Konu Başlığı: İnanç Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 21 Mart 2011, 17:02:01 1- İNANÇ 1. Tekfir Meselesi Soru: Fıkıh kitaplarımızın "Elfâz-ı küfür" başlığı altında verdikleri ve çok basit fiilleri dahî küfür sayan ifadelerle, "bir kimsenin doksan dokuz işi kâfirce, biri müslümanca olsa onu yine müslüman saymalıyız" kanaatini nasıl bağdaştıracağız? Bir kimseyi kâfir sayabilmemiz için ne yapmış olması gerekir? Cevap: Birçok yönü olan ve pekçok izahlar gerektiren bu meselenin bazı yönlerini belirtip, bir-iki ölçü vermeye çalışacağız: Öncelikle insan için en büyük olayın ve varlığın "iman" en korkunç şeyin de "imansızlık" olduğunu bilmek gerekir. "Bir kişinin imanına vesile olabilmek, insan için üzerine güneşin doğup battığı herşeyden daha hayırlıdır" buyurulmuştur. Müslümanlar, olabildiğince çok kişinin iman nimetine kavuşmasını ve küfür karanlıklarından kurtulmasını arzu ederler. Esasen o bunun için yaşar, bunun için yaşamalıdır. "Her günahta küfre açılan bir kapı vardır" denmiştir. Küfür ise insanın bütün iyi amellerini götürür. Bu kadar korkunç bir uçuruma düşülmemesi için âlimlerimiz âdeta titremişler ve küfre açılan her kapıyı küfür diyerek kapamak istemişlerdir. “Elfâz-ı küfür” denilen sözlerin çoğu bununla beraber aynı zamanda "ulûhiyyet" dairesine tecavüz sayılabilecek anlamlar taşırlar. Meselâ "Ben onunla Cennet'e dahi girmem" ifadesinde dolaylı olarak Allah'ı reddetme anlamı vardır. Eğer o Cennet'e girerse, onu oraya koyacak olan Allah'tır ve yaptığını bilerek yapmıştır (Alîm'dir), yaptığı yerli yerindedir (Hakîm'dir). Bu sözü söyleyen adam sanki, "Bu, Cennet'e girmeye lâyık değildir, oraya konulursa isabetsizlik yapılmış olur" demiş gibidir. Bu da Allah'a hata nisbet etmektir kî, küfürdür. Bu söz de dolayısı ile küfür olmuş olur, ancak -Allah'u â'lem- bunu şöyle anlamak gerekir: Bu söz, dolaylı olarak ifade ettiği mânâ ile küfür anlamı taşır. O dolaylı mânâyı ancak kâfirler öyle düşünebilirler. Müslüman öyle düşünemez, düşünmemelidir. Yoksa, "Bu sözü söyleyen hüküm bakımından kâfir olmuştur. Yani, bütün amelleri boşa gitmiştir, karısı boş olmuştur, katli gerekmiştir, mirastan mahrum olmuştur..." vb. demek doğru değildir. Belki, "Böyle tehlikeli bir zemine götürecek bir adım atmıştır, İslâm bağına küfür ormanının dikenini dikmiştir. Derhal tevbe etmeli ve papatyaları kurutacak bu dikeni oradan söküp atmalıdır" biçiminde anlamalıdır. Bu ifadenin sahibi bununla bizzat küfrü (Allah'ı kabullenmemeyi) kastetmiş olmadıkça kâfir sayılmaz. [6] "Elfaz-ı küfür" denilen bu sözlerin pekçoğu ile de "küfür" fetvası verilemez denilmiştir. [7] Diğer söze gelince: Halk arasında böyle söyleniyorsa bu yanlıştır. Çünkü "yüz amelinden birisi müslümanca olmayan" hiç kimse düşünülemez. En katmerli kâfirlerde bile, merhamet, cömertlik, iyilikseverlik, büyüğe saygı... vb. müslümanca bir davranış mutlaka bulunur. Bu takdirde kimseye kâfir denilememesi gerekir. Oysa bu söylentinin aslı şudur: "Bir kimsenin küfür mü, değil mi, diye tereddüt edilen bir işi, ya da sözü, doksan dokuz ihtimalle küfre yorulsa (hamledilse), bir ihtimalle de imana hamletme imkânı bulunsa biz onu imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona kâfir denilemeyeceğini söyleriz." Bu gerçeği Ö. N. Bilmen merhum şöyle anlatır: "Herhangi bir müslümanın sözünü güzel bir vecihle tefsir ve te'vil kabil oldukça fena bir cihete hamletmek, ona göre fetva vermek caiz değildir. Hatta bir hususta küfrü müstelzim (gerektiren) birçok vecihler bulunduğu halde küfre münâfi (zıt) yalnız bir vecih bulunsa, bu bir veçhe göre fetva verilmesi muvafık olur. Hakikat-i halin (işin gerçeğinin) neden ibaret olduğu ise ilm-i ilâhiye havale olunur." [8] Yoksa İslâm'dan olduğu açıkça (bedîhi olarak) bilinen bir esası inkâr eden birisi, yüz işinin doksandokuzu müslümanca olsa dahi maalesef, kâfirdir. "Müslümanın her fiili müslümanca olmayabilir. Müslüman kâfire ait fiiller de işleyebilir. Kâfirin de her fiili kâfirce olmayabilir. Onda da müslümana ait meziyetler bulunabilir" mealinde bir söz vardır. Fıkıh, ya da akâid kitaplarında zikredilen "Elfâz-ı küfür"ün (küfür sözlerinin) anlaşılmasına bu söz de yardımcı olur. Yani bu sözler kâfire ait fiillerdendir. Bunu müslüman yaparsa, kâfire ait bir vasfı üzerinde taşımış olur. Ama sırf bununla zahiren onun kâfir olduğuna hükmedilemez. İçini ise ancak Allah bilir. Tıpkı, "Münafıkın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, vaadettiğinde cayar, emanet edildiğinde hıyanet eder" hadis-i şerifinde olduğu gibi. Yalan, hulf ve hıyanet münafık işidir. Ama bir müslüman bunları sırf yapmakla münafık olmuş olmaz, bir münafık işi yapmış olur. Bu konuda İbn Nüceym der ki, "Küfür sözlerin çoğu İhtilaflıdır. Böyle ihtilaflı sözlerle insanlar tekfir edilemez. Ben böyle bir fetva vermemeye kesin kararlıyım." [9] Bizim ilk imamlarımızın koyduğu ölçü şudur: "Kişiyi imandan çıkaran şeyler ancak onu imana sokan şeyleri inkâr etmektir." İbn Âbidîn Câmiu'l-Fusûleyn'de bunun bir ölçü olarak kaydedildiğini söyler. [10] Ayrıca, "Müslümandan küfür ithamını kaldıran her söz, zayıf olsa bile tercihe daha lâyıktır.” [11] Meselenin fıkıh usûlü kitaplarımızı ilgilendiren yönü de vardır. Meselâ farzları inkâr etmenin küfür olduğu söylenir, ama hemen şu ölçüye dikkat çekilir: "Farzların bedîhi (apaçık) olanları vardır ki, bunları her kim inkâr ederse kâfir olur. İman, namaz, hacc, zekât... gibi. Buna göre meselâ, "Namaz, dua demektir; böyle yatıp kalkmak diye birşey yoktur" diye te'vil eden dahi kâfir olur. Ya da meselâ, "Erkek kardeşim babamın mirasından iki alırken ben bir almayı kabul etmem; böyle şey olmaz" diyen kadın kâfir olur. Çünkü bu bedîhidir. Ama arkada kızını ve oğlunun kızını bırakan varisin kızı mirasın yarısını değil de, tamamını istese ve diğerinin hakkını reddetse kâfir olmaz. Çünkü bu bedîhi değildir. Bunu çoğu hocalar bile bilemezler. Böyle bedîhi olmayan farzları inkâr eden te'vil ederek inkâr ediyorsa, kâfir olmaz. Kesin delillerle sabit olmuş böyle bir farzı tutarsız te'villerle dahi te'vil eden ve farziyetini kabul etmeyen kâfir olmaz, fasık olur. [12] Ayrıca bir de ictihadî farzlar vardır. Meselâ Hanefîlere göre erkeğin diz kapağı ile göbeği arasını kapatması, gusülde ağzına-burnuna su vermesi farzdır. Birincisi Malikî, diğeri Şafii mezhebinde ferz değildir. Bunlardan birisini benimseyenin, diğerinin farz dediğini inkâr etmesi küfür de değildir, fısk da değildir. Bunun gibi, zannî delillerle sabit olan vacipleri (amelî farzları) zannî oldukları için inkâr edenler de kâfir olmazlar Meselâ, kurban kesme hakkında dalaleti kesin bir delil yoktur, onun için "ben kurban diye birşey kabul etmiyorum ve kesmiyorum" diyen birisi kâfir olmaz, ama fasık olur. Ancak bunu böyle değil de, "kurban kesme, caniyâne birşey. Ben öyle bir ibadet kabul etmiyorum" diye delilinin zannîliğine bakmaksızın küçümsemek küfürdür. Bir de İslâm'ın duyurulmadığı bir ülkede herhangi bir farzı bilmediği için reddeden, ama İslâm'dan olduğu söylendiğinde kabul eden birisi de (Allah'u a'lem) kâfir olmaz. Hatta İslâm'ın duyurulmuş olduğu yerlerde bile bedîhi (apaçık) olmayan farzlar için de aynı şey söylenebilir. Görüldüğü gibi, küçük bir söz ya da fiilden dolayı müslümanları tekfir etmek, müslümanca bir davranış değildir. Rasulüllah (sav) hiç böyle yapmamıştır. Ashabı arasına giren ve kimliklerini tanıdığı münafıkları dahi ifşa etmemiştir. Onun ashabı, tabiîn ve tebe-i tabiîn de tekfirden şiddetle kaçınmışlardır. Bu iş daha çok hicrî 8. asırdan sonra yaygın bir hastalık haline gelmiştir. [13] İmam Ebu Hanife oğlu Hammâd'ı itikadı konuları tartışmaktan yasaklarken, oğlunun kendisinin de konuştuğunu hatırlatması üzerine, "Biz tartışırken, aman karşı tarafı küfre nispet ederiz endişesiyle, kafamızda kuş varmış da uçacakmış gibi konuşuyoruz, oysa siz, pervasız davranıyorsunuz" cevabını vermiştir. Aliyyu'l-Kârî der ki, "Bid'at ehlinin kötü taraflarından biri, birbirlerini tekfir etmeleridir. Ehl-i sünnetin güzel yönlerinden biri ise tekfir etmeyip, hatalı saymalarıdır." [14] Onun için ehl-i sünnet olarak bizler itikaden bozuk mezhepleri bile kâfir değil, batıl mezhepler olarak vasıflandırırız. Bu yüzden, "Bir kâfiri müslüman sanmakla yapılacak hata, bir müslümanı kâfir saymakla yapılacak hatadan çok daha hafiftir" denmiştir. Böyle hassas ve tehlikeli bir konuda Rasûlüllah'ın şu öğütlerini gözönünde bulundurmak gerekir: "Bir mü'mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur." [15] "Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse, küfür ikisinden biri üzerine döner." [16] "Herhangi bir müslüman diğer bir müslümanı tekfir ettiğinde o kâfirse kâfirdir, değilse kendisi kâfir olur." [17] [6] Karafî, el-Furûk, IV/295 [7] Tekmiletü'l-Fürûk, 22 [8] Bilmen, lV/8 (ed.-Dûrrû'l-Muhtâr, Hindiye ve Kâdıhân'dan) [9] İbn Abidîn, 111/285 (Amira) [10] agk [11] İbn Abidîn, Resmû'l-Müfti, 34. [12] Mevlânâ Muhammed Emin el-Lüknevî, Kameru'l-Ekmâr, 1/293. [13] Cemaleddin Kasımı, el-Cehr ve't-Ta'dîl, 39 vd. [14] Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 243. [15] Buharî, İman 7; Tirmizî, İman 16. [16] Müslim, İman 26; Müsned, 1l/142. [17] Ebu Davûd, Sünnet L5. Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 25-30. |