> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlananın Eserleri > Fihi Ma Fih > 30.Bölüm
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: 30.Bölüm  (Okunma Sayısı 27141 defa)
22 Temmuz 2011, 15:34:42
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 22 Temmuz 2011, 15:34:42 »



30. BÖLÜM


Polis, tutmak için boyuna hırsızları arar; hırsızlar da ondan kaçar. Hırsızın polisi tutmak için araması, görülmemiş birşeydir. Ulu Tanrı, Bayezîd'e, ey Bayezîd dedi, ne istiyorsun? Bayezîd, istememeyi istiyorum dedi. Şimdi, insanda iki hal vardır ancak; ya ister, ya istemez. Şimdilik hep istememek, insanlık huyu değildir. Kendisinden tümden boşalmış, varlığı hiç kalmamış kişinin halidir bu. Varlığı kalmış olsaydı onda, o insanlık huyu da kalırdı; yâni isterdi, istemezdi. Ulu Tanrı onu olgunlaştırmak, tümden şeyh yapmak istemişti. Bundan sonra da onda öylesine bir hal belirir ki oraya artık ikilik, ayrılık sığmaz, tümden ulaşmak belirir, birlik meydana gelir. Birşey istersin, o da kolay-kolay ele geçmez; bütün zahmetler, bundan meydana gelir; istemedin mi, zahmet de kalmaz. İnsanlar kısım-kısımdır; bu yolda mertebeleri vardır onların. Kimisi, çalışa-çabalıya bir yere ulaşır ki İçinden geçen şeyi, düşüncesine gelen şeyi yapar; insanın da elindedir bu. Fakat içine bir istek gelmesin, bir düşünceye kapılmasın; bu, adamın elinde değildir. İsteği,düşünceyi Tanrı cezbesinden başka birşey gideremez insandan. "De ki: Gerçek geldi, aslı olmayan gitti." "Geç a inanç ıssı; ışığın ateşimi söndürdü."
İnanç ıssı, gerçek inanca tümden ulaşırsa o, Tanrı ne dilerse onu yapar, ister onun cezbesi olsun, ister Tanrı cezbesi olsun.
Hani peygamberlerden, Mustafâ'dan sonra başkalarına vahiy gelmez artık diye bir sözdür, söylerler ya; neden gelmesin? Gelir; gelir amma vahiy demezler ona; anlamı da şu: "İnanan, Tanrı ışığıyla bakar-görür." derler hani. Tanrı ışığıyla bakan, herşeyi görür; önü de görür, sonu da; önünde olmayanı da görür, olanı da.
Tanrı ışığından nasıl olur da birşey örtülü kalır? Örtülü kalırsa Tanrı ışığı değildir o. Şu halde vahiy demeseler de vahyin anlamı var. Tanrı râzı olsun ondan, Osman, halîfe olunca minbere çıktı. Halk, ne diyecek diye bekliyordu. Sustu, hiç söylemedi, halka bakmaya koyuldu. Halka öylesine bir hal geldi, öylesine vecde daldılar ki dışarı
çıkmalarına imkân kalmadı; birbirlerinden, nerde oturduklarından haberleri bile yoktu. Yüz öğütle, yüz hutbeyle bu güzelim hali elde edemezlerdi. Öyle faydalar elde ettiler, öylesine sırlar açıldı onlara ki bunca ibâdetle, bunca öğütle bunları elde edememişlerdi. Meclisin sonunadek öylece bakıyordu onlara, hiçbir şey söylemiyordu. Minberden ineceği zaman "İş gören imam, söz söyleyen imamdan daha hayırlıdır size"
buyurdu. Çünkü sözden maksat, dinleyene fayda vermek, gönlünü yumuşatmak, huylarını değiştirmektir. Sözden elde ettiklerinin kat-kat fazlasını sözsüz elde ettiler. Bu bakımdan buyurduğu söz, gerçeğin ta kendisiydi. Şimdi geldik şuna: Kendisine iş gören dedi amma minberdeyken gözle görülebilecek bir iş de
yapmadı. Namaz kılmadı, Hacca gitmedi, sadaka vermedi, birşey okumadı, söylemedi; hutbe bile okumadı. Anladık ya artık; iş-güç bu görünen iş-güç değil yalnız. Şu görünenler, o işin-o gücün şekli, o iş-güçse bunun
canı. İşte şimdilik Mustafâ, Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, "Sahâbem yıldızlara benzer, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz" buyurdu ya; birisi yıldıza bakar, gidilecek yolu gidilmeyecek yoldan ayırdeder, yola düşer. Yıldız, ona söz söyler mi hiç? Ancak yıldıza bakar, yolunu bulur, varacağı yere varır.
Böylece Tanrı erenlerine de bakarsın; olabilir ki onlar, sende tasarruf ederler de sözsüz-lâfsız, dedisizkodusuz maksadını elde edersin, ulaşma, buluşma durağına götürürler seni.
Sevgiyi kolay sanan bir bana baksın; Halim anlatır ona; korkutur onu elbet.
Tanrının dünyâsında olmayacak şeye dayanmadan daha güç hiçbir şey yoktur. Meselâ, bir kitabı okumuşsun, düzeltmişsin, harekelemişsin; birisi, yanında oturmuş, o kitabı yanlış okuyor; dayanabilir misin buna? Mümkünü yok. Onu okumamış olsaydın, ister doğru okusun, ister yanlış, bir farkı olmazdı sence;
çünkü yanlışını doğrusundan ayırdedemezdin. Şu halde olmayacak şeye dayanmak, pek büyük bir savaştır. Şimdi peygamberlerle erenler de kendilerini savaşa sokmazlar, güce koşmazlar. Önce dilerlerken, nefislerini öldürmek, dileklerinden, özlemlerinden geçmek için savaşmışlardır; bu, en büyük savaştır. Eriştiler mi, eminlik durağını yurt edindiler mi, onlara eğri-doğru, herşey açılır, görünür artık. Doğruyu eğriden ayırdederler, görürler. Fakat gene de büyük bir savaş içindedir onlar. Çünkü bu halkın bütün işi-gücü
eğridir. Onlar da görürler, dayanırlar. Yüz tane eğriden birini söylerler; o işi işleyene güç gelmesin derler; geri kalan eğri işlerini örterler. Üstelik o eğri iş doğrudur diye onu överler de; böylece birer-birer o eğrilikleri bırakmasına çalışırlar. Hani bir öğretmen, çocuğa yazı öğretir. Çocuk, harfleri öğrenip yazmaya başladı mı bir satır yazar, öğretmene gösterir. Öğretmene göre hepsi de eğridir, hepsi de kötü. Fakat öğretmenlik sanatı dolayısiyle hoşgörür de hepsi güzel, ne de güzel yazmışsın, tuh-tuh nazar değmesin; yalnız şu harfi
kötü yazmışsın; şöyle yazman gerek bir de şu harfi kötü yazmışsın der; bir satırdan birkaç harfi kötüler, şöyle yazman gerek diye ona gösterir. Çocuğun gönlüne ürküntü gelmesin, yüreği gevşemesin diye geri kalan harfleri beğenmiş görünür. Çocuk da bu beğenişe aldanır, yüreğine güç-kuvvet gelir. Böylece çocuğa yavaş-yavaş öğretir, yardımda bulunur. Tanrı dilerse umarız ki Ulu Tanrı, Emîr'in dileklerini kolaylaştırır; gönlünde ne varsa, neyi istiyorsa verir. Gönlünde bulunan, fakat ne olduğunu bilmediği için istemediği devletleri de kolaylaştırır, verir de onları görüp seyredince, kendisine ulaşan o bağışları elde edince önceki dileklerine bakar da utanır; önümde böyle
birşey varmış, böylesine bir devlet, böylesine bir nimet varken nasıl oldu da o dileklerde bulundum diye utançlara dalar-gider. Şimdi vergi ona derler ki insanın ne vehmine gelir, ne aklından geçer. Çünkü insanın vehmine gelen şey, kendi himmetincedir, kendi miktarınca; Tanrı vergisiyse Tanrı miktarıncadır. Şu halde
Tanrı vergisi, Tanrıya lâyık olan vergidir, kulun vehmine, kulun himmetine lâyık olan değil. "Ne göz görmüştür, ne kulak duymuştur, ne de insanın hatırından geçmiştir." Her ne kadar sen, vergilerimi umuyordun amma gözlerin gördüğü, kulakların, o çeşit şeyleri duyduğu, gönüllere onlara benzer şeylerin geldiği nimetleri umuyordun; benim vergimse bütün onlardan dışarı, bütün onların ötesinde.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: 30.Bölüm
« Posted on: 25 Nisan 2024, 20:13:12 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: 30.Bölüm rüya tabiri,30.Bölüm mekke canlı, 30.Bölüm kabe canlı yayın, 30.Bölüm Üç boyutlu kuran oku 30.Bölüm kuran ı kerim, 30.Bölüm peygamber kıssaları,30.Bölüm ilitam ders soruları, 30.Bölümönlisans arapça,
Logged
01 Ekim 2011, 11:52:13
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 01 Ekim 2011, 11:52:13 »


    Hani bir öğretmen, çocuğa yazı öğretir. Çocuk, harfleri öğrenip yazmaya başladı mı bir satır yazar, öğretmene gösterir. Öğretmene göre hepsi de eğridir, hepsi de kötü. Fakat öğretmenlik sanatı dolayısiyle hoşgörür de hepsi güzel, ne de güzel yazmışsın, tuh-tuh nazar değmesin; yalnız şu harfi
kötü yazmışsın; şöyle yazman gerek bir de şu harfi kötü yazmışsın der; bir satırdan birkaç harfi kötüler, şöyle yazman gerek diye ona gösterir. Çocuğun gönlüne ürküntü gelmesin, yüreği gevşemesin diye geri kalan harfleri beğenmiş görünür. Çocuk da bu beğenişe aldanır, yüreğine güç-kuvvet gelir. Böylece çocuğa yavaş-yavaş öğretir, yardımda bulunur. Tanrı dilerse umarız ki Ulu Tanrı, Emîr'in dileklerini kolaylaştırır; gönlünde ne varsa, neyi istiyorsa verir. Gönlünde bulunan, fakat ne olduğunu bilmediği için istemediği devletleri de kolaylaştırır, verir de onları görüp seyredince, kendisine ulaşan o bağışları elde edince önceki dileklerine bakar da utanır; önümde böyle
birşey varmış, böylesine bir devlet, böylesine bir nimet varken nasıl oldu da o dileklerde bulundum diye utançlara dalar-gider. Şimdi vergi ona derler ki insanın ne vehmine gelir, ne aklından geçer. Çünkü insanın vehmine gelen şey, kendi himmetincedir, kendi miktarınca; Tanrı vergisiyse Tanrı miktarıncadır. Şu halde
Tanrı vergisi, Tanrıya lâyık olan vergidir, kulun vehmine, kulun himmetine lâyık olan değil. "Ne göz görmüştür, ne kulak duymuştur, ne de insanın hatırından geçmiştir." Her ne kadar sen, vergilerimi umuyordun amma gözlerin gördüğü, kulakların, o çeşit şeyleri duyduğu, gönüllere onlara benzer şeylerin geldiği nimetleri umuyordun; benim vergimse bütün onlardan dışarı, bütün onların ötesinde.


     Rabbim bize de böyle kapılar açsın,inşaallah..Mükemmel bir örnek olmuş..Beni mest etti..Paylaşmak istedim..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes