Konu Başlığı: 54.Bölüm Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Temmuz 2011, 16:53:16 54. BÖLÜM Birisi, Kadı İzzeddin'in selâmı var; boyuna sizi Övüyor dedi. (Mevlânâ) buyurdu ki: Kim bizi iyilikle anarsa Dünyada adı, İyilikle anılsın. Bir kimse, bir kimse hakkında iyi söylerse o hayır, o iyilik, kendisinedir, gerçekte kendisini övüyor demektir. Bu, şuna benzer: Birisi, evinin çevresine güller, fesleğenler eker; evinin bahçesini güllükgülüstanlık yapar. Ne vakit bakarsa gül görür, fesleğen görür, boyuna cennettedir. İnsan, insanların hayrını söylemeyi huy edinirse birisinin hakkında hayırlı sözler söylemeye koyulur; o da onun sevgilisi olur; onu andı mı, sevgilisini anmış olur. Sevgiliyi anış güldür, gül bahçesidir, güzel kokudur, esenliktir. Fakat birisinin kötülüğünü söylerse onun nefretini .kazanır; o adam da onu andı mı, hayâli gözünün önüne geldi mi, yılan, akrep görmüşe, yahut tiken, çöplük görmüşe döner. Madem ki gece-gündüz, güller, gül bahçeleri, İrembagları görebilirsin, elindedir bu; peki, ne diye tikenliklerde, yılanların bulunduğu yerlerde gezerdolaşırsın? Herkesi sev de boyuna güllükte-gülüstalıkta yaşa. Herkesi düşman bilirsen düşmanların hayalleri gelir gözünün önüne; gece-gündüz tikenliklerde, yılanların bulunduğu yerlerde gezip dolaşırsın âdeta. Erenler, herkesi severler, iyi görürler ya; bunu başkaları için yapmazlar, kendileri için bu işe girişmişlerdir; kötü, tiksinilen bir hayal görmemek isterler. Madem ki şu dünya da insanları anmaktan, hayallerini görmekten kaçınmaya imkân yok; nefret edilen bir kötülük, yollarını kesmesin diye anış-larının da, hatırlayışlarının da hep sevimli, hep güzel olmasına çalışırlar. Demek ki halka ne yapıyorsan, halkı nasıl hayırla, şerle anıyorsan hepsi de dönüp sana geliyor. Ulu Tanrı bunun için «Kim bir iyilik ederse kendisinedir o; kim kötülük ederse gene kendisinedir o» buyurur; «Zerre ağırlığınca hay-reden hayrını görür; zerre ağırlığınca şer eden şerrini görür» buyurur Birisi şu soruyu sordu: Ulu Tanrı «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım» deyince melekler, «Orda bozgunculuk edecek, kan dökecek bir topluluk mu yaratacaksın? Oysa ki biz hamdederek noksan sıfatlardan arı olduğunu söylemedeyiz, kutlamadayız seni» dediler. Daha Adem gelmemişti; melekler, önceden insanların bozgunculuk edeceğine, kan dökeceğine nasıl hükmettiler? (Mevlânâ) buyurdu ki: Bu sözü iki bakımdan dediler; biri nakle dayanır, öbürü akla. Nakle dayanan şu: Melekler bir topluluğun meydana çıkacağını, sıfatlarının şöyle olacağını Levh-i Mahfûz'da gördüler, okudular; bu yüzden haberleri vardı, ikincisi de şu: Melekler, akıl yoluyla yerden, topraktan yaratılan insanların, çaresiz hayvan sıfatında olacaklarını, hayvandan da gene çaresiz bu çeşit işler meydana geleceğini buldular. Bu anlam, insanda olacak, konuşacak, söz söyleyecek insan; fakat madem ki hayvanlık var insanlarda, çaresiz suç işleyecekler, kan dökecekler. Çünkü bu, insanların gerekli huyu. Bir bölük insan da başka bir anlam verir. Bunlar derler ki: Melekler, tüm akıldır, salt hayırdır. Onların bir işte dilekleri, istekleri hiç yoktur. Meselâ, sen uykuda bir iş yapsan onu dileyerek, isteyerek yapmazsın; bu yüzden de sorumlu olamazsın, kınanamazsın. Rüyada küfre dair bir söz söylesen, Tanrı birdir desen, yahut zina etsen bir şey denemez sana. Melekler, uyanıkken bu haldedir; insanların hali, bunun tersinedir; onların dilekleri, istekleri, tamahları, hevesleri vardır. Kendileri için herşeyi isterler; herşey kendilerinin olsun diye kana girmek de isterler ki bu, hayvan huyudur. Demek ki meleklerin hali, insanların haline zıttır. Bu yolla insanların hallerinden haber verebilirler; orda söz de yoktur, dil de, fakat böyle demeleri, yâni hem söz söylememeleri, hem de söylemeleri şuna benzer: Hani şâir, havuz, doldum dedi der ya; havuz söz söylemiyor amma anlamı şu: Eğer dili olsaydı böyle derdi. Şimdi her meleğin içinde bir levh vardır; o levhe bakar da gücü yettiği kadar dünya hallerini, dünyada olacak şeyleri önceden okur. Vakti geldi de o okuduğu, bildiği şey oldu mu Ulu Tanrıya inancı çoğalır, sevgisi, esrikliği artar; Tanrının ululuğuna, gizli şeyleri bilişine şaşırır-kalır. Bu sevginin, inancın, şaşmanın çoğalmasına da sessiz-sözsüz tespihidir onun. Hani bir mimar, kalfasına haber verir de şu yapılmakta olan saraya bu kadar tahta, bu kadar kerpiç, bu kadar taş, bu kadar saman gidecek der ya; derken saray tamamlanır; mimarın dediği kadar da harç harcanır; hem de eksiksiz-artıksız; bu hal karşısında mîmann bilgisine kalfanın inancı artar. Onların halleri de buna benzer işte. Birisi Şeyh'e sordu; dedi ki: Tanrı rahmet etsin, esenlik versin, Mustafâ'ya» «Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım» dendi; bu kadar ululukla beraber «Keşke Muhammed'in rabbi Muhammed'i yaratmasaydı» derdi, bu nasıl olur? Şeyh buyurdu ki: Örnekle aydınlanır; buna bir örnek getirelim de anlayın. Köyün birinde bir adam vardı. Bir kadını sevdi. İkisinin de evi-otağı birbirine yakındı. Beraberce yaşarnıya, birbirinden gelişmeye, birbiriyle büyümeye başladı bunlar. Yaşayışları bile biribirindendi bunların. Hani balık gibi; balık da suyla yaşar ya. Yıllarca bir aradaydılar. Derken Ulu Tanrı, onları zengin etti. Birçok koyunlar, öküzler, atlar, mal-mülk, altın, uşak-köle nasib etti onlara. Malın-mülkün, adamın çokluğundan şehre vardılar, orda yerleştiler. İkisi de padişahlara lâyık birer büyük konak aidi; adamlarını o saraya yerleştirdiler. Bu, bir tarafa düştü, öbürü o tarafa. Hal bu hadde varınca o yaşayışı, o zevki sürdüremediler. Gönülleri ımıl-ımıl yanmadaydı. Gizli-gizli feryadlar ediyorlardı amma hallerini dile getirmelerine de imkân yoktu. Sonunda bu yanış haddi aştı; onları tümden ayrılık ateşine yaktı. Yanış da son hadde erişince duanın kabul edileceği yere varmış oldular. Atlan, koyunları, azalmaya başladı. Yavaş-yavaş ilk hallerine döndüler. Uzun bir ölümden sonra gene o köyde biraraya geldiler. Yiyip içmeye, koşuşup murad almaya, murat vermeye koyuldular; ayrılık acısını da anarlardı. Şimdi Muhammed de «Keşke Muhammed'in rabbi Muhammed'i yaratmasaydı» dedi ya; Muhanı-med'in canı, yapa-yalnız kutluluk âleminde, Ulu Tanrıyla buluşmuştu. Büyüyüp duruyor, o rahmet denizinde balık gibi dalgalar yutuyordu. Bu âlemde peygamberlik, halka kılavuzluk durağına ulaştı, büyüklük, padişahlık buldu, ad-san, sahabe ıssı oldu amma Önceki zevk âlemine döndükçe keşke diyordu, peygamber olmasaydım,.keşke bu âleme gelmeseydim. Çünkü o mutlak buluşmaya karşı bunların hepsi de yüktür, azaptır, zahmettir. Bütün şu ibadetler, çabalar, kulluklar, Tanrı hakkına, onun ululuğuna karşı şuna benzer: Birisi gelir, sana karşı eğilir, yere baş kor, kalkar, gider. Tanrı tapısında bütün yeryüzünü başına koşan buna benzer, bir kerecik başını yere koymuş sayılırsın. Çünkü Tanrının hakkı daha da çoktur; onun lütfü, senin varlığından da öncedir sana. Seni nerelerden çıkardı da getirdi, var etti, kulluğa, tapı kılmaya istidat verdi sana da onun kulluğuna dair lâf ediyorsun. Bu kulluklar, bu ibâdetler şuna benzer: Tahtadan, yünden insancıklar, hayvancıklar yaparsın da ondan sonra Tanrıya, bana buncağızlar hoş geldi; hoş geldi amma can bağışlamak senin işin dersin; can bağışlarsan ibâdetlerimi diriltmiş olursun; bağışlamak senin işin dersin; can bağışlarsan ibâdetlerimi diriltmiş olursun; bağışlamazsan ferman, gene senin. ibrahim buyurdu ki: Tanrı odur ki yaşatır, öldürür. Nemrûd, ben de yaşatır, öldürürüm dedi. Ulu Tanrı ona saltanat vermişti ya; o da kendini, gücü yeter gördü; bu işi Tanrıya vermedi; ben de diriltirim, ben de öldürürüm dedi. Bu saltanattan maksadım bilgidir. Ulu Tanrı insana bilgi, anlayış, derine dalış bağışladı; insan da ben bu işi yaparım, şu işleri diriltir, meydana getiririm, bundan zevk alırım dedi. Hayır... Odur dirilten, odur öldüren. ' Birisi Ulu Mevlânâ'ya sordu da dedi ki: İbrahim Nemrûd'a, Tanrım öldürür, diriltir dedi. Nemrûd, ben de bunu yaparım deyince ibrahim, bu kez bir başka delil getirdi de benim Tanrım dedi güneşi doğudan doğdurur, batıdan batırır. «Gerçekten de Allah güneşi doğudan doğdurun Sen de Tanrılık dâvasını güdüyorsan tersini yap. Şimdi burada, Nemrûd'un İbrahim'i alt etmesi gerekir; çünkü ilk sözünü bıraktı; ona cevap vermeden bir başka delil getirmeye koyuldu. Ulu Mevlânâ buyurdu ki: Başkaları herze yediler, sen de herze yemedesin. O bir sözdür, iki örnekle söylenmiş. Sen de yanılmışsın onlar da. Bunun bir çok anlamlan var. Bir anlamı şu: Ulu Tanrı seni yokluk bucağından ana rahmine getirdi; orda şekil verdi sana; senin doğun, ana rahmiydi, ordan doğdun; mezar batısına batacaksın; bu, ilk sözün bir başka şekilde aynıdır. Tanrı diriltir, öldürür; şimdi senin de gücün yeterse mezar batısından dışanya çıkar, gerisin-geri rahim doğusuna batır. Bir başka anlamı da şu: Arif, ibâdete dalar, çalışır-ça-balar, yüce işlere girişir; böylece de kendisinde bir aydınlık, bir zevk, bir esriklik, bir huzur, bir esenlik belirir. O ibâdeti, o çabayı bıraktı mı, o hoşluk, batıya gider, batar. Şu iki hal, ibâdet, ibâdeti bırakış, doğudur, batıdır onca. Bu batış hali, kötülüklerde bulunma, bozuk-düzen gitme, suç işleme halidir ya; diriltmeye gücün yetiyorsa o ibâdetlerden, itaatlerden doğan o aydınlığı, o esenliği şimdi, batış halinden doğdur. Fakat bu, kulun işi değildir; kul, bunu hiç mi hiç yapamaz. Bu, Tanrının işidir; dilerse güneşi batıdan doğdurur, dilerse doğudan; çünkü «Dirilten de odur, öldüren de.» Kâfir de Tanrının noksan sıfatlardan arı olduğunu söyler, onu teşbih eder, inanan da. Çünkü Ulu Tanrı haber vermiştir; kim doğru yolu tutar, doğruluğa çalışır, şariate, peygamberlerin, erenlerin yollarına uyarsa onda bunca hoşluklar, aydınlıklar, dirilikler belirir; bunun tersine hareket edenin gönlünde de böylece karanlıklar, korkular, kuyular, belâlar baş gösterir demiştir. Madem ki her ikiside bu yolları tutmuşlar, Ulu Tanrının vâdettiği şeyler, artıksız-eksiksiz doğru olacak, çıkacaktır. Şu halde ikisi de Tanrıyı teşbih ediyor; o bir dille, bu bir dille; fakat bu teşbih edenle teşbih eden arasında fark var. Meselâ, bir hırsız hırsızlık eder; onu tutarlar, darağacına asarlar: O da Müslümanlara öğüt vermede, hırsızlık edenin hali budur demededir. Birisine de padişah, eminliği, doğruluğu yüzünden elbise verir; o da Öğüt vermededir Müslümanlara; fakat hırsız o dille öğüt verir, emin kişi bu dille. Sen, iki Öğütçünün arasında ki farkı seyret. |