Konu Başlığı: 49.Bölüm Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 21 Temmuz 2011, 23:12:27 49. BÖLÜM (Birisi,) biz, insana âit halleri, bir-bir bildik, öğrendik; mizâcından, huyundan, ısılığından, soğukluğundan kıl kadar bir şey kalmadı ki bilmiyelim; ancak ondan kalacak olan nedir? Onu bilemedik dedi. (Mevlânâ) buyurdu ki: Onu sâdece sözle bilmek mümkün olsaydı bunca çalışmaya, çeşit çeşit çabalamalara ihtiyaç kalmazdı zâti; hiç kimse de kendisini zahmetlere sokmaz, fedâ etmezdi. Mesalâ, birisi denize varır, fakat acı, tuzlu bir sudan, timsahlardan, balıklardan başka bir şey görmez. İnci nerde der. Gerçekten de inci yok mudur? Vardır amma yalnız denizi görmekle inci görülmez ki. Şimdi yüz bin kere denizin suyunu tas-tas ölçüp biçse gene de inciyi bulamaz. Bir dalgıç gerek ki inciye yol bulsun. Hem de her dalgıç değil; çevik, bahtı yâver bir dalgıç gerek. Bu hünerler, bu bilgiler, denizin suyunu tas-tas ölçmeye, doldurup dökmeye benzer. İnciyi bulmanınsa bir başka yolu vardır. Hünerlerle bezenmiş, mal-mülk ıssı, güzel mi, güzel birçok kişi vardır; fakat onlarda o anlam yoktur. Nice kişi de vardır; görünüşü yıkık; görünüşte ne güzelliği var, ne güzel lâf eder, ne yerinde söz söylemeyi bilir, fakat ölümsüz olan o anlam, vardır o kişide. O anlam, öylesine bir anlamdır ki insan onunla yücelmiştir, onunla ululanmıştır; onunla başka yaratıklardan üstündür. Kaplanların, timsahların arslanların, başka yaratıkların da hünerleri vardır, özellikleri vardır; fakat ölümsüz olarak kalacak olan o anlam yoktur onlarda. İnsan, o anlama yol bulursa, kendi üstünlüğünü elde eder; yol bulamazsa o üstünlükten hiçbir fayda elde edemez. Bütün bu hünerler, bu bezentiler aynanın arkasına tutulan mücevherlerdir; aynanın yüzünün haberi bile yoktur onlardan. Aynanın yüzüne bakmaya, ter-temiz, güzel bir yüz gerek. Yüzü çirkin kişi, aynanın arkasını ister; çünkü aynanın yüzü gammazdır, gördüğünü söyler. Yüzü güzel olan, yüzlerce canla aynanın yüzünü ister, çünkü aynanın yüzü, onun yüzünü gösterir. Mısır Yûsuf’unun bir dostu vardı. Yolculuktan geldi. Yûsuf, bana ne armağan getirdin dedi. O adam, sende olmayan nedir ki, neye ihtiyâcın var senin? Senden daha güzel kimse yok; bu yüzden sana bir ayna getirdim, her solukta ona bakar, kendi yüzünü görürsün dedi. Nedir ki Ulu Tanrıda olmasın, neye ihtiyâcı var onun? Ulu Tanrı tapısına aydın bir gönül götürmek gerek ki o gönülde kendini görsün insan. «Gerçekten de Tanrı, sizin şekillerinize, yaptığınız işlere değil, gönüllerinize bakar.» Öylesine şehirler ki dilediğini bulursun o şehirlerde; Yok yok, herşey var; ancak ulu kişiler yok. Bir şehir ki orda güzel yüzlülerden, tatlardan, insanı iştaha getiren, özendiren şeylerden çeşit-çeşit bezentilerden ne dilersen bulursun orda; ancak akıllı birini aradın mı, bulamazsın o şehirde. Nolurdu, bunun tersi olsaydı. O şehir insanın varlığıdır. O varlıkta binlerce hüner olsa da o anlam olmasa o şehrin yıkılması daha yeğ. Fakat o anlam olsa da görünüşte bir süspüs olmasa hiçbir korku yok; o, boyuna mâmur gerek: İnsan, ne halde olursa olsun, içi Tanrıyla oyalanır-durur. Görünüşte ki işi-gücü, içyüzdeki oyalanmasına engel olamaz. Hani gebe kadın, ne halde olursa olsun; ister uzlaşsın, ister savaşsın, ister yesin-içsin, ister uyusun, yavrusu, karnında büyür-durur; güç-kuvvet kazanır, duygulara sâhip olur; fakat anasının bundan haberi bile yoktur. İnsan da o sırra gebedir. «O emâneti insana yükledik; gerçekten de pek zâlim oldu, pek bilgisiz oldu o.» Fakat Ulu Tanrı onu zulümde, bilgisizlikte bırakmaz. İnsan bedeninde taşınan yavru, insanla eşlik, uygunluk, daha da binlerce âşinâlık elde ediyor; insan, taşıdığı o sırdan dostluklar, âşinâlıklar elde ederse ne diye şaşılsın buna; bunları hep elde eder insan da ölümünden sonra neler zuhûr eder ondan, neler. Sırrın mâmur olması gerek; çünkü sır, ağacın köküne benzer; gizlidir kök amma eseri, dallarda, budaklarda görünür. Bir iki dalı kırılsa kök sağlamsa gene biter; fakat kök çürükse ne dal kalır, ne yaprak. Ulu Tanrı, «Esenlik sana ey Peygamber» buyurdu; yâni esinlik sana ve senin cinsinden olan herkese. Ulu Tanrının maksadı bu olmasaydı Mustafâ, «Bize de, Tanrının temiz kullarına da» demezdi; derse Tanrıya karşı koymuş olurdu. Çünkü esenlik yalnız onayken o, tutup da temiz kulları da bu esenliğe katmaz, bana verdiğin selâm, bana da olsun, benim cinsimden olan temiz kullara da olsun demezdi. Nitekim Tanrı rahmet etsin, esenlik versin, Mustafâ, abdest alırken «Namaz, ancak bu abdestle doğru olur.» buyurdu. Maksat, o vakit, kendisinin aldığı o abdest değildi. Tek o abdest olsaydı hiç kimsenin namazı doğru olmazdı; çünkü namazın doğru olmasının şartı, Mustafâ'nın aldığı o abdest olurdu. Oysa ki maksat, o çeşit abdest almayanın namazının doğru olmadığını bildirmekti. Hani bu, tıpkı nar çiçeği derler; nedir anlamı? Yâni, nar çiçeği ancak budur demek mi? Hayır; bu çiçek de nar çiçeği cinsinden demektir, maksat budur. Bir köylü şehre geldi, bir şehirliye konuk oldu. Şehirli ona helva getirdi. Köylü, iştahla yedi. Sonra da a şehirli dedi, ben gece-gündüz havuç yemeye alışmıştım; şimdi helvayı tattım, havucun tadı gözümden düştü. Her zaman helva da bulamam; elimde bulunandan gönlüm soğudu; ne yapayım ben şimdi? Köylü helvayı tattı ya, artık şehre kapılır; çünkü şehirli, gönlünü çaldı onun; çâresiz o da gönlün peşine düşer, gelir. Kimi vakit selâm verirler, selâmlarından duman kokusu gelir. Kimi vakit de selâm verirler, onların selâmından misk kokusu gelir; fakat bunu, can burnu kimde varsa o duyar; duyacak burun gerek. Sonunda pişman olmamak için dostu sınamak gerek. Tanrı töresidir bu: «Önce nefsinden başla.» Nefis de önce kulluk dâvâsına kalkışırsa sınamadan kabul etme kulluğunu. Abdest alınacak suyu önce burna götürürler, koklarlar; sonra ağza alırlar, tadarlar, yalnız görmekle yetinmezler. Olabilir ki rengi su rengidir de tadı, kokusu bozulmuştur; bu, suyu bir sınamadır, bozulmuş mu, değil mi? Bu sınamadan sonra yüze vururlar, abdest alırlar o suyla. Gönlünde gizlediğin iyi-kötü, ne varsa Ulu Tanrı, dışında da gösterir onu. Ağacın kökü ne yerse dalından, yaprağından izi görünür onun. «Yüzlerinde secde izi var.» Ulu Tanrının sözüdür gene: «Bir hortum gibi büyüyen burnuna yakında bir damga vuracağız.» Tutalım, gönlündekini herkes anlamıyor, fakat betini-benzini ne yapacaksın? |