> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Mevlananın Eserleri > Fihi Ma Fih > 25.Bölüm
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: 25.Bölüm  (Okunma Sayısı 658 defa)
25 Temmuz 2011, 17:50:11
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« : 25 Temmuz 2011, 17:50:11 »



25. BÖLÜM


Birisi içeriye girdi (Mevlânâ) buyurdu ki:
Sevgilidir, alçak gönüllüdür o. Bu, mayasında var onun. Hani meyvesi çok olan dal gibi; o meyve onu aşağıya eğer. Meyvesi olmayan dalsa selvi gibi yücelere baş çeker. Meyve haddini aştı mı da büsbütün yerlere döşenmesin diye o dala direkler dayarlar. Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamberimiz pek alçak gönüllüydü; çünkü önden-sondan bütün dünyanın meyvesi onda toplanmıştı; bu yüzden de herkesten daha alçak gönüllüydü. "Selâm vermede Tanrı Elçisi'ni kimse geçememiştir." Peygamber'den önce kimse ona selâm verememiştir; çünkü Peygamber, sonsuz bir gönül alçaklığıyla
ondan önce selâm verirdi. Fakat tutalım önce selâm vermesin, gene de gönlü alçak olan oydu, selâmda ilk davranan oydu; çünkü selâmı ondan öğrendiler, ondan duydular. Öncekiler de, sonra gelenler de, hepsi onun vuruşudur, hepsi onun gölgesi. Bir kişinin gölgesi, eve ondan önce girse gölge, görünüşte öncülük eder görünür amma gerçekte ilk giren, o kişidir. Çünkü gölge, ona uyar. Bu huylar, şimdi meydana gelmiş de değil. Tâ o vakitten, Âdem'in zerrelerinde vardı. Onun parça-buçuklarında vardı bu zerreler. Kimisi
aydındı, kimisi yarı aydın, kimisi de karanlık. Bu, şimdi meydana çıkmada. Fakat bu aydınlık, bu ışıklık, daha öncedir; onun zerresi Âdem'de hepsinden daha arıydı, daha aydındı, daha alçak gönüllüydü. Kimi insan vardır, öne bakar; kimi insan vardır, sona bakar. Sona bakanlar üstündür, büyüktür; çünkü görüşleri sonadır son-uca. Öne bakanlarsa daha has kişilerdir. Onlar, sona bakmamıza ne hacet var derler. Mademki buğday ekmişlerdir önce, elbette arpa bitmeyecek sonunda. Arpa ekenler de buğday
biçmeyecekler. Şu halde onlar öne, başlangıca bakarlar. Bir bölük halk da vardır, daha da hastır onlar; ne öne bakarlar, ne sona. Onların hatırına ne ön gelir, ne son; onlar. Tanrıya dalıp gitmişlerdir. Bir bölük halk daha var ki dünyâya dalmış... Onlar da öylesine gaflete dalmışlardır ki ne öne bakabilirler, ne sona; bunlar, cehennem otlarıdır. Şu halde anlaşıldı ya, temel Muhammed'dir; "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" denmiştir ona. Yücelikten, gönül alçaklığından, buyruk yürütmeden, yüksek rütbelerden ne
varsa hepsi de onun bağışıdır, onun gölgesi; çünkü ondan meydana gelmiştir bunlar. Hani şu el ne yaparsa aklın gölgesidir o; onun gibi, aklın gölgesi vuruyor ele. Aklın gölgesi yok amma gene de gölgesiz bir gölgesi var; hani kimi insanın varlıksız bir varlığı vardır ya; tıpkı onun gibi. Bir adama aklın gölgesi vurmasa bütün uzuvları hareketten kalır. El, tutup kav-rayamaz; ayak, adım atıp yol yürüyemez; göz, birşey göremez; kulak, bir-şey duysa ters duyar. Şu halde bu organların hepsi de aklın gölgesi yüzünden doğru, düzgün, iyi işler görüyorlar, yerinde işler başarıyorlar; gerçekte bütün o işler, akıldan meydana
geliyor, organlar birer araç. Böylece bir insan da vardık ki pek büyüktür, vaktin halîfesidir; o Akl-ı Küll'e benzer; insanlarsa onun organlarıdır sanki; ne yaparlarsa onun gölgesiyle yaparlar. Onların birinden ters işler meydana gelirse bu, Akl-ı Küll'ün gölgesini, o adamın başından aldığındandır. Bir adam delirmeye başlar hani, beğenilmeyecek işlere koyulur; herkes de anlar ki aklı başından gitmiştir onun; akıl, gölge salmamaktadır ona; aklın gölgesinden, aklın korunmasından uzak düşmüştür o. Akıl, melek cinsindendir.
Meleğin şekli yoktur amma kolu-kanadı vardır; aklınsa ne şekli vardır, ne kanadı; böyle olmakla beraber gerçekte birdir onlar; bir işi başarırlar; huyları da birdir. Mâdemki bir işi görmedeler, görünüşe bakmamak gerek. Onların görünüşünü yaktın, erittin mi hepsi de akıl olur; ne kolu kalır, ne kanadı. Demek ki bildik, öğrendik ki hepsi de akıl olur; ne kolu kalır, ne kanadı. Demek ki bildik, Öğrendik ki hepsi de akıldır; fakat bedene bürünmüş; bu yüzden de onlara görünen akıl derler. Hani mumdan bir kuş yaparlar; o gene o mumdur, bir şekle bürünmüştür amma gene o mumdur o. Buz da böyledir. Erittin mi su olur. Buz haline gelmeden önce de suydu; kimse onu eliyle tutamazdı, ele-avuca sığmazdı. Fakat buz haline gelince elle tutulabilir, eteğe konabilir. Aradaki fark bundan ibârettir. Yoksa buz, o sudur, ikisi de birşeydir. İnsanın hali de şöyledir: Meleğin kanadını, getirip eşeğin kuyruğuna bağlamışlar; olabilir ya demişler, eşek, meleğin ışığından ışıklanır; onunla görüşüp konuşma yüzünden melek olur. Eşeğin onun rengine boyanması, melek olması mümkündür çünkü,

Beyit
Îsâ, akılla yüceldi, göklere ağdı;
Eşeğinin de yarım kanadı olsaydı eşeklikte kalmazdı.


Eşeğin insan olmasına ne diye şaşılsın; Tanrının herşeye gücü yeter. Şu çocuk, ilk doğduğu zaman eşekten de beterdir(*). Elini pisliğe atar, yalamak için ağzına götürür. Anası döver, bırakmaz onu. Eşeğinse bari bir ayırdedişi var; işerken, üstüne sidik sıçramasın diye ayaklarını açar. Ulu Tanrı, eşekten beter olan bir çocuğu insan ederse, eşeği insan yaparsa ne diye şaşılsın. Tanrının katında şaşılacak hiçbir
şey yoktur. Kıyamette insanın bütün organları teker-teker, ayrı-ayrı, eli, ayağı, öbür organları söz söyleyecek. Felsefeciler bunu te'vîl ederler de el nasıl söz söyleyebilir derler; elde bir iz, bir eser peydahlanır da söz yerine geçerse o başka. Hani bir yara olur, bir çıban çıkar da el söz söylüyor, isilik veren birşey yedim de böyle oldum diyor denebilir. Yahut el yaralansa, yahut da kararsa el söz söylüyor, beni bıçak kesti, yahut isli tencereye süründüm diyor denebilir. Elin, öbür organların söz söylemesi böyle
olabilir derler. Sünnîler hayır derler; olamaz. O el, o ayak, duyulacak sözler söyler; dil nasıl söylerse hani. Kıyamet gününde insan, ben çalmadım diye inkâr eder. El, evet, çaldın, ben de aldım diye apaçık söyler. Adam, yüzünü eline, ayağına tutar da sen söz söylemezdin, nasıl oluyor da konuşuyorsun der. "Herşeyi söyleten Tanrı bizi konuşturdu" derler; herşeyi söze getiren; kapıyı, duvarı, taşı, kerpici söyleten, bizi de söyletti; herşeye söz söyleme gücünü veren Yaratıcı, nasıl senin dilini söze getirdiyse bizi de söze getirdi derler. Dilin bir et parçasıdır, elim bir et parçası. Bir et parçası olan dilin söz söylemesi akla sığar mı? Çok et parçası görmüşsündür; söz söylemeleri sence mümkün görünmez; görünmez amma Tanrıya göre dil bir bahanedir: Söz söyle buyurdu mu söz söyler. Neye de söyle buyurur, hükmederse söyler. Söz, dinleyenin miktarına göre söylenir. Bizim sözümüz su gibidir; subeyi akıtır onu. Su ne bilsin subeyi hangi eliyle hıyar ekilmiş yere mi akıtmıştır onu, lâhana ekilmiş yere mi, yoksa soğan ekilmiş yere
mi? Şunu biliriz ancak; su çok geldi mi o yerler daha susuzdur; az gelirse orası dar bir yerdir; bir bahçedir, yahut dört duvarla çevrilmiş küçücük bir yerdir. "Tanrı, dinleyenlerin anlayışlarına göre hikmet ilham eder öğüt verenlere." Ben ayakkabı dikicisiyim; deri geniş amma ayak ne kadarsa o kadar keserim, o kadar dikerim. İnsanın gölgesiyim, insanın boyuncayım; Boyu ne kadarsa o kadarını ben. Yeraltında hayvancıklar vardır; yeraltında yaşarlar; karanlıktadır onlar. Yaşadıkları yerde göze, kulağa muhtaç değillerdir. O yüzden de gözleri, kulakları yoktur. Göze, kulağa ihtiyâcı olmayana ne diye göz, kulak versin? Yoksa Tanrıda göz, kulak az değil, yahut nekeslik yok. Fakat birşeyi ihtiyâca göre verir.
İhtiyâcı olmayana birşey verecek olursa o şey, ona yük olur. Tanrının hikmeti, lütfü, keremi yükü almaktır; iş böyleyken nasıl olur da birisine yük yükler? Meselâ keser, testere, törpü gibi dülger araçlarını bir terziye versen, bunları al desen, ona yük olur bunlar; terzi bu araçlarla iş göremez ki. Şu halde Tanrı, birşeyi ihtiyâca göre verir. Bu, şuna benzer hani; yeraltında yaşayan o kurtlar, o karanlıkta yaşar-giderler. Bir
bölük halk da vardır; şu dünyâyı yeter bulurlar, bu dünyâya ihtiyaçları yoktur; Tanrıyla buluşmayı özlemezler. Can gözü, akıl kulağı, ne işlerine yarar onların. Şu baş gözüyle bu dünyâ işi olur-gider; o yana gitmeyi kurmazlar bile; onlara nasıl olur da can gözü verir? İşlerine yaramaz ki.

Sanma ki yol alanlar yok,
İzleri belirmeyen olgun kişiler yok
Sen sırlara mahrem değilsin de
Sanıyorsun ki başka çeşit erler yok.


Şimdi dünya, gafletle durur. Gaflet olmasa bu dünya kalmaz. Tanrıyı özleyiş, ahreti anış, esriyip kendinden geçiş öbür dünyanın mîmârıdır. Tümden yüz gösterse bunlar, tümden o dünyâya gideriz, burada kalmayız. Ulu Tanrı burada kalmamızı, iki dünyânın olmasını diledi de iki kâhya dikti. Biri gaflet, öbürü uyanıklık; böylece iki dünyâ da mâmur olur-gider.

(*) Satırın kenarına arapça, "hamdolsun Tanrıya ki insan şeklinde eşek yarattı-hadîs" sözü yazılmıştır.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: 25.Bölüm
« Posted on: 24 Nisan 2024, 19:42:00 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: 25.Bölüm rüya tabiri,25.Bölüm mekke canlı, 25.Bölüm kabe canlı yayın, 25.Bölüm Üç boyutlu kuran oku 25.Bölüm kuran ı kerim, 25.Bölüm peygamber kıssaları,25.Bölüm ilitam ders soruları, 25.Bölümönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes