๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Fetvalarla Çağdaş Hayat => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 13 Mart 2011, 15:39:29



Konu Başlığı: İmam Azam Şafiî ve tasavvuf 2
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 13 Mart 2011, 15:39:29
3. İmam Azam, Şafiî ve Tasavvuf (2)




Soru: Onbeş gün önce bu sütunda, bu adla neşredilen yazıya gelen olumlu ve olumsuz tepkiler.

Cevap: Takdirlerden sözetmemin bir anlamı yok. Tenkitlere gelince:

Önce şunu ifade etmek zorundayım:

Tasavvufu benimseyen ve yaşadığını söyleyen insanlar olarak öyle bir yazıdan böyle bîr sonuç çıkarmanız tasavvuf adına iyi bir puan değildir. Bereket ki, sizin gibi anlayan kardeşlerimizin sayısı cidden çok az. İmam Azam ve İmam Şafiî'ye nispet edilen söz ve fiillerin onlara ait ol­madığını ilmi delilerle söylemekten, daha doğrusu söylenenleri nakletmekten tasavvufu tenkit mânâsı nasıl çıkartılır. Böyle bir su-i fehmi ben yine de bütün tasavvuf ehline teşkil etmiyor ve bunu diğer kardeşlerime kırılma vesilesi görmüyorum. Şimdi halk arasında hadis olarak dolaşan:

"Hz. Peygamber Hz. Aliye buyurdu ki, Ya Ali! Allah sana öyle büyük dört haslet vermiştir ki, onları benden dahi esirgemiştir" [962] sözünü bir ehli ilim araştırsa ve bu söz mevzudur (uydurmadır), Resulûllah böyle birşey söylememiştir dese (ki, vakıa da böyledir), birileri de bun­dan; Bu adam Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi övdüğünü inkâr edi­yor, onu sevmediğini söylüyor, diye bir mânâ çıkarsa su-i fehm etmiş olmaz mı? İmdi:

Eğer tasavvuf Hz. Peygamber'in yaşadığı ve ashabına öğrettiği zikir, zühd, tezkiye-i nefs, verâ ve takva hayatı ise, bu iki büyük imamın bu konuda en önde olanlardan olduğunu ispata çalışmak bile çok yersizdir. Bunun aksini söylemek mecnunluk olur. Ama onlara ait olmayan bir söz ya da davranış halk arasında ya da kıs­sa kitaplarında onlara nispet ediliyor da, Kevseri, Sehavi, Aliyyu'l-Kâri gibi müdekkik ve muhakkik âlimler bunların onlara nis­petinin yanlış olduğunu ortaya koyuyorsa bu onların manevî yö­nünü inkâr etmek mi olur? Karadeniz Dağları'nın birinde bir ka­ya üzerinde ayak izi şeklindeki bir çukur için "bu, Hz. Ali'nin, kesik başı öldürmeye giderken adımını attığı taştır" dense, birisi de:

"Hz. Ali'nin hayatı bellidir. Onun hayatında böyle bir olay yoktur, bu uydurmadır" dese, ona:

"Vay sen, sahabenin kerame­tini inkâr mı ediyorsun?!" demek ve onu keramet düşmanlığı ile suçlamak doğru olur mu?

Bendeniz size sadece nakilde bulundum ve her ne kadar bu sözler şayi ise de, meseleyi tedkik eden âlimler bunların asit ol­madığını söylüyor dedim. Bizlere düşen de nakil ilminin kanunlarına uymak ve bu kanunlara göre doğruya doğru, eğriye de eğri demektir. Efendim, o imamların öyle zatlardan ders almaları ni­çin mümkün olmasın? Bunun aklen ne mazuru var? Üstelik bu onların benliklerini yıkıp, hakikate teslim olmaları demektir... gi­bi ifadelerin ilmi hiçbir değer taşımayacağı, en ufak muhakeme taşıyanlarca müsellemdir. Vakıa öyle olmuşsa elbette öyledir. Ama bunun için delil gerekir. Gazali söylemişse bu muavazası ol­madan iktidaen söylenmiş bir sözdür bir tedkik ve tespit değil­dir. Ya da usul dilî ile istishaba münafî bir ispattır. Diğerlerinin ki ise meseleyi bu söze binaen (iktidaen değil) tedkik ve nefidir. Müsbit ile nafinin tearuzunda nâfiye itibar edileceği de önemli bir usul kaidesidir. İşte bu da bir kanundur.

Bizim, ilmin yolları üçtür, dememize Cemil Erdoğan kardeşi­miz itiraz etmiş ve "bunu şöyle düzeltmek zorundayım:

Müslü­man için izlenilecek yol dörttür:

1. Âyetler,

2. Sünnetler,

3. Sahabinin yaşantısı,

4. Mensup imamların içtihatları (kendi sözleri ile) demiştir. İfade biçiminin sıhhatini tartışmayalım ama kardeşimizin hükmünü kabul edelim ve ona:

Bu saydığınız dört yoldan hangisini izlersek, adı geçen söz ve fiillerin o imamlara ait oldu­ğunu anlayabiliriz? diye soralım. Acaba ne cevap verebilir?

İlmin yollarının üçe hasredilmesi benim tasnif ve tasarrufum değil, bütün ehli sünnet âlimlerinin kabul ettiği bir vakıadır. Hal böyle iken Ruşen Ürgüplüoğlu kardeşimiz de; "Bu tasnif bana çok sınırlı geliyor. Bu bakımdan ben, size naklolan ilimlere baktı­ğımda Kitap, sünnet ve bunlara bağlı kıyas ve icmayı daha tutarlı görüyorum" diyor. Ona da aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ayrıca si­zin kitap, sünnet ve icma dediğiniz nakli deliller yani "doğru haber"dir. Kıyas ise bir bakıma aklın bir bakıma da yine naklin ko­nusudur. Yani bunlar o tasnifin dışında değildir. Seviyeli ve edibane mektubunda bu kardeşimiz ayrıca "Neden hâlâ delil ara­mak peşindesiniz?" diye soruyor. Buna hemen, sizin daha tutarlı gördüğünüz kitap, bizden bunu istiyor da onun için, diye cevap verebiliriz. "Ölen de bir delille ölsün yaşayan da bir delille yaşa­sın. " [963]

Keza, sayfalarca verdiğiniz bilgilerde yorulmuşsunuz, çünkü onlar güzel şeyler ama bu mesleğin ilk mertep bilgileri sa­yılırlar ve o duygularınız da size katılmamak mümkün değil. Ki­taplarının broşürlerini gönderdiğimiz zatı gıyaben tanıyor, sevi­yor ve takdir ediyorum. Tevafuk bu ya, birkaç gün önce Bursa Kitap Fuarından bir kitabını aldım okudum ve istifade ettim. Müsade eder misiniz, ben de sizin duanızı tekrarlayım:

"Allah aczi­mizi ve cehlimizi bize göndersin."

Saffet Çolakel kardeşimize de mezar taşlarının edille-i şer'iyyeden olmadığını söylemek isterim. İmam Azam'ın kabrini ziya­ret edenler orada bu ibareye rastlamışlar diyor. Ben de ziyaret ettim görmedim. Görsem de birşey değişmezdi. Her halde İmam Azam kendi kabrine kendisi yazı yazmış değildir.

Son olarak sizler ve sizler gibi temiz yolda olan diğer temiz kalpli kardeşlerime şu tavsiyede bulunmamı mazur görün:

Ta­savvuf bir âlilmidir. Bid'at karışmamış şekliyle, Rasulûllah Efendi­mizden itibaren şu ya da bu adla varolagelmiştir. Binaenaleyh, onu aslı olmayan, zayıf ve gülünç delillerle ispata kalkışmanın ge­reği yoktur. Selef-i salihinin yaşadığı anlamda tasavvufun böyle zayıf delil ve savunmalara ihtiyacı da yoktur. Bu tutumlar tasav­vufu benimsetmeye değil, olsa olsa nefret ettirmeye yarar. Buna da bizim hakkımız yoktur.

Tekrar ilgilerinizi ve dualarınızı beklerim. [964]



[962] Birkaç yıl önce bu sözü, isminin Abdülaziz olduğunu hatırladığım güneyli bir vaiz efendinin vaaz bantından dinlemiş ve irkilmiştim.

[963] K. Enfâl: 8/42.

[964] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 362-365.