> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Din ve Mezheb Eserleri > Fıkhi Mezhepler Tarihi > İmam Malik ve Mezhebi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İmam Malik ve Mezhebi  (Okunma Sayısı 4702 defa)
22 Ocak 2010, 21:48:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 22 Ocak 2010, 21:48:05 »



İmam Mâlik ve Mezhebi







İmam Mâlik(93 ?179 H.)

Soyu, Doğumu Ve Gençliği

İlim Tahsîlî

Îlim Tahsîlîndekî Gayreti

Tahsil Ettiği İlimler.

Hocaları

Medine´de Re´y Fıkhı

Îmam Mâlikin Ders Vermeye Başlayışı

Ders Verme Usûlü.

İmam Mâlikin Şahsiyet Ve Karakteri

1- Hafıza Ve Zekâsı

2- Sabır Ve Tahammülü.

3- Îhlâsı

İmam Mâlik Ve Kadılar:

4- Firaseti

5- Heybeti

İmam Mâlikin Yaşayışı Ve Geçim Kaynağı

Hükümdarlarla Îlişkisî

Mihneti

Vefatı

Görüşleri

İman Meselesi

Kader Meselesi

Kebîre Meselesi

Kur´ân-I Kerîmin Yaratılmış Olup Olmaması Meselesi

Kıyamet Günü Allah´ın Görülüp Görülmemesi Meselesi

Siyaset Ve Hilâfet Meselesi

İmam Mâlikin Fıkıh Ve Hadîsi

Kitab.

Sünnet

Medînelîlerin Amelî

Sahâbî´nin Fetvası

Kıyas, Îstihsan Ve Masâlîh-Î Mürsele.

Seddü´z-Zerâyi´

Eserleri

El-Muvatta´ Adlı Eseri

Mâliki Mezhebi´nin Gelişmesi Ve Yayılışı

Mâlikî Mezhebinin Yayıldığı Yerler.





İMAM MÂLİK ve MEZHEBİ[1]

İmam Mâlik(93 ?179 H.)



Irak´ta Küfe Mescidinde Ebu Hanife´nin ders halkaları vardı. Onun etrafını, metod ve istinbat ettiği fer´î fıkıh meselelerini gelecek nesillere nakleden talebeleri sarmakta idi. Fıkhî görüşleri talebeleri tarafından gelecek nesillere nakledilen en eski fakih, belki de odur. Buna muvazi olarak Medine´de de başka bir ders halkası vardı. Bu halkayı başka bir İmam teşkil ediyor, onun etrafını da fıkıh ve hadis öğrencileri sarıyordu. O, ders halkasını, Peygamber (S.A.) in Mescidinde teşkil etmeyi ve aynı zamanda Emîru´l-Mü´minîn Ömer b. el-Hattab´ın, müslümanlann dâvalarını halletmek ve devlet işleri­ni düzenlemek için oturduğu yerde oturmayı tercih etmişti. Hicrî II. yüzyılın II. yarısında Peygamber´in Mescidine girenler burada yaşlı, top sakallı, kumral yüzlü, Uzun boylu ve heybetli bir üstadla karşılaşırdı. Etrafını çevreleyenler, heybetinden dolayı onun yüzüne doğrudürüst bakamazlardı. İşte bu zat, Hicret Yurdu´nun îmam´ı Mâlik b. Enes idi. Allah ondan razı olsun![2]



Soyu, Doğumu Ve Gençliği



En sağlam rivayetlere göre İmam Mâlik, 93 H. yılında Medine´de Yemen kabilesine mensup Arab asıllı bir ana - babadan doğmuştur. Babası Yemenli Zû Asbah kabilesine mensup olup adı Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahi´dir. Annesi de, yine Yemen´in Arab kabilelerinden el-Ezd kabilesine mensup olup adı Âliye Binti Şureyk el-Ezdiyye´dir.

İmam Mâlik´in dedesi Mâlik, Yemen´in bir valisinden gördüğü zulüm üzerine Msdîne´ye gelip yerleşmiş ve Kureyş´e mensup olan Benî Teym b. Murra kabilesiyle hısım olmuştur. Sonra bu kabile mensuplarıyla dostluk (velâ´) akdetmiş ve gerekince kendisine yardım etmelerini sağlamıştır. Mâlik ailesi, Medine´ye yerleştikten sonra bu aileye mensup olanların çoğu kendisini ilim, hadîs, sahâbîlerin haber ve fetvalarını rivayete vermiştir. İmam Mâlik´in dedesi büyük tabiîlerdendi. Ondan, oğlu, yani İmam Mâlik´in babası Enes ve Ebu Süheyl diye anılan Nâfi´ birçok rivayetler yapmıştır. Bura­da adı geçen Ebu Süheyl, rivayete en çok önem veren biri olup îbni Şihp,b ez-Zühri´nin hocaları arasındadır. Gerçi îbni Şihab yaşça ondan pek farklı değildi. İbni Hacer´in «Fethu´1-Bârî» sinde aynen şöyle denilmektedir: «Ebu Süheyl Nafi´ b. Ebî Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir, İsmail b. Ca´fer´in hocasıdır. O, Zührî´nin de hocaları arasında olup Zühri´nin talebeleri de ona yetişmiştir. Yani Ebu Süheyl, Zührî´den sonra vevat etmiştir.[3]

O halde İmamamız, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir ailede doğup büyümüştür. Gerçi babası, rivayet bakımından dedesi Mâlik ile amcası Ebu Süheyl´in seviyesinde değildi. Buna göre onun gençliğinde ilim ve rivayete yönelişi, başka bir sanata meyletmeyi-şi, hattâ kendisini tamamen ilme verişi normal birşeydir. İmam Mâlik´in «Nadr» isminde bir kardeşi vardı ki o da hadis tahsil etmiş, tâbiîn´in bilginlerinden ayrılmamış, onlardan ilim öğrenmiştir. İmam Mâlik, rivayete yöneldiği zaman kardeşinin şöhretine binaen Ahu´n-Nadr (Nadr´m kardeşi) diye biliniyordu. Daha sonra kendi şöhreti kardeşini bastırdı ve tersine Nadr, Ahû-Mâlik (Mâlik´in kardeşi) diye anılmaya başladı.

Onu, hem aile muhiti, hem de umumî çevresi ilme ve ilim tahsiline yöneltiyordu. Çünkü yaşadığı muhit, Uz. Peygamber´in hicret ettiği, şeriatın vatanı, nurun kaynağı, ilk İslâmî hükümlerin vaz´edil-diği, Uz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman devirlerinde İslâm´ın merkezi olan Peygamber Şehri Medine idi. Uz. Ömer devri, Kur´an ve Peygamber´in Sünnetinden istinbat edilen İslâmî hükümler üzerinde ittifak hâsıl olan bir devirdir ki, bu hükümler, aynı zamanda İslâmiyet´in gölgesinde gelişen medeniyetler için çok yararlı olmuştur.

Medine, Emevîler devrinde de şeriatın merkezi ve âlimlerin mercii olmaya devam etmiştir. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ile Abdulmelik b. Mervan´ın istişare ettiği bir sahâbî idi. Abdullah b. Ömer bunlara: «Eğer meşveret yapmayı istiyorsanız hicret ve sünnetin yurdundan ayrılmayınız», diye yazmıştır. Ömer b. Abdil-aziz, diğer ülkelerdeki müslümanlara sünnetleri öğretmek için, Me-dînelilere de yanlarında bulunan ve geçmişlerden kendilerine intikal eden şeyleri sorup öğrenmek içih yazılar yazmıştır.

İşte İmam Mâlik´in gençliğinde Medine bu durumda idi. Yâni hicret yurdunun İmamı, bu Peygamber Şehrinin ve kendisini ilme sevkeden aile muhitinin gölgesinde yetişmiştir.[4]



İlim Tahsîlî



İmam Mâlik, önce Kur´an-ı Kerîm´i hıfzetmiş ve ailesine, amcası ve ağabeyi gibi, kendisinin de ilim meclislerine gidip okumasını teklif etmiştir. Ailesi de onun bu isteğini müsbet karşılamış ve bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsili için gitmek istediğini söylediği zaman O, kendsne en güzel elbiseleri giydirmiş, sarığını sarmış ve: «Şimdi git, oku ve yaz...» demiştir. Annesi sadece Mâlik´in kıyafetine önem vermemiş, aym zamanda onun tahsil edeceği hocaları da seçmiştir. O, oğluna;´«Rabîa1?ya git, onun ilim ve edebini öğren», derdi. Bu Rabia, Medine´de re´y ile meşhur olan büyük bir fakihtir. Annesinin bu teşvikiyle İmam Mâlik, Rabiatu´r Re´y´in derslerine devam etmiş ve genç yaşında ondan re´y´e dayanan fıkhı öğrenmiştir. Hattâ bir çağdaşı; «Mâlik´i, Rabia´nın ders halkasında gördüm, kulağında askıküpe (şenf vardı), demiştir[5].

Bundan sonra Mâlik, daldan dala konan ve her istediği ağacın, meyvesinden faydalanan bir kuş gibi, bütün âlimlerin meclislerine gidip gelmiştir. Fakat onun yanından hiç ayrılmadığı, kendisine daima mürşidlik yapan bir hocası olması gerekirdi ki O, İbni Hürmüz´ü böyle bir üstad olarak kabul etmiş ve yanından ayrılmamıştır. Genç bir talebe olan Mâlik, hocasına karşı büyük bir hayranlık ve muhabbet duyar ve onun ilmini takdir ederdi. O, hocası hakkilicla şöyle der: «İbni Hürmüz´ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını halkdan hiç kimseye söylemiyorum. O, hava ehlini red bakımından ve insanların ihtilâf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgini idi.» Mâlik, hocasının edebiyle edeplenmiş, onun ilim ve hikmetini ögrenniaştir. O, bu hususta der ki: «İbni Hürmüz´ün şöyle dediğini ismini: Bir âlim, talebesine «lâ edrî bilmiyorum» demeyi miras olarak bırakmalıdır. Tâ ki böyle söylemek, onların ellerinde sığınacakları bir vâsıta olsun. Onlara bilmedikleri bir şey sorulduğu zaman «lâ edri bilmiyorum» diyebilsinler.» Mâlik´in talebelerinden îbni Vehb; «İmam Mâlik, kendisine sorulan şeylerin çoğuna «bilmiyorum diye cevap verirdi», demiştir.

İşte İmam Mâlik´in böylesine tesirinde kaldığı îbni Hürmüz, Ab-durrahman b. Hürmüz olup el-A´rac " topal» lakabıyla meşhurdur. O, Haşımîlerin azatlısı idi. Muhaddis ve kıraat ehli tabiîlerdendir. Ebu Hureyre, Ebu Said el-Hudrî, Muaviye b. Ebî Süfyan gibi sahâbîlerden rivayet etmiştir. Kendisinden de ez-Zührî ve Ebu´z-Zinad gibi birçokları rivayet etmiştir. îbni Hürmüz, 117 H. yılında vefat etmiştir.[6]



Îlim Tahsîlîndekî Gayreti


İmam Mâlik, ilim tahsili için her türlü gayreti göstermiştir. Çağındaki bütün bilginlerden faydalanmış ve ilim uğrunda hiçbir şeyini esirgememiştir. Bu uğurda her türlü meşakkate katlanmış ve bütün varını yoğunu harcamıştır. Hattâ tahsil uğruna evini dahi satmıştır. O, hocalarının hiddetine katlanır, şiddetli sıcak ve soğuklarda onların yanına gidip ilim öğrenirdi. Kendisi şöyle der: «Ben, öğle vakitlerinde Nâfi´a gelirdim. Güneşten korunmak için hiçbir ağaç bulamazdım. Dışarı çıkacağı zamanı gözetlerdim. Dışarı çıkınca onu bir an için terkeder ve görmemiş gibi davranırdım. Sonra önüne ge­çer, kendisine selâm verir ve yine onu terkederdim. Nihayet o içeri girince ben de arkasından girer ve kendisine; İbni Ömer şu meseleler hakkında nasıl düşünüyordu ?diye sorardım. O da, bu sorularımı cevaplandırırdı. Fakat, daima hiddetli idi.»[7]

Adı geçen Nafi´, Abdullah b. Ömer´in, azatlısı olup onun ilmini, Peygamber´den yapmış olduğu rivayetleri, sahâbîlerin amelini ve özellikle Emîru´l-Mü´minîn Ömer el-Faruk´un tatbikatını nakletmiştir.

Yukarıdaki ifadeden, İmam Mâlik´in güneşin sıcağına nasıl katlandığını, hocasının hiddetinden nasıl korktuğunu, ondan Abdullah b. Ömer´in ilmini öğreninceye kadar nasıl sabır gösterdiğini anlıyabiliriz. Hocasına yük olmamak ve onu, sorularına cevap vermek hususunda bıktırmamak için nasıl ti...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İmam Malik ve Mezhebi
« Posted on: 19 Nisan 2024, 15:05:10 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İmam Malik ve Mezhebi rüya tabiri,İmam Malik ve Mezhebi mekke canlı, İmam Malik ve Mezhebi kabe canlı yayın, İmam Malik ve Mezhebi Üç boyutlu kuran oku İmam Malik ve Mezhebi kuran ı kerim, İmam Malik ve Mezhebi peygamber kıssaları,İmam Malik ve Mezhebi ilitam ders soruları, İmam Malik ve Mezhebiönlisans arapça,
Logged
22 Ocak 2010, 21:52:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 22 Ocak 2010, 21:52:42 »

İmam Mâlik Ve Kadılar:


İhlâs ve temiz kalbliliği, İmam Mâlik´i kadı ve kadıların verdiği hükümlerle ilgili mes´eleler hakkında fetva vermeye sevketmiş-tir. Talebesi îbni Vehb der ki: «İmam Mâlik´e kadıların işi sorulduğunda onun, bu sultanların metaldir, dediğini işittim!» O, kadı­ların hükümlerini tenkit etmezdi. İşte o, bu tutumu ile Ebu Hanîfe´-den ayrılmaktadır. Her ikisi de mesleğinde ihlâs sahibi olduğu halde, Ebu Hanîfe´yi fıkıh ve dine karşı olan ihlâsı, Kadı Abdurrahman b. Ebî Leylâ´nın verdiği hükümleri derslerinde tenkit etmeye sevket-miştir. Hattâ İbni Ebî Leylâ, İmam Ebu Hanîfe´yi vali ve hükümdarlara şikâyet etmek zorunda kalmış ve derin bir fıkıh bilgini olan Ebu Hanîfe´nin bir müddet insanlara fetva verme hürriyetini kısıtlayan bir emir bile çıkarılmıştır.

İmam Mâlik´i de ihlâsı, alenen kadıların verdiği hükümleri tenkit etmemeye sevketmiştir. Çünkü bu hükümleri alenen talebe ve arkadaşları arasında tenkit etmesi, halkın kadılara karşı isyanına sebep olacak, bu yüzden de kadıların heybet ve itibarları sarsılacak, dolayısıyla münazaa konusu olan mes´elelerin önüne geçilemiyecektir.

İşte ihlâsa dayanan ayrı ayrı ve birbirine zıt iki tutum... îhlâs birincisini ilim ve hakîkata, ikincisini de nizam ve insanlar arasındaki ihtilâfları halletme cihetine sevketmiştir.

Eğer biz, bu iki tutumdan birini tercih etmek zorunda kalırsak, elbette hicret yurdunun İmamı olan Mâlik´in tutumunu tercih ederiz. Bilhassa onun kadılara devamlı öğüt verme, onları daima apaçık hakîkatlara ulaştırmak için irşad metodu çok önemlidir. Böylece o, verilen hükümleri küçümsemeksizin kadılara, doğru yolu gös­teriyordu.[32]



4- Firaseti


İmam Mâlik, mes´elelerin içyüzüne ve insanların ruhlarına nüfUz etmesini sağlayan güçlü bir firasete sahipti. O, bu sayede insanların davranışları sırasında ruhlarında gizledikleri şeyleri ve sözlerindeki eğrilikleri bilirdi.

Firaset, öyle bir sıfattır ki şahısta kuvvetli bir duygu, aklî ve ruhî bir uyanıklık, keskin bir basîret, organlarla yapılan hareketleri sıkı bir şekilde tetkik ve sağlam bir akla dayanan zengin tecrübeler sayesinde meydana gelir. İşte bütün bunları, herşeyi bilen Allah, İmam Mâlik´e lütfetmiştir. O da, bunları gördüğü eğitim ile kuvvetlendirip geliştirmiştir. İmam Şafiî, îmam Mâlik´in firaseti hakkında şöyle der: «Medine´ye geldim, İmam Mâlik´le görüştüm, beni dinledi ve bir müddet iyice bana baktı; onun kuvvetli bir firaseti vardı. Sonra bana: Adın ne? dedi, ben de; Muhammed´dir, dedim. Ey Muhammed, dedi, Allah´dan kork, günahlardan sakın, çünkü senin ileride yüksek bir şanın olacaktır.»

Şahısların ruhlarına nüfz eden ve onların işlerinin içyüzünü açığa çıkaran firaset, insanları irşad ve terbiye etmek için ileri atılan kişileri yücelten sıfatlardandır. Çünkü bu kişiler, o sayede insanların hastalıklarının gizli taraflarını kavrar ve onlara şifâ ve­rici ilâcı ve hazmedebilecekleri yararlı gıdaları verirler. Bu suretle ruhun şifâ, selâmet ve kuvveti tamamlanmış olur.[33]



5- Heybeti


Bütün rivayetler, îmam Mâlik´in heybetli bir şahsiyet sahibi olduğunda birleşir. Hattâ onun meclisine gelen bir şahıs, orada bulunanlara selâm verdiği zaman hiç kimse yüksek sesle onun selâmını alamaz ve herkes, gelen bu şahsa sessizce oturmasını işaret ederdi.

Geten şahıs, bu durumu tuhaf bulurdu. Fakat gözü İmam Mâlik´e ilişip onun keskin bakışlarının etkisi altına girince, öbürleri gibi o da yerini alır ve sessizce otururdu. Sanki ötekiler gibi onun da bağında bir kuş bulunurdu (yani, kıpırdamadan dururdu.)

Medine valisi, önün heybetinden korkar ve sadece onun hUzurunda küçülürdü. Halîfelerin çocukları da îmam Mâlik´ten korkarlardı. Hattâ rivayet edildiğine göre, İmam Mâlik, Halîfe Ebu Ca´fer el-Mansur´un meclisinde bulunuyordu. Bu sırada bir çocuk içeriye girip çıkıyordu. el-Mansur, İmam Mâlik´e: Bu kimdir biliyor musun? dedi. O da: Hayır, diye cevap verdi. el-Mansur: Bu benim oğlumdur, senin heybetinden korkuyor, dedi. Hattâ halîfeler kendileri bile onun heybetinden korkuyorlardı. Yine rivayet edildiğine göre Halîfe el-Mehdî onu davet etmişti. Meclis çok kalabalık ve oturacak yer yoktu. Nihayet îmam Mâlik gelince cemaat bir tarafa çekilip ona yer verdiler. O da Halîfenin yanına kadar ilerledi. Halîfe de oturduğu yerden bir tarafa çekilip ayaklarını toplayarak îmam Mâlik´e yer açtı. îşte Medine fakîhlerînin başı olan îmam Mâlik böyle heybetli idi. Onun nüfUzu valilerden ´daha fazla idi. Kendisi bir sultan olmadığı halde onun meclisi, sultanların meclisinden, tesir bakımından, daha kuvvetli idi. Çağdaşı bir şair onun hakkında şöyle der:

«Ona cevap verilmez, heybetinden soru sorulmazdı.

Hep eğik olurdu soru soranların başları.

O, vakarın edebi, takva sultanının şerefidir.

Boyun eğilmiş ona, saltanat sahibi olmadığı halde.»

Bu heybetin sun nedir? Bir şahıs, her ne kadar aklî ve bedeni sıfatlara sahip olursa olsun bunlar, bizim ona heybet sıfatını ispat etmemize yetmez, insanlardan öyleleri vardır ki, bütün bu sıfatlara sahip oldukları halde heybet sıfatından yoksundurlar. Bunun için diyebiliriz ki, bu heybetin sebebi ruhî bir kuvvettir. Allah, bâzı insanlara başkaları üzerinde öyle ruhî bir tesir vermiştir ki bu tesir,, onları ruhlar üzerine, hâkim İçilmiştir. Onların sözleri gönüllerde yer eder. Onlar konuşurken sözleri, sanki ruhlara nakşolunur. Allah İmam Mâlik´e İşte buvrûhî kuvveti ihsan etmiştir.

îmam Mâlik´in bütün hayatı onun bu ruhî kuvvetini artırmakta, geliştirmekte ve ortaya çıkarmakta idi. Akla uygun bir yaşayış, geniş ufuk, ileri görüş, derin ilim, nefse hâkimiyet, keskin basiret, güzel ahlâk ve az söz, İmam Mâlik´in sıfatları arasındadır. Çünkü çok konuşmak, inşam hataya düşürür ve hatâya düşmek de heybetin yansım götürür. Bunlara ilâveten îmam Mâlik, yardakçılık, riyakarlık gibi huylardan tamamen Uzak olup takva sahibi ve doğru sözlü idi, O, giyim ve kuşamına çok önem verir ve ev eşyasına da , dikkat ederdi. En güzel elbiseleri giyer, temizliğe son derecede itinâ gösterirdi. Ona, Allah,. bedenî bir üstünlük vermiştir. Bedenî yapısı da çok yakışıklı idi. Bir talebesi onu şöyle tanıtır: «îmam Mâlik, Uzun boylu, iriyarı, büyük kafalı, gayet ak saçlı ve ak sakallı, iri gözlü, yakışıklı, güzel" ve iri burunlu, geniş ve Uzun sakalı göğsü­ne kadar inmişti. O, bıyığını üstten kısaltır ve tamamen kesmezdi. Çünkü bıyığın tıraş edilmesini sevmezdi. Bıyığının iki yana doğru uçlarını Uzunca bırakırdı. Bir şeye önem verdiği zaman bıyığını burar ve bu hususta Uz. Ömer´in bıyığını kıvırmasını delil olarak ileri sürerdi.»[34]

îmam Mâlik´in bedenî yapısı ve karakteri İşte böyle idi. Ahlâkı ve yaşayışı da heybetini artırmış ve onu sultanlardan daha yüksek bir heybet sahibi yapmıştır... Endülüslü bir şahıs yanma gelip onu görünce şöyle demiştir: «Abdurrahman b. Muaviye[35]´den korktuğum gibi hiç kimseden korkmamıştım. Fakat, İmam Mâlik´in yanma gelince ondan öyle korktum ki, onun heybetine nisbetle Abdurrahman b. Muaviye´nin heybeti gözümde çok küçüldü.»[36]



İmam Mâlikin Yaşayışı Ve Geçim Kaynağı


Menkıbe ve haltercemesi kitapları, îmam Mâlik´in talebelik çağında geçimini nereden sağladığım ve ailesinin gelir kaynaklarını tam olarak ve açıkça biîdirmemektedir. Fakat, bize gelen dağınık haberlerin toplamından faydalanarak tatmin edici olmasa bile, onun gelir kaynaklarını açıklamak mümkündür.

Âlimler, îmam Mâlik´in babasının ok imalâtçısı olduğunu zikrederler. Fakat oğlu bu sanatta çalışmamış, amcaları ve kardeşi gibi o da kendisini hadîs rivayetine vermiştir. Söylendiğine göre kardeşi hem hadis tahsil ve rivayetiyle, hem de ipek ticaretiyle uğraşmıştır, îmam Mâlik de ona ticarî işlerinde yardım etmekteydi. Bu, onun ilimle uğraşmasına engel teşkil etmez. Bilginlerin tercih ettiği görüş, îmam Mâlik´in de ticaretle meşgul olduğu yönündedir. Talebesi Îbnu´l-Kâsım; «İmam Mâlik´in 400 dinar altını vardı. Bununla ticaret ederdi. Maişetini de buradan sağlardı», der.[37]

Bu haberler ne olursa olsun, gerçek olan şudur ki, îmam Mâlik tahsil çağında maddî bakımdan biraz sıkıntı çekiyordu. Nihayet ilim sahibi olduktan sonra durumu, halife ve valilerce duyulup şöhreti artınca ona bir maişet genişliği vermiştir. O, yalnız halîfelerin ihsanlarını kabul eder ve ondan aşağı mevkide olanlardan bir şey almazdı. Kendisine, hükümdarların yaptığı malî yardımı kabul etmek hususunda sorulan soruya şöyle cevap vermiştir: «Halîfelerden hediye ve ihsan almakta bir mauzur yoktur. Onlardan aşağı olanlardan almak iyi değildir.»

Bazıları, îmam Mâlik´in çok hediye kabul ettiğini söylerler. Hat-tâ rivayete göre Harun er-Reşîd ona üçbin dinar ihsanda bulunmuştur İmam Mâlik´e; «Ey Abdullah´ın babası, Emîru´l-Mü´minînden üçbin dinar alıyormuşsun?» denildiğinde şöyle cevap vermiştir: «Eğer âdil bir" hükümdar olup insaflı ve mürüvvet sahibi ise onun ihsanını kabul etmekte beis görmüyorum,´» Bu ifade gösteriyor ki İmam Mâlik ancak insaflı ve ikramda bulunduğu kimselerin izzeti nefsini rencide etmeyen mürüvvet ehlinden hediye kabul ederdi. O, aldığı bu hediye ve ihsanlarla muhtaçların ihtiyaçlarını giderir ve ilim tahsil etmek için kendisine sığman talebelerin nafakalarını temin ederdi, îmam Mâlik´in talebelerinden bir kısmı ona sığınmışlar ve onun gölgesinde tahsillerine devam etmişlerdir. İmam Şafiî bunlardan biri olup dokUz yıl îmam Mâlik´in himayesinde okumuştur. Daha önce bâzı sahâbîler, halîfelerin hediyelerini kabul ederlerdi. Bâzıları bu sahâbîlere, halîfelerin hediyeleri hakkında soru sorduklarında onlar şöyle cevap vermişlerdir: «Yemesi bize, günahı da onlara aittir..»

Gerçekte âlimlerin Beytu´l-Malda hakları vardır. Çünkü onlar, kendilerini i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

22 Ocak 2010, 22:21:47
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 22 Ocak 2010, 22:21:47 »

İmam Mâlikin Fıkıh Ve Hadîsi


Yukarıda da söylediğimiz gibi İmam Mâlik hem muhaddis, hem de fakih idi. O, hadîs rivayet ettiği râvîleri iyice süzgeçten geçirirdi. Belki de O, rivayeti´esaslı şekilde bir disipline bağlayan ilk muhaddistir. Kendisinden sonra gelen talebesi îmanı Şafiî, bu işe son derecede önem vermiştir. îmam Mâlik´in Peygamber (S.A.)´den yaptığı rivayet, rivayetlerin en sağlamı ve altın halkaları sayılır. Buhârî; «En sağlam rivayet İmam Mâlik´in Nâfi´ vasıtasıyla Abdullah b! Ömer´den yaptığı rivayetlerdir.» demiştir.

îmam Mâlik´in hadîsteki yerini, ilk hadîs mecmuası sayılan «el-Muvatta´» adlı kitabından söz ederken anlatalım. Şimdi burada onun fıkhını ele alalım...

Bütün âlimler, İmam Mâlik´in büyük bir fakîh olduğunu kabul ederler. Ayrıca îbni Kuteybe, onun ayiıı zamanda ve´ye dayanan fakîhlerden olduğunu söyler. Bâzı âlimler, Yahya b. Said´de.n sonra re´ye dayanan fakîh kimdir? diye sormuşlar ve; İmam Mâlik´tir, cevabını almışlardır. İmam Mâlik´in fıkhı istinbat sahasında kendine has bir metodu vardı. Fakat, rivayet konusundaki bâzı metodlannı yazdığı halde, istinbat metodunu yazmamıştır. . Bununla beraber, onun bir kısım ifadelerinden bu metodunun anahatlan belli olmaktadır. Yani kendisinden intikal eden fer´î fıkıh meselelerinden, onun istinbat metodunu çıkarmak mümkündür. Nitekim Mâliki Mezhe­binin fakîhleri, bu işi yapmışlar ve İmam Mâlik´in, fıkhını bina ettiği metod ve prensiplerini kitap halinde toplamışlardır.

Kıd Iyaz: «el-Medârik» te İmam Mâlik´in istinbat konusundaki metod ve dayandığı esasları anlatır. Ayrıca Mâliki fahîklerinden Râşid b. Ebî Râşid de, «el-Behce» de bunları anlatmıştır.

Bu iki bilgin ile diğerlerinin anlattıklarını özetliyecek olursak şöyle diyebiliriz: Hicret Yurdu´nun îmamı olan Mâlik, önce Allah´ın kitabına sarılırdı. Kitapta bir nass bulamazsa sünnete yönelirdi. Ona göre Peygamber´in hadîsleri, sahâbilerin fetva ve hükümleri ile Me-dinelilerin ameli sünnete dâhildir. Sünnetten sonra bütün çeşitleriyle Kıyas gelir. Kıyas, hüküm bakımından hakkında nass bulunmayan bir meseleyi, hükme esas teşkil eden ve aralarında müşterek olan bir illet sebebiyle hakkında nass bulunan bir meseleye bağlamaktır. Kıyasla birlikte maslahat, seddü´z-zerayi´, örf ve âdetler yer alır.

Bu esasları ayrı ayrı kısaca görelim:[63]



Kitab


İmam Mâlik, Kitab (Kur´ân)´ı bütün delillerin üstüne kor. Çünkü Kitab, bu şeriatın aslı ve anayasasıdır. Kitabın içine aldığı hükümler kıyamete kadar bâki´dir. İmam Mâlik, Kitab´ı Sünnet ve diğer delillerin başına kor... Dolayısıyla İmam Mâlik, Kitab´ın te´vil kabul etmeyen sarih nassına sarılır. Eğer bizzat şeriat´ta nassın te´vil edilmesini gerektiren bir delil bulunmuyorsa, nassın te´vil kabul eden zahirini de olduğu gibi alır. O, mefhum-ı muvâfakat´a göre de hareket eder. Mefhum-ı muvafakat ise, sözün ihtiva ettiği ma´nâya uygun düşen hükümdür ki, buna fahvây-i kelâm denir. Şöyle ki: Herhangi bir hüküm üzerinde Kur´an´m bir nassı bulunur ve aklî bir gayret göstermeksizin doğrudan doğruya bu nass´ın ifade ettiği hükümden daha ağır bir hüküm çıkarılabilir. Meselâ yetim mallan ve bu malları yiyenler hakkında Kur´an´da şöyle buyurulmuştur: «Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, karınlarına ancak ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir.»[64]

Bu nass´dan, yetim mallarının boş yere saçılıp savrulmasının ve bu malları korumada kusur edilmesinin yasaklanmış olması hükmünü kolayca çıkarabiliriz.

İmam Mâlik, mefhum-i muhâlefet´i de alır. Bu da, nass´ın bir vasıf veya benzeri bir şeyle mukayyet olarak hüküm ifade etmesidir. Nass´daki vasıf veya kayıt bulunmadığı takdirde hükmün aksi anlaşılır. Meselâ; «Sâime´de zekât vardır.» hadîs-i şerifi böyledir. Çünkü bu nass´dan anlaşıldığına göre-safine olan devenin ?ki bu, umumî otlaklarda yayılan hayvandır? zekâtı verilecektir. Bunun mefhum-i muhalefetine göre içeride yemlenen deve için zekât verilmez. Gerçi İmam Mâlik, içeride yemlenen deve (ma´lûfe) ye zekât düştüğünü başka delillerle isbatlamıştır.

O, hükmün illetine yapılan «tenhih» ile de amel ederdi. Meselâ; Kur´ân?ı Kerîm´de: «De ki: Bana vahyolunanlar arasında bir kimsenin yiyeceği içinde haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Yalnız ölü, veya dökülen kan veya domUz eti ?ki bu şüphesiz bir murdardır? veya Allah´dan başkasının adına boğazlanmış olan hayvan müstes­nadır.»[65] buyurulmaktadır. Bu âyetten anlaşıldığına göre buradaki

şeylerin haram edilmesinin sebebi, pis ve kötü bir yiyecek oluşudur. Bu vasıfları taşıyan benzeri şeyler de haramdır.

İmam Mâlik, sarih bir nass olsun, işaret olsun, tenbih olsun, mefhum olsun Kitap´tan anlaşılan şeylerin hepsini 1 delil olarak alır. O, Kitab´ı, Hadîs ve diğer delillerin başına kor, bâzı hadîsi senediyle rivayet eder, sonra da Allah´ın Kitabı´na muhalif ise reddederdi. Meselâ; «Köpek, birinin kabına batarsa o bunu, biri temiz toprakla olmak şartıyla, yedi kere yıkasın.» hadîsini rivayet etmiş, sonra bu hadîs´e göre amel etmemiştir. Çünkü onu sahih ve sabit saymamıştır. Zira Kur´an-ı Kerîm şu âyetiyle köpeğin avladığı hayvanın yenilmesini mubah kılmıştır: «Kendilerine hangi şeylerin helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: Bütün iyi ve temiz rızıklar size helâl kılınmıştır. Allah´ın size öğrettiğinden öğretip yetiştirdiğiniz avcı köpeklerin size tutuverdiklerinden de yeyin ve üzerine besmele çekin.»[66].

îmam Mâlik, köpek necis ise avı nasıl mubah oluyor? diye itirazda bulunmuştur. O, çocuğun vekâlet almaksızın babası veya annesi adına haccetmesini caiz kılan haberi de kabul etmemiştir. Çünkü Kur´an-ı Kerîm´de şöyle buyurulmaktadır; «Gerçekten insan için kendi çalıştığından başka bir şey yoktur. Hakîkaten çalıştığı ileride görülecek, sonra ona, tam bir mükâfat [67]verilecektir.[68]



Sünnet


Sünnet, Kitap´tan sonra gelir ve ikinci mertebede yer alır. İmam Mâlik, mütevâtir olan sünneti delil olarak kabul eder. Mütetâtir sünnet ise, yalan üzerinde birleşmesi imkânsız olan bir topluluğun ittifakla rivayet ettiği ve bu rivayet-senedini Peygamber (S.A.)´e kadar ulaştırdığı hadîstir. İmam Mâlik, meşhur sünneti de kabul eder. Meşhur sünnet de; Peygamber´den bir, iki veya daha çok sahâbînin rivayet ettiği ve tevatür derecesine ulaşmayan hadîstir. Bu hadîsi, daha sonra, yalan üzerinde birleşmeleri mümkün olmayan birçok sahâbî rivayet etmiştir. Yahut da, bir veya daha çok tâbiî´nin rivayet ettiği ve daha sonra yalan üzerinde ittifak etmiyeceklerinden emin olunan birçok tabiîn´in rivayet ettiği hadislere «meşhur hadîsler» denir. Bu hadîslerin, tabiîler veya teba-i tabiin devrinde meşhur olması şarttır. Daha sonraki devirlerde meşhur olmak bir şey ifade etmez. Meşhur hadîsler, istidlal bakımından mütevâtir hadîslere yakındır.

îmam Mâlik, âhâd haberleri de kabul eder. Âhâd hadîsler, tabiîler ve teba-i tabiîn devirlerinde mütevâtir veya meşhur olmayan hadislerdir. O, Medînelilerin amelini bu âhâd haberlere tercih eder. Kendi mezhebine mensup olan bâzı fakihlerm istinbatma göre İmam Mâlik, kıyası da bu haberlere tercih ederdi. Bu hususu ileride açık­layacağız. Kadı İyaz ve «el-Mukaddemâtu´l-Mümehhedât»da Büyük İbni Rüşd[69], İmam Mâlik´in kıyası âhad haberlere tercihi konusunda iki türlü rivayet zikrederler: O, bir rivayete göre, âhad haberi kıyasa, başka bir rivayete göre de, kıyası âhad habere tercih ederdi.

îmam Mâlik´den birtakım meseleler rivayet edilmiştir ki o, bu meselelerde rivayet ettiği âhad haberleri re´y ile terketmiştir. Meselâ; Abdullah b. Ömer´den rivayet ettiği alım-satımdaki meclis muhayyerliğini ifade eden hadîsi reddetmiştir. Bu hadîs şudur: «Alıcı ve satıcı, birbirinden ayrılmadıkça muhayyerdirler.» Yani alici ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça yaptıkları akdi feshetme hakları vardır. İmam Mâlik bu hadîsi; «Elimizde bu hususta belli bir smır ve tarif yoktur.» diyerek reddetmiş ve akidden sonra feshetme hakkım iptal etmiştir. Çünkü meclisin (akit yapma oturumunun) müd­deti belli değildir.

İmam Mâlik, taksim edilmeden önce ganimet olarak alman deve veya koyun eti pişirilmiş olan tencereleri Uz. Peygamber´in ters çevirdiği haberini de reddetmiştir. Rivayete göre Peygamber (S.A.), taksimden önce ganimet hayvanlarının eti pişirilen tencereleri ters çevirmiş ve eti toprakta yuvarlamıştır. İmam Mâlik, bu haberin Peygamber´e nisbetini inkâr etmiştir. Çünkü tencereleri ters çevirip içindeki eti toprakta yuvarlamak, lüzumsUz yere maslahata aykırı ve zararlı bir davranıştır. Zira Peygamber´in vazifesi menetmektir. Bundan fazlasını yapmak onu ilgilendirmez.

İmam Mâlik, Peygamber (S.A.)´den vârid olan ve Ramazan Bayramının ikinci gününden itibaren başlayan altı günlük Şevval orucu hakkındaki haberi de kabul etmemiştir. Çünkü bu haber, Ramazan orucunu artırmaya sebep olmaktadır.

Böyle birçok fürû´ meselelerinde İmam Mâlik, maslahat veya kıyası tercih ederek, âhâd haberleri reddetmektedir. Yâni İmam Mâlik, istinbat. ile elde edilmiş de olsa, herkesçe bilinen bir nass (asi)´a aykırı düşen âhâd haberleri bırakır ve bunların Hz. Peygamber´e nisbetini reddederdi. Ancak böyle haberleri, kesin olan başka bir nass (asi) desteklerse kabul ederdi.

Bu açıklamalarımızdan anlaşılacağı üzere İmam Mâlik, yalnız hadis taraftan bir fakîh değil, aynı zamanda re´ye de değer veren bir fakîhtir. Gerçi O, talebesi Şafiî´nin deyişi ile hadîste «Işık saçan büyük bir yıldız» idi. Allah, ikisinden de razı olsun.[70]



Medînelîlerin Amelî


Ancak Peygamber´den nakledildiği düşünülebilen Medînelilerin amelini, îmam Mâlik hüccet sayardı. Hocası Rabîa b. (Ebî) Abdirrahman gibi o da; «Bin kişinin bin kişiden rivayeti, tek kişinin tek kişiden rivayetinden daha üstündür.» der...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Mart 2014, 02:49:44
Nurcan 8/F

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 753


« Yanıtla #3 : 09 Mart 2014, 02:49:44 »

Seddi zarei konusu burada ikiye ayrılıyor celbül menfea (iyiliği celbetme) ve deful mefsede (kötülüğü kovma) derslerde çıkan soru tarzları.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2014, 19:40:58
✿ Yağmur ✿

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 6.684


Site
« Yanıtla #4 : 10 Mart 2014, 19:40:58 »

İmam Mâlik, önce Kur´an-ı Kerîm´i hıfzetmiş ve ailesine, amcası ve ağabeyi gibi, kendisinin de ilim meclislerine gidip okumasını teklif etmiştir. Ailesi de onun bu isteğini müsbet karşılamış ve bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsili için gitmek istediğini söylediği zaman O, kendsne en güzel elbiseleri giydirmiş, sarığını sarmış ve: «Şimdi git, oku ve yaz...» demiştir. Annesi sadece Mâlik´in kıyafetine önem vermemiş, aym zamanda onun tahsil edeceği hocaları da seçmiştir. O, oğluna;´«Rabîa1?ya git, onun ilim ve edebini öğren», derdi. Bu Rabia, Medine´de re´y ile meşhur olan büyük bir fakihtir. Annesinin bu teşvikiyle İmam Mâlik, Rabiatu´r Re´y´in derslerine devam etmiş ve genç yaşında ondan re´y´e dayanan fıkhı öğrenmiştir. Hattâ bir çağdaşı; «Mâlik´i, Rabia´nın ders halkasında gördüm, kulağında askıküpe (şenf vardı), demiştir[5].
Paylaşım için teşekkürler.
Çok güzel olmuş.Mezhepleri öğrendim.
Çok güzel bir paylaaşım..

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes