Konu Başlığı: 60.Bölüm Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Temmuz 2011, 16:34:40 60. BÖLÜM Kulağın bir şeyi tevâtürle işitmesi, o şeyi görüş hükmündedir; o şeyi görmüştür diye hükmedilir. Hani babandan oldun, anandan doğdun ya; sana, onlardan meydana geldin dediler. Bu çok-çok söyleyiş, sence öylesine bir gerçek olmuştur ki onlardan doğmadın deseler duymazsın, işitmezsin bile. Nitekim Bağdad'ı, Mekke'yi bir çok kişiden duymuşsunuzdur, tevâtürle bunları işitmişsindir; sana bu şehirler yok deseler, andiçseler gene inanmazsın. Bildik- anladık ya, kulak, birşeyi tevâtürle duyarsa bu, görüş hükmündedir. Görünüşte tevâtürle söylenen söze nasıl görüş hükmünü verirlerse bir adam da gerek ki onun sözü, tevâtür hükmünde olsun. Çünkü o, bir kişi değildir, bin kişidir. Onun bir sözü de yüz bin söz sayılır: Buna ne diye şaşmalı? Şu zâhir padişahı bile bir kişi amma yüz bin kişi sayılmada. Yüz bin kişi, bir sözsöylese kulak asılmaz da o söyledi mi, yerine gelir. Zâhirde böyle olunca canlar âleminde haydi- haydi olur. Dünyayı tamamiyle gezdin amma onun için gezmedin ki. Senin bir kere daha gezip dolaşman gerek. «De: Gezin yeryüzünü.» O geziş benim için değildi; sarımsak, sovan içindi. Bir maksat için dolaştın ya; o maksat perde oldu sana; beni görmeye bırakmadı seni. Hani pazarda birisini aramaya, birisini bulmaya çalışır, gezer-dolaşırsın; kimseyi göremezsin o vakit; görsen bile hayal gibi görürsün. Yahut da bir kitapta bir mesele ararsın; gözün de o meseleyle dolmuştur, kulağın da, aklın da... Yaprakları çevirirsin de gene bir şey göremezsin. Bundan başka bir kuruntun, bundan başka bir maksadın oldu mu, nereyi gezersen gez; nerde dolaşırsan dolaş, o maksatla dolmuşsun sen; başka bir şey göremezsin artık. Tanrı râzı olsun. Ömer'in zamanında biri vardı, pek kocamıştı. Öyle bir hale gelmişti ki kızı süt verirdi ağzına, çocuklar gibi sütle beslerdi onu. Tanrı râzı olsun. Ömer, o kıza buyurdu ki: Şu zamanda senin gibi baba hakkını gözeten bir çocuk yok. Kız cevap verdi de doğru buyuruyorsun dedi; ancak benimle babamın arasında bir fark var. Ben de ona hizmet ediyorum, hizmette hiçbir kusurum yok. Fakat babam beni besler, yetiştirir, aman, bir kazâya uğramasın diye üstüme titrerdi; bense gece-gündüz, sıkıntısının üstümden kalkması için Tanrıya duâ ediyor, ölümünü istiyorum. Babama hizmet ediyorum amma onun benim üstüme titreyişini nenden bulayım? Ömer buyurdu ki: Bu kız, Ömer'den daha fakıyh. Yâni, ben görünüşe göre hüküm verdim, sen işin içyüzünü söyledim. Fakıyh ona derler ki birşeyin özünü bilsin, içyüzünü, gerçeğini anlasın. Hâşâ. Ömer gerçeği bilmez, işlerin sırrını anlamaz değildi. Fakat sahâbenin huyu böyleydi; kendilerini küçük gösterirler, başkalarını överlerdi. Çok kişi vardır, huzurda bulunmaya gücü yoktur; huzurda bulunmayınca hali daha hoş olur. Hani gündüzün bütün aydınlığı güneştendir amma adam, bütün gün güneş değirmisine bakarsa onun elinden hiçbir iş gelmez, gözleri kamaşır- gider. Bu adamın bir işle oyalanması daha iyidir; bu, güneş değirmisine bakmamasıdır işte. Gene buna benzer; sayrının yanında, iştahını açmak, onu heyecana getirmek, kuvvetlendirmek için güzel yemeklerden söz açmak iyidir amma o yemekleri getirip önüne koysak, ona zarar verir o yemekler. Anlaşıldı ya, Tanrıyı arayıp dilemede tir-tir titremek, aşka düşmek gerek. Kimde titreyiş yoksa onun da titreyenlere hizmet etmesi gerek. Ağacın bedeninde, hiç mi hiç meyve bitmez; çünkü orda titreyiş yok. Dalların, budakların uçları titrer; fakat gene de dallara, budaklara kuvvet veren, ağacın bedenidir; meyve yüzünden balta yarasından da emindir. Mâdem ki ağacın bedeni, ancak baltayla titriyor; titreyenlere hizmet etmesi için titrememesi, öylece durması daha hoş. Çünkü Muîneddîn o, aynüddin değil. Bir «mim» yüzünden fazlalık elde etti amma «Olgunluğa eklenen fazlalık, noksanın ta kendisidir.» O «mim«in olması da kusurdur, noksandır; hani bir adam, altı parmaklı olur. Bu, bir fazlalıktır amma kusurdur, noksandır. Ahad olgunluktur; Ahmed'se, henüz olgunluk durağında değildir. O «mim» kalktı mı, tüm olgunluk kesilir; yâni Tanrı, herşeyi kavramış, kaplamıştır. Onun üzerine neyi eklersen noksan olur. Bu bir sayısı, bütün sayılarla beraberdir, onsuz hiçbir sayı olamaz. Seyyîd Burhâneddin, faydalı bir söz söylüyordu. Ahmağın biri sözünü kesti de bize dedi, örneksiz söz gerek. Seyyîd buyurdu ki: Sen örneksiz gel de örneksiz söz işit. Sen de sana bir örneksin, şu görünen beden değilsin sen. Bu şeklin, gölgendir senin. Biri öldü mü, filân gitti derler. O, şu bedenden ibâretse nereye gitti ki? Anlaşıldı ya; senin görünen şeklin, özünün örneği, böylece de görünüşüne bakarlar da özünü anlarlar; bu, sağlanmış olur. Göze görünen herşey kabadır; hani soluk da yazın görünmez; fakat kış olunca soğuğun çetinliği yüzünden görünür. Peygambere, Tanrı gücünü, Tanrı kuvvetini göstermesi, halkı çağırarak uyandırması gerek, fakat bir kimseyi istidat durağına ulaştırmak, onun işi değildir; bu iş, Tanrı işidir. Tanrının iki sıfatı vardır: Kahır, lûtuf. Peygamberler, ikisine de mazhardır. İnananlar, Tanrı lûtfuna, kâfirler, Tanrı kahrına mazhar olmuşlardır. Tanrıyı ikrar edenler, kendilerini peygamberlerde görürler, kendi seslerini onlardan duyarlar, kendi kokularını onlarda bulurlar. Hiç kimse, kendisini inkâr edemez. Bu sebeple de peygamberler, ümmetlerine, biz siziz, sis de bizsiniz; aramızda yabancılık, ayrılık, yok derler. Birisi, bu benim elim dese ondan hiç de tanık istemezler; çünkü el, onun parça-buçuğudur amma onunla birdir- beraberdir. Fakat filân, benim oğlumdur dese tanık isterler; çünkü o da parça-buçuğudur amma ondan ayrılmıştır, ayrıdır. |