Konu Başlığı: İtibarî paraların değişmesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Mart 2011, 21:26:36 b- İtibarî (Istılahî) Paraların Değişmesi 8- zimmette sabit olan borç, altın ve gümüş [1398] dışındaki paralar gibi yaratılıştan değil de, ıstılahî (itibarî) olarak nakid sayılırsa ve ödeme zamanı geldiğinde, değerinde bir değişme sözkonusu ise, bu takdirde beş ayrı durum ortaya çıkar. Birinci durum: Paranın genel geçersizliği (kesads) 9- Bu, parayı çıkaran merciin onunla işlemleri durdurması ve diğer ülkelerin de onunla muameleyi bırakması şeklinde olur ki, fıkıhçıların "kesâdü'n-nakd" dedikleri şeydir. [1399] Bu durumda, miktarı belirli ve malum bir parayla bir eşya satın alsa, sonra bu para borç ödenmeden tedavülden kalksa veya malum bir parayla borç alsa, sonra bu para, borcunu ödemeden tedavülden kalksa ya da malûm bir parayla zimmetinde müeccel mehir sabit olsa, sonra vade gelmeden para tedavülden kalksa, bu konuda fıkıhçılar dört ayrı görüştedirler. 10- Birinci görüş: Ebû Hanîfenin görüşü: Tedavülden kalkan para, herhangi bir alım satımda fiyat (semen) olmuşsa, akd fasid olur ve mümkün olduğu sürece feshi gerekir. Çünkü tedavülden kalkmakla, bu para, değer (semen) olmaktan çıkmıştır. Zira değer oluşu (semeniyyeti), para tabir etmekle (ıstılahla) sabit olmuştu. Dolayısıyle, insanlar onunla muameleyi bırakınca değer oluş vasfı gider, böylece satılan eşya da değersiz (semensız) kalmış olacağından, satış fasit hale gelir. Ancak bu karzdan ötürü borç, ya da müeccel mehir ise tedavülden kalksa bile, misliyle ödenmesi gerekir. Çünkü zimmette bulunan başkası değil odur. [1400] Zeyla’nin "Tebyinü'l-hakâyık"tan naklettiğine göre, Ebû Hanife'nin delili şudur: "Karz iaredir. Gereği ise (iare verilen) ayn'ı, ma'nen iade etmektir. Bu da, -tedavülden kalkmış olsa bile- ancak mislini geri vermekle gerçekleşir. Çünkü "semeniyyet" (değer oluş), karzın sahih olmasının "semeniyyete" dayanmayıp, bilakis "misl'e dayanması itibariyle, onda ilave bir unsurdur ve tedavülden kalkmakla da misi olmaktan çıkmış değildir. Bundandır ki tedavülden kalktıktan sonra bile, istikrazı sahihtir. Ceviz, yumurta ve ölçü, tartı ile işlem gören şeyler gibi semen olmayanların da -semen olmasalar bile- istikrazı sahihtir. Eğer bu manen iare olmasaydı sahih olmazdı. Çünkü cinsin cinsiyle, vadeli mübadelesi olurdu ki, bu haramdır. Binaenaleyh, iade edilen, alınanın hükmen aynısıdır ve artık bunda tıpkı gasbedilen aynın iadesi gibi revaç şart değildir. Karz da gasb gibidir, çünkü misliyle tazmin edilir" [1401] Bedâyıu's Sanâyi'de şöyle denir. "Geçerli felslerle satın alınıp da bu felsler tesellümden önce tedavülden kalkacak olursa, Ebû Hanife'ye göre akd münfesih olur, müşterinin, eğer duruyorsa satın aldığı eşyayı, harcamışsa kıymetini, [1402] ya da mislini [1403] geri vermesi gerekir." [1404] Aynı yerde şunlar da vardır. "Geçerli felslerle borç alıp tesellüm etse, arkasından bunlar tedavülden kalksa, Ebû Hanife'nin görüşüne göre, tesellüm ettiği felslerin sayısal olarak mislini geri vermesi gerekir." [1405] 11- İkinci görüş: Ebû Yûsuf un görüşü, [1406] Hanbelîler'de tercih edilen [1407], Malikîler'de de meşhur olmayan [1408] görüş: Tedavülden kalkmasından sonra mislini iade etmek yeterli değildir. Borçlunun; akde konu olan nakdin değerini, muamelenin yapıldığı gün itibariyle, bir başka para ile ödemesi gerekir. [1409] Mürşidü'l-hayrân'ın 805. maddesi bu görüşü almıştır ki, şöyledir: "Rayiç felslerden veya karışımı galip paralardan belli bir miktar borç alsa, arkasından bu para tedavülden kaldırılsa ve onunla işlem geçersiz sayılsa, ödeme günündeki değil, teslim aldığı gündeki değerini vermesi gerekir." [1410] Bu görüşe şunlar delil gösterilir: 1- Çıkaran merci tarafından bu parayla muamelenin durdurulması, geçerliliğine engel olmak ve maliyetini iptal etmektir. Çünkü bunlar, itîbari paradırlar, yaradılış olarak değil. Binaenaeyh bu, onun itlafı demekti. Böylece de "telâfîler" (el-cevâbir) kaidesine göre bedeli gerekir ki, bu da kıymetidir. 2- Alacaklı, faydalanılabilen bir karşılık almak için faydalanılabilen birşey vermiştir. Öyleyse kendisine faydalanılamayan birşey verilmekle haksızlığa uğratılmamalıdır. Muamele günündeki değere itibar edilmesi, o günün borcun zimmette sabit olduğu zaman olmasındandır. İbn Kudame "el-Muğni" de şunları söyler: "Karz, felsler ya da ufaklık paralar olup, otoritenin bunları yasaklaması ve bunlarla muamelenin terkedilmesi halinde, ödünç verenin bunların değerini almak hakkıdır. İster borç alanın elinde bulunuyor olsun, ister harcamış olsun alacaklı onu kabule zorlanamaz. Çünkü onlar onun (borçlunun) mülkünde iken kusurlanmıştır. Ahmed b. Hanbel ufaklık dirhemlerde bunu tasrih etmiş ve şöyle demiştir: Bunlara değer tespiti yapar ve aldığı gün yeni paradan ne kadara eşit olduklarını bulur. Sonra onu verir. Değerlerindeki düşüşün az ya da çok olması farketmez." [1411] 13- Bazı Mâlikîler de satılan malın fiyatı konusunda, satılan eşyanın tesellüm edildiği gündeki değerinin rayiç (geçerli) para ile ödeneceği görüşündedirler. [1412] 14- Üçüncü görüş: İmam Muhammed [1413] ve bazı Hanbelilerin [1414] görüşü: Akd -hangi parayla yapılmışsa borçlunun, onun tedavülden kalktığı, yani son revaçta olduğu gündeki değerini, diğer paradan vermesi gerekir ki, bu da halkın onunla son işlem yaptığı gündür. Zira bu onun, o gün yeni kıymete geçiş zamınıdır. Öyle ya, geçerli olduğu sürece mislinin iadesi gerekirdi. Tedavülden kaldırılınca, o zaman yeni paradan kıymetine intikal etti. "Cevâhiru'l-Fetâvâ"da şu bilgiler vardır: Kadı ez-Zâhidî demiştir ki: Belli bir nakitle bir şey satsa, sonra fiyatını (semenini) almadan bu nakd tedavülden kalksa, satış fâsid olur. Sonra da bakılır: Eğer satılan şey müşterinin elinde ise, onu geri vermesi gerekir. Herhangi bir yolla elinden çıkmışsa veya onda müşterinin müdahelesiyle bir artış meydana gelmişse, ya da onda, meselâ elbise olması halinde dikmek gibi, değer biçilebilecek bir sanat yapmışsa veya meselâ buğday olup ta öğütülmesi, susam olup ta sıkılması, nil yaprağı olup da nil yapılması gibi, istihlak yerine geçip, cinsi değişmişse (hukuken tağyire uğramışsa) misliyattan olması durumunda -ki, keylî, veznî ve ceviz, yumurta gibi farklılık arzetmeyen adedî mislidir- mislini iade etmesi, kıyemiyattan olması durumunda da- elbise ve hayvan gibi- satılan eşyanın kabz günündeki değerini, satış anında mevcut olup tedavülden kalkmayan bir paradan vermesi gerekir. Satış değil de kira akdi yapılmışsa, akd batıl olur ve kiralayanın ecr-i misli vermesi gerekir. Bütün bunlar Ebû Hanife'nin görüşüdür. Ebû Yûsuf ise: "Hangi para ile akd yapılmışsa, onun muamele günündeki değerini, başka bir parayla vermesi gerekir" der. İmam Muhammed ise: "Halkın elinden son kalktığı günkü değeriyle vermesi" görüşündedir. [1415] 15- Dördüncü görüş: Şâfiîlerin [1416] ve kendilerince meşhur olana göre [1417] Mâlikîlerin görüşü: Para zimmette sabit olduktan sonra, ödemeden önce tedavülden kalkarsa, alacaklının ondan başkasını alma hakkı yoktur. Onun tedavülden kalkması, alacaklının başına elde olmadan gelmiş bir âfet olarak değerlendirilir. Bu konuda borcun bir karz, ya da satılan birşeyin değeri veya başka birşey olması arasında fark yoktur. er-Rami’nin "Nihâyetü'l-Muhtâc"ında şu bilgiler vardır: "Şayet devlet kendisiyle satış yaptığı ya da borç verdiği parayı iptal etse, hiçbir surette ondan başkasını almaya hakkı yoktur” [1418] Aynı yerde şunlar da söylenir: "Mislî olan borcun karşılığında misil verilir. Çünkü bu, hakkınna daha yakındır. Bu durumda borç, para (nakd) ise, onunla yapılan muamele batıl olur. Bu, günümüzde Mısır'da, yeni çıkan paralarla borç verme, sonra da onları tedavülden kaldırıp, para olmasa bile, başkasını çıkarma şeklindeki kamuyu ilgilendiren problemi de kapsar." [1419] Nevevî el-Mecmû'da şunları söyler: "Belli bir para ile satsa veya mutlak bir para ile satsa da, biz onu o bölgenin parasına hamletsek, sonra da tesellümden önce idare o parayla işlemi durdursa, bu konuda imamlarımız şöyle der: Akid münfesih olmaz, satıcının muhayyerliği yoktur. Akdin kendisiyle yapıldığı paradan başkasını alma hakkı da yoktur. Tıpkı bir buğday satın alıpta, tesellümden önce buğdayın ucuzlaması, ya da buğdayda selâm akdi yapıp da, vade gelmeden önce buğdayın ucuzlama durumunda, başkasının alma hakkı olmadığı gibi; Cumhur burda böylece kesindir. Bağavî ve Râfiî, satıcının muhayyer olduğu yolunda bir görüş naklederler: Tesellümden önce malın kusurlanmasında olduğu gibi, dilerse o parayla satışı onaylar, dilerse fesheder. Ama mezhebin görüşü birinci görüştür. Mütevelli ve başkaları da şöyle demiştir: Müşterinin, idarenin çıkardığı parayı getirmesi halinde satıcı, onu kabule zorlanamaz. Onda anlaşmaya varırlarsa o (semenin) bedeli olur ve (semenin değil), semenin bedelinin hükmünü alır. Bizim birincisinde ona karşı delilimiz şudur: O, müşterinin kabullendiği (iltizam ettiği)nden başka bir paradır. Dolayısı ile tıpkı dirhemle satınalıp da dinar getirmesinde olduğu gibi, kabulü şart değildir. İkincisinde ona karşı delilimiz şudur: Akde konu olan şey ortadadır ve teslimi mümkündür. Öyle ise onun üzerindeki akid de münfesih olmaz. Tıpkı bir malı pahalılıkta satın alıp sonra fiyatların düşmesi gibi" [1420] Aliş'in "Minanu'l-Celil'inde şöyle denir: "Bir para (nakd) ile satın alır ya da ödünç alır da, sonra o para iptal edilirse, onun bulunması halinde başkasını verme mecburiyeti yoktur. Kişi altın ve gümüşten, ya da başka madenlerden belli ölçülerde basılan paralarla (felslerle) ödünç alsa veya bunlarla alım satım yapsa, sonra da devlet bu birimi değiştirip, yerine başka para bassa, bu kişinin borcu ancak, aldığı ve akd günü zimmetine geçen birimdir. Orada -yani el-Müdevvene'de- denir ki: Birisine altın ve gümüş dışındaki paralarla ödünç verip, karşılığında bir rehin alsan ve bu paralar da tedavülden kalksa, senin onda, verdiğin paraların mislinden başka hakkın olamaz. O bunu verdiği takdirde rehinini alır. Böyle bir parayla bir şeyi vadeli olarak satsan, senin hakkın ancak satım günündeki bu paranın mislidir. Tedavülden kalkmasına itibar edilmez." [1421] İkinci durum; "Bölgesel tedavülden kalkma" 16- Paranın bütün bölgelerde değil, bir kısmında tedavülden kalkması durumudur. Devletlerin çıkardığı ve kendi topraklarının dışında tedavülüne engel olduğu paralar, bunun günümüzdeki örneğidir. 17- Bu durumdaki kişi, rayiç bir parayla alım satım akdi yapsa, sonra alım satımın gerçekleştiği bölgede ve ödeme yapılmadan önce bu para tedavülden kalksa, akd fasid olmaz. Satıcı, alım satımın gerçekleştiği parayı istemekle, onun kıymetini rayiç bir para ile istemek arasında muhayyerdir. Hanefî mezhebindeki "mutemet" görüş budur. [1422] "Uyûnu'l-mesâil"de [1423] şöyle denir: "Paranın tedavülden kalkması" bütün bölgelerde olursa, bu akdin fesadını gerekti. [1424] Çünkü o takdirde para helak olmuş ve satılan şey bedelsiz (semensiz) kalmıştır. Ama sırf o bölgede tedavül edilmez de başka bölgelerde edilirse, satım akdi fasid olmaz. Çünkü para helak olmamış, fakat kusurlanmıştır. Binaenaleyh, satıcı muhayyerdir; dilerse, "Bana alım-satımın yapıldığı parayı ver, der dilerse o paranın değerini altın olarak alır." İbn Abidin diyor ki: "Bazı bölgelerde tedavülde bulunursa akd bâtıl olmaz; ama alım satım yapanların bölgesinde tedavülden kalkmasıyla para kusurlanır ve satıcı da muhayyer olur; ister onu alır, ister (altına endeksli gibi) değerini alır." [1425] 18- Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’tan; para tek bir bölgede tedavülden kalkarsa o bölge insanlarının terminolojisine (paradaki itibar ölçülerine, ıstılahlarına) bakarak, orada paraya sair ülkelerdeki "genel iptal" hükmü verilir, dedikleri nakledilmiştir. [1426] Üçüncü durum: "Paranın piyasadan kalkması" 19- Bu, paranın halkın elinde olmaması ve arayanın piyasada bulamaması şeklinde olur. [1427] Bu durumda: Kişi belli bir para ile bir eşya satın alsa, sonra bedelini ödemeden önce para piyasadan kalksa, fıkıhçılar bunda dört ayrı görüştedirler: 20- Birinci Görüş: Hanbelîlerin [1428] ve Muhammed b. Hasen eş-Şeybâni'nin [1429] görüşüdür. Hanefî mezhebinde fetva verilen görüş de budur: Müşteri, paranın piyasadan kalkmazdan önce son gündeki değerine eşit değerini vermekle mükelleftir. Çünkü paranın piyasadan kalkmadan önceki mislini ödemek imkânsız hale gelmiştir, öyleyse bedeline gidilir ki, o da değeridir. İstikraz ve diğer durumlardaki borçlanmalar için de aynı şey söylenir. Değer belirlemede paranın piyasadan çekilmesinin hemen öncesine itibar edilmesi; o anın, zimmetteki borcun misilden değere intikal ettiği an olmasındandır. İbn Abidin "Tenbihu'r-rukûd"unda şöyle der: "Şu dirhemler bu günkü piyasadan kalksa, İmâm Muhammed'e göre (borçlu), dirhemlerin piyasadan kalkmadan öncesi değeriyle mükelleftir. Fetva da buna göredir. " [1430] el-Mudmerât'ta ise: "Bu (para) piyasadan kalksa (borçlunun), piyasadan kalkmadan önce son gündeki değerini altın ve gümüşe göre vermesi gerekir. Tercih edilen (muhtar) görüş de budur" [1431] denir. 21- İkinci görüş: Ebû Yûsuf un görüşüdür: "Borçlunun, işlemin yapıldığı andaki kıymetine denk değerini vermesi gerekir. Çünkü zimmette sabit olduğu zaman o zamandır." [1432] 22- Üçüncü görüş: Ebû Hanife'nin görüşüdür: Piyasadan’ çekilme de tedavülden kalkma gibidir, alım-satım akdinin fesadını gerektirir.[1433] Timurtâşî "Bezlü'l-mechûdu fi-mes'eleti-teğayyuri'n-nukûd" adlı risalesinde şunları söyler: "Paranın halkın elinde bulunmaması da, tedavülden kalkması gibidir. Dirhemlerin hükmü de böyledir; dirhemlerle satın alsa, sonra bu dirhemler tedavülden kalksa, ya da piyasadan çekilse, alım-satım bâtıl olur ve eğer duruyorsa, satılan şeyi geri vermesi gerekir. Mislî olup tüketilmiş ise, durum yine aynıdır. Değilse kıymetini öder. Eğer teslim alınmamışsa, bu alım-satımın zaten hükmü yoktur. Bu, İmâm A'zam'a göredir. Talebeleri olan iki imâm ise şu görüştedirler: "Alım-satım bâtıl olmaz, çünkü imkânsız olan, paranın tedavülden kalkmasından sonra onu teslim etmektir. Bu ise; paranın yeniden geçerlilik kazanmakla o vasfının yok olması mümkün olduğundan ötürü, fesadı gerektirmez." [1434] 23- Dördüncü görüş: Şâfiîlerin ve Mâlikîlerin görüşüdür: Bulunmaması ve piyasadan çekilmesine rağmen, bu para elde edilebilirse ödenmenin onunla yapılması, aksi halde kıymeti gerekir. Ödünç alınan paradan dolayı borç, satım eşyası bedeli, ya da bir başka borç olması durumları eşittir. Fakat bu görüşün sahipleri, kıymetin ödenmesine gidildiğinde, hangi zamandaki kıymetin ödeneceği konusunda görüş ayrılığı içindedirler. Şâfiîler, alacaklının talebi anındaki değerinin gerekeceğini söylerler. [1435] Mâlikîler kendilerince meşhur sayılan görüşlerinde; [1436] ki sürenin hakedilme zamanına (istihkak) en uzak olanındaki değer gerekir, derler. Bu iki süre; borcun vadesinin hululü ve paranın piyasadan çekilmesi demek olan yokluk anıdır. [1437] Mâltkîlerin bazıları da, kıymetin hüküm zamanına göre belirleneceği görüşündedirler. [1438] Ramlî ise "Nihayetü'l-muhtâc"da şöyle der: "Para bulunmaz olsa fakat misli bulunursa, o gerekir. Aksi halde alacaklının talebi günündeki değeri gerekir. Bu mesele günümüzde Mısır'daki paralar konusunda zarurî bir hal almıştır (Umumî belvâ). [1439] Karafı de der ki: "Bu nakit piyasadan çekilse ve nihayet bulunmaz hale gelse, peşin olması halinde alacaklının piyasadan çekilme günündeki kıymetini alma hakkı vardır. Peşin değilse vadenin girdiği gündeki değerini alır. Çünkü ondan önce talep hakkı yoktur." [1440] "Şerhu'l-Huraşî alâ-Muntasar'ı Halîl"de şunlar vardır: "(Para) yok olursa, borçlu olan şahsa gereken; onun kıymetini, yeni basılıp piyasaya çıkan parayla vermesidir. Paranın kesâdı ve hak edilmesi zamanlarının farkı olması halinde, bu iki sürenin en uzağı zamanındaki kıymetine itibar edilîr." [1441] Dördüncü durum: "Para değerinin artması veya düşmesi"24- Bu, altına ve gümüşe nisbetle paranın değerinin artması, ya da eksilmesidir. [1442] Fikıhçılar bunu "gala" ve "ı-uhs" terimleriyle anlatırlar. Bu duruma göre borç; ödünç alınan bir paradan, bir mehir borçlanmasından, satınalınan bir eşya bedelinden ötürü zimmette sabit olup, ödemeden önce paranın değeri artma, ya da düşme şeklinde değiştiğinde, borçlunun ödeme zorunda olduğu şey konusunda fıkıhçılar üç ayrı görüştedirler: 25- Birinci görüş: Ebû Hanîfe, [1443] kendilerince meşhur olan görüşe göre Mâlikîler, [1444] Şâfiîle [1445] ve Hanbelîlerin [1446] görüşüdür: Borçlunun ödemesi gerektiği şey, ne eksik ne fazla, aynı akidde belirlenen ve borç olarak zimmete geçen paradır. Alacaklının başkasını alma hakkı yoktur. Kadı Ebû Yûsuf da bu görüşte idi; ama sonra bundan dönmüştür. "Bedâyiu's-sanâyî" de paranın (semen) değişmesinden söz edilirken: 'Tedavülden kalkmasa, fakat değeri artsa, ya da düşse, ittifakla alım-satım akdi fesholmuş olmaz. Müşterinin sayı olarak onun mislini vermesi gerekir. Burada kıymete itibar edilmez. Çünkü değer artışı, ya da düşüşü semen olmayı ortadan kaldırmaz. Öyle ya, dirhemlerin semen olma özellikleri değişmeden değerleri artıp eksilebilir" [1447] denmektedir. Aynı yerde, ödünç alınan paranın değerinin değişmesinden söz edilirken de şöyle denir: "Tedavülden kalkmasa, fakat değeri düşse, ya da artsa, borçlu, aldığının mislini (rakam olarak aynısını) vermekle mükelleftir." [1448] İbn Kudâme "el-Muğni"de şunları söyler: "Paranın değerinin düşmesine gelince: Bu ister, -bir danik'a on (birim) iken, bir danik'a yirmi (birim) olması gibi- çok olsun, ister az olsun, onun iadesine engel değildir. Çünkü onda birşey meydana gelmemiş, sadece fiat değişmiştir. Dolayısıyla pahalanan, ya da ucuzlayan buğday gibi olmuştur." [1449] el-Buhûtî, "Keşşâfu'l-kınâ" adlı eserinde: "Felsler eğer yasaklanmazsa yani devlet otoritesi ile tedavülüne engel olunmazsa, misliyle (rakam olarak eşit değerle) ödenmeleri gerekir. Değerlerinin artmış veya eksilmiş olması ya da tedavülden kalkmış bulunmaları eşittir" [1450] der. Suyûtî de "Kat'u'l-mücâdele'inde tağyiri'l-muu'âmele" adlı risalesinde şöyle der: "Sahih istikraz yoluyla olan borçlanmada, her halükârda mislin ödeneceği sabit olmuştur. Binaenaleyh, diğerinden bir rıtl (birim) fels (altın ve gümüş dışında bir para) ödünç alanın ödemesi gereken -değeri ister artmış, ister eksilmiş olsun- aynı cinsten bir rıtl'dır. Artmış olması halinde, karzın selem olmasından ötürü böyledir. Eksilmiş olması halinde ise "er-Ravda" adlı eserde şöyle denmektedir: "Bir nakitle borç verse, devlet otoritesi de o nakitle tedavülü yasaklasa, alacaklı ancak, ödünç verdiğini alır. İmâm Şafiî (ra) bunu tasrih etmiştir. Tedavülden kalkması durumunda böyle olursa, değerinin düşmesi durumunda öncelikle böyle olur." [1451] Sonra selemdeki borçlanmayı ele alır ve der ki: "Selem bu kabildendir. En sahih görüş; Selem'in, şartı bulunması halinde, dirhem, dinar ve felslerde de caiz olacağıdır. Süresi dolunca "müslemün fih" olmak üzere tartı olarak belirlenen miktarı vermesi gerekir. Selem akdinin yapıldığı zamandaki değeri ister artmış, ister eksilmiş olsun, farketmez. Değeri neye baliğ olmuş olursa olsun, onun tahsili gerekir. "Muhtasar'u-Halil" ve Alîş Şerhinde şunlar vardır: "Fels cinsinden paralar tedavülden kalksa, bunlarla zimmetine borç geçmiş olan, bunların mislini vermekle yükümlüdür. Tedavülü sürmekle beraber değeri değişenler, öncelikle böyledir." [1452] "eI-Müdevvene"de de şöyle denir: "Keza birisine fels olarak birkaç dirhem borç versen, verdiği gün bir dirhem yüz felse eşit olsa, sonra bir dirhem iki yüz fels olsa, o sana ancak aldığının mislini verir, başkasını değil." [1453] Hanbelî mezhebine göre hazırlanan "Mecelletü'l-ahkâ-ümi'ş-şer'iyye" de bu görüşü almıştır. Meselâ 750. maddesi şöyledir: "Karz; felslerle, veya ufakfık dirhemlerle, ya da kağıt (banknotlarla olsa, sonra değerleri artsa, ya da eksilse veya tedavülden kalksa, ama bunlarla işlem yasaklanmamış olsa, misillerini ödemek gerekir. Keza diğer borçlarda, tesellüm olunmayan fiyatlar (semen)da, ücrette, hul' bedelinde, telef edilen şeylerle, tesellüm edilen ve satıcının geri vermesi gereken fiyatta (semen) hüküm aynıdır." 26- İkinci görüş: Ebû Yûsufun görüşüdür ve Hanefî mezhebinde fetva da buna göredir: [1454] Borçlu; değer artışına, ya da düşüşüne maruz kalan paranın, zimmetinde sabit olduğu gündeki değerini, tedavül eden bir parayla vermek zorundadır. Buna göre; alım-satım akdinde, akd günündeki değer; istikrazda da, tesellüm (kabz) günündeki değer esas alınır. [1455] Timurtaşî "Bezlü'l-mechûd fi-mes'elet-i tağayyuri'n-nukûd" adlı risalesinde, uzun bir sözden sonra şöyle der: "Bezzâziyye'de el-Müntekâ'ya atfen denir ki; fels paraların değeri artsa, ya da düşse, birinci İmam'a [1456] ve ilk görüşünde [1457] ikinci İmam'a [1458] göre, ondan başkası ile mükellef değildir. İkinci imam [1459], ikinci olarak [1460] dirhem üzerinde satış ve tesellüm (kabz) [1461] günündeki değerini vermelidir" der. Fetva buna göredir. el-Müntekâ'ya atfen ez-Zahira'da ve el-Hülâsa'da da böyledir. Üstadımız da bunu "Bahr"ında nakletmiş ve kabullenmiştir. Birçok muteber kitaplarda fetvanın bununla olduğu açıklandığına göre, fetvada ve kazada (yargıda) bunu esas almanın gereği anlaşılır. Çünkü müftünün ve kadının (hâkimin), kendi İmam ve mukallitlerinin mezhebinde, öne alınan (racih) görüşten yana olmaları zorunludur. Bunun karşıtını almaları caiz değildir. Çünkü bu ötekine göre daha aşağı (mercuh) durumdadır. [1462] 27- Üçüncü görüş: Mâlikî mezhebi içerisindeki talî bir görüştür: Değiştirme aşırı ise, artış ya da düşüşe maruz kalan paranın kıymetini, aşırı değilse mislini vermek gerekir. [1463] er-Rahvâni, Mâlikîlerde, paranın değeri, yükselme veya düşme ile değişse dahi mislinin gerekeceği şeklindeki meşhur görüşe yorum sadedinde şunları söyler: "Buna göre bunu: Bu (değişme)nun çok fazla olmadığı zaman, diye kayıtlamak gerekir. Tâ ki, tesellüm (kabz) eden, karşıt, görüştekilerin gerekçe olarak gösterdikleri sebebin [1464] bulunmasından ötürü, büyük bir menfaat bulunmayanı tesellüm eden gibi olsun" [1465] 28- Bu üç görüşe ve delillere bakarak vardığım sonuç şudur: a- Fiyat artışına ya da düşüşüne maruz kalan paranın, zimmette sabit olduğu gündeki değerinin ödenmesi gerektiğini söyleyen fıkh? Kabulleniş, cumhurun; borçlunun ödemek zorunda olduğu, akidde belirlenen ve zimmette sabit olan paranın eksiği, ya da fazlası olmayıp, bizzat kendisidir, şeklindeki görüşünden itibara daha lâyıktır, çünkü: Bir: Bu görüş adalet ve insafa daha yakındır. Çünkü iki mal, ancak kıymetleri eşit olursa birbirinin dengi olurlar. Kıymetler farklı olursa, denklik de yoktur. Halbuki, Allah adaleti emreder. İki: Bunda borçludan da, alacaklıdan da zararı giderme vardır. Meselâ karz olarak bir para verse, arkasından bu paranın değeri düşse, biz de karz vereni, verdiğinin rakam olarak mislini kabule zorlasak, o bundan zarara uğramış olur. Zira ona verilmesi hükmedilen bu para, onun hakettiği para değildir. Çünkü değeri düştükten sonra o, belirli ayn'ın kusuruna benzeyen, nevinin kusuruyla kusurlu hâle gelmiştir. (Şu bakımdan ki, belirli ayn'ın kusuru, mükemmellikten eksikliğe geçişidir, nevilerin kusuru ise, değerlerinin eksilmesidir). Bir malı karz olarak verse, arkasından bunun değeri artsa, biz de karz olanın aldığını rakam olarak ödemesine hükmetsek bu defe da borçlu zarar görür. Çünkü bu onu aldığından fazlasını ödemeye zorlamadır. Halbuki, "Zarar ve zarara mukabil zarar yoktur" esası, şeriatın genel bir kaidesidir. b- Rahvânî'nin Mâlikîlerde zahir gördüğü; paranın değer artışına, ya da düşüşüne maruz kalması halinde bu fark basitse, (sayısal olarak) misli gerekir, değişme aşırı ise değeri gerekir, şeklindeki görüş, bana göre Ebû Yûsufun her halükârda değeri gerekir, şeklindeki Hanefî mezhebinde tek fetva olan görüşünden daha evlâdır. Çünkü: Bir: Karşılıklı işlemlerde büsbütün yok edilmelerindeki zorluğa bakarak, insanlardan sıkıntıyı giderme gayesiyle, mal mübadele akidlerinden şer'an bağışlanan az hile ve aldatmaya kıyasla, az farklılaşma da bağışlanmış olmalıdır. Bunda önemli bir teşri (yasama) esasını da gerçekleştirme anlamı vardır ki, o da teamülün insanlar arasında istikrar bulmasıdır. Fahiş aldatma ve hile ise, böyle değildir. Bunlar her çeşit alımsatım ve işlemlerde yasaktırlar. İki: Az farklılaşma, "Bir şeye yakın olan o şeyin hükmünü alır" [1466] şeklindeki genel fıkıh kuralının teferruatından sayılarak bağışlanmış olmalıdır. Fahiş farklılaşma ise böyle değildir. Zira ondaki zarar açıktır, zulüm muhakkaktır. Beşinci durum: "Enflasyon ve deflasyon" [1467] 29- Bu durumu fıkıhçılar kitaplarında zikretmemişler ve eserlerinde buna değinmemişlerdir. Çünkü onların zamanlarında enflasyon vaki değildi. Bu durumun esası; akd yapıldıktan sonra ve ödeme yapılmazdan önce enflasyonun ortaya çıkması, böylece de zimmette sabit olan paranın satınalma gücünün; satış eşyası, menfaatler ve karşılığında verilen hizmetlere göre düşmesidir. Paranın değişmesi meselesinde fıkıhçıların sözlerinden elde edilen sonuç, tek başına enflasyonun, borçlarda asla etkisinin olmadığıdır. Eğer enflasyonun yukarıda anlatılan durumlardan birine yaklaşması sözkonusu olursa, o takdirde enflasyonun kalıcı ya da geçici olmasına bakmaksızın, hüküm o duruma göre tesbit edilir. 30- Bu, mücerred alacaklar ve borçlarda söz konusudur. Sabit olmaları zamanında, paranın satınalma gücüne riayet edilen, sonra da enflasyon ortaya çıkıp bu satınalma gücünün düştüğü mücerred borçlara gelince bunlar, ortaya çıkan enflasyon oranına göre değişirler. Tıpkı nafaka borcu gibi. Meselâ hâkimin bunu nafaka hakkına sahip olanın ihtiyacı olan şeylerin rapor günündeki fiyatlarına bakarak takdir edip, mükellef olan üzerine hükmetmesinden sonra, piyasada bu ihtiyaç maddelerinin fiyatının artması halinde, paranın değerinin değişmesine bağlı olarak borcun da değiştiğine hükmedilir. Çünkü nafakanın takdir edilmesini belirleyen esas, nafaka verilenin yeterliliğini sağlamaktır. Halbuki, karara bağlanan bu meblağ, enflasyon ortaya çıktıktan sonra, kendisine bağlanan maksadı karşılamaya yetmez hâle gelmiştir. Bu yüzden bağlı bulunduğu hedefin değişmesine uyarak, borç da değişecek ve sonradan ortaya çıkan enflasyon oranına uygun olarak miktarı da artacaktır. [1468] Bu gibi olaylarda deflasyonun ortaya çıkması durumunda ise, bunun aksi söylenir. Memurların, askerlerin, işçilerin maaşları, eğer yeterlilik düzeyi gözetilerek takdir edilmişse, onlar da böyledir. Çünkü onlar da fiyatların artmasına ve düşmesine göre enflasyona ve deflasyona bağlı olarak yükselme ve alçalma şeklinde değişikliğe uğrarlar. Mâverdî, Ebû Ya'Iâ, Bedrüddîn b. Cemâ'a ve başkaları bunu böyle açıklamışlardır. [1469] En iyisini Allah'u teâlâ bilir. Son duamız "elhamdü-lillâhi Rabbil-âle mîn"dir. Dr. Nezîh Kemal Hammâd Şerîat Fakültesi Yargı bölümü Mekke/Suûdi Arabistan [1470] Bu Konunun Kaynakları 1- Alâaddin Ebûbekr b. Mes'ûd el-Kâsânî (587/1191), Bedâ-yi'u’s-Sanâyi fi-tertîbi'ş-Şerâyi', et-İmam Matbaası, Kahire. 2- Osman b. Ali ez-Zeylat, Tebyînü'l-hakâyık şerh'u-Kenzi'd-dekâik. Kenarında Ahmed eş-Şelebî Haşiyesi. Birinci baskı, Balak el-Emîriyye Matbaası, 1314. 3- Ahmed b. Hacer el-Heysemî, Tuhfetü'l-muhtâc şerhu'l-Minhâc. Kenannda Abdulhamîd eş-Şirvânî ve İbn Kasım el-İbâd' hâşiyeleriyie birlikte. Kahire, el-Meymeniyye Baskısı, 1315. 4- Muhammed Emîn Abidin, Tenbihu'r-rukûd alâ-mesâli'in-nukûd. Resâil-i İbn Abidîn içerisinde. Asitâne Baskısı. 5- Muhammed b. Ahmed, er-Rahvenî 'alâ-Şerhî'z-Zürkâm li Muhtasar-ı Halil, Kenarında Hâşiyetü Muhammed b. el-Medenî alâ Kinûn. Bolak Emîriyye Matbaası, Birinci Baskı, 1306. 6- Ali Haydar (Efendi), Dürarü't-hükkâm şerh'u-Mecelleti'l-ahkâm. Arapcaya çeviren, Fehmî el-Hüseynî, Beyrut ve Bağdad en-Nehda Kitabevi baskısı. 7- Şerh'u-Abdilbâkî ez-Zürkânî 'alâ-Muhtasar-ı Halil. Kenarında Muhammed b. el-Hasen el-Bennânî Haşiyesi ile birlikte. Muhammed Mustafa Matbaası, Kahire, 1307. 8- Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed b. Kudâme el-Makdisî (682/1283) eş-Şerhu'l-Kebir 'ale'l-Muknî', Mısır, Menâr Matbaası, 1347. 9- Şerh'u-Muhammed b. Abdillah el-Huraşî 'alâ-Muhtasar-ı Halil, Kenarında Ali el-Adevî es-Saîdî Haşîyesi ile birlikte, Kahire, Bolak Matbaası, 1318. 10- Mansûr b. Yûnus, el-Buhûti şerh'u-Müntehe'l-İrâdât (1051/1641). Kahire Baskısı. 11- el-Fetâva'l-Hindiyye, el-Fetâva'l-Alemgîriyye diye meşhur. Ebu'l-Muzaffer Muhyiddîn Muhammed Evrengzıb (Alemgir), Kahire, Bolak el-Emîrî Matbaası, (kinci Baskı, 1310. 12- Celâlüddîn Abdurrahman Ebübekr es-Süyûtf (91 1-1505), Kafu'l-mücâ-dele'inde-tağyiri'l-mu'âmele, el-Hâvî fi'l-fetâvâ adlı kitabı içerisinde, Beyrut Dâru'l-kütübi'l-ümiyye, İkinci Baskı, 1395 (i975) 13- Mansûr b. Yûnus b. İdrîs el-Buhûtî, Keşâfü'l-Kınâ' 'an metni'l-İknâ, Mekke, el-Hukûme Matbaası, 1394. 14- Ahmet b. Muhammed b. Ali e!-Mukrî el-Feyûmî, el-Mısbâhu'l-münir fî-garibi-Şerhi'l-kebir, (770/1368) Kahire, el-Emîriyye Matbaası, 1324 (S906) 15- Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmet b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî, el-Muğnî (620/1320), Mısır, el-Menâr Matbaası, 1347. 16- Muhammed b. Ahmed b, Muhammed 'Alîş (1299/1991), Minahu'l-Cetîl şerhu-Muhtasar'-ı Halil, Mısır, Bolak el-Emîriyye Matbaası, 1294. 17- Muhammed b. Ahmed er-Remlî el-Mısrî (1004/1595), Nihâyetü'-muhtâc Şerhu'l-Minâc, Kahire, Mustafa el-Bâbi'l-Halebî Matbaası 1357 (1938) [1471] [1398] Değerli Üstad Ahmed ez-Zerka, "Şerhu'l-kavâidil-fıkhiyye" adlı eserinde (s. 121) şunları söyler Anlaşılan o ki, günümüzde Suriye lirası denen raiç bankonot para ve onun diğer ülkelerdeki raiç benzerleri de geçerli felslerden sayılır. Onlar için söylenen hükümler, bunlar için de söylenir. Çünkü geçerli felsler ik (tabii) paranın -altın ve gümüş- dışında edinilen ve kullanmada aynen bu iki para gibi itibar edilip işlem gören paralardır, işte sözü edilen kağıt banknotlar da bu kabildendir. "Geçerli fels" diye, sadece diğer madenlerden yapılanlara deneceğini iddia edenler delil getirmelidirler. [1399] Kesâd" sözlükte, rağbet görmediğinden revaç bulmamak demektir. Kesâdın aslı "Fesad'dır da denmiştir. (el-Misbâh'ül-Münîr, 11/644) Fakîhleriri terimi olarak ise "Kesâd", herhangi bir paranın tedavülden kaldırılması ve bütün ülkelerde geçerliliğinin düşmesi demektir. (Alî Haydar, Şerhu Mecelle, 1/108, Zeylaî, Tebyinü'l-hakâik, lV/143; İbn Abidin, Tenbîhu'r-rukûd, ll/60). [1400] el-Fetâva'l-Hindiyye, ll/225; Kasânî, Bedâyi'u's-sanâyi', lV/3244 vd; Zeylat, Tebyin, lV/142. [1401] Zeylaî, Tebyinü'l-hakâik, lV/144. [1402] Yani kıyemî ise. Zeylat, lV/142 [1403] Yani misli ise, ay. [1404] Bedâyi'u's-sanâyi, VII/3244. [1405] Bedâyivs-Sanâyi', Vll/3245. [1406] el-Fetâval-Hindiyye, 111/225; Tebyînü'l-Hakâik, lV/142. [1407] Keşşâfu'l-kınâ, 111/301; Şerhu Müntehe'l-İrâdât, ll/226; Şerhu'I-kebîr 'alel-Muknî', lV/358. [1408] Hâşiyetür-Rahvânî, V/1 20; Hâşiyetü İbni'l-Medenî, V/1 18. [1409] ez-Zehîra'l-Burhaniyye" sahibi, bu görüşün Hanefî mezhebinde fetva verilen görüş olduğunu nakleder. Çünkü bu kolaydır. Şöyle ki, muamele günündeki değer, tedavülden kalktığı günün aksine, bellidir. Öbürü zor bilinir, (bkz., el-Fetâva'l-Hindiyye, 111/225). Tebyînü'l-Hakâik, lV/144; es-Şelebî'atâ-Tebyîni'l-Hakâik, lV/142; Tenbihü'r-ruküd, 11/59. [1410] "Karışımı galip parçadan maksat, çoğu altın ve gümüş dışındaki bir maden olan alaşım (yani altın ya da gümüş miktarı, alaşımındaki diğer maden miktarından az olan) paradır." [1411] el-Muğnî, lV/365 [1412] Hâşiyetü İbni'l-Medenî, V/l I 8; Hâşiyetü’l-Rahvanî, V/l20. [1413] Hanefî fıkhı kitaplarında: el-Muhît, el-Yetîme ve Tebyîn'den naklen, mezhepte fetvanın, vereceklilere merhamet için, İmam Muhammed'in görüşüne göre olduğu kaydedilir. Çünkü paranın son revaçta olduğu zamanki değeri, âdetten, muamele günündeki değerinden az olur. (bkz., Fetâva'l-Hindiyye, 111/225; ez-Zeylat, lV/143, eş-Şelebî, 'Alâ-Tebyîn'i hakâik, lV/142; İbn Abidîn, Tenbîhu'r-Rukûd, 11/59.) [1414] eş-Şerhu'1-kebîr ale'l-Mukni', lV/358 [1415] İbn Abidîn, Tenbih'ur-Rukûd, ll/58 [1416] Heysemî, Tuhfetu'l-muhtaç ve üzerine eş-Şirvânî Haşiyesi, lV/258, V/44, Suyûtî, Kat’ul-mücâdele, l/97 vd; Esna'l-metâlıb, ll/143. [1417] el-Huraşî alâ-Muhtasar-ı Halîl, V/55; ez-Zürkânî'alâ muhtasar-ı Halîl, V/55, Hâşiyetü'r-Rahvanî, V/120- 121, [1418] Nihâyetü'l-muhtâc, 111/399. [1419] Nihâyetü'l-muhtâc, lV/223. [1420] el-Mecmû şerhu'l-Muhezzeb, IX/282. [1421] Minahu'l-Celîl, 11/534. [1422] Zella'î, Tebyînü'l-hakâik, lV/143 [1423] Hâşiyetü'ş-Şelebî 'alâ-Tebyîni'l-hakâik, lV/143; İbn Abidîn, Tenbihu’r-rukûd, 11/59 [1424] Yani, İmâm Ebû Hanife'nin görüşüne göre [1425] Tenbihû'r-rukûd, 11/60. [1426] Hâşiyetü'ş-Şelebî'alâ-Tebyînil-hakâik, lV/143. [1427] Paranın piyasadan çekilmesinin (inkıta'ın) ölçüsü: Tebyînü'l-hakâik ve ez-Zehîra’l-Burhâniyye'de zikredildiği üzere: "Evlerde ve sarraflarda (bankalarda) bulunsa bile, piyasada bulunmamasıdır, (bkz., Tebyînü'l-Hakâik lV/143; Tenbihur-rukûd, 11/60) Ali Haydar Efendi Mecelle Şerhinde ise: "Piyasadan kalkma (inkıta) çarşı ve pazarda bir şeyin misli bulunmamaktır. Bir şeyin misli evlerde bulunsa bile, çarşı ve pazarda bulunmayınca o şey yine munkatı sayılır. (Şerhu'l-Mecelle, 1/108, md. 153); Huraşî ve Zürkânî, inkıta'da kural olarak şöyle söylerler: "Muamelenin yapıldığı bölgeye itibar edilir. Başka bölgede bulunsa bile, yine munkatı' sayılır." (bkz., Şerhu'l-Huraşî, V/55; Şerhu'z-Zürkâni, V/60) [1428] eş-Şerhu'l-Kebîr 'ale'l-Mukni, lV/358. [1429] Zeyla'î, Tebyînü'l-hakaik ve Şelebî Haşiyesi, lV/142 [1430] Tenbihu'r-rukûd, ll/59. [1431] Tenbihu'r-rukûd, ll/60. [1432] el-Fetâva'l-Hindiyye, lll/225; Tebyinu'l-hakâik, lV/142 [1433] Tebyînü'l-hakâik, lV/142; el-Fetavâ'1-Hindiyye, 111/225. [1434] Tenbihu'n-rukûd, ll/59 [1435] Heysemî, Tuhfetu'l-muhtâc, lV/258; Aynca bkz, Suyûtî, Kat'u'l-mücadele 'inde Tağyîrî'l-muâmele, 1/97. [1436] Minahu'l-Celîl, ll/535; el-Huraşî 'alâ-Halîl, V/55; ez-Zurkânî 'alâ-Halîl, V/60. [1437] Borçlu bunu ister geciktirsin, ister geciktirmesin. Nitekim Halil'in sözünden ve el-Müdewene'den anlaşılan da budur. Huraşîve başkaları bunun, borçlunun geçiktirmediği zamanla kayıtlı olduğu görüşündedirler. Aksi halde varılan son durum. Yani kıymet değil, yeni uygulama gerekli olur- yani eskisine artık olarak basılan yeni para konusundaki son durum gerekli olur. Çünkü o haksızlık etmiştir "Tekmîlü'l-Minhâc" sahibi der ki: durumun daha iyiye gitmesi halinde bu açıktır, Daha kötüye giderse zimmetin de sabit olan ne ise onu verir, (bkz., el-Huraşî, V/55; Şerhu'z-Zürkânî, V/60; Minahu'l-Celîl, 11/535; Hâşiyetü'r-Rahvânî, V/121.) [1438] Minahu'l-Celîl, 11/535; Şerhu'z-Zurkânî 'alâ-halîl, V/60. [1439] Nihâyetü'l-Muhtac, 111/399. [1440] Minahu'l-Celîl, ll/534. [1441] el-Huraşî, V/55. [1442] Allâme Ali Haydar "Düraru'l-hükkâm"da şunları söyler "Altın ve gümüş, eşyanın değerini ve kıymetini belirlemede esas alınacak bir ölçü kabul edilir ve değer (semen) sayılırlar. Bakır ve kâğıt paralar (banknot) ise eşya ve meta sayılırlar. Binaenaleyh, revaçta oldukları zamanlarda mislî ve semen (değer) itibar olunurlar. Tedavül görmedikleri zaman ise, kıyemî ve eşya sayılırlar. (Düraru'l-hukkâm şerhu-Mecelleti'l-ahkâm, 1/101). [1443] Tenbîu'r-rukûd, 11/60: Hâşiyetü'l-Şelebî alâ-Tebyîni'l-Hakâik, lV/142-143 [1444] ez-Zûrkânî 'alâ-Halil, V/60; Haşiyetü'r-Rahvânî, V/121. [1445] Suyuti, Kat u'l-Mücadele; 'inde-tağyiri'l-muâmele, 1/97-99. [1446] eş-Şerhu'1-Kebîr'alel-Muknî, lV/358; Şerh'u-Müntehe'l-irâdât, 11/226. [1447] Bedâyi'u-sanâyî,' VII/3245. [1448] ay. [1449] el-Muğnî, lV/365 [1450] Keşsâfu'l-kınâ, 111/301. [1451] Kat’u't-Mücâdele, l/97. [1452] Minahu’l-Celil, ll/534. [1453] Minahu'l-Celîl, ll/535. [1454] Bu sözü söyleyen İbn Âbidîn'dir. (bkz., Tenbîhur-rukûd, ll/60, 61). [1455] Tenbîhu'r-rukûd, 11/60-63. [1456] Yani Ebû Hanîfe'ye. [1457] Yani önceden Ebû Hanîfe ile beraber olduğu ve sonra döndüğü görüşünde. [1458] Yani Ebû Yûsufa [1459] Ebû Yûsuf. [1460] Yani sabitleştiği ve itimat ettiği görüşünde. [1461] Yani alım-satım akdinde satış günü, borçlanma akdinde de tesellüm (kabz) günü, en-Nehr'de böyledir, (bkz., Tenblhu'r-rukûd, ll/63). [1462] Tenbîhu'l-ruküd, 11/60. [1463] Hâşiyetü İbni'l-Medenî, V/118. [1464] Paranın tedavülden kalkması konusunda meşhur görüşe karşıt görüş sahiplerinin delil olarak tutundukları sebebi (illeti) kastediyor ki, şudur. Alacaklı faydalanılan birşey alabilmek için faydalanılan birşey vermiştir. Binaenaleyh, ona faydalanılamayan birşey vermekle haksızlık edilemez, (bkz, Hâşiyetü'-r-Rahvânî, 1/120; Hâşiyetü İbni'l-Medenî, V/l 18) [1465] Hâşiyetü'r-Rahvânî, V/121 [1466] Loneşrîsî, Izahu'l-Mesâlik ilâ-kavâîdi'l-İmâm Mâlik, 170; Zerkeşî, el-Mensûr fil-kavâ'id, 111/144. [1467] Enflasyon (tadahhum) yeni bir iktisadî terim olup, bununla genel talebin, genel arzı aşması durumu kastedilir. Normalde ülkedeki para miktarında- kağıt paralar ve banka mevduatlarında- büyük bir artış olmasına karşılık, beraberinde çeşitli tüketim mallarında, üretim hacmine mukabil bir artış bulunmaz. Bu durumda satınalma gücündeki efektif talepteki fazlalık, serbest ekonomide fiyatların ve ücretlerin artışına sebep olur. Bu da sonuçta ücretler ve fiyatlarda ek artışlardan uzak bir "Boş Devre'ye götürür. Devletin, tüketicilerin harcamalarına, fıyatları kontrol ve karne sistemi gibi sınırlamalar getirmesi halinde, enflasyonun alışılan belirtileri ortaya çıkmaz. Deflasyon (inkimâş) ise, bunun aksi durumu gösterir. Yani parasal güçler para ve kredi miktarlarını azaltmaya yönelirler. Bu durumda fiyatlar ve ücretler düşer, işsizlik yaygınlaşır. (Dr. Hüseyin Ömer, Mevsû'at'üf-mustaâlahâti'l-iktisâdiyye, 69). [1468] bkz., Sûyutî, Kat'u'l-mücadele'sinde; tagayyüril-muâmele, el-Hâvî lil-Fetâvâ ile birlikte basılı, 1/100. [1469] bkz., Mâverdî, el-Ahkâmu's-sultaniyye, 205; Ebû Ya'Iâ, el-Ahkâmu's-sultâniyye, 242; İbn Cemâ'a, Tahriru'l-ahkâm fi-tedbîr-i ehl-i İslâm [1470] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 551-571. [1471] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 572. |