Konu Başlığı: Gayb Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Mart 2011, 21:42:44 2- Gayb İnsanın duyuları ve ilmi ile öğrenemediği bir kısmını ancak peygamberlerin haber vermesiyle bilebildiği bir kısmını ise Allah'tan başka kimsenin bilmediği gizli şeyler, âlemler. Sözlük anlamıyla birşeyin gözden gizli kalması demek olan "ğayb" mastar olmakla beraber "gâib" ile aynı anlamdadır. Ancak "gayb" sen onu görmediğin halde o seni gören; "gâib" ise senin görmediğin, onun da seni görmediği bir şeydir, demişlerdir. Buna göre Allah "gayb"dir, "gâib" değildir. Şiîlerin; "gayb"dan maksat, Kur'ân'da ve hadiste va'dedilen ve beklenen Mehdîdir şeklindeki kabullenişlerinin doğrudan çok uzak olduğu, Fahruddin Razi tarafından ifade edilmiştir. Ayağın alt koğuğuna, dağlar arasındaki kuytu alçaltılara da ilk bakışta görülmedikleri için "gayb" denir. Gayb gerçeği, imanın belli başlı kaidelerinden ve İslâm düşüncesinin en köklü esaslarından birisidir. Çünkü İslâm'ın esasını oluşturan iman temelleri altıya indirgenirse bunların bir bakışa göre en az dördü, diğer bir bakışa göre tamamı gayb sahasına girer. Bir İslâm düşünürü ve tefsircisinin ifadesiyle: "Gayba iman, insanoğlunun hayvanlar âleminden yücelişinin ayrılış noktasını teşkil eder". [1309] Bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm'in ilk âyetlerinde gayba inanan mü'minler övülür ve kurtuluşa erecek olanların ancak onlar olacağı vurgulanır. Çünkü insanın hem bu dünya hem öbür dünya ile ilgili olarak bilebildikleri, bilmedikleri yanında hesaba katılmayacak kadar azdır. Onun kapasitesi her şeyi kavramaya müsait olmadığı gibi görünene inanmak da karşılığında mükâfat olan bir erdem sayılamaz. Zaten "ona ilimden çok az birşey verilmiştir". İlimde kendisi için dikilen sınır taşma varsa bile bilemeyeceği daha bir sürü "gayb" kalacaktır. Ancak bu az ilme oranla da olsa insanların önceden bilmezken sonradan bildikleri, bir kısmının ibilmediği halde diğerlerinin bildikleri şeyler bulunduğuna göre, bilinmeyenlerinin yanında, en azından sözlük anlamıyla gaybın bilinebilenlerinin de olduğu anlaşılır. Öyleyse "gayb"ın sınırını öncelikle âyetler ve hadislerle çizmek gerekir. Türevleriyle beraber Kur'ân-ı Kerîm'de "gayb" kelimesi ellisekiz yerde geçer ve; göklerde ve yerde olup insanların bilmediği [1310], tarihin geçmiş olayları [1311], kocası görmediğinde kadının sahip olduğu değerler [1312] görüp hissetmeden sezilen ve delille kavranan [1313], müşahede edilmeyen [1314], sadece Allah'ın bilgisinde olan şeyler [1315], kişinin görüp duymadığı yer, gıyabı [1316], insanın canı, ruhu, iç dünyası [1317], kalbinden geçirdikleri [1318] gibi anlamlarda kullanılır. Resûlullah'ın hadislerinde ise; kabrinde azap gören birinin ne zamana kadar azap görmeye devam edeceği, yani gelecekte olacak şey, [1319] Kıyamet saati, yağmurun yağma zamanı, rahimlerdekiler, ölüm zamanı ve yer [1320] gibi şeyler "gayb" cümlesinden sayılmıştır. Gaybın özellikle âyetlerdeki kullanılışına bakıldığında onun her çeşidiyle bilinmeyen birşey olduğu anlaşılmıyor. Bazı insanlara göre gayb olarak bir şeyin, diğer bazılarına göre bilinebileceği anlaşılıyor. Meselâ geçmiş bir peygamberin yaşadığı olaylara Rasûlullah Muhammed'e (sav) göre gayb denirken sözkonusu peygamberin o olayı görüp bildiği açıktır. İşte bu gerçek gaybın âlimler tarafından "mutlak" ve "nisbi" (göreli, izafî) diye ikiye ayrılmasına sebep olmuştur: Allah'ın bizzat mahiyeti, künhü. (buna Cürcanî "gaybu'l-hüvviye ve gaybu'l-mutlak el-gaybu'l-meknun ve el gaybu'l-masûn" der) Ama Allah'ın sıfatlarından birinin "gâib" olmayışı da ilginç olmalıdır. Hatta bir âyeti kerîmede "biz gaipler değiliz" [1321] denir. Onun için bu âyeti tefsir ederken Kurtubi: "O, bu dünyada gözlerden gaiptir, görünmez ama, aklı kullanma ve istidlal ile gâîp olmaktan çıkar" der. Allah'ın (cc) "gâib" diye bir sıfatının olmayışı, O'nun bir gün görülebileceğini de anlatıyor olmalıdır. Bütünüyle ahiret âlemi, kıyamet saati, cennet, cehennem, mahşer, mizan, sırat, lika, kevser, melekler âlemi, istikbalde olacak olaylar, ölüm saatleri ve yerleri gibi şeyler mutlak, yani herkese göre gaybtir. Bir hadisi şerif, bir âyetin açıklaması olarak bunları beşe indirger: "Beş şeyi Allah'tan başka kimse bilmez: 1. Kıyametin zamanı Allah karındadır. 2. Yağmuru indirir. 3. Rahimlerdekini bilir. 4. Hiçbir canlı yarın ne yapacağını bilmez. 5. Kimse nerede öleceğini bilmez [1322]". Görüldüğü gibi Rasûlullah (sav) hiç kimsenin bilemiyeceği "gayb"ın âyette sayılan bu beş maddeden ibaret olduğunu söyler [1323] Ancak sözkoriusu âyetin 2. ve 3. maddelerindeki üslûbun yumuşaklığı bir yana, meselâ sarih Münavî, Alusî ve Nevevî, bu maddelerle ilgili gaybın bilinmezliğinin, her yönlerini kapsayan genel anlamda olduğunu, yoksa bazı özelliklerinin bilinebileceğini söylerler. Burada sayfları maddeler için bir sahabî "Gayb bu beş şeyden ibarettir, bunun dışındaki gaybı bazıları bilmese bile bazıları bilebilir" [1324] demiştir. Böyle olan gayb için Allah- (cc) "De ki, göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..." [1325], "Gayb Allah'a mahsustur" [1326], "Gaybın anahtarı onunu katındadır, onları ondan başkası bilmez" [1327], "Allah sizi gaybe muttali kılacak değildir. Fakat Allah resullerinden dilediğini seçer (ve onlara gaybı bildirir)"[1328], "Gaybı bilen O'dur. Resullerinden dilediği dışında kimseyi gaybına muttali kılmaz" [1329] buyurur. Mü'minlerin annesi Aişe'den nakledilen bir hadiste de: "...Kim Resûlullah yarın ne olacağını haber vermiştir derse, Allah'a çok büyük bir iftira etmiş olur..." [1330] İşte bütün bunlardan hareketle: "Hiçbir mahlûkun ne duyularının ne de ilminin ulaşamadığı gayba gaybı mutlak, muayyen bir mahlûkun ilminin ulaşmadığı ve ona göre bilinmeyene de gaybı izafî (nisbî, göreli)" [1331] demişlerdir. Bazıları da gaybı: I. Delili bulunmayan ("gaybın anahtarları onun katındadır" âyetinde anlatılan budur ve bunu ancak Allah bilir) 2. Delili bulunan (Sani' olan Allah, sıfatları, Ahiret günü...) diye ikiye ayırmışlardır. Bunların hepsi birden gözönünde bulundurulduğunda gayb konusunda şu sonuca varmak hatalı olmayabilir: Kıyamet saatini Allah Resullerine de bildirmemiştir, yağmurun kesin olarak ne zaman yağacağını ancak Allah bilir. Ancak âyetin bunu bildirdiği cümlesine bakıldığında bunun kıyamet saati kadar mutlak olmadığı bazı belirtileri yardımıyla tahminler yapılabileceği anlaşılır. Belirtilen ortaya çıktıktan sonra bu gayb olmaktan çıkmıştır da denebilir. Tıpkı, yağmur yağmakta iken dışarı çıkmak isteyen birisine, ıslanacaksın, demek gibi. Rahimlerdekinin bilinmesi konusu da aynen yağmurun yağmasının bilinmesi gibidir. Fazlalık olarak burada neyi sadece Allah'ın bildiği konusu da kapalıdır: Erkek-dişi olduğu mu? Sadece uzuvları belirinceye kadar erkekliği dişiliği mi? Said-şaki olduğu mu? Tam-eksik olduğu mu? Canlı doğup-doğmayacağı mı? Yoksa hepsi mi? İşte en azından bunların tümünü birden bilmek de insan için mümkün değildir. Kişinin yarın ne yapacağı, yani istikbalde ne olacağını da -belirtilerden hareketle yapılan tahminlerin isabet edenleri dışında- Allah'tan başka kimse bilmez. Kişinin nerede ve ne zaman öleceğini de kimse bilmez. Bu konuda cinler de insanlar gibidir. Söylerlerse yalan söylerler. Ancak Allah tümüyle olmasa bile bu tür gaybını bazı noktalarını ve müfredatından bazılarını seçtiği rasûllerine bildirebileceğini söylemiş ve bildirdiği de olmuştur. Bu türden olmak üzere (vahye dayanarak) bizim Peygamberimiz de istikbale ait birçok haberler vermiş ve söylediği gibi çıkmıştır. Ama vahye dayanmadan istikbali peygamberlerin dahi bilmeyeceğine dair pekçok nas mevcuttur. Bunların dışındaki gayb için, belirterek Allah'tan başkasının bilemeyeceğinin söylendiğini bilmiyoruz. Başta evliyanın kerameti ve İlham olmak üzere, cinlerin istihdamı, telepati, tekniğin istihdamı, riyazet vs., gibi yollarla, halde mevcut olmak şartıyla, bazılarına göre gayb ve bilinmez olanlar, başkalarına göre bilinir ve algılanır. Kur'ân-ı Kerîm’de Hadis'in bildirdikleriyle ilgili olarak anlatılanlar, Halife Ömer'in İran üzerinde bulunan komutan Sâriye'yi Medine minberinden görüp ikaz etmesi gibi sabit olaylar bunun delili olarak gösterilir. Hatta İbn Hacr el-Heytemî gaybın bilinmezliği prensibinin Allah'ın bazı evliyaya bile ondan haberler lütfetmesine engel olmadığını, bu yüzden bazı velilerin, meselâ yarın öleceklerini söylediklerini, hatta Halife Ebubekr'in karısının rahmindeki çocuğun erkek olduğunu söylediğini ve öyle çıktığını yazar. [1332] "Mü'minin fırasetinden sakının çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" hadisi ve "Ben kulumu sevince duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı... olurum" [1333] kudsî hadisi de buna imkân verir gibidir. Hatta Allah'ın nuruyla bakar hale gelen birisinin karşısındakinin kalbinden geçeni dahi görebileceği söylenebilir. Nitekim tasavvufta "Şerhu'l-kubur ve's-sudur" (kabirleri ve kalpleri keşif) velayetin daha ilk basamağı olduğu inancı meşhurdur. Ancak Ebu Hanife'ye nisbet edilen şu söz gerçekten onun ise bu kabullenişi tereddütle karşılamak gerekir: "Kalplerde olanı Allah ve O'nun vahyettiği bir Rasûlden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan, kalplerdekini bildiğini iddia eden, âlemlerinin rabbinin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur..." [1334] Biraz değişik ifadelerle Müslim, [1335] İbn Mace [1336] ve Müsned'de [1337] bulunan bir hadis de Ebû Hanife'ye nisbet edilen bu hükmü destekler görünür: Savaşta bir müşrikle karşı karşıya gelen bir sahabi onu "Allah'tan başka ilah yoktur" demesine rağmen öldürür, Peygamber (sav) bundan hoşlanmaz ve: "Karnını yarıpta kalbinde olanı bilseydin ya!" diye üzüntüsünü belirtir. Yine ashabı içerisindeki münafıkları vahiy yoluyla sadece Peygamber biliyordu ve sadece Huzeyfe'ye bildirmişti. Sahabenin en ileri gelenleri dahil onları bundan başka kimse bilmiyordu. Başta Ebû Bekr (ra) olmak üzere, en küçüğü dahi en büyük veliden daha büyük olan sahabenin bilmediğini başkaları hiç bilemez şeklindeki iddia ciddi gibidir. [1338] [1309] Kutup, terceme, 5/265 [1310] Bakara: 2/330; I 1/123 [1311] Al-i İmran: 3/44; l 1/49; 12/102 [1312] Nisa: 4/34 [1313] Maide: 5/94 [1314] En’am: 6/73; 9/94, 105 [1315] Yunus: 10/20 [1316] Yusuf: 12/52, 81 [1317] Sebe: 34/14 [1318] Maide: 5/1 16; 9/78 [1319] Müsned, 5/266. [1320] Müsned, 4/13, 129, 164 [1321] A’raf: 7/7 [1322] Lokman: 31/34 [1323] el-Camius-Sağır-, H. No: 3963 4-Askalanî, Fethu'l-Karî, 1/124 [1324] Fatiha: 1/1 63. [1325] Neml: 27/65 [1326] Yunus: 10/20 [1327] En’am: 6/59 [1328] Al-i İmran: 3/l79 [1329] Cinn: 72/26 [1330] Müslim, K. I, H. 287; Kurtubî, 7/11; Benzer bir hadis için bkz., Buharı, Tefsir, Necm Sûresi I [1331] Elmalı, 7/4869. [1332] el-Fetava'l hadissiye, s. 222-23 [1333] Buhârî, rikâk, 38 [1334] İmam Azamın Beş Eseri, çev: Mustafa Öz. İst 1981, s. 29, Arapçası; [1335] Müslim, İman, 158. [1336] İbn Mâce, Fiten, I [1337] Müsned, IV/438-39 [1338] Doç. Dr. Faruk Beşer, Fetvalarla Çağdaş Hayat, Nün Yayıncılık, İstanbul 1997: 506-512. |