ve nesh´in kaide ve prensiplerini vaz´etmiştir.

O, ?Allah kendinden razı olsun? her çeşit ilmin öğrenilmesini ister ve şöyle derdi: «Kur´an ilmini öğrenenin kıymeti yükselir. Hadîs ilmini öğrenip yazanın delil getirme gücü artar, fıkıh öğrenen kimsenin şerefi yükselir, dil üzerinde çalışanın duyguları incelir, matematik tahsil edenin görüşü artar ve nefsini koruyamıyanın ilmi kendisine hiçbir fayda vermez.»[18]



Îlme Yönelişi Ve Çağı


Şafii, akranı arasında en yüksek seviyeye ulaşmak için genç yaşta ilme yönelmiş ve ilmin her türlü imkânları içerisinde yetişmiştir. Çünkü O, Mekke´de oturuyordu. Bu sırada, tabiîlerden hayatta olanlar vardı. Beytü´l-Harâm´m civarında oturmayı tercih eden Abdullah b. Abbas´ın medresesi burada idi. Biraz büyüyüp delikanlılık çağına ulaşınca Peygamber şehrinin İmamı olan Mâlik´in yanına gelmiş ve dokuz yıl ondan ayrılmamıştır. Bu zaman, honı hocası için, hem de talebesi için en verimli yıllar olmuştur. Şafiî, ömrünü ilimden başka bir yerde harcamamıştır. Ancak kısa bir zaman vazife almış ise de, şevkle ve bütün şerefin ilme ait olduğunu kavrayarak, tekrar ilme dönmüştür. Kur´an ve Sünnet ilmini ve fakîh-lerin ihtilâflarını incelemeye başlamış ve bunlar için hakikati bildirecek ölçüler koymuştur. Önce dersine Beytu´l-Harâm´da başlamış, nihayet ilim dağarcığı dolunca Bağdad´a gitmiştir. Bağdad´ta da dersi için başka bir kürsüye sahip olmuştur. Bağdad kendisini sıkmaya ve bazı çevreler hoşuna gitmeyen bir takım ilmi görüşlere tkassup göstermeye başlayınca Şafiî, Mısır ülkesine gitmeye karar vermiştir, îşte bundan sonradır ki İslâm âleminin çeşitli felâketlerle karşılaştığı anlarda güzel Mısır´ımız, Doğu ve Batı âlimlerinin sığmağı haline gelmiştir. O çağlarda âlimler, emniyet ve hUzura kavuşmak için memleketlerinden ayrılmak zorunda kalmışlar, aradıkları emniyet ve hUzuru da ancak Mısır´da bulabilmişlerdir.

Şafii´nin bütün hayati; dehâ derecesinde bir akıl, sağlam bir kalem, belâgatli ve tasvir gücüne sahip bir dil ile ilim uğrunda geçmiştir.

Şafii´nin içinde yaşadığı çağ, ilimlerin geliştiği, tedvin ve telifin başladığı, her ilmin esaslarının konduğu bir çağdır. Bu çağ da Arap dili tedvin ediliyor ve esasları konuyordu. Ebu´l-Esved ed-Duelî´nin ardından gelenler, nahiv ilminin esaslarını koymaya başlamışlardı. el-Aşma´î ve diğerleri, şiir rivayetlerini tesbit ve naklediyorlardı: Halil b. Ahmed, Arap şiirinin nağme ölçülerini ifade eden «ArUz» ilmini koymuştu. Câhız, dikkatleri edebî tenkit usûllerine çevirmişti. İşte bütün ilimler böyle gelişiyordu.

Âlimler, hadîslerin çeşitli kaynaklarından toplanmasına yönelmişti. Hadîs´in rivayet bakımından doğru olup olmadığını, râvîler (rical) ve metni itibariyle Peygamber (S,A.)´e nisbet bakımından elverişli bulunup bulunmadığını tesbit için esas ve ölçüler konmaya başlanmıştı.

Fıkıh konusunda da çeşitli ekol (medrese)´ler kurulmuştu. Mekke ekolü, Abdullah b. Abbas´ın görüşlerini; Medine ekolü, Ömer b. el-Hatlâb, Zeyd b. Sabit, Osman b. Affan, Ali b. Ebî Tâlib ve Peygamber (S.A.V.)´in ilmini kendilerinden sonrakilere olduğu gibi aktaran diğer bilgin sahâbîlerin fıkhını naklediyordu. Fıkıh, tedvin edilmeye başlanmıştı. Meselâ, İmam Mâlik, kendi fıkhını ve rivayet ettiği hadisleri, talebeleri vasıtasıyla nakledilen sahâbîlerin fetvalarını içine alan «el-Muvatta» adlı eserini tedvin etmişti. İmam Muhammed b. el-Hasen, Irak fıkhım tedvin etmiş ve bu fıkhın fürû´unu inceden inceye yazmıştı. İşte Şafiî, bütün bunlardan faydalanmıştır.

Burada söylenmesi gereken bir husus daha vardır ki o da çeşitli îslâm fırkalarıdır. Her fırka, kendi görüşlerini savunup yaymaya başlamıştı. Mu´tezilîler kendi görüşleri uğrunda mücâdele ediyorlar ve İslâmiyeti kendi açılarından savunuyorlardı. Şiîlerden îma-miyye, Zeydiyye ve sair siyasî fırkalar da böyle idiler. Kısaca bu çağ, mücadele ve münazara çağı idi.

Şâfü, bu fırkaların çoğundan memnun değildi. O, ne Mu´tezili-lerin, ne Şiilerin ve ne de Hâricilerin yolundan gitmiştir. Şüphesiz O, içinde yaşadığı çağın metod bakımından etkisinde kalmıştır. Onun çağı mücadele ve münazara çağı idi. Bu itibarla Şafiî de, büyük bir mücadele ve münazara gücüne sahipti. O, mücadele ve münakaşalarında bâtılı nasıl yıkacağını ve hakikati nasıl ortaya çıkaracağını biliyordu.

Şafiî, hadisi savunmak için Mu´tezilîlerle bilfiil mücadele etmiştir. Yâni, Basra´da bulunan bir gurup, mütevâtir olmayan hadîsleri delil olarak kabul etmiyordu. Şafiî, bunlara karşı mücadeleye girişmiş ve Resülüllah´ın Sünnetini savunmuştur. Bu konudaki mücadelelerini «el-Umm» adlı kitabında anlatan Şafiî, gerçekten «Sünnetin koruyucusu» unvanına hak kazanmıştır.

Şafiî´nin çağında Yunan, Fars ve Hint dillerinden çeşitli ilimler Arapçaya terceme edilmiştir.. Bu tercemelerle o çağda birçok ilimler yayılmıştır. Şafiî´nin bu ilimlerden Uzak kaldığını sanmıyorUz.. Belki O, bu ilimlerden cedel ve münazara ile ilgisi nisbetinde faydalanmıştır. Ne olursa olsun, Şafiî´nin fıkhî görüşlerinde bu ilimlerin herhangi bir etkisi yoktur. Çünkü, Şafiî´nin fıkhî görüşleri tamamen İslâmî kaynaklardan gelmektedir. Hattâ.O, nass´lara bağlılıkta son haddine varmaktadır. Çünkü O, nass´lara dayanmayan her içtihadı iptal etmektedir. Bu hususu, ileride, inşaallah, kısaca açıklayacğız.[19]



Şafiî´nin Şahsiyet Ve Karakteri


Allh, İmam Şafiî´ye çağdaşları arasında ilim, ahlâk, din ve içtimaî mevki´ bakımından onu yücelten birçok sıfatlar ihsan etmiştir.[20]



1- İdrâk Ve Hafıza Gücü


Şafiî, ilmî idrâk yönünden çok kuvvetli idi. Öyle sağlam bir hafızaya sahipti ki, îmam Mâlik´in «el-Muvatta´» ını okuyup hıfzetmişti. Onu, İmam Mâlik´in rivayet ettiği şekilde ezberden okurdu. Hattâ Şafiî, el-Muvatta´ı İmam Mâlik´le karşılaşmadan önce hıfzetmişti. Bu sağlam hafızasının yanında Şafii, hazircevaplı bir şahsiyetti, ihtiyaç duyduğu zaman bildiklerini rahatlıkla anlatırdı. O, fikri hiçbir tutukluk göstermezdi. Olayların altında kalmaz, aksine incelediği mes´eleleri düşüncesiyle aydınlatırdı. Onun önünde hakîkat-lar kendiliğinden açığa çıkar ve bunların mantik´ı doğru olarak belirirdi. O da, i bu mantık sayesinde gerçeklere nüfuz ederdi.

Şafiî derin bir düşünceye sahip olup mes´elelerin dış yüzünü incelemekle yetinmez, aksine onların derinliklerine inerdi. O, son derecede anlayışlı ölüp hakîkata tam olarak ulaşıncaya kadar hiçbir noktada duraklamazdı. Hadisler ve bunlarla ilgili hükümleri tetkik ederken, onları belli prensiplere bağlamaya çalışırdı. Onun araştırmaları külîî neticelere ulaşmak.içindi. O cüz´iyyatla yetinmezdi. İşte böyle külli neticelere yönelişinin sonunda, Şafiî, usûl-i fıkıh ilmini kurmuştur:[21]



2- İfade Gücü


Şafiî, konuşurken güçlü ve açık bir. ifadeye sahipti. O, dilinin fesahati, ifadesinin belagatı ve kalbinin kuvvetli oluşu yanında, derin tesirli bir sese sahipti. O, ifadeleriyle bir ş...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

22 Ocak 2010, 21:40:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 22 Ocak 2010, 21:40:03 »

Şafiî´nin Îstihsân´ı Îbtali


İmam Mâlik: «İstihsan, ilmin onda dokUzudur.» demişti. İmam Şafii de; «Kim istihsan yaparsa o, şeriata yeni bir ilâvede bulunur.» demiştir. O halde büyük bir İmamın değer verdiği ve aynı İmamın büyük bir talebesinin tanımadığı istihsan nedir? Mâlikîler, İmam Mâlik´in dilindeki istihsânı, masâlih-i mürseleyi almakla tefsir ederler. Masâlih-i mürsele de, şeriatin hükümlerine uygun düşen ve hakkında müsbet veya menfi bir nass bulunmayan maslahatlardır. İsterse bu maslahatlar, kıyas konusu olsun isterse olmasın. Eğer kıyas konusu olursa, bâzı Mâlikîler buna özel olarak «istihsan» adım verirler.

Kısaca, İmam Mâlik´in dilindeki istihsânm tefsiri, nass bulunmayan yerde şeriatın hükümlerine uygun olan maslahatı almaktır. Şafiî bu istihsânı kesin olarak reddetmiş ve "bu konuda şu delilleri ileri sürmüştür:

1 İstihsânı kabul etmek, bâzı meselelerin hükmünü şeriat beyan etmemiştir, demek olur. Halbuki Allah Kur´an´da: «İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?»[49] buyurmaktadır. Buna göre apaçık bir nass veya ona hamledilen bir kıyas bulunmaksızın meselenin hükümsüz bırakılması, insanın başıboş bırakılması demektır. Bu ise bâtıldır.

2 İtaat yalnız Allah´a ve O´nun Resulü´nedir. Hüküm de yalnız Allah´ın indirdiği iledir. Bu ise ya nass´m hükmü ile olur veya nass´a hamletmekle.

3   Peygamber (S.A.), fıkhî hükümleri istihsâna dayanarak açıklamamıştır. Uz. Peygamber, kendisine bildirilmeyen meselelerde vahyin gelmesini beklerdi. Eğer bir kimsenin istihsân ile hüküm vermesi caiz olsaydı, kendiliğinden konuşmayan Peygamber (S.A.)´-in istihsân ile hükmetmesi gerekirdi.

4 Peygamber (S.A.), sahâbîlerin istihsanları ile verdikleri hükümleri hoş karşılamamıştır. Meselâ, sahâbilerin bir ağaca sığınan kimseyi ağacı yakarak öldürmelerini kınadığı gibi, kılıç korkusu ile, Allah için müslüman oldum, diyen başka bir şahsı öldürmelerini de Peygamber (S.A.) hoş görmemiştir.

5   İstihsânın belli bir ölçüsü ve kaidesi yoktur. Bu ise ihtilâfa ve başıboşluğa sebep olmaktadır. Böylece herkes kendi arzusuna göre hüküm vermektedir.Kıyas, böyle değildir. Çünkü kıyasın başvuracak bir kaide ve esası vardır. O da, kıyasa esas teşkil eden nass´dır.

6   Maslahat hükmünde olan istihsân makbul olursa, şeriatı bilen de bilmeyen de onu kabul eder. Çünkü maslahatın bulunup bulunmadığım her ikisi de anlayabilir. Hattâ sanat erbabı, maslahatın bulunup bulunmadığını âlimlerden daha iyi bilirler.

Fakat bu noktaya şöyle bir cevap verilebilir: Maslahata dayanarak hüküm vermeyi kabul edenler, maslahatın şeriatça tanınmış olan maslahatlar cinsinden olmasını şart koşmuşlar ve hakkında nass bulunmayan konularda maslahata göre hüküm vermişlerdir. İşte bunların hepsini gözönüne alıp değerlendirecek olan kimsenin, ancak şeriatın kaynaklarını ve tanımış olduğu maslahat çeşitlerini bilen bir ilim adamı olması gerekir.

Hulâsa, İmam Şafiî, yukarıda anlattığımız delilleri el-Umm ve er-Risale adlı eserlerinde ileri sürerek, istihsânı reddetmiştir.[50]



Şafiî´nin Usûl-İ Fıkıh Çalışmaları



Şafiî´nin çağı gerçekten İslâm´ın ilim çağıdır. Âlimler, bu çağda ilimleri tedvine ve ilimlerin esaslarını tesbite yönelmişlerdir. Bu çağda Basra ve Küfe ekolleri, nahiv kaidelerini koymuş; Halil b. Ah-med, arUz ilmini meydana getirmiş ve Câhız, edeb´î tenkit usûlünü tesbite çalışmıştır.

Bu durumda şüphesiz fıkhın da istinbat kaideleri tesbit edilmeli idi. İmam Şafiî, fer´î hükümleri ihtiva eclen, tedvin edilmemiş olmakla beraber, fakîhlerin istinbat esnasında tutmuş oldukları esasları gösteren fıkhî bir mirasa kavuşmuştur. O, çeşitli fıkıh ekolleri ile karşılaşmıştır. Meselâ, içinde yetiştiği Mekke ekolü, daha sonra gelmiş olduğu Medine ekolü ve kendisini sinesine çeken Irak ekolü burada anılmayı değer. Şafiî, bütün bu ekollerin içinde yaşamış ve bunlann hem ittifak, hem de ihtilâf ettikleri meseleleri incelemiştir.

Bu ekollerin ihtilâf ettikleri konular üzerinde bir hüküni verebilmek için bunların fıkıhda kullandıkları ölçüleri, görüşlerinin sakat ve sağlam yönlerini veya bunların en azından hakîkata yakın olanlarını bilmek gerekiyordu. İşte bu konuda sağlam metodu tâyin eden ölçüler, usûM fıkıh ilmini doğurmuştur.

Şafii´yi, bu yükü omUzlamaya sevkeden ve kendisini buna ehil gösteren âmiller vardır-.

a) Şafiî, Arap dilini tam olarak ve ihtisas derecesinde biliyordu. Hattâ çağdaşı olan Câhız, fakîhler arasında Şafiî gibi Arap dilini bilen bir kimse bulunmadığını söylemiştir. Öyle ki Şafiî, bu sayede Kur´ân´ı anlamak ve Kur´ân´daki lâfızların delâlet bakımından derecelerini bilmek için gereken kaideleri koyabilmiştir.

b) Şafiî Sünneti biliyordu, yâni Sünnetin rivayetlerini hıfzetmiş, sahihlerini kavramış; hem Irak, hem de Hicaz´da bilinen bütün hadîsleri öğrenmişti. İşte bu sayede O, hadîslerin çeşitlerini, hükümleri isbat bakımından kuvvet derecelerini açıklamış, istidlal mümkün olan veya caiz olmayan hadîsleri tâyin edecek ölçüleri keşfedebil-mistir.

c) Şafii, İmam Mâlik´in el-Muvatta´mı ezberlemiş, bu eseri çeşitli yönlerden incelemiş ve diğer bütün ekollerin fıkhını öğrenmişti. Bu arada sahâbîlerin görüşlerini, ittifak veya ihtilâf ettikleri fıkıh meselelerini biliyor ve ihtilâf ettikleri meseleler arasında orta­ya koyduğu ölçülere dayanarak tercihlerde bulunuyordu.

d) Şafiî, küllilere yönelen.ve cüz´îler içinde dolaşıp durmayan ilmî aklı sayesindedir ki, hüküm istinbatı sırasında uyulması gereken mevcut görüşleri ölçüp tartarak, bunların sağlam ve sakat olanlarını tanımak için kıstas teşkil eden umumî kaideleri ortaya koy­ma bakımından çağındaki fakîhlerin en kudretlisi idi.

İşte Şafiî, kendisini ehliyetli kılan bu âmiller ve kendisinden önceki ekollerin meydana getirdiği fıkhî mirasın hazırladığı imkân sayesinde usûl-i fıkıh ilmini kurmuştur.

Şafiî kurduğu bu ilmi veya tesbit ettiği usûl-i fıkıh kaidelerini iki maksatla kullanmıştır:

1 Bu kaideleri sağlam (sahih) görüşleri tanımak için bir ölçü olarak kullanmıştır. O, İmam Mâlik´in, Iraklıların ve îmam Evzâî´nin görüşlerini bu ölçülere göre değerlendirmiştir.

2 Yeni hükümleri çıkarırken, bu kaideleri uyulması lâzım gelen külli bir kanun olarak kabul etmiş ve kendisi bundan ayrılmamıştır, îmam Şafiî, bu kaidelerle hem amelî, hem de nazarî bir yol tutmuştur. Yani O, tasavvur ve faraziyelerin içinde boğulup kal­mıyor, birçok meseleleri bir disipline bağlıyor ve sımsıkı sarılmak gereken metodun bu olduğunu söylüyordu.

İmam Şafiî´nin kıyası sadece tarifle değil, aynı zamanda misallerle açıklamasını sağlayan şey, belki de, kaideleri tesbit ve tatbik bakımından tutmuş olduğu bu yoldur.

Şafii´nin tekbaşma kendisini istinbat kaidelerini tesbite sevkeden bu amelî yönden çalışması, fıkhı, usûl ve kaideler üzerine oturan bir ilim haline getirmiş ve onu yalnız fetva, hüküm, vâki olan veya vâki olması farzedilen cüz´î meselelerin çözümünü içine alan bir mecmua olmaktan çıkarmıştır.[51]



Şafiî´nin Mezhebi



İmam Şafiî´nin mezhebi iki devreye ayrılır:

1 Bağdad´ta yaymış olduğu mezheb: Bunu Za´ferânî[52] rivayet etmiş olup Şafiî´nin Bağdad´ta yazmış olduğu kitapları içine alır. Bu kitaplar da-, er-Risâle ?usûl hakkındadır?, el-Umm ve el-Mebsut´dur.[53] Bunları Za´ferânî Şafiî´nin imlâsı (yazdırması) ile tedvin etmiş ve Bağdad´ta talebelerine okutmuştur. Za´ferânî bu kitapları, 260 Hicrî yılında ölünceye kadar - okutmaya devam etmiştir Halbuki İmam Şafii, Mısır´da görüşlerinin bir kısmını değiştirmiştir

2 199 Hicrî yılında Mısır´a geldikten sonra yazdığı mezheb Şafiî, Mısır´a gelince Irak´ta yazmış olduğu kitaplarını yeniden gözden geçirmiş ve bâzı kısımlarını değiştirmiştir. Bu kitaplarından bi risi er-Risâle, diğeri de el-Mebsut´dur. O, bundaki görüşlerini yeni den incelemiş, bâzı görüşlerinden vazgeçmiş ve bâzılarında da ısraı etmiştir. İfadesinde iki çeşit görüşe ihtimal veren kısımları kesin biı şekle kavuşturmuştur. Halbuki Şafiî, daha önce bâzı meselelerir iki türlü halledilebileceğini söylerdi. Yeni mezhebine göre O, bu iki şekilden birini tercih etmiş veya her ikisinden vazgeçmiş, yahut üçüncü bir çözüm şekli ortaya atmış, veyahut daha önce bilmediğ: bir hadîs´e vâkıf olduğu için önceki görüşünün her ikisinden de vaz geçmiş, ya da hatırına gelen yeni bir kıyasa dayanarak birini ötekine tercih etmiştir.

Şafiî´nin sonraki görüşlerine göre yazdığı yeni kitaplarını Rabi b. Süleyman el-Muradî el-Müezzin[54] rivayet etmiştir. Şafiî´nin kitaplarını Mısır´da nakleden bu zattır. İslâm âleminin her tarafından Şafiî´nin kitaplarını okumak için onun yanına gelenler vardı. Rabf b. Süleyman, 270 H. yılında ölmüştür.

Şafiî, Mısır´da yazdığı kitaplarla Bağdad´ta yazdığı kitapları neshetmiştir. O, «Bağdad´ta yazdığım kitapları benden kimsenin rivayet etmesine cevaz vermiyorum.» demiştir.

Demek ki Şafiî, eski fikirlerini yeni fikirleriyle neshetmiştir. İsterseniz, Şafiî eski kitaplarını yeniden düzelterek kaleme almış ve bunlar yeni kitaplarını teşkil etmiştir, diyebilirsiniz ki, bu, daha doğru olur.

Şafiî´nin eski kitaplarında, yeni kitaplarında olduğu gibi, ba-zan bir konu üzerinde çeşitli görüşler yer alır. Bilhassa bunlar kıyas meselelerine aittir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes